• Sonuç bulunamadı

Okuyan Beyin

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Okuyan Beyin"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Okuyan Beyin

Şu anda gözleriniz beyaz bir kâğıt üzerine yazılmış gri renkli, kimi düz, kimi eğimli çizgilerden oluşan, bazılarının

birden fazla parçası olan şekiller üzerinde dolaşıyor ve onları satır satır tarıyor. Ancak beyniniz bu basit şekilleri algıladığında

olağanüstü bir değişim gerçekleşiyor ve zihninizde bilimin gizemli dünyasına, yepyeni bir yolculuğa çıkıyorsunuz.

Büyük olasılıkla okuyan bir beyinde neler olup bittiğini, okumanın beyinde ne tür etkileri olduğunu öğrenmenin beklentisi

içine girdiniz, belki de daha önce üzerinde hiç düşünmediğiniz, fakat yaşamınızın büyük bir bölümünü kapsayan bu işlev

hakkında bir şeyler öğrenecek olmanın heyecanını hissetmeye başladınız. Bu değişim, yani beyaz kâğıt üzerindeki gelişigüzel

çizgi veya şekillerin bizleri bir anda bambaşka dünyalara götürüp olağanüstü duygular yaşatması, insan beyninin

en olağanüstü işlevlerinden biri. İlginç olan ise, tür olarak milyonlarca yıldır bu gezegende yaşıyor olmamıza rağmen bu işlevi

çok yakın bir geçmişte, günümüzden yaklaşık 5 bin-10 bin yıl kadar öncesinde icat etmiş olmamızdır.

Peki beyin nasıl okuyor? Beyinde görme merkezi olduğu gibi acaba bir de okuma merkezi mi var?

(2)

H

oward Engel için 31 Temmuz 2001 günü di-ğer günlerden farksız başladı. Uyanıp yatak-tan kalktı, giyindi, kahvaltısını hazırladı. Dağıtıcı-nın evinin önüne bıraktığı gazetesini almak üze-re dış kapıya doğru yürüdü. Toronto Globe and Mail’in o günkü sayısı eşikte onu bekliyordu. Gaze-teyi eline alır almaz ön sayfaya göz atmaya başladı. Ancak bir gariplik vardı; gazete yabancı bir dilde, Sırpça veya Hırvatça, belki de Korece basılmıştı, en azından Howard öyle düşündü. Geri kalan her şey normaldi; sayfa düzeni, resimler ve sütunlar yer-li yerindeydi. Birilerinin ona şaka yaptığını dü-şündü önce. Gerçekten bir şaka mı yoksa bir anor-mallik mi olduğunu anlamak üzere bu sefer evde-ki kütüphaneye geçip raftan rastgele bir evde-kitap aldı ve sayfalarını çevirmeye başladı. Daha önce oku-duğundan emin olduğu bu kitap da İngilizce değil-di, o garip alfabenin harfleri ile yazılmıştı. Howard işin şaka olmadığını, aksine gece uykusunda kıs-mı felç geçirmiş olabileceğini düşünmeye başladı. Bir yandan da bu durumun geçici bir şey olması-nı ümit ediyordu. Hemen oğlunu uyandırdı ve bir-likte bir taksiye atlayıp hastaneye gittiler. Howard, yolda giderken cadde isimlerini okumayadığının farkına vardı. Hastaneye vardıklarında ise acil giri-şin kapısının üzerindeki “Acil” tabelasındaki harf-leri tanıyamamıştı. Oysa duvardaki ambülans res-minden hastanenin acil servisi önünde olduklarını anlamıştı. Serviste ona bir dizi test uygulandı. Test-lerin sonucu Howard’ın tahminini doğruladı. Gece kısmi bir felç geçirmiş ve beyninin sol yarım küre-sinde küçük bir alan felçten etkilenmişti.

Howard Engel, detektif Benny Cooperman adındaki karakterin yaratıcısı ve onun serüvenle-rini anlatan, ikisi sinemaya uyarlanmış bir düzine-yi aşkın polisiye romanın sahibi Kanadalı ünlü ya-zarın ta kendisiydi. Howard daha çocukken “oku-ma bağımlılığına” yakalanmıştı. Eline geçirdiği her şeyi okuyordu. Felçten sonra başından geçenleri anlattığı “Okumayı Unutan Adam” adlı kitabında,

Howard “bağımlılık” diye tanımladığı okuma sevgisini ileri yaşlarda ekmek parasına dönüştür-meyi başarmıştı. Bir müddet basında programcı olarak çalışmış, daha sonra Benny Cooperman adlı kahramanını yaratarak onun hikâyelerini yazmaya başlamıştı. Fakat Howard o Temmuz günü, o gü-ne kadar yapabildiği en iyi ve tek şey olan, roman-larını yazabilmesini de borçlu olduğu “okuma iş-levini” bir anda kaybedivermişti. Okuyamama ya-nında başka anormallikler de vardı. Örneğin acile gittikleri gün oğlunun kim olduğunu hatırlamak-ta güçlük çekmiş, kendi ismini ve evinin adresini unutmuştu. Değişik cisimleri isimlendiremiyordu, ama örneğin elindeki meyvenin ne olduğunu mey-veyi koklayarak anlayabiliyordu. Bütün bu anor-malliklerin yanı sıra onu çok şaşırtan bir durum daha vardı, yazma yeteneğine hiçbir şey olmamış-tı. Bunu hastanede hemşirenin ona yazmayı tavsi-ye etmesi üzerine fark etti. Önce kendisinden bu-nun istenmesini garip bulmuştu. Çünkü ona göre okuma ve yazma işlevleri birbirine bağımlı olarak gerçekleşiyor olmalıydı. Okuma işlevini kaybetti-ği için yazmayı da unutmuş olmalıydı. Fakat hem-şirenin verdiği kalemle kâğıda ismini yazınca dü-şündüğünün hiç de doğru olmadığını, aksine son derece kolay, akıcı bir şekilde yazabildiğini gördü. İsmi dışında başka şeyler de yazdı. Hemşire onun yazdıklarını okuyuverdi. Fakat kendisi yazdıkları-na baktığında yine o garip alfabenin harfleri ile ya-zılmış olduklarını görecekti.

Howard Engel

(3)

kolayca yerine getirdiğimiz “okuma” işlevi aslında beynin olağanüstü başarılarından biridir. Okuma gözlerin yazılı kelimeleri algılamasıyla başlar. Yu-karıdaki satırları okurken gözleriniz sayfayı soldan sağa, spazmodik hareket adını verdiğimiz ve sani-yede dört beş defa tekrarlanan çok kısa süreli du-raksamalarla taradı. Spazmodik hareketin nedeni, gözün retina adını verdiğimiz ve görmemizi sağla-yan kısmının sadece merkezinin küçük yazıları gö-rebilecek çözünürlüğü algılayabilecek hücre yapısı-na ve hücre sayısıyapısı-na sahip olmasıdır. Böyle bir ya-pının sonucu olarak sadece görme alanımızın mer-kezine düşen kelimeleri net bir şekilde görürüz. Gözümüz bir bakışta sadece bir veya iki kelimeyi net algılayabilir (Ortadaki kelimeye odaklanarak aynı satırın başındaki ve sonundaki kelimeleri gör-meye çalışın. Görmenize rağmen onları okuyama-dığınızı fark edeceksiniz). Spazmodik hareketle ya-zılı her bir kelimeyi netlik alanının merkezine geti-ririz. Kelimelerden yansıyan fotonlar retinaya ulaş-tığında beyaz kâğıt ve üzerindeki siyah harflere ait bilgi retinadaki nöronlar tarafından tüm şekli ile değil, sayısız parçalara ayrılımış bilgi olarak algıla-nır ve beynin görme merkezine ulaştırılır. Görme merkezimiz bu bilgileri tekrar bir araya getirir. Bu safhada bir yandan beynimiz harfleri sese dönüş-türürken (fonolojik yol) diğer yandan okunan keli-menin ne olduğunu, dağarcığımızdaki sözlüğe

baş-belli bir sesi hem de baş-belli bir anlamı olan kelimeler olarak algılanır.

Yazılı bir metnin okunup anlaşılmasında ku-sur olması, tıp literatüründe “aleksi” olarak bili-nir. Ona çok yakın olan ve en çok rastlanan öğren-me bozukluğu “disleksi” daha çok çocuklarda gö-rülen, gelişimsel bir bozukluktur. Aleksi daha çok yetişkinlerde görülen ve beyinde meydana gelen bir araz sonucu ortaya çıkan, yani sonradan edi-nilen bir kusurdur. Aleksi hastalarının bir kısmı, Howard’ın durumunda olduğu gibi, okuma yete-neğini kaybeder ama yazmada problem yaşamaz. Aleksinin bu türü tıp literatüründe “agrafisiz alek-si” (agrafi: beyinde meydana gelen bir rahatsızlık sonucu önceden normal olan yazma yeteneğinin bozulması) veya “saf aleksi” olarak bilinir. Saf alek-siye “saf kelime körlüğü” adı verildiğine de rastla-nır. Hem okuma hem de yazma yeteneğinin bozul-masına ise “agrafili aleksi” adı verilir. Saf aleksiyi tıp literatürüne kazandıran Fransız nörolog Joseph Jules Dejeriné oldu. Dejeriné’nin raporu ile tarihte ilk defa okumanın beyinle ilgisi de bilimsel olarak açıklanmış oluyordu.

1887 yılı Ekim ayında bir Pazar günü, satış ele-manı olarak çalışan ve aynı zamanda iyi bir müzis-yen olan Oscar C. koltuğunda oturmuş kitap okur-ken birden artık kelimeleri tanıyamadığının farkı-na varır. Bundan birkaç gün önce sağ kolu ve

(4)

ba->>> cağında uyuşma hissetmiş, bir iki defa konuşmada

da zorluk çekmiş (kısmi felç belirtileri) ama üze-rinde pek durmamıştır. Gözünde bir rahatsızlık ol-duğunu düşünerek bir göz doktoruna gider. Göz doktoru muayaneden sonra proble-min aslında gözünde olmadığını belirle-yerek onu bir nörolog olan Dejeriné’e gön-derir. Dr. Dejeriné Oscar C.’yi Kasım ayının 15’inde görür ve inceden in-ceye kontrol eder. Muayene sonunda ona koyduğu teşhis “saf kelime kör-lüğü” olur. Oscar C.’nin görme-de problemi yoktur, ama harfle-rin ve kelimeleharfle-rin ne olduğu-nu bir türlü çıkaramamakta-dır. Gösterilen bir harfi yaz-ması istendiğinde sanki re-sim yapıyormuş gibi yavaş yavaş harfi çizmeye çalı-şır. Teknik bir resim çi-zercesine harfin eğimi-nin, şeklieğimi-nin, oranları-nın doğru olmasına özen

gösterir. Hergün okuduğu Le Matin

gös-terildiğinde gazeteyi şeklinden tanıdığını, ama üzerinde yazılı olanları bir türlü okuyamadığını dile getirir. Oscar C. yaşadıklarından dolayı aklı-nı kaybettiğini bile düşünmeye başlar. Çok ilginç bir şekilde harfleri tanıyamamasına rağmen ra-kamları tanıyabilmektedir. Hatta karmaşık mate-matik problemlerini çözebilmektedir. Yazmasında da hiçbir problem yoktur, ancak yazdıklarına bak-tığında başkaları için son derece düzgün ve oku-naklı olan el yazısını kendisi bir türlü okuyamaz.

Oscar C. bu ilk felçten sonraki sürede gösterdiği bütün çabaya rağmen okuma yeteneğini bir türlü tekrar kazanamaz. Bununla beraber müzik çalış-malarına devam eder. Çünkü müzik yeteneği saye-sinde yeni parçaları kolaylıkla öğrenebilmektedir. Bilimsel açıdan bakılınca Oscar C.’nin durumu,

si yaptı. Otopsiden birkaç hafta sonra, Dejeriné Fransız Biyoloji Derneği’nin toplantısında yaptığı bir konuşmada, hastanın sağ beyin yarıküresinde hiçbir problem olmadığını, sol yarıkürede ise

bi-ri bibi-rinci, diğebi-ri ikinci felçten kaynaklanan lezyonlar bulduğunu açıkladı.

Beyni-nin sol yarıküresinde, ventral ok-sipito-temporal bölgede meydana gelen lezyon Oscar C.’nin okuma yeteneğini elinden almıştı.

Bura-sı beynin görsel bölgesi içindey-di. Dejeriné, görsel bölgenin bir

kısmında meydana gelen bir lezyonun nasıl olup da

kişi-nin okuma yetisini etkile-diğini “bağlantısızlık” kav-ramı bağlamında açıkla-dı. Bağlantısızlık hipotezi-ne göre Oscar C.’nin beynin-de, beynin farklı bölgeleri ara-sında iletişimi sağlayan, be-yaz madde adını verdiğimiz ve lifler-den oluşan yapının bir kısmı zedelenmişti. Lezyon görsel işlevlerin ilk aşamalarının gerçek-leştiği oksipital bölgeyi etkilemişti. Sol görsel kor-teksin bir kısmı da etkilenen bölgeler arasınday-dı. Felç, iki yarıküre arasındaki bağlantıyı sağla-yan, korpus kollosum adını verdiğimiz yapıyı, onun bir parçası olan ve sağ taraftaki görsel bölgeden ge-len bilgileri taşıyan liflerden bazılarını da harap et-mişti. Bu veriler ışığında Dejeriné’nin yorumu şöy-leydi: Oscar C.’nin beynindeki lezyon, görsel bil-giyi “görsel harf merkezine” taşıyan lifleri zedele-mişti. Dejeriné’nin ileri sürdüğü “okuma bölgesi”,

angular gyrus adı verilen ve serebral kortekste, sol

paryetal lobun tabanında yer alan bölgeydi. Buna göre Oscar C.’nin beyninin “harflerin görsel mer-kezi” denilebilecek bölgesinde bir problem yoktu. Çünkü eğer elinin ayasına kâğıt üzerine yazar gibi harfler çizilirse onları tanıyabiliyor ve ne

(5)

yazıldı-tirilmesi ile bu hastaların beyinlerinde neler olup bittiğini öğrenmek için ölümlerinin beklenmesi-ne ve ardından otopsi yapılmasına artık gerek kal-madı. Çünkü bu teknikler sayesinde daha hayatta-larken beyinlerinin hangi bölgesinin etkilendiği, otopsiden çok daha detaylı ve kesin bir biçimde be-lirlenebildi. Antonio Damasio ve eşi Hannah Da-masio 1983 yılında Neurology dergisinde yayımla-dıkları bir makale ile “saf aleksi”’nin anatomik de-taylarını açıkladılar. Sonraki yıllarda işlevsel beyin görüntüleme tekniğinin (fMRI-Functional

Magne-tic Resonans Imaging) geliştirilmesi ile, hastalar

de-ğişik işlevleri yerine getirirken gerçekleşen beyin aktivitelerinin gerçek zamanlı fotoğraflarını çek-mek de mümkün oldu. Ayrıca farklı hastaların be-yin görüntülerinin bilgisayar ortamında üst üste getirilmesi ile lezyonların beynin ortak bir bölge-sini mi yoksa farklı bölgelerini mi etkilediğini gör-mek de mümkün oldu. Beyinde harflerin, kelime-lerin ve rakamların görsel algılanması konusun-daki çalışmaları ile bilinen ve Reading in the

Bra-in (BeyBra-inde Okuma) adlı kitabın yazarı Fransız

bilim insanı Stanislav Dehaene ve çalışma grubu, aleksi hastaları üzerinde böyle bir çalışma gerçek-leştirdi. Önce aleksi hastalarının beyin görüntüle-rini fMRI ile belirleyip farklı hastaların beyin gö-rüntülerini bilgisayar ortamında üç boyutlu olarak karşılaştırıp ortak bölgeleri buldular. Daha son-ra bu görüntüleri beyinlerinin benzer bölgelerin-de lezyon olan, ama aleksi olamayan hastaların be-yin görüntüleri ile karşılaştırdılar. İki görüntü ara-sında ortak olmayan bölge, aleksiden sorumlu böl-ge olmalıydı. Bu çalışmanın sonunda aleksi hasta-larının hepsinin beyinlerindeki etkilenen bölgenin aynı yer olduğu ortaya çıktı, bu olağanüstü bir bul-guydu. Dahaena, ekibinin elde ettiği sonuçlara da-yanarak görsel harf merkezini beynin harf kutusu olarak adlandırmaya başladı. Harf kutusu sol

ok-li ister İngiok-lizce, ister Fransızca, ister Çince olsun harf kutusunun yeri hep aynıydı. Dahaena ve arka-daşlarının bulguları harflerin görsel tanınmasının Dejeriné’nin bildirdiği angular gyrus’a dayanmadı-ğını, ama ondan daha aşağıda bulunan harf kutusu tarafından gerçekleştirildiğini gösteriyordu. Zaten Dejeriné de Oscar C.’nin beyninin harfleri tanıya-bildiğini, ama görsel bilginin liflerdeki zedelenme nedeni ile harflerin tanındığı beyin bölgesine ula-şamadığını bildirmişti.

Şunu da hemen belirtmek gerekiyor, okuma iş-leminde harflerin algılanması işin sadece başlangı-cıdır. Okumanın gerçekleşmesi çok daha karma-şık bir işlev. Dahaena ve grubu okuma işlevini şöy-le açıklıyor: “Beynin sol oksipito-temporal bölge-sinde bulunan harf kutusu, harflerin ve

kelimele-rin görsel şekillekelimele-rini algılıyor. Harf kutusu bu bil-giyi sol yarıkürede bulunan ve kelime anlamını, ses motiflerini, harflerin seslendirilişini kodlayan çok sayıda değişik bölgeye iletiyor. Dolayısıyla işit-me ve konuşma bölgeleri ile doğrudan bağlantılar söz konusu. Kelimelerde yüklü anlamların algılan-ması ve yorumlanalgılan-ması, beynin hafıza ve duygu gi-bi işlevlerinden sorumlu bölgelerinin katılımını da gerektiriyor. Bu bölgeler arasındaki karşılıklı bilgi akışıyla sadece insan türüne ait bu olağanüstü be-ceri gerçekleşiyor”.

Peki okumanın beyin üzerinde ne tür bir etki-si var? Okuyan beyin ile okumayan beyin bir mi? Daha fazla okuyan çocuklar ile az okuyan veya hiç okumayan çocukların zihinsel yetkinlikleri arasın-da fark olabilir mi?

(6)

Pittsburg’daki Carnegie Mellon Üniversitesi Bi-lişsel Beyin Görüntüleme Merkezi araştırmacıla-rından Marcel Just ve Timothy Keller, 8-12 yaşla-rı arasındaki çocuklarda okumanın beyin üzerin-deki etkilerini araştırdı. Bir grup okuma problemi olan çocuklardan oluşuyordu. Kontrol grubunda ise normal düzeyde okuyabilen çocuklar yer aldı. Araştırmacılar özel bir Manyetik Rezonans Görün-tüleme tekniği kullanarak bu çocukların beyinleri-ni inceledi. Bu tekbeyinleri-nikle çocukların beyinlerindeki “beyaz madde” adını verdiğimiz, bir bakıma şehir-lerarası yollar gibi beynin değişik bölgeleri arasın-da bilgi akışı sağlayan bölgelere baktılar. Çalışma, okuması zayıf olan çocukların beyinlerinin beyaz maddesinin yapısal kalitesinin, normal okuyan ço-cuklarınkine kıyasla daha düşük olduğunu ortaya koydu. Just ve Keller çalışmanın devamında, oku-ması zayıf olan çocuklara bir sonraki ders yılın-da 100 saatlik özel bir program uyguladı. Bu prog-ramda öğrenciler belli kelime ve cümleleri defalar-ca tekrar edip okumalarını ilerletti. Programın biti-minde çocukların beyin görüntüleri yeniden

alın-dığında, sadece okuma yeteneklerinin değil beyin dokularının da değiştiği ortaya çıktı. Yoğun prog-ram, bu çocukların beyinlerinin beyaz maddesin-de iyileşmeye nemaddesin-den olmuştu, meydana gelen maddesin- de-ğişiklik önemli düzeydeydi. Daha da önemlisi iyi-leşme miktarı ile okumadaki ilerleme arasında bire bir bağlantı olmasıydı. Beyinlerinde daha fazla iyi-leşme olan çocukların, okumalarında da daha fazla iyileşme gözlenmişti. Daha önce yapılan çalışma-larla bu son çalışma birlikte değerlendirildiğinde, okumanın beyinde sadece gri maddeyi değil, sinir-lerarası bağlantılar olan beyaz maddeyi de etkiledi-ği ortaya çıkmış oldu. Bir diğer deyişle okuma be-yinde yapısal değişikliklere neden olmuştu.

Özellikle gelişmekte olan ülkelerde yaşayan 80 milyon kadar çocuğun, okuma yazmayı öğreneme-dikleri için fakir kalacağı ve okuryazar olamadık-ları sürece bu fakirlikten kurtulamayacakolamadık-ları tah-min ediliyor. Bu gerçeğin farkına varan çok ulus-lu gönüllü kuruulus-luşlar, gelişmekte olan ülke çocuk-ları için okuma yazma kursçocuk-ları açmak ve onlar için kitap toplamak üzere gönüllü faaliyetlerde

(7)

ri yaşlarda toplumsal soyutlanma problemi ile kar-şılaşıyor. Bu problem sadece gelişmekte olan ülke-lerle de sınırlı değil. Örneğin İngiltere’de 1970 do-ğumlu kişilerle yapılan bir çalışmada, okuma yaz-ma becerisi zayıf olan öğrencilerin toplumdan so-yutlanma riskinin çok yüksek olduğu, 16 yaşına girdiklerinde bir işe yaramadığı düşüncesi ile oku-lu terk etme oranlarının yüksek olduğu, otuz yaş-larına ulaştıklarında çoğunun işsiz olduğu ve “ne yaparlarsa yapsınlar yaşamlarında hiçbir değişik-lik olmayacağı” inancını taşıdıkları belirlendi. Ça-lışmada ebeveynlerden herhangi birinin çocukları-nın okuldaki durumunu öğrenmek üzere veli top-lantılarına hiç katılmadığı da ortaya çıktı.

Okur yazar olmamanın, sosyal izolasyona yol açma ve iş bulabilme becerisini olumsuz yönde et-kilemenin ötesinde, çok daha derin etkileri devar. Çocuk psikolojisi dalında yazılmış ünlü kitaplar-dan biri olan “Çocukların Zihinleri” adlı kitabın, Edinburg Üniversitesi Gelişim Psikolojisi’nde pro-fesör olan yazarı Margaret Donaldson, doğrudan tecrübe edilen şeylerle ilgili olmayan konular üze-rinde düşünebilme becerisinin çocuğun “dil” ol-gusunu kavramasıyla başladığını ve bu becerinin okumanın öğrenilmesi ile kazanılıp geliştiğini be-lirtiyor. Bu becerinin bir sonucu olarak da çocuğun zihinsel olarak geliştiğini, kendini bilme ve kendi-ni kontrol edebilme gibi üst düzey zihinsel

faali-yetlerinin geliştiğini öne sürüyor. Rus psikolog Lev Vygotsky ise özel birtakım sistem, sembol ve işa-retlerden oluşan yazım dilinin ustalıkla kullanıl-masının bir çocuğun kültürel gelişiminde kritik bir dönüm noktası olduğunu vurguluyor. Bu ko-nuda çalışan Kanadalı bilim insanları Kieran Egan

(8)

<<< ve Natalia Gajdamaschko ise, okuma yazmanın

çocukların sadece mantık gelişimini değil duygu-sal gelişimini de sağladığını, hayal güçlerini, içgöz-lem (kendi düşünce ve hislerini inceiçgöz-leme) beceri-lerini geliştirdiğini, duygu ve düşüncelerine ilişkin farkındalıklarını artırdığını belirtiyor.

Bütün bu sonuçlar, hem kendi kişisel gelişimi-miz hem de çocuklarımızın gelişimi için okumanın olağanüstü önemini gözler önünde seriyor. Üzerin-de bilimsel bir çalışma yapılmamış olmakla birlik-te, ABD’de çocukların henüz ana okulunda iken ki-taplarla tanıştırılmasının, birinci sınıftan başlamak üzere okuma ve yazmaya özel bir önem verilmesi-nin, ilkokul ikinci sınıfı bitiren pek çok çocuğun giriş, gelişme ve sonuç bölümlerini içerecek şekilde kısa hikâyeler yazabilecek düzeye ulaşmasının ve yaşam boyu süren okuma alışkanlığının aşılanma-sının, ABD ile geri kalmış veya gelişmekte olan ül-keler arasındaki farkta çok önemli bir rolü olduğu-nu düşünüyorum. Çocuklarımız için yapabileceği-miz en büyük iyiliklerden biri onlara okuma sev-gisini aşılamaktır. Bunun için en etkin yöntem bu konuda örnek olmak ve küçük yaşlarından itiba-ren onlara kitap okumaktır. Kelime hazinesinin ge-lişmesinin öğretim ile değil, büyük ölçüde çocuk-ların yeni kelimelere maruz kalması sayesinde ger-çekleştiği eğitim bilimciler arasında kabul gören bir görüştür. Bu konuda araştırma yapan çok sayı-da bilim insanı ise kelime hazinesinin konuşma sı-rasında veya başkasından duyma ile değil, asıl çok okuma sayesinde geliştiğini belirtiyor. Bunun geri-sinde yatan nedenlerin başında yazılı metinlerin, konuşma diline ve sözlü medya araçlarında kulla-nılan dile kıyasla hem çok daha fazla sayıda keli-me içerkeli-mesi hem de kullanılan kelikeli-melerin çeşitli-liğinin çok daha fazla olması geliyor. Örneğin böy-le bir çalışmada bilimsel makaböy-leböy-lerin özet bölüm-lerinde her bin kelime başına 128 seyrek kullanı-lan kelime geçtiği belirlenirken, bu rakamın gaze-teler için 68, televizyon dizileri için 22,7, çocuk

ki-gayret sarfetti. Sabırla, bıkmadan usanmadan üze-rinde durdukları konu, onun yeniden okuyabilme-sini sağlamaktı. Fakat o yazmayı hiçbir zaman bı-rakmadı. Yazdıklarını okuyamamak onu yıldırma-dı. Zamanla sabır ve uğraşları meyvesini verdi ve yavaş yavaş okumaya başladı. Başlangıçta yazdığı bir cümleyi çok kısa bir süre için okuyabiliyor, bir kaç saniye sonra aynı cümleye baktığında harfle-ri tanıyamıyordu, ancak zamanla okuyabildiği sü-re gidesü-rek uzadı. Yeni kitaplar yazmaya da başla-dı. 2007’de kahramanı Benny Cooperman’in kafa-sına aldığı bir darbe sonucu nasıl okuma yeteneği-ni kaybettiğiyeteneği-ni ve sonrasında kendi yaşadıklarına benzer şeyler yaşadığını anlattığı “Okumayı Unu-tan Adam” adlı kitabını yayımladı. Son olarak yi-ne Benny Cooperman’ın serüvenlerinden oluşan “Süveyş’in Doğuşu” adlı kitabını yazdı.

Okumayı keşfetmek insanlık tarihinin en önem-li dönüm noktalarından biri oldu, çünkü o saye-de tür olarak ilk saye-defa entelektüel açıdan gelişme-ye başladık. Bu beceri sagelişme-yesinde yaklaşık beş bin yıllık bir sürede okuma yazmanın çok az raslanan bir şey olduğu “basit toplumdan”, bizden on binler-ce kilometre ötede yaşayan veya yüzyıllar önbinler-cesin- öncesin-de yaşamış insanların yazdıklarını ipad’imiz, No-ok’umuz veya Kindle’ımızla okuyabildiğimiz “tek-nolojik toplum” haline geldik. Geldiğimiz noktayı borçlu olduğumuz okur yazarlığımız ise günümüz-de artık iyi bir yaşam sürebilmenin en önemli ön

Bahri Karaçay, Iowa Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatri Bölümü, Çocuk Nörolojisi Kürsüsü öğretim üyesidir. Ayrıca aynı üniversitenin Gen Tedavi Merkezi ve Holden Kanser Merkezi üyesidir. Nörolojik doğum kusurları üzerinde genler düzeyinde araştırmalar yürütüyor. Beş yaş altındaki çocuklarda görülen sinir sistemi tümörü nöroblastoma ve yine sinir sistemini etkileyen Alexander hastalığına gen tedavisi geliştiriyor. Ayrıca alkolün ve LCM virüsünün fetüs beyni üzerindeki etkilerini araştırıyor. Karaçay’ın ilk kitabı

Yaşamın Sırrı DNA Aralık

2010’da TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları arasında yayımlandı.

Referanslar

Benzer Belgeler

This study investigated the total carbohydrate, chlorophyll-a, -b, carotenoid and lipid production and nutrient removal of mixotrophic microalgae (C. vulgaris) cultured in

Sultana (3a) bir hediye takdim etmek istediğinde (3b) en güzel he- diyenin âyât, ahbâr, hikem ve âsâr dan müteşekkil bir eser olabile- ceğine (4a) karar veren müellif, me-

14- Osmanlı Devleti’nde toprak yönetimi ile ilgili olarak ortaya konulan sisteme her ne kadar Dirlik Sistemi adı verilmişse de toprakların büyük kısmı Tımar

İlkokul derslerim kanalıma abone

Beden eğitimi öğretmenlerinin hizmet süresi incelendiğinde dine sığınma alt boyutu ortalamalarının hizmet süresi 5 yıl ve daha az olanlar ile 11 yıl ve üzeri olanlar

Sov- yet halklarının kardeşlik dili Rusça, Sovyet dili Rusça gibi uygulamalar, politi- kalar sayesinde Rusça, Sovyetler Birliğindeki Türk soylu halkların iletişim dili

Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Daire Başkanlığı, şimdilik İstanbul ve Ankara Emniyet Müdürlükleri'ne 20'şer adet da ğıtılan elektroşok silahının maksimum 15

Muhallebici, Vafi Bey ve Yahya Aziz gibi yaşayan bilge kişiler/yön- lendiriciler sayesinde huzur yolculuğunda büyük aşama kat eden Ferit, ölü bil- ge olarak