• Sonuç bulunamadı

PSİKANALİTİK KURAM

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "PSİKANALİTİK KURAM"

Copied!
9
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

PSİKANALİTİK KURAM

• Sinema ve Psikanaliz ilişkisine geçmeden önce yararlanacağımız temel başvuru kaynakları olan Sigmund Freud ve Jacques Lacan’ın temel kuramlarına bakmakta yarar var;

• Sigmund Freud: Freud öncelikle bilinç ve bilinçdışı ayrımı yapmıştır.

Bilinç, zihnin fakında olunan kısmı; bilinç dışı bilinçli benlikle kavranılamayan endişeleri, korkuları ve arzuları kaydeden bölümdür.

Genel olarak bilinçdışı bilincin aksaklıklarında, dil sürçmelerinde ve rüyalarda karşımıza çıkar. Bu anlayış, zihin üzerinde egemenlik kuran Kartezyen özne anlayışının yıkılmasını mümkün kılar.

• Ayrıca Freud insan zihninin yapısını id, ego ve süper ego olmak üzere üçe ayırır.

• Freud’un bir diğer kavrayışı, insan öznenin gelişiminde ve insanın cinsiyetli bir varlık olmasında Oidipus karmaşasının önemini ortaya koymasıdır.

 Oidipus Kompleksi

 Elektra Kompleksi

(2)

PSİKANALİTİK KURAM

• Jacques Lacan: Lacan, benliğin kurulma sürecini biyolojik dürtülerden dil ve kültüre kaydırmış; bütünlüklü benlik kavramını tartışmaya açmıştır. Bu görüşünün temelinde ayna evresi kavrayışı vardır (Smith, 2007, s.280).

Lacan, kendisini parçalar dizisi olarak algılayan çocuğun 6-18 ay arasında ayna evresine girdiğini ifade eder. Çocuk aynadaki yansımasıyla özdeşleşir ve hayali bir bütünlük yanılsaması oluşturur. Bu evre anne-çocuk bütünlüğünün kurulduğu imgesel düzen olarak adlandırılır. Daha sonra Babanın Adı, Babanın Simgesi bir kastratör olarak devreye girer. Burada söz konusu olan simgesel bir kastrasyondur. “Babanın Yasası… çocuğu anneden kastre eder; anne ile dolayımsız ilişkiye son vererek çocuğu kültürün dünyasına bağlayacak olan Oidipal özdeşleşme sürecini başlatır.”

(Sarup, 2005, s.186). Çocuk Babanın Yasası’yla özdeşleşerek dil ve kültürün kurallarını kabul eder (Simgesel Düzen). Çocuk dil aracılığıyla arzusunu ifade eder ama arzusu asla tatmin edilemez. Çünkü arzusu aslında olanaksız bir şeyle, sahip olduğu hayali tamlık yanılsamasıyla ilgilidir. Böylelikle “bilinçdışı arzu kültüre uygun dileğin ardında metonimik bir artık olarak kalacaktır” (Sarup, 2005, s.197).

(3)

SİNEMA VE PSİKANALİZ

• Sinema-Psikanaliz ilişkisine geçmeden önce Christian Metz’in sinema göstergebilimi kavrayışına bakalım;

• Christian Metz sinemanın nasıl ve ne tür bir dil olduğunu araştırarak, göstergebilim ve sinema arasında bağlantı kurmaya çalışmıştır.

Sinemanın hem bir dil olduğunu hem de dil olmadığını ifade etmiştir.

Ona göre sinema dil değildir; çünkü gerçekliği olduğu gibi temsil etmez.

Açıklanması gereken görsel, işitsel kodlara ve göstergelere sahip değildir. Ayrıca dildeki küçük anlam ve ses birimleri de sinemaya taşınamaz. Ancak tüm bunlarla birlikte Metz sinemanın dil yetisi taşıdığını, göstergelere olmasa da yan anlamlara sahip olduğunu söyler (Erdoğan, 1996, s.241-242).

• Umberto Eco ise sinemada üretilen şeyin gerçeklik değil öznenin algısı olduğunu ileri sürer. Öznenin o görüntüyü algılaması, o kültürün kodlarını okumayı öğrenmesiyle ilgilidir. Dolayısıyla anlamın varoluşu öncelikle görüntüleri alımlayan bir özneye işaret eder. Bu bağlamda Metz’in filmin nasıl anlaşıldığını araştırırken anlamı seyircinin dışında konumlandırdığı söylenebilir (Erdoğan, 1996, s. 242-243).

(4)

• 1970’lerde sinema kuramı göstergebilimin sorunlarını aşabilmek için Louis Althusser’in ideoloji kavrayışını temel alır.

• Althusser üst yapı kurumlarının (din, eğitim vb.) altyapıdan (ekonomik ilişkiler) görece özerkliğini savunurken, devletin ideolojik aygıtları olarak tanımladığı üst yapı kurumlarının bireylerin bilinçdışını biçimlendirdiğini vurgulamıştır. Böylelikle ideoloji, bireylerin gerçek koşullarıyla hayali ilişkisi olarak tanımlanmıştır.

• Film Kuramı Althusser’in görüşlerinde bazı revizyonlar yaparak bilinçdışı ve ideoloji kavramlarını teorinin merkezine yerleştirmiştir. Ancak kuram, Althusser’in görüşlerinden daha çok; onun da temel dayanakları olan Freud ve Lacan’dan yararlanmıştır (Erdoğan, 1996, s.244).

(5)

• Aygıt Kuramı: Sinema ve insan psişesinin yapısı arasında bir benzerlik kuran Jean-Louis Baudry ve Christian Metz tarafından ortaya atılan bir teoridir. Aygıt kuramcılarına göre sinema ideolojik bir aygıttır ve yanılsamalı bir gerçeklik etkisi üretir.

• Jean Louis Baudry: Klasik sinemanın ürünü öne çıkarırken üretim sürecini gizlediğini ifade eder. Özellikle Aygıt makalesinde felsefe tarihinin yanılan özne temasına yaslandığını ileri sürerek sinema salonuyla Platon’un mağara metaforu arasında bir analoji kurar. Sinema salonunun da bir çeşit mağara olduğunu ve öznenin gerçeklikle ilişkisinin yanılsamalı olmasına neden olduğunu vurgular. Seyirci kendisini görüntülerin kaynağı olarak konumlandırır ve aygıtın varlığına karşı körleşir (Erdoğan, 1996, s.244-245).

• Christian Metz: Çalışmalarında dikizcilik, işitmeseverlik, arzu ve fetiş gibi psikanalitik kavramlara yer veren Metz, öznenin görüntülere bakmaktan ve sesleri dinlemekten haz aldığını, bu durumun ona bir çeşit kontrol olanağı verdiğini ileri sürer (Erdoğan, 1996, s.245).

(6)

• Sinemanın başkalarının bedenlerini sesler ve görüntüler biçiminde teşhir ettiğini ve mükemmel dikizciliğe olanak sağladığını vurgular (s.245).

• Sinema perdesi ile Lacan’ın ayna evresi arasında bir çeşit analoji kuran Metz, perdede ayna evresinden farklı olarak seyircinin görülmeden görme olanağına sahip olduğunu; sinemanın ona kendi yansımasını sunmadığını ifade eder. Seyirci algılanmadan algılama olanağına sahip olduğu için kendisini görüntülerin kaynağı olarak konumlandırır.

• Metz, sinemada iki tür özdeşleşme sürecinin söz konusu olduğunu belirtir.

Bunlardan ilki, kameranın bakış açısıyla özdeşleşmeyi mümkün kılan birincil özdeşleşmedir. Kamera çevrinme ile öznenin soldan sağa doğru bakışını; zoom-in’le öznenin dikkatinin nesnede yoğunlaşmasını yeniden üretir. Film ve karakter arasındaki özdeşleşme ise ikincil özdeşleşme olarak tanımlanır (Erdoğan, 1996, s. 246)

• Jean Louis Baudry ve Christian Metz’in yanı sıra sinema çalışmalarında psikanalizi kullanan bir diğer kuramcı ise psikanaliz, göstergebilim ve feminist teoriyi bir araya getiren Laura Mulvey’dir.

(7)

• Laura Mulvey: Mulvey’in 1975 yılında Screen dergisinde yayımlanan

“Görsel Haz ve Anlatı Sineması” başlıklı makalesi, ataerkil bilinçdışının yapılanmasında klasik sinemanın oynadığı temel rolü ele almaktadır. Laura Mulvey; klasik anlatı sinemasının dikizcilik, görmeseverlik, işitmeseverlik, fetişizm, narsisizm gibi birtakım hazlar sunulduğunu ifade ederken; sinema seyircisinin film karakterleriyle iki farklı şekilde ilişki kurduğunu ileri sürer. Seyirci perdedeki aktif erkek karakterle narsistik düzeyde özdeşleşirken; kadın karakteri dikizler. Ancak dikizci bakışa tabi tutulan kadın aynı zamanda penis eksikliği nedeniyle kastrasyon tehdidini simgeler. Bu doğrultuda Mulvey, klasik anlatı sinemasının bu tehdidi iki yolla çözümlediğini vurgular. Bunlardan ilki anlatı düzeyinde gerçekleşen, kadını suçlu bulma, cezalandırma, öldürme ya da kurtarma ve evlilikle ödüllendirmedir (Erdoğan, 1996, s.246). Örneğin Hitchcock’un filmleri sıklıkla bu yapıyı sergiler. Hırsız Kız filminde Marnie’nin kleptomanisinin nedeni anlaşılır ve kadın karakter evlilikle ödüllendirilir. Sapık filminde kadın karakter cezalandırılır ve öldürülür. Bir diğer strateji ise kadın karakterin fetişleştirilmesidir.

(8)

• Ancak Laura Mulvey’in yazdığı bu makale sonradan hem feministler hem de farklı sinema kuramcıları tarafından çokça eleştirilir. Laura Mulvey’in seyircinin cinsiyeti ne olursa olsun onu erkek olarak konumlandırdığı, kadın seyirciyi dikkate almadığı belirtilir.

• Mulvey ise bu eleştiriler üzerine ikinci bir makale yazar ve bu makalede kadın seyircinin ya perdedeki pasif kadın figürüyle özdeşleştiğini ya da tıpkı bir travesti gibi erkek karakterin aktif bakışıyla özdeşleşerek filmi izlediğini ileri sürer.

• 1966 yılında David Bordwell ve Noël Carroll gibi yazarlar ise Teori olarak adlandırdıkları psikanalizi ampirik araştırmalara yer vermediği için bilim dışılıkla suçlamış (Erdoğan, 1996, s.248) ve sinemada bilişsel yaklaşımın ve tarihsel araştırmaların temel alınması gerektiğini vurgulamıştır.

(9)

KAYNAKÇA

Erdoğan, Nezih (1996). “Sinema ve Psikanaliz.” Toplum ve Bilim, 70, 241- 250.

 Arslan, Umut Tümay (2009). Aynanın Sırları Psikanalitik Film Kuramı. Kültür ve İletişim, 12(1), 9-38.

Tura, Saffet Murat (2005). Freud’dan Lacan’a Psikanaliz.

İstanbul: Kanat.

 Smith, Philip (2007). Kültürel Kuram (S. Güzelsarı &İ.

Gündoğdu, Çev.). İstanbul: Babil.

Referanslar

Benzer Belgeler

Ben-Tovim Walker Beden Tutum Ölçeği, Ben-Tovim ve Walker (1991) tarafından kadınların bedenlerine yönelik tutumlarını farklı açılardan değerlendirmek için

Katılımcılar, babalarının ölümünden sonra karşılanmayan ihtiyaçları ve yoğun duygularıyla başa çıkmak için kayba önsel hazırlık, yaşantıyı

Elizabeth'in kişiliği, depresyonuna neden olan geçmiş deneyimleri, annesinin ebeveyn tutumları ve depresyon nedeniyle tedavi sırasında karşılaştığı olaylara

Bu araştırmalarda MZ ikizlerinin doğumda ayrılması ve birbirleri ile ilişkisi olmayan ailelerde yetiştirilmeleri, çevresel etkilerin kontrol altına alınması

Nitel araştırma süreci, görüşme yapma, dökümünü yazma, tekrar tekrar okuma, içerik analizi yapma ve bulguların paylaşımı aşamaları gibi araştırmacının aktif

Yapısal eşitlik modellemesi, örtük değişkenlerin (A: ek genetik etkiler, C: paylaşılan çevresel etkiler, D: baskın genetik etkiler ve E: paylaşılmayan çevresel etkiler)

Acaba dün bana o soruyu soran çocuk o hikâyedeki “Kral çıplak!” diye bağıran çocuk muydu, diye tekrar baktım oraya.. Aslında kendi başına, eh peki, hadi hoş bi şey

(Hüznün dudakları arasında anlamlı mizaç ve mutluluk ve iki kadın siyah ve sarı çıkar kaldırırlar esmer kadını. Ve böylece mavi nehrin yüzeyinde ahşap, çadırın