AKP hükümeti iktidara gelişiyle birlikte hızla, haleflerinin tamamlayamadığı işe, Türkiye’nin neoliberal politikalara uyarlanmasının hukuki zeminini inşa etmeye başladı. Alelacele yapılan özelleştirmeler, gündemde Cargill yasası olarak yer edinen çok uluslu şirketlere mahsus yasalar, uyarlama çabalarının hamleleriydi.
Nükleer Güç Santrallerinin Kurulması ve İşletilmesi Hakkındaki Yasayı da bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Birçok gelişmiş ülke, atık sorunu çözülmemiş nükleer santralleri tek tek kapatırken, nükleer lobisi işsiz kaldı ve gözlerini gelişmekte olan ülkelere dikti. AKP hükümeti de bu uyarlama çabalarının bir ayağı olarak nükleer yasayı, nükleer karşıtlarının yoğun muhalefetine rağmen meclisten geçirdi. Bu durumda cumhurbaşkanının geçtiğimiz günlerde veto ettiği yasanın TBMM tarafından yeniden cumhurbaşkanına gönderilmesi şaşırtıcı bir gelişme
olmayacaktı. Ancak meclisin girdiği siyasal kriz yasanınseçim sonrasına kalmasına neden olabilir. Son kertede AKP hükümeti de halefleri gibi politik programını, varlığını borçlu olduğu neoliberal kapitalist politikalar ekseninde oluşturmuştur. Seçimden sonra Nükleer karşıtlarını zor bir mücadele süreci bekliyor. Bu sürece yeni bir umut ve eksenle hazırlanmak zorunlu. Bunun için geçmişte yaptığımız hatalardan ders çıkartmalı v nükleer karşıtı mücadeleyi yükseltmeliyiz.
Nükleer Karşıtı Muhalefet
Neoliberal kapitalist politikalar, 80’li yıllardan itibaren, ekonomi, siyaset ve hukuk alanları başta olmak üzere, egemenliğini perçinleyecek bir gelişme kaydetti. Kapitalistleşme sürecini izleyen toplumun militarizasyonu, bireysel silahlanma; kapitalist toplumsallaşmanın yarattığı güvensiz ve korku dolu toplumun yansıması olarak açığa çıktı. İç ve dış düşman yaratma konusunda yetkinleşen egemen siyaset, çevre konusunda gösterilen her türlü duyarlılığın arkasında bölücü ve yıkıcı bir çaba aramış veya toplumda bu izlenimi yaratacak girişimlere zemin hazırlamıştır. Toplumsal depolitizasyon süreci, medyanın giderek artan etkinliği karşısında kendi gerçeğini televizyonlardan gördüğüne indirgeme psikolojisinin gelişimi, geleneksel siyasal mekanizmaların içinde temsil mekanizmalarının erimesi, politikanın bir mesleğe dönüşmesi, geniş yığınların kendi sorunlarına çözüm bulma olanaklarını yaratma konusunda alternatif siyasetlerin ataleti yeni sağ hükümranlığın gelişmesine de olanak sağlamıştır. Toplumsal
yoksullaşma ve sömürü ile doğanın tahribatına yol açan kapitalistleşme sürecinin ve toplumsal tahakküm ilişkilerinin aynı politik eksende mücadele pratiğine dönüştürülememesi ise ekoloji hareketini, marjinalleşme ve neoliberal
söyleme eklemlenme arasında tercihe sıkıştırmıştır. Türkiye’de nükleer karşıtlığının temel politik öncülleri, en genel anlamda diğer enerji üretim teknikleri ile karşılaştırılarak geliştirildi. Bu şekilde nükleer enerjinin verimli olmadığı, sağlığı ve doğanın geleceğini tehdit ettiği, pahalı olduğu, dış bağımlılık yarattığı vurgulandı. Bu noktalar üzerinden geliştirilen eylemlilikler bir duyarlılığın oluşmasına ve bu nokta da bir kamuoyu oluşmasına zemin hazırladı, ancak ekoloji hareketinin Türkiye’de de temel karakteristiği olan sorun odaklı ve aksiyoner niteliği sonucunda bu konuda olgunlaşan duyarlılık politik karakterini toplumsallaştıramadı. 29 Nisan 2006 tarihinde coğrafyamızdaki ekoloji hareketlerinin en büyük mitinglerinden birine imza atan nükleer karşıtlarının bu ikilemi aştığını, sıkışmışlıktan çıkabildiğini söylemek mümkün değil. Nükleer karşıtlarının söyleminde yer eden alternatif enerji kaynakları vurgusu bu durumun göstergesi olarak okunabilir.
Oysa, alternatif enerjinin alternatif toplum ile mümkün olabileceği, teknolojinin de verili üretim tarzı tarafından belirlendiğini vurgulamak gerekir. Neyin, nasıl, ne kadar, ne için üretildiği hesaba katılmadan teknolojik alternatiflere yönelme politikası, en fazla piyasadaki enerji desenini çeşitlendirir. Merkezileşmeye, uzmanlaşmaya ve meta ilişkileri dinamiklerine yaslanan enerjinin kaynağı ne olursa olsun, toplumsal bir alternatif olamaz. Dünya savaş sanayinin ve Ortadoğu’da estirilen terörde harcanan enerjinin sorgulanması yapılmadan; alternatif enerji kaynaklarıyla, giderek artan toplam enerji talebinin karşılanabileceği yolundaki politika, nükleer karşıtı hareketi başarısızlıkla sonuçlanacak bir mücadele sürecine sokacaktır.
Yeni Dönem
Nükleer enerjinin bir seçenek olarak sunulmasına karşı politika üretirken, bir yandan da enerjiyi toplumsallaştırmanın da yolları çizmelidir. İçinden geçtiğimiz çağı yaşanılabilir kılacak ve özgürlükçü, eşitlikçi bir toplum yaratacak bu yollar bugün en temelde yoksul halk sınıflarının ve doğanın içinden billurlaşmalıdır. Bu nedenle de ‘Nükleere Hayır; herkese ihtiyacı kadar temiz ve ücretsiz enerji’ talebi ile birlikte ‘enerjinin toplumsallaştırılması’ talebi de
karşısında, tahakküm ve sömürü ilişkilerini reddeden; dayanışmacı, eşitlikçi ve ekolojik toplum yaratma iradesi ve politikasıyla mümkün olacaktır. Şimdi bu politikayı yaratmanın ve üretmenin vaktidir.