• Sonuç bulunamadı

ORD. PROF. Dr. H. C. GÜSTAV OELSNER

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "ORD. PROF. Dr. H. C. GÜSTAV OELSNER"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ORD. PROF. Dr. H. C. GÜSTAV OELSNER

(23. Şubat 1879-26 Nisan 1956)

Yüksek Mühendis Okulu Mimarî Şubesi, Gümüşsüyü binasının eski kıs-mında bulunduğu zamanlardı. 1940 se-nesi Kasım ayında bir gün okulun ko-ridorunda, kısa boylu, sivri sakallı, her-kesin nazarı dikkatini çeken sempatik yüzlü bir yabancıya tesadüf ediyorum. Yanında beraber yürüyen Profesör Tay-lan beni kendisiyle tanıştırıyor ve Prof. Oelsner'le karşılaşmamız o tarihte bu şekilde başlıyor. O zamandan itibaren de Prof. Oelsner Mimarî şubesinde Şehir-cilik derslerini vermeyi deruhte ediyor. Onu okulda arasıra görüyordum, günler geçtikçe kendisine karşı saygım ve sem-patim artıyordu. Hakikaten Oelsner'i kısa zamanda tanımak mümkün değildi. İlk intibalar, daima, onu, donuk, ağır, az konuşan bir kimse olarak tanıtırdı.

1940 senesinde kendisiyle temasım uzaktan uzağa oldu. Ertesi sene tedrisat başladığı sırada o zaman mimarî şube-si şefi bulunan Prof. Emin Onat, bir gün bana, bina bilgisi dersleriyle beraber Şehircilik kürsüsünde de Doçent olarak çalışmak ve Prof. Oelsner'i tercüme et-mek vazifesini verdi. Prof. Oelsner'le yakın temasım da o tarihte başladı.

Takrirlerini umumiyetle irticalen yapar, izah ettiği konuyu çok geniş bir çerçeve içinde anlatmaya çalışır, bütün dünyadan canlı misaller verir, aynı za-manda mevzuun felsefesine de girerdi. Onu tercüme etmekte, başlangıçta, güç-lük çektiğimi itiraf etmeliyim.

Dünya klâsik edebiyatına derin vukufu vardı, konuşmalarında daima edebî pa-sajlar zikrederdi; Goethe, Shakespeare, Schiller gibi büyük klâsiklerden aldığı mısraları tercümede bir hayli yorulur-dum.

Aramızda resmî başlayan münase-bet günler geçtikçe samimîleşiyor, be-nim ona karşı hürmet ve hayranlık his-lerini arttığı nisbette onun da bana kar-şı muhabbeti fazlalaştığını hissediyor-dum. On sene devam eden müşterek ça-lışmamızın sonunda aramızdaki bu bağ-lar o kadar arttı ki birbirimize karşı, âdeta, en yakm akraba nazariyle bakı-yorduk. Onu anmak, ruhunu taziz et-mek için yazmaya çalıştığım bu satır-larda hangi tarafından bahsetmeliyim, bilmiyorum.

Nafia Vekâletinin de şehircilik mü-şaviri olarak çalıştığı bu zamanda, Fa-külteye iki haftada bir gelir, her defa-sında arada memleketimizin bir köşesi-ne seyahat etmiş, bir çoklarımızın da tanımadığı yerleri görmüş, oraların bir çok şehircilik problemleri ile meşgul olmuştur. Bu seyahatleri takip eden derslerinde daima Anadolu şehirlerinden bahseder, yeni gördüğü köy ve kasaba-ları büyük bir heyecanla anlatır, bu kü-çük şehirlerin meselelerini bir ehem-miyet sırasına göre öğrencilerine izah eder, yaptığı tavsiyeleri sayar, hepimiz büyük bir heyecanla, kendisini dinler-dik. Onun en kuvvetli tarafı, şehircilik mevzularını izah ederken, karşısındaki-ne büyük bir heyecanı aşılamak husu-sundaki kudreti idi. Onu dinleyip de bu mevzulara karşı bir alâka duymamak imkânsızdı. Fikirlerini, güzel, renkli krokilerle izah etmesini severdi. Ders-lerinde, renkli tebeşirlerle tahtaya çiz-diği hisli krokiler karşısında herkesi hayran bırakırdı. Kendisinin hususî ter-sim malzemesi vardı, onları büyük bir titizlikle muhafaza eder yanında taşırdı. On senelik beraber çalışmamız

sı-rasında hiç durmadan Anadoluda seya-hat etmiş, Türkiyenin şehircilik sahasın-daki bütün problemlerini Fakülteye ve öğrencilerine intikal ettirmiş, ders ve tatbikatlarında daima memleketimi-zin meseleleriyle meşgul olmuş, muhiti ve öğrencilerine şehircilik şuuru ve he-yecanını aşılamıştır. Uzun senelerin tec-rübesi ,tebellür etmiş şahsiyetiyle, tale-besinin büyük hürmet ve muhabbetini kazanmış, derslerini sevdirmiş ve Şe-hirciliği onlara, iddiasız ve mübalâğasız tabiatiyle, sevdirerek öğretmiştir.

Diğer taraftan, memleketemizin muhtelif şehirlerinin inşasında "e bun-ların inkişafında büyük hizmetler gör-müş, Nafia Vekâletinde bu sahada ça-lışanların yetişmesinde ve gelişmesin-de müessir olmuş, bütün bu faaliyette gürültü ve münakaşadan uzak, sakin, çalışkan, şahsiyet ve meslek şuuruna sahip, yüksek insanlık meziyetleri ile temayüz etmiş ve etrafındakilerin hay-ranlığını çekmiş, kibar bir meslek ada-mı olarak faaliyet göstermiş, daima mu-vaffak olmuş ve memleketimizde ilk de-fa muasır şehirciliğin esaslarını ortaya koymuştur.

Profesör Oelsner bir şehirci olarak, insanlığın bütün sosyal dertlerine karşı büyük bir alâka duyar, ızdırap çeken insanlara bütün mevcudiyetiyle yardım etmek isterdi. Esasen Almanya'da da 1933 senesine kadar daha ziyade bu nevi şehircilik meseleleri ile bilhassa ya-kından meşgul olmuş, o tarihe kadar Hamburg ve civarında meydana getir-diği sosyal mesken siteleri, onun, Al-manyanm bıı bölgesinde, birinci plân-daki insanlar arasına girmesini sağla-mıştır. Bu verimli faaliyeti takdir

(2)

edi-len Prof. Oelsner'e, Serbest Hamburg şehrinin yapı ve imar işlerini tedvire memur (Senatörlük) payesi verilmiş ve Nazi re:'iminin başlangıcına kadar bu vazifeyi de muvaffakiyetle ifa etmiştir.

Memleketimizde birbirini takip eden büyük zelzele felâketleri onu çok yakından alâkadar etmiş, bütün bu böl-gelerde, depremin yaptığı hasarı ve bu-nun sebeplerini yerlerinde tetkik etmiş, hazırladığı plânları, raporları ve tavsi-yeyleriyle buralardaki ıztıraplı insan-lara yardım etmeğe çalışmıştır.

Türkiye'de bulunduğu on sene zar-fında memleketimizi hakikaten çok sev-miş, konuşmalarında daima, Türkiye, onun ikinci vatanı olduğunu söylemiş-tir. Memleketimizin bütün şehircilik problemleriyle candan alâkadar olmuş Türkiye'yi kendi memleketinden tefrik etmsmiştir.

1950 senesinde Hamburg Belediyesi-nin kendisini ısrarla dâveti anına kadar Türkiye'den Almanya'ya dönmeyi hatı-rına getirmemiş ve hattâ bana, çok sev-diği Bursa'ya gömülmesini vasiyet et-mişti.

1950 senesinde, Hamburg Belediye Reisi eski dostu Max Brauer'den, Ham-burg'un yeniden imârında kendisine şiddetle ihtiyaç olduğunu bildiren mek-tup geldiği zamanki şaşırmış halini ga-yet iyi hatırlarım.

Bir taraftan vatanından gelen bu ıs-rarlı dâvet, diğer taraftan Türkiye'ye karşı bağlılığı ve sevgisi, karar vermek-te onu büyük vermek-tereddütlere sevk etmişti. Neticede bizden bir sömestr için ayrıl-mayı doğru buldu.

On senelik bu bağı birdenbire ko-parmak istemiyordu ve bu suretle mu-vakkat bir müddet için Fakül-teden ay-rıldı; fakat Hamburg'da o sıralarda başlayan büyük imâr ve kalkınma faa-liyeti ve plânlama vazifeleri dolayısiyle hemen dönemedi. 1950 Ağustosunda o zamanki Fakülte Dekanı Prof. Kuran'a yazdığı mektup ço.k şayanı dikkattir:

«Sayın Rektör, Senato Azaları, ve bizzat siz ve kıymetli meslekdaşlarım-dan, bu sömestr, İstanbul'daki vazifem-den affetmeniz için, ricada bulunmak,

bana çok güç geliyor. Güç geliyor, zira ben Teknik Üniversitedeki bu vazifemi ömrümün sonuna kadar yapmıya karar vermiştim. Bu yazım da bir nevi veda mektubu telâkki edilirse buna da ta-hammülüm yoktur. Bana gelecek, sene, Teknik Üniversitedeki dostlarımı, tale-belerimi ve sizleri tekrar görmek fırsa-tını verirseniz, minnettar olurum. Oraya tekrar gelmek arzumun da hiç bir ego-ist mütalâaya dayanmadığına emin olma-lısınız. Bu, Türkiye ve Teknik Üniver-siteye karşı derunumda taşıdığım, de-rin şükran hissinin bir ifadesi olarak telâkki edilmelidir.

Bu sıralarda Hamburg'da, ben onu ziyaret ettim. İki ay Hamburg imâr teş-kilâtında beraber çalıştık, benimle ya-kından alâkadar oldu, her şeyi görmem ve her şeyi öğrenmem için büyük gay-retler sarfetti. Bunlar hayatımda unuta-mayacağım hatıralardır.

1950 senesi kış sömestr'inde sözünü tutarak tekrar Fakültemize gelmişti. Bu bir veda sömestr'i oldu. 1951 baharın-da tekrar Hamburg'a döndü. 1955 se-nesine kadar ne o gelebildi, ne de ben onu ziyaret edebildim. İki haftada, bar zan da ayda bir mektuplaşıyorduk. Uzak-lardan yine bizlerle alâkadar olmıya de-vam ediyor, çalışmalarımızla ilgileniyor ve daima mektuplarında bir çok, mes-leki yeni malûmat gönderiyor, kendi çalışmalarından bahsediyordu.

1955 senesinde Ankara İmâr plânı müsabakasına Jüri âzası olarak iştirâk etti ve Nisan ayında Ankara'da toplanan İmâr Kongresinde kendisiyle, beş sene sonra tekrar buluştuk. Bu tekrar karşı-laşma çok heyecanlı oldu. Oradaki me-saisi bittikten sonra beraber İstanbul'a

döndük. Rahatsızdı, kendisini iyi his-setmediğini söylüyordu. İstanbul'da faz-la kafaz-lamadı. Kendisinden, ricam

üzeri-ne ogünkü şehircilik dersini vermeyi kabul etti. Beraber sınıfa girdik. Söze: «İşte yine, beş sene sonra, tıpkı eski me-sut günlerdeki gibi dersi ben vereceğim ve dostum Kemal Ahmet de yine o za-manki gibi tercüme edecek» diyerek başladı. Ve o bir saatlik ders benim için çok heyecanlı, hattâ üzücü oldu. O gece arkadaşlarımızla beraber bizim

evde toplandık. Büyük dostum, hocam, mesai arkadaşım, Kürsümüzün kurucu-su, hayatımda mühim rol oynıyan bu büyük adam ilk defa bana (sen) diye hitap etti ve benim de kendisine kat'î olarak (sen) diye hitap etmem zamanı geldiğini söyledi. Buna kolay alışama-dım. Fakat her defasında bana şiddetle hatırlatıyor ve buna riayet etmediğim zamanlar âdeta kızıyordu. Ertesi gün Almanya'ya döndü ve bizi tekrar oraya dâvet etti.

Bu arada Teknik Üniversite Sena-tosu, Türkiye'deki muvaffakiyetli çalış-maları ve Mimarlık Fakültesinde Şehir-cilik Kürsüsünün kurulmasında göster-diği büyük gayret ve mesaisini göz önünde tutarak, ona fahrî Dr. H. payesini tevcih etti. Bu haber kendisini fevkalâde mütehassis etti.

1955 senesi yazında onu Hamburg-da ziyaret ettiğimiz zaman, hastahanede bulduk. Yattığı yataktan her şeyi tan-zim etmiş ve bize bir haftalık program hazırlamıştı. Orada geçirdiğimiz hafta, çok ıztıraplı oldu. Bizi, ilk gördüğü gün söylediği sözlerin unutulması mümkün değildir. «Doktorlara haber verin, aile-me aile-mensup kimseler gelmiş, beni bu-radan çıkarsınlar.»

Hamburg'tan ayrılırken, hastahane-ye yaptığımız vfeda ziyaretinde onu son defa gördük. Bir müddet sonra kendi-sini Hamburg'ta ziyaret eden arkadaş-larımız, iyileştiğini, evine döndüğünü haber verdiler. Esasen muhabereye de başlamıştık. İstanbula gelmeye karar verdiği 1956 senesi Nisan ayında, hare-ketinden iki gün evveldi, oradaki bir dostumdan aldığım mektupta onun 26 Nisan günü öğleden sonra, seyahat ha-zırlıkları yapmak üzere bir Banka ho-lünde beklerken hayata gözlerini yum-duğunu öğrendik.

Bu haberin üzerimde bıraktığı te-sirleri burada ifade etmeye imkân yok-tur.

1951 Nisanında babamı kaybetmiş-tim. 1956 Nisanında da, aynı mânada bağlı olduğum bir diğer insanı kaybet-miş bulunuyordum.

Referanslar

Benzer Belgeler

kilometre ötelerde yaşayan bugünkü Saha (Yakut) Türklerinin dilini incelemek üzere sözlüğünün Türk Dil Kurumunda tercüme edilip yayımlamasını istemesi hep bu

By correlating EPR and optical absorption data, spin Hamiltonian parameters and molecular orbital coeffi­ cients are calculated for the vanadyl ion and are given in Table 1.. The

Neyzen'in bizim gibi bir fâni olmadığım, efsanelerdeki varlıklar gibi, ancak neyini eli­ ne aldığı zaman yaşamağa başlayan bir mahlûk olduğunu dü­

Sirius B’nin d›fl katmanlar›n› uzaya sal›p beyaz cüce haline gelmeden önce anakol ve karars›zlafl›p fliflti¤i “k›rm›z› dev” evrelerinde toplam 101 ya da

Daha sonra (s.43-55) Azerbaycan, Irak-~~ Acem ve Irak-~~ Arab'daki geli~meler ile Timur'un buralan idaresine tevdi etti~i Mirza Ömer, Miran~ah ve Ebu Beitir'in yapt~klar~,

Birçok defa da, Ziya Kalkavan ya da Kakavanlardan biri, ka-i çakçılıkla suçlanmış, haklarında davalar açılmış, hatta tutuklan­ mışlardı. Ziya Kalkavan,

cenazelerine İştirak ederek sami- naî yardımlarını esirgemiyen, telgraf ve telefonla büyük acı­ m ızı paylaşan, çelenk gönderen değerli ve vefakâr akraba,

Daha önce sağlıklı olan, mide kanaması sonrası birinci derece akrabasından bir ünite kan transfüzyonu yapılan 56 yaşındaki erkek hasta, transfüzyondan iki hafta sonra