• Sonuç bulunamadı

46. Ulusal N

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "46. Ulusal N"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

7 ARALIK 2010, S-75/ S-79 SALON ADI: MAIA IV

OTURUM SAATİ: 15:00-16:00

OTURUM BAŞKANLARI: Yeşim Parman, Mehmet Özmenoğlu

S-75

Heredİter SPaStİK ParaPleJİ Ve İnCe KOrPUS KallOZUM:

aİleSel OlGU SUnUMU

AYSUN SOYSAL 1, FERİDE ÜN CANDAN 1, BURÇAK ÖZEŞ 2, ESRA BATTALOĞLU 2, CENGİZ DAYAN 1, BAKİ ARPACI 1

1 BAKIRKÖY PROF. DR. MAZHAR OSMAN RUH SAĞLIĞI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, 1. NÖROLOJİ KLİNİĞİ

2 BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ MOLEKÜLER BİYOLOJİ VE GENETİK BÖLÜMÜ

Olgu:

Herediter spastik parapleji (HSP) ve korpus kallozum inceliği;

progresif alt ekstremite güçsüzlüğü, spastisite ve mental bozulma ile karakterize ailesel nörodejeneratif bir hastalıktır. Otozomal baskın, otozomal çekinik ve X’e bağlı çekinik geçiş tanımlanıp otuzdan fazla gen bulunmuştur. Kliniğimizde HSP tanısı almış 12 yaşındaki indeks olgunun 15 yıl önce kliniğimizde incelenen 39 yaşındaki amcası, 30 ve 28 yaşlarındaki halalarında da HSP ile korpus kallozum inceliği saptanmıştı. Tüm olgularda ortalama 8 yaşında başlayan, giderek artan yürüme bozukluğu öyküsü;

NM’lerinde, alt ekstremitelerde DTR artışı, Babinski pozitifliği, alt ekstremitelerde spastisite ve serebello-spastik yürüyüş mevcuttu.

Ailede hasta bireyler, otozomal çekinik SPG5, SPG11, SPG15, SPG20, ve SPG21 lokusları için bağlantı analizi ile incelendi. SPG15, SPG20 ve SPG21 lokuslarına bağlantı olmadığı; SPG5 lokusu için hastalık fenotipine sahip tüm aile bireylerinin homozigot olduğu;

SPG11 lokusu için ise bir hasta bireyde homozigotluk olduğu belirlendi. İnce korpus kallozumla birlikte olan komplike tip HSP olgularının bugüne kadar SPG11 geni ile ilişkili olduğu bildirilmiştir.

Olgularımızda ise henüz çalışma tamamlanmamış olmakla birlikte SPG5 ve SPG11 bölgeleri ile ilişkisi olabileceği gösterilmiştir.

Ailede hastalık fenotipine sahip olmayan bireylerin incelenmesi ile ilişkinin netleştirilmesi beklenmektedir. SPG5 mutasyonlu pür HSP olgularında oksisterol 7 alfa hidroksilazı (CYP7B1) kodlayan gende mutasyon saptanıp lipid metabolizmasındaki bozukluk sonucu biriken 27 hidroksikolesterolun nörodejenerasyona yol açtığı;

seviyesinin düşürülmesinin nörolojik semptomları önleyebileceği veya hafifletebileceği ileri sürülmektedir. Tanının genetik analizle kesinleştirilmesi hem ailedeki sağlıklı fakat taşıyıcılık olasılığı olan bireylerin akraba evliliği konusunda bilinçlendirilmesi, böyle bir durum söz konusu olması durumunda ise taşıyıcılık testlerinin yapılması, prenatal tanı olanağı ve belki de gelecekte tedavi

FaMİlYal aYna HareKetİ: GenİŞ Bİr aİle raPOrU RENGİN BİLGEN 2, HİLMİ UYSAL 1

1 AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ

2 ADIYAMAN DEVLET HASTANESİ

amaç:

Familyal ayna hareketi olan bir ailede klinik ve elektrofizyolojik bulguları değerlendirmek.

Gereç ve Yöntem:

Familyal ayna hareketi olan bir aile üç jenerasyon araştırılarak aile ağacı çıkartıldı. Aynı ailede İzole ayna hareketi olan 14 olgu tespit edildi. Hastaların genetik ve elektrofizyolojik incelemelerinin yapılması planlandı.

Bulgular:

Hastaların nörolojik muayenelerinde ayna hareketi dışında patolojik özellik yoktu. İndeks olgularda yapılan magnetik rezonans görüntüleme çalışmaları normaldi. İndeks olgumuzun elektrofizyolojik incelemeleri yapıldı.

Sonuç:

Ayna hareketi, istemli ekstremite hareketine karşılık, kontralateral ekstremitede simetrik, hareket amplitüdü değişen şekilde, istemsiz hareketin gözlenmesidir. Genellikle çeşitli nörolojik hastalıklara ve sendromlara eşlik etmektedir.

Literatürde izole ayna hareketi gözlenen geniş sayıda familyal olgular çok nadirdir. Olgularımızı klinik, video görüntüleri, elektrofizyolojik özellikleriyle ve patofizyolojiye yönelik tartışma açısından sunmak üzere rapor ettik.

(2)

S-77

renal tranSPlantaSYOn YaPılan HaStalarda nÖrOlOJİK KOMPlİKaSYOnlar

PINAR ÇE 1, ASLI KÖŞKDERELİOĞLU 1, GÖKMEN ÇOBAN 2, MUHTEŞEM GEDİZLİOĞLU 1, AHMET NART 3, ADAM USLU 3

1 İZMİR EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ NÖROLOJİ KLİNİĞİ

2 İZMİR EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ NÖROŞİRURJİ KLİNİĞİ

3 İZMİR EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ ORGAN NAKLİ KLİNİĞİ

amaç:

Böbrek nakilli hastalarda, nörolojik komplikasyonların yaşam süresi ve kalitesi üzerine önemli ölçüde etkileri vardır.

Ancak nörolojik komplikasyon gelişme oranı tam olarak bilinmemektedir. Biz bu konuya ışık tutmak amacıyla böbrek nakli yapılan hastalarımızda nörolojik komplikasyonları değerlendirdik.

Gereç ve Yöntem:

Hastanemizin organ nakli ünitesinde böbrek nakli yapılan tüm hastaların dosya bilgilerini retrospektif olarak gözden geçirdik.

Nörolojik komplikasyon gelişen vakalarda dosya bilgilerine ek olarak hasta ile telefon veya yüz yüze görüşmeyle ve izleyen doktorundan alınan bilgiler doğrultusunda komplikasyonun nedenini aydınlatmaya çalıştık.

Bulgular:

Hastanemizde böbrek nakli nedeniyle izlenen 319 hastanın kayıtlarını inceledik. Yaş ortalaması 41, 13±11, 13 idi. 126 (%39.5) hasta kadın, 193 (%60,5) erkek idi. Hastaların 158’ine (%49,5) canlı vericiden 161’ine (%50,5) kadavradan nakil yapılmıştı. Hastaların %16’sında nörolojik komplikasyon saptandı. En sık görülen komplikasyon immun supresif tedaviye bağlı zona zoster enfeksiyonu idi. Sadece 1 hasta glioblastome multiforme nedeniyle ölmüştü. Hastaların %35’i nörotoksisitesi bilinen calcineurin inhibitörü olan Tacrolimus,

%92.5’u Kortikosteroid kullanıyordu.

Sonuç:

Bu çalışma renal transplantasyon sonrası nörolojik komplikasyonların nadir olmadığını ve en sık immunsupresif tedaviye bağlı geliştiğini göstermiştir

S-78

GeÇİCİ GlOBal aMneZİ:13 OlGUnUn analİZİ

ZEYNEP V. OKUDAN 1, ÖZLEM GÜNGÖR TUNÇER 2, EBRU ALTINDAĞ 1, YAKUP KRESPİ 1, YAKUP KRESPİ 2

1 İSTANBUL BİLİM ÜNİVERSİTESİ NÖROLOJİ ABD, İSTANBUL

2 FLORENCE NİGHTİNGALE HASTANESİ İNME ÜNİTESİ, ŞİŞLİ, İSTANBUL

amaç:

Geçici global amnezi (GGA) etyolojisi tam olarak bilinmemektedir. Migren, fokal iskemi, epileptik nöbet, venöz akım anomalileri gibi çeşitli faktörlerin GGA sırasında hipokampal fonksiyon bozukluğuna yol açtığı düşünülmektedir. Bu çalışmada GGA’lı hastalarda etyolojik nedenler araştırılmıştır.

Gereç ve Yöntem:

2006–2010 yılları arası acil servisimize geçici global amnezi kliniği ile başvuran tüm hastalar çalışmaya alındı. Emosyonel stres ve fiziksel aktivite gibi presipitan faktörlerin varlığı, vasküler risk faktörleri, migren öyküsü, somatik semptomların varlığı, episodun gün içinde başlangıç zamanı ve süresi sorgulandı. Kranyal, difüzyon MR, intra ve ekstrakranyal MR Anjiografi ve EEG incelemeleri yapıldı.

Bulgular:

Sekiz kadın, 5 erkek ardışık toplam 13 hastanın yaş dağılımı 51-78 arasındaydı. Dört hastada emosyonel stres sonrasında, 2 hastada da araba kullanma sırasında yakınmalar başlamıştı. Üç hastada migren öyküsü vardı. Bir hastada bacaklarda parestezi şeklinde somatik semptomlar, diğerinde de tekrarlayıcı tarzda kusmalar vardı.Semptomların süresi 45 dakika ile 12 saat arasındaydı. Hastaların tümüne kranyal/ difüzyon MR incelemesi yapıldı. Bir hastada diffüzyon MR’da sol hipokampal bölgede noktasal akut infarkt odağı, bir hastada sol pons paramedyan sınırlı küçük infarkt saptandı. Bir hastada ise akut enfarkt olmaksızın sol MCA inferior sulama alanında perfüzyon defekti izlendi, bu hastanın intrakranyal MRA’da sol PCA P2, sol MCA M2 ve sol ICA %80, sağ ICA da %40 darlık saptandı.

EEG incelemelerinde epileptik aktivite izlenmedi, 3 hastada hemisfer ön yarılarında organizasyon bozukluğu görüldü.

Sonuç:

Kesin etyolojik ilişki kurulması güç olsa da gurubumuzda yaklaşık %25 hastada iskemi ile uyumlu parenkim veya damar patolojilerinin saptanmış olması GGA’lı hastada vasküler neden araştırmasının gerekliliğine işaret etmektedir .

(3)

OFtalMOPareZİ İle PreZente Olan Şant dİSFOnKSİYOnU:

Bİr OlGU

EMİNE KAYGILI 1, DENİZ KAMACI 1, ÖZLEM TAŞKAPILIOĞLU 1, BAHATTİN HAKYEMEZ 2, AHMET BEKAR 3, ÖMER FARUK TURAN 1

1 ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ NÖROLOJİ ANABİLİM DALI

2 ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ RADYOLOJİ ANABİLİM DALI

3 ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ NÖROŞİRURJİ ANABİLİM DALI

Olgu:

Bitemporal araknoid kist nadir görülen bir durum olup bazı genetik hastalıklara eşlik edebilmektedir. Araknoid kist varlığında şant takılması epileptik nöbet varlığında söz konusu olabilir ancak tartışmalıdır. Ventriküloperitoneal şantlar en sık tercih edilen şant çeşididir ve disfonksiyonları sıklıkla distal uçta görülmektedir. Olgumuz bitemporal araknoid kist bulunan ancak genetik özellik gösterilemeyen bir hasta olup ventriküloperitoneal şant dispozisyonu proksimal uçta gösterilmiş ve buna sekonder gelişen klinik bulgular ile prezente olmuştur. 21 yaşında erkek hasta, sol göz kapağında düşüklük, kol ve bacaklarda güçsüzlük şikayetleri ile başvurdu. Şikayetleri 5 gündür olan hastanın özgeçmişinde epileptik nöbet sonrası saptanan bitemporal araknoid kist nedeniyle ventriküloperitoneal şant operasyonu öyküsü vardı. Nörolojik muayenede solda 3, 4 ve 6, sağda 4, 6 ve 7. kranial sinirlerde disfonksiyon, ekstremite distallerinde belirgin 4/5 kas gücünde tetraparezi, derin tendon reflekslerinde azalma saptandı. Patolojik refleks saptanmadı. Akut polinöropati ön planda düşünülen hastada bunu destekleyen patolojik bulgulara rastlanmadı. Nörolojik tabloyu açıklamakta güçlük çekilirken klinik takip sırasında başağrısı ve papilödem gelişti. Kranial Magnetik Rezonans (MR) görüntülemede bilateral araknoid kist görünümü devam eden hastada şant disfonksiyonu olabileceği düşünüldü. Şant malpozisyonu gösterilen ve disfonksiyonu MR sisternografi ile doğrulanarak şant revizyonu yapılan hastanın klinik tablosu tama yakın düzeldi. Ayırıcı tanıda güçlük çekilen olguda mevcut klinik tablonun kafa içi basınç artışına (KİBAS) sekonder gelişmiş olduğuna karar verilmiş ve buna sebep olan şant disfonksiyonuna yönelik yapılan revizyon ile yüz güldürücü yanıt alınmıştır.

7 ARALIK 2010, S-80/ S-83 SALON ADI: MAIA IV

OTURUM SAATİ: 16:10-17:10

OTURUM BAŞKANLARI: Önder Akyürekli, Pervin İşeri

S-80

deVİnİMe İlİŞKİn KOrtİKal POtanSİYellerİn HaFİF BİlİŞSel BOZUKlUK Ve Orta eVre alZHeİMer HaStalıĞı’nı deĞerlendİrMede nÖrOPSİKOlOJİK teStler İle

KOrelaSYOnU

MUZAFFER MUTLUER 1, FİGEN GÜNEY 2

1 KARAMAN DEVLET HASTANESİ

2 SELÇUK ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ

amaç:

Demansın en yaygın nedeni olan Alzheimer Hastalığı (AH) önemli bir toplum sorunu haline gelmiştir. AH, erken dönemde tanı konulduğunda seyrinin yavaşlatılabildiği, kesin tedavisi olmayan bir hastalıktır. Hafif bilişsel bozukluk (HBB) bellek ve diğer kognitif yetilerin etkilenebildiği normal yaşlanma ile demans arasındaki ara bölge olarak tanımlanan klinik tablodur.

HBB yılda ortalama % 15 oranında farklı türlerdeki demans sendromuna dönüşebilen aktif bir süreçtir. Günümüzde HBB ve AH’nın tanısında, klinik izleminde ve HBB’den AH’ye ilerleyen klinik süreçte elektrofizyolojik incelemelerin kullanımı yapısal ve fonksiyonel görüntüleme yöntemlerinin yanında sınırlı kalmaktadır. Bu çalışmada Devinime İlişkin Kortikal Potansiyellerin (DİP) yukarıda bahsedilen durumlarda kullanılabilecek elektrofizyolojik bir test olabileceğini göstermeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Bu çalışmada Mini mental durum testi, Sözel bellek süreçleri testi, Saat çizme testi, Geriatrik depresyon ölçeği, Stroop testi, İşlevsel faaliyetler anketi, Benton yüz tanıma testi, Global yıkım ölçeğinden oluşan nöropsikoljik test bataryası kullanılarak NINCDS-ADRA ve DSM-IV tanı kriterlerine göre AH tanısı konulan 20 hastada ve Petersen kriterlerine göre HBB tanısı konulan 20 hastada DİP kayıtlaması yapılmıştır. Elde edilen potansiyellerin latans ve amplitüd değerleri, 25 normal kontrol olgusunun latans ve amplitüd değerleri ile karşılaştırılmıştır.

Bulgular:

AH, HBB ve kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, DİP dalgası AH grubunda HBB grubuna göre, HBB grubunda da kontrol

(4)

S-81

deManSlı HaStalarda SaKKUlOKOlİK reFleKS

LEMAN BİRDANE , ARMAĞAN İNCESULU , DEMET ÖZBABALIK , SERHAT ÖZKAN , ÇİĞDEM ÖZCAN , KEZBAN GÜRBÜZ

ESOGÜ

amaç:

Vestibüler uyarılmış kas potansiyelleri (VEMP) sakkül fonksiyonunu ölçen noninvaziv güvenilir bir testtir. Testin temeli sakkul makulasının yüksek şiddette akustik uyarana cevap olarak sternokleidomastoid adalenin yüzeyel elektromyografik aktivitesinin ölçümüdür. Kronik ilerleyici bir hastalık olan demansta bazı refleks arkları aksonal dejenerasyon ve nörotransmitter kaybına bağlı olarak etkilenebilir. Amacımız demanslı hastalarda sakkulokolik refleksin varlığını ölçmektir.

Gereç ve Yöntem:

Nöroloji uzmanlarınca ayrıntılı tetkikler sonrası demans tanısı alan 50 yaş üstü 15’i kadın 15’i erkek 30 hastaya fizik muayene ve odyogram sonrası vemp testi uygulandı. İletim tipi işitme kaybı ve boyun hareketlerinde kısıtlılık olan olgular çalışma dışı bırakıldı. Yaş ortalaması 61 ± 7,66 olan 20 sağlıklı gönüllü ile kontrol grubu oluşturuldu. Oluşan ilk pozitif dalga p13, ilk negatif dalga n23 olarak alındı. Hasta ve kontrol grubun p13, n23 değerleri ve amplitüd ortalamaları hesaplanarak birbirleriyle karşılaştırıldı.

Bulgular:

Yaş ortalaması 67± 9,14 olan 30 demanslı hastaya yapılan vemp testinde 8 (%27) hastada tek taraflı, 4 (%13) hastada her iki taraflı vemp dalgası elde edilemedi. Vemp dalgası elde edilen olguların p13 latensi ve amplitüd değerleri kontrol grubuyla karşılaştırıldığında istatistik olarak anlamlı fark bulundu (p<0,005). N 23 değerleri karşılaştırıldığında istatistik olarak anlamlı fark tespit edilmedi.

Sonuç:

Parkinson ve Multiple Skleroz bugüne kadar iyi bilinen iki nörolojik hastalık olmasına rağmen Alzheimer ile ilgili bilgilerimiz daha kısıtlıdır. Vemp testi Alzheimer hastalığında beyin sapı tutulumunun erken tanısı açısından yararlı bir test olabilir.

S-82

MtHFr a1298C MUtaSYOnUna BaĞlı retİnal arter OKlÜZYOnU

FİLİZ KOÇ , HARUN KARA , MELTEM DEMİRKIRAN

ÇUKUROVA ÜNİVERİSTESİ TIP FAKÜLTESİ NÖROLOJİ ANABİLİM DALI

Olgu:

Retinal vasküler olaylar, diyabetik retinopatiden sonra en sık görülen retinal vasküler hastalık olup multifaktöryel nedenlere bağlı olarak ortaya çıkar. Bu nedenlerden biri metilentetrahidrofolat redüktaz (MTHFR) mutasyonudur. Bu çalışmada MTHFR mutasyonuna bağlı ani vizyon kaybı yakınması ile kliniğe kabul edilen kadın hasta klinik ve laboratuar özellikleri ile irdelenmiştir. Otuzsekiz yaşında bayan hasta sol gözde akut gelişimli ağrısız görme kaybı yakınması ile kliniğe kabul edildi.

Özgeçmişinde 3 yıl önce tanınan astım bronşit dışında bir özellik yoktu. Nörolojik sistem muayenesi; fundoskopi; solda papil sınırları silik, venöz pulsasyon alınamıyor, makula kabarık görünümde, solda görme keskinliği ışık persepsiyonu düzeyinde ve afferent pupil defekti mevcut. Sağ göz muayenesi ve diğer sistem muayeneleri normal. Laboratuar; Serebral/orbital MRG, servikal MRG normal. Serebral-servikal anjiografi; sol vertebral arter proksimal kesiminde % 60 stenoz mevcut. EKOkardiyografi normal. Vaskülitik testler negatif. Fundus floresein anjiografi:

santral retinal arter oklüzyonu ile uyumlu. Vizuel uyarılmış potansiyel çalışmasında sol gözde geç ve deforme yanıt (P100 latansı: 163.3 ms) mevcut. Folik asit: 15.74 ng/mL (3.1-17.5), B12 düzeyi 172,2 pg/mL ( 200-866), Homosistesin; 8.5 µmol/L (5-15) Homozigot a1298c mutasyonu pozitif. EKOKardiyolojik, vaskülitik Hastadaki vizyon kaybı MTHFR A1298C mutasyonu zeminde gelişen retinal arter oklüzyonu ile ilişkilendirildi.

Olguya siyanokobalamin, düşük moleküler ağırlıklı heparin, clopidogrel ve folbiol tablet başlandı ve poliklinik takibine alındı.

Sonuç:

MTHFR gen mutasyonlarının en sık görülen formları C677T ve A1298C’dir. Bu mutasyonlar homosistein ve plazma folat konsantrasyonunu etkiler fakat A1298C formunun etkisi C677T’den daha düşüktür. MTHFR A1298C mutasyonlu olgularda bizim olgumuzda olduğu gibi homosistein ve folat düzeyi normal olabilir. Bu nedenle homosistein ve folat düzeyi normal olsa dahi MTHFR mutasyonu bakmak etyolojik açıdan yol gösterici olabilir.

(5)

nadİr Bİr OPtİK nOrOPatİ nedenı OlaraK OKUler tOKSOKarYa İnFeKSİYOnU; Bİr VaKa SUnUMU

NİLÜFER KALE , NAOMİE KRAUS , SUNİTA YEDAVALLY , DAVİD KAUFMAN , ERİC EGGENBERGER

DEPARTMENT OF NEURO-OPHTHALMOLOGY, MİCHİGAN STATE UNİVERSİTY, LANSİNG, MI

amaç:

Toksokarya çeşitli organ sistemlerini etkileyen bir parazitik infeksiyondur. Hastalık sürecinde en çok etkilenen bölgeleri karaciğer, akciğer ve merkezi sinir sistemi (MSS) oluşturur. Klinik tanı krıterleri arasında, 1) Kan serum eozinofili, 2) Toksokarya antikorlari, ve 3) Biopsi bulgulari bulunur. Larva sadece birkaç ay hayatta kaldığı için biopside larva nadir gözlemlenebilir.

Bu olgu sunumu ile gelişmiş ülkelerde nadir gözlenen okuler toksokarya infeksiyonu olan bir hasta sunularak tanı ve tedavi yöntemleri tartışılacaktır.

Yöntem:

33 yaşında erkek hasta sol gözde (OS) görme kaybı ile hastanede gözlem altına alınıyor. Özgeçmişinde görme şikayetinden 6 ay önce gelişen ve 1 aylık bir sürede spontan düzelen bilateral alt ekstremitelerde gözlenen parestezi şikayeti bulunuyor.

Hastanın ilk muayenesinde pozitif bulgular arasında 20/400 OS, APD OS, renk: Ishihara 0/11 OS ve beyin MR T2 ve FLAIR kesitlerde hiperintens lezyonlar saptanıyor. Pars plana vitrektomi yapılarak proteinoz eozinofilik doku gözlemleniyor.

Hastaya albendazol tedavisi başlanarak tedavi 8 ay uygulanıyor.

Hastanın 1 yıllık nörolojik muayenesinde bir değişiklik gözlenmiyor, yeni duysal yada görsel şikayetler gelişmiyor.

Yorum:

Okuler toksokarya infeksiyonu gözde posterior uveit, vitroz infiltratlar, epiretinal membrane, subretinal granuloma neden olabilir. Vitroz biopsi ile toksokarya antikoru pozitifligi yada direk larva gözlemlenebilir. Albendazol tercih edilen tedavi yöntemidir. Bu hastanın ayırıcı tanısında eozinofilik granulomatoz (EG) düşünülmesi gereken tanılar arasında yer alır. EG primer kemiği tutan ama akciger, deri ve lenf nodlarını etkileyen granulomlarla ortaya çıkan bir hastalıktır.

Hastanin MR bulgularindan dolayi demyelinizan hastaliklar/

multipl skleroz ayırıcı tanıda düşünülmesi gereken bir diğer hastalık grubudur. Bu vaka ile okuler toksokarya infeksiyonu tartışılarak infeksiyonun tanısında eozinofili, serum antikor pozitifliği, biopsinin önemi ve tedavide albendazolun yeri vurgulanmaktadır.

7 ARALIK 2010, S-84/ S-87 SALON ADI: TUNCAY ÇAVDAR I OTURUM SAATİ: 16:10-17:10 OTURUM BAŞKANLARI:

Ayşe Sağduyu Kocaman, Sevinç Aktan

S-84

SUPraaOrtİK eKStraKranİYel StenOZlarda Stent deneYİMlerİ

ERDEM GÜRKAŞ, GÜRDAL ORHAN , ŞULE BİLEN, ERSİN KASIM ULUSOY, CEVDET ŞAHİN, FİKRİ AK

ANKARA NUMUNE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 2.

NÖROLOJİ KLİNİĞİ

amaç:

Kullanılan malzemelerin gelişmesi ve proksimal ve distal proteksiyon sistemlerinin kullanıma girmesi ile son zamanlarda özellikle yüksek cerrahi riskli semptomatik hastalarda karotis stentleme cerrahiye alternatif olmuştur. Son dekadlarda ise subklavyen arter ve vertebral arter orijin stenozlarında minimal invazif endovasküler girişimler cerrahinin yerini almıştır.

Gereç ve Yöntem:

Ankara Numune Hastanesi 2. Nöroloji Kliniği olarak Ocak-Eylül 2010 tarihleri arasında yapılan 28 supraaortik stentleme işlemi ile bu hastaların perioperatif ve 1. ve 6. Ay majör kardiyovasküler olaylar açısından takip sonuçları değerlendirilmiştir.

Bulgular:

Subklavyen arter ve vertebral arter orijin stenozlarında endovasküler girişimler cerrahinin yerini almışken karotis stenozlarında perioperatif ve postoperatif takiplerde majör kardiyovasküler olay gelişiminde stentlemenin endarterektomiden daha kötü sonuçlarını olmadığını gösteren çalışmalar vardır ancak mevcut veriler halen yüksek cerrahi riskli hastalarda ve 70 yaş altı hastalarda stent uygulanmasını önermektedir. Hastanemiz nöroloji kliniği tarafından yapılan stent uygulamaları başarılı bir şekilde uygulanmıştır.

Sonuç:

İnme tedavisinde cerrahinin yerini almaya başlayan endovasküler işlemlerde dünyada olduğu gibi ülkemizde de artık nörologlar tarafından yapılabileceğini ve bu konudaki deneyimlerimizi paylaşmak istedik.

(6)

S-85

İnMe, VaSKÜler KOGnİtİF BOZUlMa Ve deManSı ÖnleMede İnMe MerKeZİ İÇİnde KUrUlMUŞ Bİr PrİMer KOrUnMa POlİKlİnİĞİ: POPÜlaSYOnUn ÖZellİKlerİ ZEYNEP TÜFEKÇİOĞLU 1, SELİN ERGEÇER 2, RİTA KRESPİ 2, ELÇİN ÖNDER 3, YAKUP KRESPİ 1, YAKUP KRESPİ 2

1 İSTANBUL BİLİM ÜNİVERSİTESİ, NÖROLOJİ ABD, İSTANBUL, TÜRKİYE

2 FLORENCE NİGHTİNGALE HASTANESİ, NÖROLOJİ BİRİMİ, İSTANBUL, TÜRKİYE

3 BEŞİKTAŞ BELEDİYESİ, KÜLTÜR VE SOSYAL İŞLER BİRİMİ, İSTANBUL, TÜRKİYE

amaç:

Koroner kalp hastalıkları ve inme, ülkemizde her yıl ortaya çıkan ölüm ve sakatlığın en önemli nedenleridir. Çalışmamızda, inme merkezi içinde oluşturulmuş primer korunma polikliniğine başvurmuş pilot popülasyonun özellikleri bildirilecektir.

Gereç ve Yöntem:

İnme merkezinin etki alanı içindeki ilçelerde vasküler risk faktörleri, inme ve demansla olan ilişkileri konusunda yapılan seminerlere katılan 60 yaş üstünde, inme ve diğer kalp damar hastalığı geçirmemiş kişiler polikliniğe davet edildi. Risk faktörleriyle klinik özgeçmişleri standardize bir form eşliğinde sorgulandı, sistemik-nörolojik muayeneleri yapıldı. Vasküler risk faktörleri açısından biyokimyasal değerlendirmeler ve ölçümler dışında tüm başvuranların standardize kognitif, psikolojik ve günlük yaşam aktivitesi değerlendirmeleri yapıldı.

Bulgular:

Mart 2009-Kasım 2010 tarihleri arasında polikliniğe ardışık başvuran 261 hastanın 190’ında (%63) inme ve/veya kardiyovasküler hastalık ve eşdeğer hastalık öyküsü yoktu ve analize alındı. Bunların ortalama yaşı 68 (SD:6), %73’ü kadın,

%27’si erkekti. Yüzde %81’inde öngörülen tüm değerlendirmeler yapılabildi.Hastaların %14’ünde düzenli sigara, %3’ünde düzenli alkol kullanımı vardı. Global risk değerlendirmesine göre hedef değerler içinde olmayan ve/veya ilaç kullanma şeklinde tanımlandığında hipertansiyon ve hiperlipidemi oranları sırasıyla %71 ve %82 idi. Diyabet %22, metabolik sendrom %47 oranında görüldü. Ortalama eğitim süresi 10yıl (SD:5) olan olguların Mini mental skoru ortalaması 26 (SD:3) idi. Depresyon nadirdi; geriatrik depresyon ölçeği ortalaması 8 (SD:6) idi. Günlük yaşam aktivitelerinde bağımsızlardı; işlevsel faaliyetler anketi ortalaması 2 (SD:4) idi.

Sonuç:

Nöroloji birimleri ve inme merkezleri içinde, standardize primer korunma poliklinikleri yapılandırılabilir ve hedef popülasyona ulaşılabilir. Bu yapılar inme, vasküler kognitif bozulma ve demans gelişim sıklığını azaltmada potansiyel bir rol üstlenebilirler.

S-86

alZHeİMer HaStalarında YÜZ tanıManın OlaYa İlİŞKİn POtanSİYeller İle deĞerlendİrİlMeSİ

CENGİZ KAPLAN , MEHMET GÖBEL , SEMİH ALAY , SERKAN DEMİR , ERDEM CENGİZ , MEHMET GÜNEY ŞENOL , FATİH ÖZDAĞ , MEHMET SARAÇOĞLU

GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ NÖROLOJİ SERVİSİ

amaç:

Demans sendromları arasında en sık görülen tip olan Alzheimer Hastalığı (AH), ilk tanımlandığı 1906 yılından günümüze kadar tıp dünyasında gördüğü ilgiyi kaybetmemiştir. İnsan yaşam süresinin uzaması, demans gibi yaşla ilişkili hastalıkların prevalansında artışa neden olmaktadır. AH yaşlılığın ve fiziksel ve psikolojik yönden en çok yıkıma neden olan hastalığı olması yanında toplumlara göre değişmek üzere oldukça yüksek maliyeti olan bir hastalıktır. Yapılan araştırmalar erken tanı ve hastalığının ilerleyişini yavaşlatan tedavi alan hastaların yaşam kalitesinin arttığını ve uzun vadede hastalık maliyetlerini azalttığını öngörmektedir. Alzheimer Hastalığında kesin tanı ancak patolojik olarak konulabilir. Bu işlemin zor olması nedeniyle bu konuda yapılan araştırmaların çoğu erken tanıyı destekleyebilecek laboratuar yöntemlerini geliştirmeye yönelik olmuştur. Yüzlerin tanınması insanlar için büyük önem taşıyan en karmaşık kortikal fonksiyonlardan biridir ve normal sosyal yaşam için gereklidir. Tanıdık insanların yüzlerini tanıma yeteneğini kaybetme, ilk olarak 1867’de iki İtalyan oftalmolog olan Quaglino ve Borelli tarafından bir nöropsikolojik semptom olarak tanımlanmıştır. Yirmi yıl sonra, görsel agnozi nörologların ve oftalmologların büyük ilgi konusu haline geldiğinde, genel nesneleri tanıyamayan agnozi hastalarının, aynı zamanda aşina oldukları kişilerin yüzlerini de teşhis edemedikleri fark edilmiş ve “yüzler için agnozi” (prosopagnozi), görsel nesne agnozisi sendromunun bir bölümü sayılmıştır. Alzheimer hastalığının klinik belirtilerinin başında amnezi, afazi, apraksi ve agnozi gelmektedir. Alman nöropsikolog olan Hans-Lukas Teuber’e göre agnozinin tanımı ‘anlamından sıyrılmış normal algı’dır.

Daha açıklayıcı bir tanımıyla agnozi; görsel algısı normal, uyanık, dikkatli, zeki ve afazik olmayan bir hastanın görsel uyaranın anlamını bilmediği, yani görsel uyaranı tanımadığı yönünde ipuçları verdiği, görsel etki alanı ile sınırlı, kognitif ve davranışsal bir bozukluktur. Tüm demans hastalarında görsel agnozi gelişmeyebileceği gibi tüm görsel agnozisi olan hastalarda da demans varlığından söz edilemez. Bunun yanında primer demansı olan hastalarda prosopagnozi gibi görsel agnoziler hastalığın ilerleyen evrelerinde görülebilir.

Kognitif işlevlerle ilişkili uzun latanslı uyandırılmış potansiyeller, kognitif uyandırılmış potansiyeller veya endojen olaya ilişkin potansiyeller (OİP) olarak isimlendirilir ve tanı amaçlı kullanılabilen elektrofizyolojik testlerden biridir. İşitsel, görsel yada somatosensoriyel gibi farklı uyaranlarla elde edilebilir. Yüz tanıma gibi özelleşmiş bir beyin fonksiyonunu değerlendirme şeklinde uygulandığında, olaya ilişkin potansiyelin yüz spesifik yanıtı elde edilir. Elde edilen yanıtta görülen N170 bileşeni yüz işleme fonksiyonun bir göstergesi gibi gözükmektedir.

Çalışmamızda Alzheimer Hastalığı’nda görülebilen prosopagnoziyi OİP ile değerlendirmek ve hastalığın evresi ile ilişkisini ortaya koymayı hedefledik. Bu amaçla GATA

(7)

yüzler için spesifik olduğu belirtilen N170 latans ve amplütütleri

kaydedildi ve gruplar arasındaki fark araştırıldı. KlİnİK İZOle SendrOMda YOrGUnlUK: etKİleYen etMenler Ve MUltİPl SKlerOZla KarŞılaŞtırMa SERKAN ÖZAKBAŞ , BİLGE PİRİ ÇINAR , EGEMEN İDİMAN 9 EYLÜL ÜNİVERSİTESİ NÖROLOJİ ANABİLİM DALI

amaç:

Yorgunluk, multipl sklerozun (MS) en yaygın semptomudur.

MS’in en sık semptomu olmasına karşın yorgunluk, KİS’te günümüze kadar irdelenmemiş bir konudur. Bu çalışmada amaç; KİS’te yorgunluk varlığını araştırmak, varlığını etkileyen olası etmenleri saptamaktır.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya 44 KİS hastası (Ortalama yaş 32.2±7.95 ) alındı. Atak döneminde ve birinci ayda yorgunlukları; yorgunluk şiddet ölçeği (YŞÖ), Yorgunluk Etki Ölçeği (YEÖ) ile değerlendirildi.

Özürlülük değerlendirmesinde EDSS kullanıldı. Kontrol grubu olarak en fazla 5 yıllık öyküsü olan MS olguları (ortalama yaş 29.83±5.99) atak sırasında ve ataktan sonraki 1. ayda benzer değişkenlerle değerlendirildi.

Bulgular:

Atak döneminde ve birinci ayda KİS hastalarıyla MS hastaları arasında yorgunluk açısından herhangi bir fark saptanmazken; atak döneminde polisemptomatik KİS hastaları monosemptomatik KİS hastalarından (p=0.008) ve MS hastalarından (p=0.02) daha yorgundu. Polisemptomatik KİS hastaları monosemptomatik hastalarla karşılaştırıldığında en belirgin etkilenme fiziksel ve mental yorgunlukta saptanırken (sırasıyla p=0.004, p=0.009) MS hastalarıyla monosemptomatik KİS hastaları karşılaştırıldığında en belirgin etkilenme fiziksel yorgunlukta elde edildi (p=0.005).

Remisyon döneminde polisemptomatik KİS hastaları mental olarak hem monosemptomatik KİS hastalarından (p=0.01) hem de MS hastalarından (p=0.03) daha yorgundu. EDSS ve MS hastalarında geçirilmiş atak sayısıyla yorgunluk arasında herhangi bir bağlantı saptanmadı.

Sonuç:

Sunulan çalışma KİS’te yorgunluğu hem atak döneminde hem de remisyonda kapsamlı olarak değerlendiren ilk çalışmadır.

KİS hastaları ile MS hastaları arasında yorgunluk açısından belirgin fark bulunmaması, yorgunluğun MS hastalarından sanılandan çok daha erken başladığına işaret etmektedir.

Ayrıca polisemptomatik tutulumun yorgunluk açısından risk oluşturduğu saptanmıştır. Bir diğer bulgu da polisemptomatik tutuluşun mental yorgunluğu tetiklemesidir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Çalışmaya Nisan 2009 - Şubat 2010 tarihleri arasında Başağrısı Polikliniğimize başvuran, IHS(Uluslararası Başağrısı Cemiyeti) 2004 sınıflamasına göre; tedavi

Ayrıca hasta girişim ve kontrol grupları arasında hastaneye kabulde ve hastaneden çıktıktan 3 ay sonra sağlığa ilişkin yaşam kalitelerinde anlamlı bir farklılığın

Makula kalınlık ve volüm ölçümleri MS hastalarının gözlerinde kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı azalmış bulunurken, MS hastarında da ON atağı

Yapılan her iki çalışma ruti uygulamadan daha pratik ve kolay uygulanabilir olduğu,II.lumbrikal kasdan median ve ulnar sinir motor sinir ileti hızları ve distal

[r]

[r]

[r]

[r]