MODACILAR
VİVİENNE WESTWOOD
Punk'ı giydiren kraliçe…
8 Nisan 1941'de, Vivienne Isabel Swire olarak İngiltere'nin Derbyshire kasabasında dünyaya gelen, ailesi iş bulamadığı için daha sonra Harrow'a taşınan modacı, burada bir fabrika işçisi olan ve
kendisiyle rock'n roll aşkını paylaşan Derek John Westwood adlı gençle tanışır. Bu sırada bir öğretmen yetiştirme kursuna yazılan Vivienne, 1962 yılında, gelinliğini kendisinin diktiği bir düğünle hayatını bu genç adamla birleştirir ve öğretmenlik yapmaya başlar. Daha sonra bayan Westwood 1965'te kardeşi Gordon vasıtasıyla tanıştığı Malcolm
McLaren'a kalbini kaptırınca bu evlilik sona erer.
Ardından ünlü punk grubu Sex Pistols'ın menajeri olarak karşımıza çıkacak olan McLaren sayesinde sanat ve kült akımlar ile tanışır. (Bu arada şimdilerde tekrar moda olan, o günlerde punkların stilini belirleyen peroksit sarısı, kirpi gibi kısa saçlar, yine McLaren'ın ilham vermesiyle, ilk kez
Westwood tarafından halka kazandırılmıştır.) Rolleri sanat yönetmeni ve zanaatkar olarak paylaşan McLaren ve Westwood ikilisinin yaptığı sıradaki hayırlı iş ise, bir dükkanın 'yarısını' kiralayarak açtıkları ilk giysi dükkanı, 'Let It Rock' olur. Burada satılanların günün modasıyla pek alakası yoktur.
Ancak bir kaç ay içinde gençlik yıllarından beri kendi kıyafetlerini diken
Vivienne'ın, rock'n roll tarzı kılığı evirip çevirerek yarattığı özgün tasarımları yok satmaya başlar. Bisikletçi kıyafetlerinden esinlenen, eşcinselliğe vurgu yapan pantolonlar, üzerinde 'saldırgan' sloganlar yazan tişörtler kapış kapış gitmektedir.
İki çıplak kovboyu resmettiği bir tişört tasarımı, 1975'in müstehcenlik sınırlarını aşmıştır. Bu arada Westwood, McLaren'ın menajerliğini aldığı ünlü punk grubu New York Dolls'a kıyafetler hazırlar. Onun yarattığı 'Kendin yap' felsefesi, koca bir nesil tarafından kopyalanır.
Yoksulluğun, aşkın, müziğin ve başkaldırının bir peri masalına dönüştüğü olay örgüsü, Westwood'un oldukça yenilikçi moda anlayışının etrafına örülüyor.
İlk koleksiyonundan bugün ünlülerin vazgeçemediği tasarımlarına doğru yaptığı yolculuğa bakıldığında, Westwood'un geleneksel Britanya terziliğine odaklı fakat ondan aykırı bir duruşla ayrılarak, tüvit ve
ekoseye adeta yeniden can verdiği, tarlatanları bu kez mini eteklerle sansasyonel bir şekilde geri döndürmesi göze çarpıyor. Tarih Westwood'la kariyeri boyunca ilginç tekrarlar yapıyor. Örneğin 1993 yılında
'Anglomania' adını verdiği koleksiyonunda en çok dikkat çeken parça, 18'inci yüzyıl sanatçılarından
François Boucher'nin Kral 15'inci Louis'nin metresini resmettiği portelerin ilham kaynağı olduğu ipek gece elbisesi olmuştu. Son koleksiyonlarındaysa jarse
takımlar ve bol mini elbiseler ön planda ve görülüyor ki 'Kraliçe', 'şok etme gücü'nü hala kaybetmemiş.
İngiliz moda endüstrisinin dünya modasında edindiği yer, onun yolunu açtığı yenilikçiliğin bir sonucu. Bugün dünyaca tanınan ünlü İngiliz tasarımcı Alexander
McQueen de 'punk'ı başlıca ilham kaynağı olarak gösteriyor. Renkli ve isyankarca dikilmiş saçları, çengelli iğneler tutturulmuş deri ceketi ve dar
pantolonuyla kalıplaşan 'punk imajı', artık 'İngilizliğin' bir sembolü olarak turistik bir amaca hizmet veriyor.
Acaba İngilizler artık 'Tanrı Kraliçe'yi korusun' derken Westwood'u mu kastediyor
?
Hipiler ne kadar doğallığa öykünmüşse, bu yeni akım bir o kadar yapay ve sentetik olana tapmaktadır.
'Anasının kuzusu' gençlerin giydikleri türden kıyafetleri alıp, sahte kürkler ve neon renklerle tanınmayacak hale getiren Vivienne, bu ana kuzularının seksist ve ırkçı tavrından da ayrıca nefret etmektedir.
Radyoların punk müzik çalmayı reddettikleri dönemde (Sex Pistols'ın Anarchy in the UK turunda 19 konserden sadece 3'üne izin verilmişti) 'punk'ı giymek, duymaktan daha kolaydır. Vivienne Westwood, 'Sex Pistols'a kadar kendimi bir moda tasarımcısı gibi görmüyordum" der.
Çünkü 70'lerin sonunda sahneye onun tasarımlarıyla çıkan Pistols'ın yarattığı derin etki, Westwood'un bakış açısında da bir genişlemeye yol açar, esin
kaynağı olarak tarih kitapları okumaya başladığı 1979'un sonunda ilk esas koleksiyonunu hazırlar. .
Çok uzun etek kuyrukları, bukleli peruklar, sahte mücevher süslemeleri,
fetişist aksesuvarlar ve tarihi temalarla mizahı, şıklığı ve başkaldırıyı birleştirdi.
1980’de The Pirates (Korsanlar) adını verdiği bu koleksiyon, züppe bir sokak modası ve teatral kostümlerin dramatik birleşimiyle neo-romantik bir hareket başlatmıştır. İlk defile de 1981 yılında bu koleksiyonla gerçekleşir. Bu Vivienne için dönüm noktasıdır. Artık sokak kültüründen ziyade, modayla bir tasarımcı olarak ilgilenmeye karar verdiği noktadır. Bu dönemde McLaren'la aşk ilişkisi biter, kendini işine adar. 20 yıl sonra uslanan "punkların anası" Westwood, Paris'te İngiliz standartlarına meydan okuyan ve 90'lı yılların gençliğini
etkileyen koleksiyonlar üretti. Yuvarlak hatlı kalçalar, Westwood'un, 18. yüzyıl Fransa'sı soylularından, Marquis de Sade'dan esinlenerek oluşturduğu stil,
birçok moda akımı üzerinde etkili olmuştur.
Punk…
Punk Rock, kökenleri 1974 ve 1975 yıllarına, ABD ve İngiltere'ye
dayanan ve kendisini Ramones, Sex Pistols, The Damned, ve The Clash gibi gruplarla kanıtlamış düzen karşıtı rock muzik hareketidir.
Punk terimi ise, punk rock'a dayalı alt kültür için kullanılmaktadır.
Bu altkültür agresif gençlik, kendine özgü giyim tarzı, Punk İdeolojisi ve D.I.Y. (do it yourself-kendin yap) etiğini kapsamaktadır.
Punk; kültür, politika ve estetiği ile kurumsallaşmış sanat teorileri ve bunu yaratan topluma, toplumsal sisteme karşı doğmuş bir reddediştir.
Punk, sanatçıyı devrimci olarak görür, geleneksel ve kalıplaşmış davranış ve yaşam biçimine karşı yıkıcı bir tavır geliştirir. Bireyin kişisel gelişimini yönlendiren, yaşam biçimini şekillendiren toplumsal organizmayı her şeyin suçlusu olarak görür ve saldırmaktan çekinmez. Punk'a göre her şey alt üst olmalıdır; aykırı, ayrıksı giyim tarzı, sanat ve gündelik yaşamda sınırların belirsizleştirilmesi, bilinçli kışkırtıcılık, kabul görmüş ve tekdüzeleşmiş yaşam biçiminin yeniden düzenlenmesi (ya da düzensizleştirilmesi) punk yaşam biçiminin devrimci taktikleridir.
Punk Giyim Tarzı…
1970'lerde İngiltere'de doğan punk akımı yalnızca bir müzik eğilimi
olmaktan öteydi. Punk antimodadır.
Amacı geleneksel kalıplar içinde
yaşayan topluma karşı algıyı bozmaya yönelik açık bir saldındır. Dönemin sosyal ve ekonomik şartlarına, kabul görülmedikleri bir gelenekçiliğe zıt gitme yoluyla kendini dışavuran bir kitle, aynı zamanda genel moda
anlayışına da kendi yöntemleriyle başkaldırmıştır.
Ancak, ciddi takım elbiseleri, üniformaları ters yüz ederek, 'şık ve cici çocuk' imajıyla dalgasını geçen, İngiliz kraliyetinin ağırbaşlı
asaletinin timsali dantelaları, kolalı yakaları giymeyi tamamen reddetmek yerine kendi formlarıyla yorumlayan bu akım, sanki statükonun yapısını bozarmış gibi, kılık kıyafetin yapısını da,
parçalayarak, keserek, yırtarak ve sonra çengelli iğnelerle yeniden bir araya getirerek bir 'yapı bozumuna' uğrattı. Bu 'modaya karşı duran' yapı bozumunun o zamanlar anarşizan bir edayla bayrağını taşıyan Vivienne Westwood ise şimdi, 'sürecin doğal işleyişi sonucu', dünyanın önde gelen moda tasarımcılarından biri.
Punk estetiğinin yaratıcısı olarak kabul edilen Londralı modacı Vivienne Westwood şu sözleri ile punk estetiğinin "nedenini" açıklıyor;
"...Onun giysilerini giyrnek için cesur olmanız gerekir. sokakta
yürürken tüm dikkatleri üzerinize çekeceksiniz. Bu tepkileri davet eden bir güç gösterisidir. Giysiler genellikle fikirleri sözlerden
daha iyi anlatabilir. Bir kitap, bir poster ya da broşür kadar yıkıcı
bir silah olabilir: Otobüste yanınızda 'Anarchy in the UK' (Birleşik
Krallıkta Anarşi) tişörtü ile oturan biri sizi anıda rahatsız eder."
Westwood’un
Yaptığı Tasarımlardan
Örnekler…
JOHN GALLİANO
Modanın asi prensi Jhon Galliano…
Galliano başarılı bir modacı olduğundan beri sürdüğü şaşalı yaşamın aksine aslen orta halli bir ailenin oğlu olarak 1960 yılında Cebelitarık’ta dünyaya geldi. Galliano’nun ailesi zengin
olmamalarına rağmen her zaman moda ile ilgili bir aileydi. Şık ve bakımlı olmanın paradan çok kişinin kendine olan saygısıyla ilgisi olduğunu küçük
yaşlarda anne ve babasından öğrenen Galliano için moda, çocuk yaştan itibaren büyük bir tutku haline geldi.
Galliano’nun annesi İspanyol babası ise
Cebelitarık’lı olduğu için, modacı değişik kültürlerin etkisiyle büyüdü.
Galliano henüz altı yaşında bir çocukken ailesiyle birlikte
Londra’nın güneyine taşındı. Hayatının ilk altı yılını Cebelitarık gibi renklerin yaşamın her alanına yansıdığı egzotik bir ülkede geçiren
Galliano’nun, Londra’ya alışması uzun zaman aldı. Galliano gerek giyim tarzıyla gerekse kültürel mirasıyla çevresindeki yaşıtlarından her zaman farklıydı ve henüz onaltı yaşındayken East London College’da moda
tasarımı eğitimi görmeye başladı. East London College’dan mezun
olduktan sonra eğitimine Central Saint Martins’de devam eden Galliano, mezuniyet koleksiyonu ‘Les Incroyables’ ile dikkatleri üzerine çekince moda dünyası yeni bir yıldız kazanmış oldu.
Modanın dahisi olarak gösterilen John Galliano, 1983 yılında St.Martin’s’den mezun olduktan hemen sonra kendi markasını
yarattı. Sonra kendi ismi ile bağımsız moda tasarımcısı olarak kariyerine başladı. 1987, 1994 ve 1995’te İngiltere’de yılın
tasarımcısı seçildi.
1997’de ise bu ünvanı bir diğer büyük modacıAlexander McQueen ile paylaşdı. Daha sonra ise kariyeri açısından daha iyi bir gelecek sunduğuna inandığı Paris’e yerleşir.
Vogue dergisinin
Amerikan edisyonunun güçlü yayın yönetmeni Anna Wintour,
modanın bu dahi çocuğuna kol kanat gerip, Paris'teki ilk moda
şovunu gerçekleştirmesi için kendi çevresini seferber etti.
Tamamı siyah, toplam 17 kıyafetten oluşan koleksiyon Paris'te tarihi bir başarı kazandı ve John Galliano adı çağın en büyük tasarımcıları arasına yazıldı. Daha sonra ise birçok lüks markayı bünyesinde barındıran LVMH’nin sahibi olduğu Givenchy markasında baş tasarımcı olarak işe başladı. Bir Fransız haute couture markasında bu göreve layık görülen ilk Britanyalı olarak tarihe geçmiştir.
20 Ocak, 1997’de Christian Dior’un 50. kuruluş yıldönümündeki defilesi büyük yankı uyandırmıştı. O artık Christian Dior’un baş tasarımcısıdır.
Biraz romantik, biraz kural tanımayan tasarımlarıyla da moda dünyasında önemli bir yer edinmeyi başardı.
Tarzını, feminen ve romantik olarak tanımlayan tasarımcı, tasarımın sınırlarını zorladığının da farkında. İngiliz tarzının yeni nesillerinden olan Galliano yenilikçi ve deneyci kişiliğiyle tanınıyor. Teatral haute couture tasarımlarında da
ayrıntılara verdiği önem dikkati çekiyor.
John Galliano kimilerine göre ''Modanın asi çocuğu'', kimilerine göre ''Çılgın'', kimilerine göre de ''Modayla alay eden gerçek bir anarşist''. Aslında bu
tanımların her biri gerçeklik payı taşımıyor değil. Çünkü, İngiliz modasının bu anti-kahramanı, high-tech moderniteyle romantizmi aynı potada erittiği sıra dışı tasarım diliyle ne denli cesur ve asi olduğunu fazlasıyla kanıtladı. İzleyenleri hayrete sürükleyen ve günlerce adından söz ettiren sansasyonel moda şovlarıyla da çılgınlığını defalarca tescillemiş oldu. Ama hepsinden önemlisi, endüstrinin ticari dengeleriyle alay eden anarşist tasarımlarının önce modanın kibirli başkenti Paris'i fethetmesi, bununla da yetinmeyip Givenchy, Chanel ve Christian Dior gibi, lüks üretim yapan, ama son yıllarda ekonomik anlamda oldukça irtifa kaybeden dünyanın en büyük modaevlerinin de kurtuluş umudu olmasıydır.
Galliano'nun, sanatı ve ''kendisine
benzeyen insanların'' varlığını keşfetmesi tasarım eğitimi aldığı Central Saint
Martins moda okulunda oldu. 1984
senesinde mezun olurken hazırladığı 'Les Incroyables' isimli koleksiyonunda Fransız devriminden ve part-time kostüm
tasarımcısı olarak çalıştığı National Theatre'da sergilenen 'Danton' isimli tiyatro oyunundan esinlenmişti.
Tasarımcı, içi dışına tersyüz edilerek giyilebilen ceketleri, romantik organdi kumaştan yapılmış bluzleri, paramparça edilmiş camlarla ve rengarenk
kurdelelerle süslediği bu ilk
koleksiyonuyla, moda otoritelerini
1980'lerde henüz çok yabancı oldukları ''dekonstrüksiyon'' terimiyle tanıştırmıştı.
Minimalizmin ve ''grunge'' tarzın hakim olduğu dönemin moda trendlerinin dışında hareket eden John Galliano'nun koleksiyonları moda eleştirmenleri tarafından gerçek bir sanat eseri olarak
değerlendiriliyordu. Ancak modanın tutucu finansörlerine göre bu sanat eserlerinin hiçbir ticari değeri yoktu. Pek çok sezon,
koleksiyonlarını ergileyecek finansmanı bulamayan Galliano, geçen yıllar içinde defalarca kendi adını taşıyan markasının iflasını ilan etmek zorunda kaldı. Zamanla dekonstrüktivist çizgisini biraz yumuşatan Galliano'nun dehasını anlayan ilk moda patronu,
Givenchy ve Louis Vuitton gibi 50 lüks tüketim markasını bünyesinde barındıran LVMH holdinginin yönetim kurulu başkanı Bernard
Arnault oldu. Tasarımcı LVMH'nin sponsorluğunda yarattığı
koleksiyonunda 1950'lerin dramatik couture çizgisini ve 1930'ların verev kesimli elbiselerini yorumlayarak büyük başarı kazandı.
Galliano'nun önce Givenchy'nin, ardından da Christian Dior'un
kreatif direktörlüğüne getirilmesi Paris modasındaki İngiliz istilasının ve houte couture'ün yeniden doğuşunun başlangıcı oldu.
Modanın bu neo-romantik çocuğunun fantastik ve teyatral tasarımları,
kimileri için paha biçilemez değerde
sanat eserleri, kimileri içinse birer moda ütopyaları. Ancak herkesin hemfikir olduğu tek bir gerçek var ki; bir
zamanlar koleksiyonlarına -ticari bir değeri olmadığını öne sürerek- burun kıvıran moda devleri hantal ve tutucu yapılarıyla yeni ekonomik dünya
düzeninde sürüklendikleri çöküşün eşiğinden onun sihirli parmakları
sayesinde kurtulup, yeniden yükselişe geçtiler. Bu ironik zafer, John
Galliano'yu anarşist tasarımlarıyla yüzeysel ticarî dengelerini alt üst ettiği moda endüstrisinin kurallarını yeniden yazan bir anti-kahraman yapıyor.