• Sonuç bulunamadı

ULUSLAR ARASI İBN SÎNÂ SEMPOZYUMU Bildiriler

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ULUSLAR ARASI İBN SÎNÂ SEMPOZYUMU Bildiriler"

Copied!
11
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ULUSLAR ARASI İBN SÎNÂ SEMPOZYUMU

Bildiriler

22-24 Mayıs 2008 İSTANBUL

INTERNATIONAL IBN SINA SYMPOSIUM Papers

May 22-24, 2008 İSTANBUL

I

Mart 2009

(2)

!STANBUL BÜYÜK"EH!R BELED!YES! KÜLTÜR A.". YAYINLARI Maltepe Mahallesi Topkapı Kültür Parkı Osmanlı Evleri

Topkapı - Zeytinburnu / İstanbul Tel: 0212 467 07 00 Faks: 0212 467 07 99 www.kultursanat.org / kultursanat@kultursanat.org

ULUSLARARASI İBN SÎNÂ SEMPOZYUMU BİLDİRİLER

INTERNATIONAL IBN SINA SYMPOSIUM PAPERS

Genel Yayın Yönetmeni Nevzat Bayhan Genel Yayın Danışmanı

Prof. Dr. İlhan Kutluer Yayın Koordinatörü

Müjdat Uluçam Hasan Işık

Editörler Mehmet Mazak

Nevzat Özkaya Kapak Aydın Süleyman

Yapım

Ekim / 2008 İstanbul Copyright © KÜLTÜR A.Ş.

ISBN:

Baskı ve Cilt ...

(3)

“Vâcibü’l-Vücûd”un Mâhiyeti Meselesi

The Question of the Quiddity of the Necessary Existent

Doç. Dr. Mehmet Sait Reçber

*

Abstract

The implications of the distinction between existence and quiddity on the concept of God (al-Awwal, the First) are broad in Islamic philosophy. Granted that God is absolutely simple and therefore beyond any ontological or semantic complexity, Muslim philosophers (such as al-Fârâbî and Ibn Sînâ) inclined to think He does not have a quiddity other than His existence.

It therefore has been a controversial issue whether they attribute a quiddity (nature) to God.

Considering Ibn Sînâ’s statements which imply that the First has no quiddity other than His existence al-Ghazâlî argued that he denies a quiddity to God. On the other hand Ibn Rushd, unlike al-Ghazâlî, argued that Ibn Sînâ’s relevant statements should not be taken to the effect that God has no quiddity but that His quiddity is not distinct from His existence. There is, to be sure, a clear difference between the statements that God does not have a quiddity and that God’s quiddity is not distinct from His existence. Prima facie, the former negates that God has a nature, whereas the latter allows there being Divine quiddity which somehow co-exists with Divine existence. Indeed there are, in Ibn Sînâ’s writings, some statements which seem to imply that the First has His own reality, that is, a sui generis quiddity which is extensionally identical with His existence. The question however is: how are we to articulate such a quiddity?

Now, granted that God is absolutely simple, such a quiddity cannot be articulated by the terms of a defi nition which involves a composition of genus and differentia. Secondly, no such a qu- iddity can be attributed to God inasmuch as it would provide an explanation for the Necessary Existent and this would be in contradiction with Ibn Sînâ’s basic ontological intuitions. In this case, there seems to remain only one alternative which can hardly be intelligible: God has no quiddity other that His existence. Given that the nature of a being can hardly be defi ned by such (formal) terms (that is, the bare existence is too thin to be a nature) only, it seems to follow that, on Ibn Sînâ’s account, God does not have a quiddity descriptive of His nature. The question as to whether Divine simplicity can be maintained on these grounds is still another problem: The very distinction between necessary existent in itself and necessary existent due to

* Ankara Üniversitesi İlahiyat Fak.

(4)

308 ULUSLARARASI İBN SÎNÂ SEMPOZYUMU

something else seems to imply that necessary existence itself is a common (general) property that functions as a genus. Thus, God as the only Necessary Existent in himself seems to exemp- lify more one property and cannot therefore be simple. After all, one might therefore rightly agree with al-Ghazâlî that the idea of a being without a quiddity is far from being intelligible inasmuch as the question of what-ness seems to logically precede the question of is-ness.

Tanrı’nın İlk/Nihaî varlık olarak varlığının bir nedeninin olamayacağı muhtemelen ‘Zorun- lu Varlık’ kavramının en belirgin içeriğidir. Ancak Zorunlu Varlığa ilişkin nedensel bir açıkla- manın çelişki oluşturacağı noktasında bir görüş birliği bulunmasına karşın, söz konusu neden- sellik ilişkisinin nasıl bir kavramsal içeriğe delalet ettiği bir tartışma ve ayrışma konusudur.

İbn Sînâ’nın metafi ziksel düşüncesinin en temelde birbiriyle yakından ilişkili olan “zorunlu/

mümkün” ile “varlık/ mâhiyet” şeklindeki iki temel ontolojik ayrıma dayandığı bilinmektedir.1 İbn Sînâ ‘zorunlu varlık (vâcibü’l-vücûd)’ı yokluğunun varsayılması bir imkansızlık (çelişki) doğuran; ‘mümkün varlık (mümkinü’l-vücûd)’ı da yokluğunun düşünülmesinde bir imkansızlık (çelişki) ortaya çıkmayan2 biçiminde tanımlamaktadır. Ancak zorunlu varlık ile mümkün var- lığa ilişkin bu genel geçer ve bir bakıma dolaylı görünen tanımlamaların ontolojik tahliline gi- rildiğinde, İbn Sînâ’nın bu iki varlık arasındaki en temel farklılığı “varlık/ mâhiyet” ayrımıyla ilişkilendirdiği ve hatta bu ayrım yoluyla temellendirmeye çalıştığı görülmektedir. Buna göre zorunlu varlık ‘varlığından başka bir mâhiyeti olmayan’ varlık, mümkün varlık da ‘varlığından başka bir mâhiyeti olan’ varlıktır.

“Varlık/ mâhiyet” ayrımıyla ilişkilendirilen “zorunlu/ mümkün” ayrımının dayandığı özcü ontolojik sezgilerin tartışmalı olabileceği bir yana, konumuz açısından muhtemelen daha tar- tışmalı görünen bu yolla edinildiği ileri sürülen kimi metafi ziksel çıkarımlardır. Burada bu iki ayırımın doğurduğu/ doğurabileceği muhtemel sorunlara değinmek yerine, İbn Sînâ’nın varlık anlayışında merkezî bir yer tutan ‘Tanrı’nın (zorunlu) varlığından başka bir mâhiyeti yoktur’

şeklinde ifade edilebilecek düşüncenin (i) Tanrı’ya bir mâhiyet atfetmeye bir engel oluşturup oluşturmadığı ve (ii) bu bağlamda bizzat Vâcibü’l-Vücûd (Zorunlu Varlık) kavramının bir mâhiyete denk gelip gelmediği üzerinde duracağız.

İbn Sînâ’nın ‘İlk’ veya ‘Bir’ olarak adlandırdığı Vâcibü’l Vücûd olan Tanrı’yı diğer var- lıklardan ayıran şey herhangi bir yokluğun –mantıksal açıdan bile- O’nun varlığına öncelik etmemiş olması; varlığının mutlak anlamda nedensiz/ kendinden olmasıdır. Bir veya tek olması hasebiyle Zorunlu Varlık olmanın ontolojik statüsüne İlk’den (Tanrı’dan) başka hiçbir varlık sahip değildir. Kendinden başka bütün varlıkların ilkesi olan Tanrı’nın Zorunlu Varlık olma niteliğini başka bir varlıkla paylaşması da söz konusu olamaz; bu nitelik sadece ve sadece O’na mahsustur. Ancak bu ifadeler O’nda herhangi bir çokluk/ bileşiklik olduğu düşüncesine götür- memelidir. Öyle ki, Tanrı’ya ‘İlk’ dediğimizde bile bu O’nun Zorunlu Varlığına eklenmiş, yani zatında çokluğa neden olacak bir nitelik değil, diğer varlıklara izafetle anlaşılması gereken,

1 Bu konuda geniş bilgi için bkz. İlhan Kutluer, İbn Sînâ Ontolojisinde Zorunlu Varlık, (İstanbul: İz Yayınları, 2002), s. 113 vd.

2 Bkz. İbn Sînâ, en-Necât fi ’l- Mantık ve’l-İlahiyat, c. II, thk. A. Umayra, (Beyrut: Dar’ül-Cîl, 1992), s. 77.

Burada İbn Sînâ’nın aslında varlıkları en temelde kendisiyle zorunlu (vacibü’l-vücûd bi-zâtihi) ve başkasıyla zorunlu (vacibü’l-vücûd bi-gayrihi) şeklinde iki ayırdığını ve ikincisini ise kendisiyle mümkün (mümkinü’l- vücûd bi-zâtihi) olarak tasavvur ettiğini ifade etmekte yarar vardır. Bkz. Age., s. 77-78.

(5)

INTERNATIONAL IBN SINA SYMPOSIUM 309

ilişkisel bir niteliktir.3 Dolayısıyla, diğer varlıklarla ilişkileri açısından Zorunlu Varlık için bir takım nispetler veya izafetler kaçınılmaz olsa da bu durum O’nda herhangi bir çokluk/ bileşik doğurmaz. Bir başak deyişle, bu tür izafetler Tanrı’nın zâtına herhangi bir şekilde öncelik etmediklerinden onun (İlâhî zâtın) bileşenleri olmayıp, ondan sonra varlığa gelen, ancak onun varlığıyla gerekli olan şeyler (lavâzım) olarak anlaşılmalıdır.4

‘Mutlak birlik’ ve ‘salt gerçeklik’5 olarak tasavvur edilen İlk (el-Evvel)’in mâhiyeti mesele- sine gelince, İbn Sînâ’ya göre, onun “varlığından başka bir mâhiyeti yoktur”6. O’nun zorunlu- luğunu gerektirecek (açıklayacak) bir mâhiyete sahip olması düşünülemez. Vâcibü’l Vücûd’un böyle bir mâhiyete sahip olmamasının belki de en temel nedeni O’nun ontolojik bir bileşikliğe sahip olmamasıdır. O’nun salt varlığından ayrı, Zorunlu Varlığının bir bakıma anlamını ifade edecek bir mâhiyeti söz konusu olamaz. Aksi halde, tıpkı mümkün varlıklarda olduğu gibi, böyle bir mâhiyete karşılık gelen bir varlığın gerçekte bulunup bulunmadığı şeklinde bir soru sormak caiz olurdu. Oysa bu imkânsızdır; diğer bütün gerçekliğin ilkesi ve kaynağı olan bir varlığın yokluğu düşünülemez.7

İbn Sînâ’nın böyle düşünmesinin nedeni Tanrı’nın varlığından ayrı bir mâhiyetinin olma- sı durumunda O’nun Zorunlu Varlığının doğrudan değil, dolayısıyla olacağıdır. Bu da O’nun bizatihi zorunlu değil, dolayısıyla –zorunlu kılınmış- olmasını gerektirecektir ki bu Tanrı için imkânsızdır. Kaldı ki İbn Sînâ’ya göre, böyle bir mâhiyetin varlığı farz edildiğinde ne bu mâhiyetin kendisi ne de onun Zorunlu Varlıkla ilişkisi zorunlu olacaktır.8 Böylece İbn Sînâ’nın Tanrı’nın varlığını bir mâhiyetle ilişkilendirmeyi imkânsız bulmasının temel bir nedeni varlığı bir mâhiyetle ilişkilendirilmiş her varlığın varlığı için nedenlenmiş olacağıdır. Çünkü, “Var- lığından başka bir mâhiyeti olan her şey nedenlenmiştir”9 veya kısaca “mâhiyeti olan her şey nedenlenlenmiştir”10. Şimdi Vâcibü’l-Vücûd’un nedenlenmiş olması bir çelişki oluştura- cağından O’nun varlığının veya zorunluluğunun bir mâhiyetle ilişkilendirilmesi düşünülemez.

Vâcibü’l-Vücûd’un ontolojik statüsü ancak O’nun bizâtihi zorunlu olmasıyla korunabilir ki bu da O’nun varlığının böyle bir mâhiyete dayanmadığı/ bağlı olmadığını; onsuz var olduğunu düşünmekle eşdeğerdir.11 Bir başka ifadeyle, Vâcibü’l-Vücûd’un bir mâhiyetin gereği olduğu düşünüldüğünde bu mâhiyet O’nun Zorunlu Varlığı için bir sebep teşkil edecektir. Bu durum- da O’nun Zorunlu Varlığı bir mâhiyete/sebebe tabi/ bağlı olacağından doğrudan (bizâtihi) zo- runlu değil, dolayısıyla zorunlu olacaktır.12 O halde, özetlemek gerekirse, İbn Sînâ’nın İlk’in mâhiyetine ilişkin yaklaşımının temelinde birbiriyle ilişkili görünen iki temel ontolojik sezgi bulunmaktadır: (i) Vâcibü’l-Vücûd’un varlığı asla varlığıyla özdeş olmayan herhangi bir şeye

3 “el-İlahiyat”, eş-Şifa, (The Metaphysics of the Healing, A Parallel English-Arabic Text, tr. M. Marmura, Provo: Utah, Brigham Young University Press, 2005), s. 273.

4 Age, s. 273.

5 Age, s. 273.

6 Age s. 274.

7 Age s. 274-275.

8 Age s. 275.

9 Age s. 276.

10 Age s. 276.

11 Age s. 275.

12 en-Necât, s. 84.

(6)

310 ULUSLARARASI İBN SÎNÂ SEMPOZYUMU

izafe edilemez ve bununla ilişkili olarak, (ii) Vâcibü’l-Vücûd herhangi bir bileşiklik (terkip) ifade eden bir niteliğe sahip olamaz.

Görüldüğü gibi, İbn Sînâ’nın bu yaklaşımı temelde epistemolojik değil, ontolojik karak- terlidir. Yani burada söz konusu olan Tanrı’nın mâhiyetinin bilinip bilinemeyeceği veya dile getirilip getirilmeyeceği meselesi değil, salt (kendi) varlığından başka bir mâhiyetinin olup olmadığı meselesidir. Aksi takdirde, ‘Tanrı’nın varlığından ayrı olmayan (bir bakıma varlığıyla özdeş) bir mâhiyeti vardır, fakat bu mâhiyet bilenemez/dile getirilemez’ şeklindeki bir görüşü İbn Sînâ’ya atfetmek söz konusu olabilirdi. Hâlbuki böyle bir görüşü İbn Sînâ’ya atfetmek mümkün görünmemektedir.

‘Bir varlık ancak bir varlığı takip edebilir’ düşüncesinden hareket eden İbn Sînâ bir ba- kıma Aristo’cu bir varlık anlayışını öngörerek13 bir mâhiyetin kendi başına varlıktan önce var olamayacağını, aksi halde bunun ona (mâhiyete) döngüsel bir şekilde ‘varlık’ atfetmeyi gerekti- receğini savunur. Burada İbn Sînâ ilginç bir şekilde sadece mâhiyeti olan varlıkları değil, bizzat mâhiyetleri de ‘mümkün varlık’ olarak görür ve onların da varlıklarının kendileri dışındaki (hârici) bir nedene bağlı olduğunu düşünür. Mâhiyet sahibi bütün varlıklar da mümkün varlık olup, varlıklarını varlığından başka bir mâhiyeti olmayan, yokluktan ve diğer betimlemelerden münezzeh salt varlık olan İlk Varlık’tan alırlar.14 Sonuçta, bir mâhiyeti olmayan İlk Varlığın

“ne bir cinsi ne de bir faslı olduğundan tanımı da yoktur. Bir nedeni de bulunmadığından O’nun bir kanıtı da yoktur.”15 Görüldüğü gibi, İbn Sînâ’nın düşüncesinde “zorunlu/ mümkün”

ile “varlık/ mâhiyet” ayrımları arasında sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Buna göre, varlığından başka bir mâhiyeti olan her varlığın mümkün varlık olduğu kabul edildiğinden varlığı zorunlu olan Tanrı’nın varlığından başka bir mâhiyeti düşünülemez.

Vâcibü’l-Vücûd’a varlığından başka herhangi bir mâhiyet atfedilemeyeceğini öngören İbn Sînâ’cı bu yaklaşım çeşitli sorulara konu olmuştur: ‘Varlığından başka bir mâhiyeti olmamak’

tam olarak ne demektir? Böyle bir yargı Vâcib’ül-Vücûd’un bir mâhiyetinin olmadığını söyle- mekle eş değer midir? Bir varlığın mâhiyeti onun salt varlığı olabilir mi? Ya değilse, Vâcibü’l- Vücûd’un bir bakıma kendi kendisiyle özdeş veya bütünüyle kendine mahsus bir mâhiyeti oldu- ğu anlamına mı gelir?

Bir mâhiyeti olmayan salt varlık düşüncesinin akla sığmayan, anlaşılmaz bir şey olduğunu dile getiren Gazâlî’ye göre fi lozofl ar, dayandıkları bir takım metafi ziksel varsayımlar nedeniy- le, Vâcibü’l-Vücûd’un bir mâhiyeti olmadığını savunmuşlardır. Dolayısıyla fi lozofl arı böyle bir noktaya götüren neden, ona göre, doğrudan Vâcibü’l-Vücûd kavramı değil, onların bu kavrama (varlık, mâhiyet ve sıfatlar bağlamında) atfettikleri basitlik düşüncesidir. Oysa bir mâhiyeti veya gerçekliği olmayan varlık düşüncesi anlaşılmazdır; nasıl ki yokluğu belli bir varlığın var olmadığını öngörmekten başka şekilde anlamamız söz konusu olamıyorsa, aynı şekilde belli bir mâhiyete atfedilmemiş salt bir varlık kavramına bir anlam vermek de mümkün değildir. Böyle-

13 İbn Sînâ’nın özellikle tümeller konusunda ne nominalizm ne de (Platon’cu) realizmle özdeşleştirilebilecek, daha ziyade Aristoteles’ci görünen ontolojik yaklaşımına dair bir değerlendirme için bkz. Harry A. Wolfson,

“Avicenna, Algazali and Averroes on Divine Attributes”, Islamic Philosophy (içinde tıpkı basım) der. F. Sezgin, (Frankfurt: Institute for History of Arabic-Islamic Science, 1999), c. 32, s. 179-182.

14 “el-İlahiyat”, eş-Şifa, s. 276.

15 Age, s. 277.

(7)

INTERNATIONAL IBN SINA SYMPOSIUM 311

ce mâhiyetin yadsınmasının gerçekliğin yadsınmasıyla aynı anlama geldiğini düşünen Gazâlî’ye göre, böyle bir varlık iddiası ‘vardır, fakat mevcut değildir’ şeklindeki çelişkili bir ifadeyle bir bakıma eşdeğerdir.16 Gazâlî’nin burada dikkat çektiği önemli nokta ontolojik analiz açısından

‘nedir?’ sorusunun ‘var mıdır?’ sorusundan ayrı düşünülemeyeceği ve bir bakıma birincisinin ikincisine mantıksal bir zorunlulukla öncelik teşkil ettiğidir.

O halde Gazâlî’nin itirazı doğrudan ‘Zorunlu Varlık’ kavramına değil, bu kavramla ilişki- lendirilen bir dizi ayrım ve varsayımadır. Vâcibü’l-Vücûd kavramının fi lozofl ar tarafından kul- lanımını kapalı ve sorunlu bulan Gazâlî’ye göre bunun kendinde bizatihi zorunlu ve bir nedene bağlı olarak zorunlu şeklinde ayrımlanması da temel bir yanlıştır. Çünkü Vâcibü’l-Vücûd kav- ramına iliştirilebilecek yegâne (değişmeyen) anlam ‘varlığının bir nedeninin bulunmaması’dır.

(Ancak bu O’nun varlığından başka bir mâhiyeti olmadığı anlamına gelmez). Böylece Zorunlu Varlığın bir nedeni olmadığı gibi, varlığının nedensiz oluşunun da bir nedeni olamaz.17 Bunun ötesinde İlk Varlık veya İlke olarak Zorunlu Varlıkta herhangi bir bileşikliğin bulunamayacağı tümüyle keyfi bir iddiadır.18

Filozofl arı Tanrı’nın varlığından başka bir mâhiyeti olmadığı veya O’nun mâhiyetini var- lığıyla özdeş olduğu şeklindeki bir sonuca götüren en temel etkenin İlk Varlığın bileşik ol- mayacağı, dolayısıyla salt varlık olarak basit olduğu düşüncesi olduğuna değindik. Eğer bu yaklaşım Gazâlî’nin ileri sürdüğü gibi ‘mâhiyeti olmayan bir varlık’ı öngörmeyi gerektiriyorsa böyle bir düşüncenin anlaşılması önünde ciddi bir takım engellerin olacağı açıktır. Peki ama İbn Sînâ’nın ‘Vâcibü’l-Vücûd’ kavramı böyle bir varlığın hiçbir mâhiyetinin olmadığı sonucuna götürür mü?

Bu noktada İbn Sînâ’yı Gazâlî’nin eleştirilerine karşı savunan İbn Rüşd, onun (İbn Sînâ’nın)

‘Tanrı’nın varlığından başka bir mâhiyeti yoktur’ ifadesinin Tanrı’sal mâhiyetin inkârı anlamı- na gelmeyip, O’nda ‘varlık-mâhiyet’ birliğini (ittihâdını) ifade ettiğini ileri sürer. Bunun nedeni, İbn Rüşd’e göre, İbn Sînâ’nın varlığı zâtına eklenmiş her varlığın etkin bir nedeni olduğu ve buna bağlı olarak varlığının etkin bir nedeni bulunmayan İlk Varlığın varlığı ile zâtının aynı olmasıdır.19

Gazâlî ile İbn Rüşd’ün yorumu arasındaki fark yeterince açık olsa gerektir: “Tanrı’nın varlığından başka bir mâhiyeti yoktur” ifadesini ‘Tanrı’nın bir mâhiyeti yoktur’ şeklinde yo- rumlamak bir şeydir, onu ‘Tanrı’nın varlığından ayrı bir mâhiyeti yoktur’ olarak yorumlamak bütünüyle farklı bir şeydir. Bu yorumlardan ilki Tanrı’nın bir mâhiyeti olduğunu inkâr ederken ikincisi O’na bir mâhiyet atfetmeye mani görünmemektedir. Şimdi, bu yorumlardan hangisi İbn Sînâ’nın Vâcibü’l-Vücûd konusunda savunduğu görüşe tekabül etmektedir?

İbn Rüşd’ün de işaret ettiği gibi, Makâsıdü’l-Felâsife’de Gazâlî de fi lozofl arın Vâcibü’l- Vücûd’un varlığının mâhiyetinden başka olamayacağını, dolayısıyla varlığı ile mâhiyetinin bir

16 Tehâfüt’ül-Felâsife (The Incoherence of the Philosophers, A Parallel English-Arabic Text, tr. M. Marmura, Provo: Utah, Brigham Young University Press, 1997), s. 118-120.

17 Age, s. 86.

18 Age, s. 88.

19 Tehâfüt’ül-Tehâfüt, ed. M. A. el-Cabirî, Beyrut: Merkez’üd-Dırasat’ül-Vahdet’ül-Arabiyye, 1998, s. 404- 405.

(8)

312 ULUSLARARASI İBN SÎNÂ SEMPOZYUMU

birlik (ittihâd) içinde olması gerektiğini savunduklarını dile getirmektedir.20 İbn Rüşd’ün yak- laşımını destekleyen bu yorum esas alınacak olursa, İbn Sînâ Tanrı’nın bir mâhiyetinin olma- dığı veya mâhiyetsiz bir varlığa sahip olduğunu değil, mümkün varlıklardan farklı olarak var- lığından ayrı düşünülebilecek bir mâhiyetinin olmadığını savunmuştur ki bu durumda Tanrı’nın bir mâhiyetinden söz edebilir.

İbn Sînâ genellikle İlk’in bir mâhiyeti olmadığını, çünkü mâhiyetleri olan varlıkların varlığının, varlığından başka bir mâhiyeti olmayan, dolayısıyla salt varlık olan Vâcibü’l- Vücûd tarafından verildiğini açıkça ifade etmektedir. Nitekim, ona göre, bizâtihi Zorunlu Varlığın bir mâhiyeti olmadığı içindir ki bir cinsi ve faslı da yoktur.21 Bu açık nefyedici ifade- lerine rağmen İbn Sînâ’nin kimi ifadelerinin onun Vâcibü’l-Vücûd olan İlk varlığa mâhiyetsel bir ifade gibi görünen bir gerçeklik (hakîkat) atfettiği de düşünülebilir. Örneğin, “İlk’in ger- çekliği (hakîkati) İlk’ten başkası için mevcut değildir”22 ifadesi sanki İbn Sînâ’nın Vâcibü’l- Vücûd’a varlığından başka bir gerçeklik/ mâhiyet atfettiğini ima ediyor görünmektedir. Onun Vâcibü’l-Vücûd olmak bakımından İlk varlık “ne ise O’dur, o da O’nun zâtıdır”23 ifadesi de bu bağlamda ele alınabilir.

İlk bakışta, İbn Sînâ’nın Vâcibü’l-Vücûd’un hakikatinin sadece İlk’e ait olması gerektiği ve O’ndan başka herhangi bir varlık tarafından paylaşılamayacağı ve yine böyle bir gerçekliğin ancak O’nun zâtıyla (özdeş) olabileceği; aksi takdirde O’nun gerçekliğini kendi dışındaki bir şeye borçlu olacağı ve bunun ise Vâcibü’l-Vücûd kavramıyla bir çelişeceği şeklindeki ontolojik sezgileri24 oldukça makûl görünmektedir. Esasen, Zorunlu Varlığın gerçekliğinin sadece ve sa- dece Tanrı’ya ait olması ve başka varlıklardan tarafından paylaşılamayacağının İlk/Nihâî Varlık kavramına ilişkin bir zorunluluk olduğu bir çok kimsenin gerek felsefî gerekse teolojik açıdan üzerinde ittifak edebileceği bir şeydir. Ne var ki İbn Sînâ’nın düşüncesinde asıl tartışmalı olan nokta böyle bir gerçekliğin sadece Tanrı’ya ait olması değil, söz konusu bu gerçekliğin ne olduğu meselesidir. O halde soralım: Vâcibü’l-Vücûd’un salt kendisine mahsus olduğu ileri sürülen bu hakikati ne olabilir? İbn Sînâ’ya göre Vâcibü’l-Vücûd’un bu hakikati başka varlıklarla ortaklık (müşareket) ifade eden bir cins ve ayrılık ifade eden bir fasl üzerine kurulmuş bir mâhiyetle ifade edilmeyeceğine göre O’na mahsus bu gerçekliği ifade etmenin başka bir yolu var mıdır?

Öyle görünüyor ki, İbn Sînâ’nın öngördüğü ontolojik çerçeveye bağlı kalarak Vâcibü’l- Vücûd’un söz konusu gerçekliğini O’nun salt varlığından (inniyyetinden) başka bir şeyle açıkla- mak mümkün değildir. Nitekim o açık bir şekilde “Vâcibü’l-Vücûd’ün Vâcibü’l-Vücûd olmak- tan başka bir mâhiyeti yoktur, o [mâhiyet] da varlıktır [varlığıdır]”25 demektedir. Yani Zorunlu Varlık olan İlk’in hakikati ancak ‘zorunlu varlık (vücûbü’l vücûd)’ olarak dile getirilebilir.26 İbn Sînâ’nın bu ifadelerini iki açıdan anlamak mümkündür: (A) Vâcibü’l-Vücûd’un herhan- gi bir mâhiyeti yoktur; O’nun sadece varlığından söz edilebilir; (B) Vâcibü’l-Vücûd’un bir mâhiyetinden söz edilebilir, bu mâhiyet de O’nun ‘zorunlu varlığı’dır.

20 Gazâlî, Makâsıd’ül-Felâsife, thk. S. Dünya, (Kahire: Dar’ül-Ma’arif, 1961), s. 211.

21 “el-İlahiyat”, eş-Şifa, s. 276-277.

22 Age, s. 278.

23 Age, s. 278.

24 Age, s. 279.

25 Age, s. 276.

26 Age, s. 279.

(9)

INTERNATIONAL IBN SINA SYMPOSIUM 313

Temelde fi lozofl arın Tanrı’ya bir mâhiyet atfetmediklerini düşünen Gazâlî’nin onların gö- rüşlerine ilişkin bazı ifadeleri (B) yorumunu destekliyor görünmektedir: “O’nun [İlk] için zo- runlu varlık diğerlerinin mâhiyeti gibidir. Dolayısıyla nasıl ki insanlık, ağaçlık ve göksellik bir mâhiyet ise zorunlu varlık da bir mâhiyet, tümel bir hakikat ve gerçek bir tabiattır.”27 Yine,

“İlk için zorunlu varlıktan başka bir mâhiyet yoktur. Zorunlu varlık ise gerçek bir tabiat ve kendinde bir mâhiyettir, [sadece] O’nun olup, başkası için değildir. Zorunlu varlık O’ndan baş- kasına ait olmadığı zaman [onu] başkasıyla paylaşmaz, ondan [başkasından] türsel bir ayrımla ayrılmaz; bu yüzden bir tanımı yoktur.”28

Benzer şekilde, İbn Sînâ’nın “Vâcibü’l-Vücûd’ün Vâcibü’l-Vücûd olmaktan başka bir mâhiyeti yoktur, o [mâhiyet] da varlıktır [varlığıdır]” ifadesinden yola çıkan bazı çağdaş yorumcular da onun, Zorunlu Varlığın bir mâhiyeti olduğunu inkar etmediğini ve söz ko- nusu mâhiyetin de O’nun varlığı (inniyeti, ‘anity’) olduğunu dile getirerek aksi görüşü des- tekleyenleri eleştirmektedirler. Öyle ki, buna göre, Zorunlu Varlığın mâhiyeti O’nun kendi kendisiyle, yani Zorunlu Varlığıyla özdeş olmasıdır. Böylece Zorunlu Varlık ayrıcalıklı bir mâhiyet olup, O’nda varlık mâhiyetten başka bir şey değildir; mâhiyet de varlıktan başka bir şey değildir29.

Öyle görünüyor ki bu yolla Tanrı’ya bir mâhiyet atfedilip edilmeyeceği sonucuna varabilme- miz için evvela ‘Zorunlu Varlık’ın bir mâhiyet olarak tasavvurunun İbn Sînâ’nın düşüncesinde tutarlı bir şekilde yer bulup bulamayacağını irdelememiz gerekir. Mâhiyet kavramına ilişkin temel sezginin bir varlığın ne olduğuna dair bir tanım/ açıklama getirmek olduğunu dikka- te alacak olursak, öyle görünüyor ki, ‘Vâcibü’l-Vücûd’a bir mâhiyet atfedebilmesi için onun ne olduğuna ilişkin bir tanım/ açıklama sunabileceğini düşünmemiz gerekir. Onun “Vâcibü’l- Vücûd’ün Vâcibü’l-Vücûd olmaktan başka bir mâhiyeti yoktur” şeklindeki yargısı Zorunlu Var- lığın Zorunlu Varlık olmaktan başka bir hakikatinin olamayacağını ve bu hakikatin de O’nun varlığıyla veya var olmasıyla özdeş olduğunu ifade etmektedir.

İbn Sînâ’nın Vâcibü’l-Vücûd’un bir mâhiyetini kabul ettiğini düşünecek olsak bile böyle bir şeyin ‘Vâcibü’l-Vücûd’un varlığı mâhiyetinin gereğidir’ şeklinde dile getirilmesi İbn Sînâ’cı yaklaşımın temel dinamikleri açısından mümkün değildir. Dolayısıyla onun bu yaklaşımının Tanrı’nın zorunluluğunu ‘Tanrı’nın varlığı mâhiyetinin gereğidir’ yoluyla temellendiren onto- lojik kanıt savunucularından ayrıldığı görülmektedir.30 Burada Tanrı’nın mâhiyeti ile varlığı özdeşleştirilmek yerine onların birbirlerinden ayrı olamayacakları (zorunlu olarak bir arada/

27 Tehâfüt’ül-Felâsife, s. 90.

28 Age, s. 113.

29 Bkz. E. M. Macierowski, “Does God Have a Quiddity According to Avicenna”, Thomist,52:1 (1988; Jan.), s.

81-85. Yine bkz. Allen Back, “Avicenna’s Conception of Modalities”, Vivarium, 30:2 (1992), s. 243-244, 93n.

Macierowski İbn Sînâ’nın ‘varlığından başka mâhiyeti olan her şey nedenlenmiştir’, ‘Zorunlu Varlıktan başka her şeyin mâhiyetleri vardır’ biçimindeki ifadelerinin ‘Zorunlu Varlığın mâhiyeti zorunlu varlık olduğundan bir mâhiyeti yoktur’, şeklindeki kimi paradoksal sonuçlar çıkarmaya neden olduğunu dile getirmektedir. Bkz.

Agm, s. 84-85.

30 İbn Sînâ’nın Zorunlu Varlık anlayışını ontolojik kanıtla ilişkilendiren yaklaşımlar için bkz. Parviz Morewedge,

“İbn Sînâ (Avicenna) and Malcolm and the Ontological Argument”, Monist, 54:2 (1970), s. 234-249; “A Third Version of the Ontological Argument in the İbn Sinian Metaphysics” Islamic Philosophical Theology, ed.

Parviz Morewedge, Albany: SUNY Press, 1979, s. 188-222; Fadlou Shehadi, Metaphysics in Islamic Philoso- phy, New York: Caravan Books, 1982, s.84-85.

(10)

314 ULUSLARARASI İBN SÎNÂ SEMPOZYUMU

birlikte oldukları) dile getirilmektedir. Dolayısıyla İbn Sînâ’nın yaklaşımını Tanrı’nın mâhiyeti ile varlığı arasında mantıksal/ ontolojik bir gerektirmeyi/ zorunluluğu öngören; O’nun zorunlu varlığını sui generis bir mâhiyete sahip olmasıyla açıklayan bir düşünce bağlamında değerlen- dirmek pek mümkün görünmemektedir.

Aynı şekilde, İbn Sînâ’ya göre mâhiyetin bir varlık için bir tür nedensel açıklama oluştur- duğunu dikkate aldığımızda bizzat Vâcibü’l-Vücûd’un da bir mâhiyet olarak algılanmasının İlk’in ontolojik statüsüyle bağdaşmayacağı açıktır. Öyle ki, bu durumda da, Vâcibü’l-Vücûd’un zorunluluğu bir mâhiyetin gereği gibi anlaşılacağından bu, söz konusu yaklaşıma göre, O’nun varlığına ilişkin nedensel bir açıklama gibi duracaktır. Bu da O’nun kendinde zorunlu varlık (Vâcibü’l-Vücûd bizatihi) olmasıyla çelişecektir.31 Vâcibü’l-Vücûd’un gerçekliği (yani, varlığı- nın zorunluluğu) herhangi bir şeye bağlı olarak anlaşılamaz, çünkü böyle bir şey O’nun, deyim yerindeyse, doğrudan değil, dolayısıyla zorunlu varlık olduğunu söylemekle eşdeğer olacaktır.

Bu da İbn Sînâ’nın Vâcibü’l-Vücûd’a ilişkin en temel ontolojik sezgiyle çelişeceğine göre geriye sadece bir seçenek kalıyor görünmektedir: Zorunlu Varlık’ın zorunlu varlık olmaktan başka bir mâhiyeti yoktur, bu da O’nun kendi varlığı (inniyyeti)yla özdeştir. Peki, İlk’in yegâne bizâtihi zorunlu varlık olduğu ve bu yüzden de zorunlu varlığını başkasıyla paylaşmasının ontolojik bir imkânsızlık olduğu düşüncesinden hareketle Zorunlu Varlığın bir tür mâhiyet olduğu sonucu- na varılabilir mi? Bir başka deyişle, Vâcibü’l-Vücûd veya, daha doğrusu, Vücûbü’l-Vücûd bir mâhiyet midir?

Her şeyden önce, İbn Sînâ’ya göre, Vâcibü’l-Vücûd varlığından ayrı düşünülebilecek bir tabiata (mâhiyete) bağlı olarak anlaşılamayacağı gibi, böyle bir gerçekliğin bizzat kendisi (Vâcibü’l-Vücûd veya Vücûbü’l-Vücûd) de bir tabiat [mâhiyet] değildir.32 Aslında varılan bu sonuç İbn Sînâ’nın bir varlığın ne’liğini ifade eden mâhiyet kavramına; cins ve fasl ayrımına ve bunlara bağlı olarak tanım kavramına ilişkin düşünceleriyle de desteklenmektedir. Birbirleriyle ilişkili olan bu kavramlar ve ayrımlar birbirlerini gerektirdikleri/ içerdikleri için İlk’in onlardan birine konu edilmesi diğerlerine de konu edilmesini gerektirecektir. Fakat, İbn Sînâ’ya göre, Zorunlu Varlık olan İlk mutlak anlamda basit olduğundan bütün bu kavram, ayrım ve tanımla- rın ötesindedir. O’nun bu yolla dile getirilebilecek bir gerçekliğinden söz edilemeyeceğinden bir mâhiyeti düşünülemez.

Diğer yandan varlık ve mâhiyet şeklindeki bir ayırıma gidilmediği (yani bu iki şey birbiriyle özdeşleştirildiği) zaman böyle bir varlığın (zorunlu) varlığından başka ne olduğunun yanıtlana- mayacağı açıktır. Bir başka ifadeyle, bir varlığın mâhiyetinin onun varlığı veya zorunlu varlığı olduğunu söylemek böyle bir varlığın gerçekte ne olduğunu söylemek için yeterli değildir. Daha- sı, Hughes’ün de işaret ettiği gibi33, mâhiyeti sadece ‘varlık’ veya ‘varolmak’ olan bir varlığın gerçekte mümkün olup olamayacağı sorusunun ötesinde böyle bir varlığın teizmin öngördüğü Tanrı olabileceğini düşünmek oldukça zor görünmektedir.

İbn Sînâ’nın Vâcibü’l-Vücûd hakkındaki düşüncelerinin kendi içindeki tutarlılığı da ayrı bir sorudur. İbn Sînâ İlk’in ontolojik statüsünü korumak için O’nun Vâcibü’l-Vücûd olmak

31 Bkz. en-Necat, s. 84-88. Yine bkz. Shehadi, age, s. 84.

32 Bkz. Age, s. 88.

33 Christopher Hughes, On a Complex Theory of a Simple God, (Ithaca: Cornell University Press, 1989), s. 21 vd.

(11)

INTERNATIONAL IBN SINA SYMPOSIUM 315

dışında bir gerçekliğinden söz edilmeyeceğini ve bu gerçekliğin de herhangi bir müşarekete (paylaşıma) konu olamayacağını savunmaktadır. Ancak, Şehristani’nin de işaret ettiği gibi, kendisiyle zorunlu varlık (vacibü’l-vücûd bi-zâtihi) ve başkasıyla zorunlu varlık (vacibü’l-vücûd bi-gayrihi) şeklindeki bir ayrıma gidildiğinde vâcibü’l-vücûd kaçınılmaz olarak genel bir terim (cins) olacaktır. Öyle ki bu hem varlık (vücûd) hem de zorunlu (vacib) kavramları arasında bir ayrım yapmayı gerekli kılmaktadır: zorunlu varlık ve mümkün varlık; kendisiyle zorunlu (var- lık) ve başkasıyla zorunlu (varlık). Bu ayrımlar dikkate alındığında kendisiyle zorunlu varlık (vacibü’l-vücûd bi-zâtihi) olarak ifade edilen İlk’in gerçekliğinin bileşik bir lafzın (birden fazla anlamın) delaletiyle ilişkilendirilmeyeceği düşüncesi de pek doğru olmayacaktır.34 Benzer şe- kilde, Gazâlî’nin işaret ettiği gibi, eğer hem İlk hem de ondan sudûr eden (nedenlenen) Akıllar

‘maddeden mücerret akıl’ olmak niteliğine sahip ise, böyle bir nitelik bir cins, yani ortaklık ifade eden tümel olmalıdır.35

Bu yaklaşımın önündeki belki de en temel zorluk ‘mâhiyeti olmayan varlık’ düşüncesinin pek anlaşılır görünmemesidir. Nasıl ki, Gazâlî’nin haklı olarak dile getirdiği gibi, yokluk ön- görülen belli bir varlığın yokluğuna bağlı olarak anlaşılabiliyorsa, aynı şekilde belli bir varlık da ancak belli bir gerçekliğe, yani mâhiyete bağlı olarak anlaşılabilir. Bu durumda, mâhiyetin yadsınması ile gerçekliğin yadsınması arasında ayrılmaz bir ilişki olduğu noktasında Gazâli’ye katılmamak için bir neden görünmemektedir. Öyle ki mâhiyetin yadsınmasıyla birlikte ‘zorunlu varlık’ ifadesinin delaletinin/ referansının ne olduğu da belirsiz bir hale gelmektedir.36

34 Bkz. Şehristani, M., Kitab’ül-Musara’a (Struggling with the Philosopher: A Refutation of Avicenna’s Meta- physics, ed. and tr. W. Madelung & T. Mayer, London: I. B. Tauris Pub., 2001), s. 26-28 (ç. 33-35). Burada Fârâbî ve İbn Sînâ’nın Aristo’cu anlayışın etkisiyle ‘varlık’ kavramının bütün varlıklar için tek-anlamlı olarak kullanılamadığından bir cins olarak görmediklerini belirtmek gerekir. Tartışmalı görünen bu nokta üzerinde burada durmayacağız. Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. Wolfson, agm, s. 187-192; Back, agm, 243.

35 Tehâfüt’ül-Felâsife, s. 116.

36 Age, s. 119-120.

Referanslar

Benzer Belgeler

1. Bir şeyin yetkinliğindeki eksiklik veya olması gereken şekilde olmaması anlamındaki kötülükler. Üzüntü ve keder gibi sadece bir sebebin yokluğundan değil, bir

mümkündür. Alevi-Bektaşllerin Diyanet işleri Başkanlığı'nda temsil edilmesi düşüncesi ve hizmet beklentisi ile cinsiyet faktörü ararsırıda anlamlı bir fark

İbn Sînâ’ya göre nefisler bedenden ayrı (mufarık) bir cevher oldukları için (İbn Sina, 1956: 12; İbn Sina, 1987: 30) bedenlerin- den ayrıldıktan sonra varlıklarını

Fayda bakımından ele alındığında İbn Sînâ burhan ve retoriği diğer mantık sanatlarına göre daha faydalı olarak zikretse de toplumda gerçek bir dayanışma meydana

İbn Sînâ felsefesi, felsefe geleneğinin yanında kelam geleneğini de kuşatan bir felsefe olduğundan kendisinden sonra kelam ilmi, İbn Sînâ metafiziği ile İslam

Bu çalışmanın konusu, İbn Sînâ felsefesine göre varlık ve mahiyet ilişkisinin ne olduğu sorusudur. Bu çalışma, bu soruyu sorar ve onun ayrıntılı ve kapsamlı bir

Bu makalede İbn Sînâ felsefesinde bilgi teorisinin önemli bir veçhesi olan ve nübüvvetin imkânının açıklanmasında istihdam edilen sezgisel bilginin aklî karakterini

kavramı çerçevesinde bakıldığında varlıklar arasında belli bir yakınlık ve yatkınlık olduğunu göstermektedir. Bu minvalde iç motivasyon kaynaklı fakat