• Sonuç bulunamadı

fonksiyona uyarak belirli karakteristik şekiller alırlar. Her bir organ, bulunduğu yerde göreceği vazifeye uygun

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "fonksiyona uyarak belirli karakteristik şekiller alırlar. Her bir organ, bulunduğu yerde göreceği vazifeye uygun "

Copied!
45
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

DOKULAR

(2)

Destek Dokuları

Omurgalı vücudu ve organları görmüş oldukları

fonksiyona uyarak belirli karakteristik şekiller alırlar. Her bir organ, bulunduğu yerde göreceği vazifeye uygun

şekilde yerleşmek ve tespit edilmek zorunluluğundadır. Bu organlar ayrıca kesintisiz bir sistem halinde bir ara doku (bağ doku) aracılığı ile birbiri ile ilişkidedir. Kan damarları ve sinirler bu doku içersinde vücudun her tarafına yayılma olanağına sahiptirler. İşte omurgalılarda bütün bu

dokuların tümüne birden destek doku adı verilmiştir.

(3)

İskeleti oluşturan kemik ve kıkırdaklar bu dokudandır. Her çeşit epitel doku bu destek dokuya dayanır. Destek dokular orta germ yaprağı olan mezodermden oluşurlar. Bunlar

gördükleri vazifeye göre şekil ve kıvam bakımından

özelliklere sahiptirler. Örneğin; iskelet sistemi, kıkırdak ve

kemikleri ile organizmanın sert dokularıdır. Destek doku

hücreler ve hücreler arası esas maddesinden oluşmaktadır.

(4)

Destek dokular, embriyoda organ taslakları arasında önce mezenşim sonrada embriyonal bağ doku ve mukoz bağ

dokular halinde bütün vücuda yayılmıştır. Mezenşim

hücreleri, bölünme yeteneğine sahip, amöboid hareket

edebilen hücrelerdir.

(5)

Destek dokuları hücreler arası esas maddesinin özelliklerine göre doğumdan sonraki hayatta dört çeşitte değişikliğe uğrar. Bunun sonucu dört tip doku türü ayrımlanır;

1. Bağ dokusu 2. Kan dokusu

3. Kıkırdak dokusu

4. Kemik dokusu

(6)

Bağ Dokusu ( Konnektif Doku)

Vücudun en önemli dokularından birisidir. Doğrudan doğruya veya dolaylı olarak organizmanın hayati

fonksiyonları ile ilgilidir. Gördüğü göreve ve bulunduğu yere göre bazen hücrelerden zengin bazen de ipliksel karakterlerde yapılardan oluşmuştur.

Bağ dokusu hücreleri, mezenşim hücrelerinden

gelişerek bulundukları yere ve gördükleri fonksiyonlara göre farklılaşırlar.

Bağ dokusu adı altında incelenen destek dokusunun bu türünde hücreler arası esas maddesi yumuşaktır ve

fibrilli bir yapı gösterir. Bağ dokusu türlerini

sınıflandırmadan önce bu dokuyu oluşturan hücrelerin ve hücreler arası esas maddesinin özelliklerini

belirtmek gerekir.

(7)

Fibrositler (fibroblastlar)

Bağ dokusunun esas hücreleridir. Bağ dokusu ipliklerini ve ara maddeyi meydana getirdikleri kabul edilerek bu isim verilmiştir. Genellikle uzun, yassı mekik şeklinde

birçok sitoplazmik uzantılara sahip hücrelerdir. Çekirdek irice yuvarlak veya ovaldir.

Normal şartlarda aktif olmayan fibrositler; Bağ dokusu rejenerasyon olaylarında aktif hale geçerler.

Görev itibariyle fibroblastların bağ dokudaki kolojen

iplikleri oluştuduğu doku kültürü ve elektron mikroskobik çalışmalarında saptanmıştır.

Fibroblastlar kemikleşmede osteositlere dönüşebilirler.

Gerektiği zaman özel hallerde fagosit karakteri kazanabilirler.

Omurgalılarda bağ dokusu içindeki en bol hücrelerdir

(8)

Makrofajlar (Klasmatositler)

Fibrositlerden sonra bağ dokularının en yaygın hücreleridir.

Oldukça muntazam şekilli, oval, bazen gayri muntazam şekilli sitoplazmaları uzantılı hücrelerdir. Uzantıları bazen

fibrositlerdeki gibi ince uzun, bazen de kalın ve kısadır.

Çekirdekleri uzunca ve daha büyüktür.

Bu hücreler yabancı cisimleri fagosite etme özelliğine sahiptirler.

Vücutta ömrünü tamamlamış ve dejenere olmuş, diğer hücre parçaları da bu hücreler tarafından yutulur.

En sık bulunduğu yerler kan damarlarından zengin gevşek

dokulardır. Damar yakınlarında sayıları yüksektir

(9)

Mast hücreleri (mastosit)

Bu hücreler genellikle tek tek veya gruplar halinde

küçük kan damarları çevresindeki gevşek bağ dokusunda bulunurlar. Yuvarlağımsı hücreler olup, çekirdekleri

küçüktür.

Stoplazmalarında granülalar bulunur. Granülalar asit mukopolisakkarit yapısında Heparın imal ederler.

Heparin ise kanın pıhtılaşmasına engel olur.

Ayrıca biojen amin (doku hormonu) tabiatında olan histamin içerirler. Bu ise damarların çevresinde

iltihaplarda etkilidir.

Mast hücreleri ayrıca bağ dokusu esas maddesinin

mukopolisakkaritlerinin yapımına da iştirak ederler

(10)

Pigment hücreleri (kromatoforlar)

Bunlar, küçük mekik şeklinde veya gayri muntazam

hücrelerdir. Sitoplazmaları içinde pigment granülleri bulunur.

Bağ dokusunun serbest hücrelerindendir.

Genellikle içerdikleri pigmentin rengine göre isim alırlar.

Melanin adı verilen siyah renkte pigment içeren hücrelere Melanophore denir. Bunun gibi sarı renkli lipochrom veya xanthin pigmenti taşıyanlara Lipochromatophore veya Xanthophore ismi verilir. Şeffaf belirsiz guanin pigmenti

taşıyanlara da Guanophore denir. Kırmızı renkte olan pigment

taşıyanlara da Erythrophore adı verilir.

(11)

Alçak omurgalı hayvanlarda örneğin; reptillerde, bukalemunda hayvanların bulundukları yere göre

renklerinin değiştirilmesinde derideki kromatoforlar rol oynar. Kromatoforlara etki yapan hormonların başında

hipofiz bezinin ön lobu ile glandula supraenalis korteksinin (böbrek üstü bezi) endokrin salgıları gelmektedir.

Pigment maddeleri sinir ve hormonların etkisi ile merkezde

toplanırsa renk açılır, hücre içine dağılırsa renk koyulaşır.

(12)

Yağ Hücreleri

Bunlar taze halde kuvvetli ışık kıran toparlak hücrelerdir .Gruplar oluşturduklarından köşeleri keskin olmayan

poligonal şekil alırlar. Büyüklükleri 40-110µ

arasındadır. Sitoplazmaları yağ ile doludur. Çekirdeği hücrenin bir kenarına itilmiş vaziyette ve yassıdır. Yağ

hücreleri vücudun hemen her tarafında bağ dokusu içinde

teker teker veya gruplar halinde bulunurlar. Vücudun belirli

bölgelerinde başlı başına yağ dokuyu da meydana getirirler.

(13)

Hücreler arası esas maddesi

Destek dokusunda hücreler arası madde fibriller ve bir de amorf, şeffaf, jelatini bir esas maddeden oluşmuştur. Bağ dokusunda üç çeşit bağ dokusu ipliği bulunur. Bunlar; 1)

Kollojen iplikler, 2) Retikulum iplikleri, 3) Elastik iplikleridir.

Bağ dokusunun türüne göre, bunlardan biri diğerinden

daha bol miktarda olabilir yada hiç bulunmayabilir.

(14)

Kollojen fibriller

Bunlar bütün bağ doku türleri için en karakteristik

fibrillerdir. Gevşek bağ dokularında uzun, düz veya dalgalı seyirleri ile kendilerini belli ederler. Kalınlıkları farklı olup 0.2-1µ arasında olan türleri çoğunluğu oluştururlar.

Kollojen fibriller gevşek bağ dokuda yan yana gelerek 1-12µ kalınlığında demetler meydana getirirler bu demetler bir

yapıştırıcı madde ile birbirine tutunmuşlardır. Demetler çeşitli istikametlerde kısmen dalgalı kısmen ise paralel

olarak seyrederler. Bazı hallerde kollojen iplikler yan kollar verebilirler.

(15)

Kollojen iplikler esnek değildirler. Mekanik basınç ve

çekilmeler etkisi ile uzamaz ve bu tür etkilere karşı büyük direnç gösterirler. Buna karşılık eğilip bükülebilme

özellikleri vardır.

Bu fibriller ağır maddelerle tanin bileşikleri ile muameleye tabi tutulursa erimeyen maddeye dönüşürler. Bu özelliklere dayanılarak dericilik sanayinde faydalanılır. Deri kollojen fibrillerden zengindir. Yukarıdaki metod ile tabakalanmak suretiyle derinin dayanıklılığı artırılır.

Kollojen fibriller fibrobilastlar tarafından meydana getirilir.

(16)

Elastik fibriler

Bu fibriller karakter bakımından tamamen farklı tiptedir.

Kollojen demetlerin meydana getirdiği örgü arasında büyük veya küçük kapalı bir elastik fibriller sistemi bulunur.

Elastik fibrillerin esas maddesi elastin adı verilen bir tür proteindir. Bu madde vücut proteinleri arasında kimyasal etkilere ve ışığa karşı en dayanıklıdır. Üzerinden binlerce sene geçmiş Mısır mumyalarında bile damarların elastik dokuları bozulmadan kalmıştır.

Kollojen fibriller (çıplak gözle) beyaz renkte görülmelerine rağmen elastik fibriller sarıdır. Elastik fibriller genellikle demet teşkil etmeden teker teker seyrederler. Bünyeleri tamamen homojendir. Elastiziteleri gereği gerilmeler karşı çok dayanıklıdırlar. İsminden de anlaşılacağı gibi

esnektirler, uzayabilirler, gerilebilirler

(17)

Elastik fibriller gevşek bağ dokusunda kolojen fibrillere nazaran daha az bulunurlar, oldukça uzundurlar. Doku içinde çeşitli yönlerde seyrederler, kollojen fibrillerin aksine bunlarda ince yan dallanmalar vardır.

Yaşlılıkta elastik fibrillerin elastikiyet yeteneği azalır.

(18)

Retikulum fibriller

Bunlar genellikle retikular bağ dokusunda bulunurlar.

Dokunun muhtelif yönlerine seyrederek ince ipliksi ağlar meydana getirirler. Bu fibriller gayet ince iplikciklerden meydana gelmiştir. Adi ışık mikroskobunda görülmezler.

Bağ dokusu kendisini oluşturan hücrelerin ve hücreler arası

esas maddesinin az veya çok oluşuna göre gruplara ayrılır.

(19)

Bağ dokusu kendisini oluşturan hücrelerin ve hücreler arası

esas maddesinin az veya çok oluşuna göre gruplara ayrılır.

(20)

Retikular doku

Bu doku tipinde retikular lifler, hücre arası madde içinde çok sık bir şekilde dağılmışlardır. Bu nedenle hücrelere destek ödevi görürler.

Örneğin; kırmızı kemik iliği, dalak ve endokrin bezler.

(21)

Gevşek lifli bağ dokusu

Bu dokuda kollojen ve esnek lifler, hücreler arasında

seyrek olarak bulunurlar. Bu suretle gevşek bir ağ

meydana getirirler. Bu doku en fazla rastlanan bağ

dokusu olup, damar ve sinir çevresinde, deri altında,

bezlerde ve kasların dış kısmında bulunur.

(22)

Sıkı lifli bağ dokusu

Bu dokuda, kollojen ve esnek lifler, gevşek lifli bağ dokusundan daha fazla olduğu için bu isim verilmiştir.

Özellikle kollojen lif miktarı, esnek liflerden daha fazla bulunur.

Bu doku dilde, barsak ve derinin altındaki tabakada

bulunurlar.

(23)

Tendon ve ligament dokuları

Liflerin en bol olduğu dokulardır. Paralel kollojen lifler

yoğun olarak bir araya gelmişlerdir. Hücreler lifler arasında sıralar oluştururlar.

Ligamentler kemiği bir başka kemiğe, tendonlar ise kemiği

kasa bağlıyarak kasları ve iç organları askıda tutan parlak

beyaz ipliklerdir.

(24)

Yağ dokusu

Esasında yağ dokusu retikular bağ dokusunun bir değişik şekli olup çok fazla miktarda yağ adı verilen

paraplazmik maddece zengin hücrelerden ve prokollojen liflerden yapılmıştır. Hücrelerin içeriği bol yağdan dolayı çıplak gözle sarı renkli görünürler. Damarlardan ve

kapillerden zengindirler. Gevşek bağ dokusuna ait bölmelerle loblara ve lobuluslara ayrılmışlardır.

(25)

Yağ hücrelerinin arasında bulunan kollojen ve retikular lifler bu hücrelere destek ödevi görürler. Yağ dokusu

hücreleri vücudun çeşitli kısımlarında ve derinin hemen altında toplanarak bir tabaka meydana getirirler. Yağ dokuları organizmanın enerji depolarıdır ve vücut

sıcaklığını korumaya yararlar. Ayrıca göz çukuru, ayak

yastığı vb. gibi bölgelerde bulunan yağlar daha çok destek

ve koruma görevleri yüklenmişlerdir.

(26)

Kan Dokusu

Hücreler arası maddesi sıvı olan bir destek dokusudur. Sıvı halindeki ara maddeye plazma denir. Kanın hücreleri ve

diğer şekilli elamanları plazma içinde serbest yüzmektedir.

Plazmanın %90-92’ si su ve %7-8’i protein maddeleridir. Bu maddeler albumin, globulin ve fibrinojendir. Plazmada

glisidler, lipidler, tuzlar ve fermentler de bulunur. Hafif alkalin olan (PH 7.4) plazma vücutta dolaşırken devamlı olarak yukarda belirtilen maddeler girer ve çıkarlar. Fakat kanın bileşimi az çok sabit kalır. Plazmada bulunan

maddelerin her birinin özel ve çok önemli görevleri vardır.

Bu maddelerin eksikliğinde ve fazlalığında önemli hastalıklar ortaya çıkar.

(27)

Erişkin bir vücutta beş litre kan vardır. Bu miktar 70-75 kilo ağırlığında bir vücudun ortalama %7’ sini oluşturur.

Kan devamlı olarak vücudun metabolizmasına hizmet etmektedir.

Olgun kan hücreleri alyuvarlar, akyuvarlar ve

trombositler olmak üzere üç gruba ayılırlar

(28)

Alyuvarlar (Eritrositler)

Kan plazması içinde diğer hücreler göre en fazla bulunurlar (%30-45). Bu hücreler omurgalı hayvanların hepsinde bulunur.

Renkli görünmesinin nedeni bünyesinde içerdiği

hemoglobindendir. Kanın kırmızı rengi de kesif halde bulunan bu hücrelerden ileri gelmektedir. Yoksa bizzat kan plazması

renksizdir. Kan plazması içinde pasif olarak hareket ederler.

Elastiki olduklarından 7.5µ’ dan daha dar olan kapilerleri geçerken ince uzun şekil alırlar.

Eritrositlerin şekilleri türler arsında farklıdır. İnsan ve

memelilerde (deve ve lama hariç) eritrositler madeni paralar gibi yuvarlak-yassı diskler halindedir. Orta kısımları kenar kısımlardan daha incedir, yani bikonkavdırlar. Oluştukları yer olan kırmızı

kemik iliğinde çekirdekli oldukları halde, kan plazmasına

karıştıkları zaman çekirdeklerini kaybederler ve ortada çekirdek

boşluğu kalır. Bunun amacı sitoplazmaya daha fazla hemoglobin

sığdırmaktır.

(29)

Deve ve lama da eritrositler, oval şekilli ve bikonkavdır. Kanatlılar, sürüngenler ve balıklarda ise eritrositler çekirdekli ve elipsoid

biçimindedir. Çekirdek hücrenin şeklinde olup merkezi duruştadır. Bu nedenle bikonveksdirler.

Alyuvarların büyüklükleri de türler arasında çok farklıdır. Genellikle alyuvarların 1milimetre küpteki miktarı ile büyüklükleri ters orantılıdır.

İnsan kanında eritrositlerin çapı 7.5µ kadardır. 1mm3 4-5 milyon

eritrosit bulunur. Bu miktar erkek ve kadında fark gösterebileceği gibi (erkekte 5 milyon, kadında 4.5 milyon), yaşanılan coğrafik bölge ile de ilgilidir (kuzeyde daha fazla). Ayrıca bu sayı hastalık ve yetersiz

beslenme ile de ilgili olarak düşer. Buna anemi adı verilir.

İnsanda eritrositler çekirdeksiz olduğundan, ömürleri kısadır. Dört hafta sonra dejenere olurlar. Dejenere eritrositler dalağın kan sinuslarından geçerken, businus duvarında bulunan makrofajlar tarafından fagosite edilirler. Bu suretle kanın ihtiyar ve dejenere eritrositlerinden

temizlenme işi dalakta oluşur. Bu hadiseye lenfa ganglionları ve kemik iliğin de iştirak eder. Fakat bu iştirak çok azdır. Yani eritrositlerin esas mezarı dalaktır.

(30)

Gelişmesini tamamlamış insan organizmasında, eritrositler

kırmızı kemik iliğinde teşekkül ederler. Dalaktaki imha faaliyeti, kemik iliği tarafından daima süratle telafi edilmektedir.

Eritrositlerin görevi dokularla solunum organları arasında gaz

alışverişini sağlamaktadır. Bu görevi, Kapsadıkları hemoglobin ile yaparlar. Hemoglobin demir kapsayan bir protein maddesidir.

Hücre içeriğinin %90’ nını kapsar. Hemoglobin bileşiminde bulunan iki değerli demir atomu, oksijenle kolayca birleşme

özelliğine sahiptir. Hemoglobin oksijeni alarak, oksi-homoglobin halinde vücudun her yanına ulaştırır. Vücut hücrelerinden de

karbondioksiti alarak karboksihemoglobin şeklinde geri döner ve

karbondioksiti dışarı atar.

(31)

Ak yuvarlar (Lökositler)

Homoglobinsiz oldukları için renksizdirler. Al yuvarların

görevlerini dolaşım sistemi içinde yapmalarına karşılık ak yuvarlar fonksiyonlarını damar dışında-gevşek bağ dokusunda ve diğer

dokularda görürler. Bunlar kanda geçici bir süre kaldıktan sonra damar dışına çıkarlar. Kanda bulundukları sürece yuvarlak

şekillidirler. Damar dışında ise değişik biçimlerde gözlenebilir. Bu da bu hücrelerin aktif hareketler- yalancı ayaklarla yaptıklarını gösterir. Bu aktif hareketler sayesinde damarlardan rahatlıkla dışarı çıkabilirler.

Alyuvarlardan farklı olarak lökositlerin hepsi bütün hayvanlarda çekirdeklidirler ve kandaki miktarları da çok daha azdır. 1mm3 insan kanında ortalama 8000 kadardır. Lökositlerin miktarı

gençlerde yaşlılardan daha fazladır. Ayrıca aynı şahısta açlık

zamanlarında az sindirim sırasında ve aktif hareketlerden sonra da miktarı çoktur. Hacimleri eritrositlerden büyüktür.

Lökositler çekirdeğin gösterdiği özelliklere göre iki esas gruba ayrılırlar;

Tek çekirdekli (Mononüklear)(Agranulosit) lökositler

Polimorf çekirdekli (Polinuklear)(Granulositler) lökositler

(32)

Tek çekirdekli lökositler

Bunların çekirdekleri segmentlere ayrılmamıştır, tek parçadan ibarettir. Sitoplazmalarında granül bulunmaz. Bu nedenle

agranulositler denir. Çekirdeklerinin özelliklerine göre ikiye ayrılırlar .

Lenfosit: Kanın bütün lökositlerinin %20-25’ ini teşkil ederler.

Lökositlerin enküçükleridir, 5-8µ büyükledir. Şekilleri oldukça

muntazam yuvarlaktır. Çekirdek büyüklüğü hücre büyüklüğüne o kadar yakındır ki, sitoplazma bunun çevresinde gayet ince bir saha işgal eder.

Lenfositlerde amöboid hareket azdır. Fagositoz hassaları da

hemen yok gibidir. Yabancı ve zararlı cisimlere karşı vücut

müdafasındaki faaliyetini sitoplazmasından saldığı ve bu

cisimleri eritebilen sitolitik maddeler vasıtası ile sağlar.

(33)

Lenfositlerde amöboid hareket azdır. Fagositoz hassaları da hemen yok gibidir. Yabancı ve zararlı cisimlere karşı vücut müdafasındaki faaliyetini sitoplazmasından saldığı ve bu cisimleri eritebilen sitolitik maddeler vasıtası ile sağlar.

Lenfositler lenfa düğümü, dalak, tonsillalar ve tiymusta

oluşurlar. Lenfositlerin yaşam süresi çok farklıdır. B-lenfositler sadece 3-5 gün yaşadıkları halde, T-lenfositler aylarca hatta

yıllarca yaşarlar. Hücreler bu sürelerin çok az bir kısmını damar

içinde geçirirler.

(34)

2.Monosit: Lenfositlere nazaran kan lökositlerinde azınlığı teşkil ederler. Bütün lökositlerin %4-6’ sı kadardır. Kanın en büyük

hücreleridir. 14-20µ büyüklüğündedirler. Çekirdek

lenfositinkinden çok farklıdır. Hücrenin tam merkezinde olmayıp hafif eksantrik duruşludur. Ekseriya fasülye veya böbrek

biçiminde, yahut gayri muntazam yuvarlaktır şekildedirler.

Monositlerde amöboid hareket yeteneği fazladır. Fagositoz karakteri çok kuvvetlidir. Yapancı cisimleri fagosite ederek,

vücudu bunların zararlarından korumaya çalışırlar. Damarlarda üç

gün kadar dolaştıktan sonra bağ dokularına geçerler ve oralarda

uzun süre yaşayabilirler.

(35)

3. Plazma hücreleri: Lenf foliküllerinde ve kemik iliğinde bulunan oval hücrelerdir. Bu hücrelerin görevi, bol miktarda antibadi

sentezlemek ve salgılamaktır. Dolaşım kanında görülmezler.

(36)

b) Polimorf çekirdekli lökositler:

Bütün lökositlerin çoğunluğunu teşkil ederler. Başlıca

özellikleri: Çekirdeklerinin parçalı ve muhtelif şekilde oluşu, 2. Sitoplazmalarında granulaları ihtiva etmeleridir. 10-14µ büyüklüktedirler. Şekilleri dolaşımda ve sıvı içinde oldukları zaman muntazam yuvarlaktır. Kandan başka dokularda ve örneğin bağ dokusunda uygun bir zemin üstünde amömoid hareket etme yeteneğindedirler. Bu hücrelerin fagositoz ve damar dışına çıkma faaliyeti çok yüksektir. İçerdikleri

granulaların ve çekirdeklerinin özelliklerine göre nötrofil,

eozinofil ve bazofil olmak üzere üçe ayrılırlar

(37)

Nötrofil: Yalnız polimorf lökositlerin değil kanın bütün

lökositlerinin çoğunu teşkil ederler. Kanın renksiz hücrelerinin

%70’ ı oranındadırlar. 10-12µ büyüklükte olup, polimorf

lökositlerin en küçüğüdürler. Çekirdekler değişik şekillerdedir.

Yuvarlak, yuvarlağımsı, at nalı veya böbrek şeklinde, S harfi

veya helisel şeklinde değişik loplu veya parçalı olabilir. Bilhassa parçalı olanlarda, parçaları birbirine bağlayan gayet ince

kromatin köprücükleri vardır. Parçaların sayısı 2-5 ve daha fazla olabilir. Çekirdek genç hücrelerde de az parçalıdır.

Sitoplazmalarının her tarafında küçük granulalar vardır.

(38)

Bütün kan hücreleri arasında amöboid hareket , fagositoz ve damardan çıkma yeteneği en yüksek olan nötrofil lökositlerdir.

İrinli iltihaplarda staphylococcus ve streptococcus

enfeksiyonlarında, çiçek, difteri, kızıl gibi hastalıklarda sayıları azalır. Sitoplazmalarında bulunan ve granül diye

isimlendirdiğimiz oluşumlar lizozomdur. Bunlar fogosite edilen

zararlı etkenleri parçalamaya çalışırlar. Şayet vücuda çok fazla

bakteri girerse bunların toksinleri bu hücreleri öldürürler ve

bunlar, “cerahat yuvarları” denen olumlara dönüşürler.

(39)

Eozinofil lökosit: Kanın ender hücrelerindendir. Bütün lökositlerin %2-4’ u kadardır. Hacimleri nötrofil

lökositlerinden biraz büyük olup, 12-14µ dur.

Çekirdekleri az parçalıdır (2-3 loplu). Sitoplazmadaki granüller çok sayıda ve büyüktür .

Bazofil lökosit: En azınlığı teşkil eden hücrelerdir.

Sayıları lökositlerin %0.5’ ı kadardır. Büyüklükleri ortalama 10µ dur. Çekirdekleri, öbür polimorf

lökositlerinki ile mukayese edilemeyecek kadar büyük yuvarlağımsı, soluk ve hafif topludur. Ekseriya hücrenin kenarına itiktir. Sitoplazmadaki granulalar eşit

büyüklükte olmayıp irili ufaklıdır. Hücre içindeki dağılışları gayri muntazamdır.

Polimorf lökositlerin üç türü de eritrositler gibi kemik iliğinde gelişir. Dejenere olunca bağ dokusunun

makrofajları tarafından fagosite edilmek suretiyle

sindirilirler.

(40)

Kan plaketleri ( Trombositler): Sadece aşağı sınıf

omurgalılarda (sürüngenler, balıklar, kuşlar) tipik birer hücre olarak nitelendirmek mümkündür. Bu hayvanlarda

trombositler, çekirdek içeren gerçek birer hücrelerdir .Buna karşılık memelilerde bu oluşumlar çekirdek taşımazlar;

sitoplazma parçacıklarından ibarettirler. Bu bakımdan da trombosit yerine daha çok kan pulcukları diye

isimlendirilirler.

(41)

Kan pulcukları küçük (2-4 µ) yuvarlak, oval veya mekik biçiminde (bikonveks) oluşumlardır. Adetleri kesin olarak tespit edilememiştir. Değişik otörler tarafından sayılarını gösteren rakam 250.000 ile 900.000 arasında olmak üzere büyük farklar gösterir. Gerçek sayılarının tespitindeki

güçlük, damar dışına çıktıkları zaman birbirlerine yapışmaları ve birkaçının tek paketmiş gibi

görünmelerinden ileri gelir.

Trambositler birbirlerine ve pürüzlü yüzeylere kolayca yapıştıklarından kanın pıhtılaşmasında rol oynarlar.

Ömürleri 8-10 gün kadardır.

(42)

Kan Pıhtılaşması

Kan Pıhtılaşması (Hemostasis): Zedelenmiş kan

damarlarından kan akmasının önlenmesi işine kanın pıhtılaşması denir.

Kan damarı zedelenince ilk reaksiyon, zedelenen yerde

kan damarının büzülmesidir. Büzülme ile damardan dışarı

kan akması durdurulunca yahut azaltılınca, kan pıhtılaşır

ve damar açığını tıkar. Bir saat veya daha uzun bir süre

sonra damar tekrar eski halini alırsa da, artık pıhtı damar

açıklığını iyice kapatmış bulunur.

(43)

Zedelenmiş kan damarlarının büzülmesinde, zedelenmiş doku ile temasa gelen trambositlerden salınan serotinin

maddesinin rolü vardır.

Serotinin, atar damar ve arteriyollerin düz kaslarını büzücü

özelliğe sahiptir. Yani kuvvetli bir damar daraltıcıdır. Böylece

küçük damarlardan kan akışı tamamen durdurulur. Büyük

damarlarda ise kan basıncı azalmış olur. Daha sonra tıkama,

yani kan pıhtılaşma evreleri gelir.

(44)

Kan pıhtılaşmasında esas reaksiyon, plazmada bulunan ve eriyebilen bir protein olan fibrinojenin trombin tarafından eriyemiyen bir protein olan fibrin haline

dönüştürülmesidir. Trombin bir enzimdir, fakat kanda trombin halinde değil inaktif enzim olan protrombin

halinde bulunur. Protrombinin aktif edilmesi ve trombin haline dönüşmesi için kalsiyum iyonuna (Ca++) ve bir takım faktörlere ihtiyaç vardır.

Kan pıhtılaşma faktörlerinin sentezinde karaciğerin

önemli rolü vardır.

(45)

Kan hava ile karşılaşınca trombositler, tromboplastin denen bir enzim salarlar. Bu enzim kanın damar içinde pıhtılaşmasına engel olan ve karaciğer tarafından salınan heparinin etkisini nötralize eder.

Bundan sonra tromboplastin, plazmada bulunan protrombin ile Ca iyonlarının etkisi altında birleşerek trombini yapar.

Kanda protombinin oluşumu K vitaminin bulunmasına bağlıdır.

Meydana gelen trombin, fibrinojeni fibrine çevirir.

Fibrin kanda bulunan uzun iplikciklerdir. Bu iplikcikler çok

yapışkandırlar, birbirlerine, kan hücrelerine, dokuya yapışırlar ve pıhtılaşmayı sağlarlar.

Fibrin iplikleri ve aralarında tutunmuş kan hücreleri pıhtıyı

meydana getirirler. Yavaş yavaş pıhtı kontraksiyon yapmaya

(sıkışmaya) başlar ve pıhtı başlangıçtaki hacminin %40 kadar

küçülerek bir miktar sarımsı suyu dışına verir. Buna serum denir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Esmer yağ dokusu bazı memelilerde özellikle kış uykusuna yatan kemiricilerde bol miktarda bulunur.. Hücrelerde değişik büyüklükte ve çok sayıda yağ

b.Gomori' nin Retikülin Yöntemi: Retiküler fibril siyah; kollajen koyu grimsi-mor.. c.Nassar ve Shanklin' in

Serbest kalan yağ asitleri, yağ hücreleri tarafından aktif transport yada basit difüzyonla alınırlar ve endojen gliserinle birleştirilerek nötr

• Bu dokunun gevşek bağ dokusundan başlıca farkı, hücrelerden fakir, buna karşılık temel maddeden çok zengin olmasıdır. • Temel maddenin büyük çoğunluğunu bağ

• Pigment taşıyan hücreler (Kromotofor), gevşek bağ dokusunda nadiren bulunurlarken, derinin sıkı bağ. dokusunda , pia materde, gözde çok

• Kollajen molekülü üçlü heliks yapısı için hidroksiprolin, prolin ve glisin esansiyeldir.. • Kollajen molekülüne bağlı şeker grupları bulunur, o yüzden kollajen

Sonuç olarak, romatoid artrit dışında BDH’ye bağlı NSİP ve UİP ayırımının yapılması prognostik bir ayırım sağlamadığı için cerrahi akciğer biyopsisi tedaviyi

 Eşik altı uyaranlar ise aksiyon potansiyeli oluşturamaz ancak Eşik altı uyaranlar ise aksiyon potansiyeli oluşturamaz ancak lokal potansiyel değişikliği