• Sonuç bulunamadı

C Kalemden bir deli akıyor…

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "C Kalemden bir deli akıyor…"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Türk Dili 77 Öyle iman içindeydiler ki içlerinden bazıları çabucak sunak kaplarını aldılar. Mabedin güney doğu kapısına yöneldiler. Duvar sunak kabıyla kendine yönelenleri görünce açıldı ve arkalarından kapandı. Onlar orada ebedi kalacaklardır…’

Bir İstanbul Efsanesi Duvarlara kaynamış ölüler için…

C

ennette bir güruh insan. Yaran, dostan, muhibban başka cennette uyanmış.

Sunağın arkasında azizler. Doğulu leke, mecidiye kumaşında, sahibinin bil- diği bir nakış kuşu oluyor. Düğümü zamanın, düğümlerime denk geliyor.

Sökemiyorum. Ölüler kapıları içeriden sürgülüyor. Yedi kapıdan toplanmış tuzları sürüyorum kilitlere. Nafile, açılmıyor efsaneler, sihrin kanunları ile. Hadise bin yıl- dır böyle. Bin yıldır dilde böyle. Belki de biraz önce öldü ölüm içeride.

Kalemden bulanık bir nehir akıyor, tutunamıyorum. Yol sarhoşuyken, bir deli- nin hayreti ellerime bulaşıyor. Alüvyonunda ne arıyorum esrik ırmağın, bilmiyorum.

Üzerime başıma, içime dışıma bir kanonun tortusu çöreklenmiş, temizleyemiyor, ufalayamıyorum. Zincirinden boşanmış, kalemden bir deli akıyor, yakalayamıyo- rum. Kavrasam, sağrısının orta yerinden… Yapamıyorum.

Akışın sahiciliğine şehadet etmiş bir yürek. Nasıl dönmeli, adı İrem de olsa bağlardan, başka cennetteyken aşıkan, hayran? Ne yapmalı şimdi, nasıl ikna olup şaraba sahici demeli, süt ırmağına kanabilmeli. Başka cennette esrik kadınlar diyo- rum. Hükmetmeyen hükümdar öbür yerde. Kalemden akan deli orada. Gözlerimize tutuklu mavi erguvan ve bildiğim bütün hakikatlerin imkânsızından öte ne varsa öteki mekânda. Mümkün burada kalmış. Ne yapmalı şimdi, fâni olup, nasıl bal ır- mağına tevekkül etmeli.

Felçlilerin çizdiği hatlara yakışan kadınlar kumların arasında. Uyuyakalmış düşman düşünde. Gevşeyen karatuz kayaları. Ah, dağılıverecek mezarlar! Ölüler hokkaya doluyor. Parmak uçlarıma mumlanmış, kırışık yüzler takılıyor. Beyler gibi

Kalemden bir deli akıyor…

Yurdagül MEHMEDOĞLU

(2)

Kalemden Bir Deli Akıyor…

78 Türk Dili

köpürse, çarlar gibi sussa, ya bir ozan gibi koşma söyleyiverse gövermiş simalar. Ey Çalab, bu oyun delinin ne işine yarıyor?

Duyamıyorum. Kabiliyetlerim içinde bir simya daha köreliyor. Körler çizmiş ka- dınları. Kadınların gözü yok, onlar, ‘şu anda, biri olan biri’ olamıyor.

İçi oyulmuş sıvaların altında, altın iki iskelet, gülümsemek gibi parlıyor. Kemik- ler, kelimeleri ilk defa kuranın yaptığı gibi, yeniden kurulmayı bekliyor. Yine de çü- rüyor beden, neden? Kehanete gerek yok

‘başka şehirde, siz ikiniz, kızıl bir câm için- de öleceksiniz! Hızlı olanı seçeceksiniz ta- rihten.’ Ebediyet adımlarımı hızlandırıyor, gelecek böyle böyle önüme geçiyor. İki kişi çabucak sunak kaplarına koşuyor. Ben acele edemiyorum, neden?

Karakum saatleri, hazları ve gönülle- ri kalbinden mi bölmüş ne? Hevesleriyle, ciltleri ayırmış kefenler. Mutsuzluklarına dokunulamayan cesetler, hâkî karanlıkları

soluyor. Bilgeliğe gerek yok, siz de bilirsiniz; ikisinden hangisi önce gitse öte yere, dişi bir keder, ya da erkek bir rüzigâr, düşlerinin aniden belirmesini umması çok tehlikelidir. Şimdi, arz edebildim mi efendim? Onlar, aralıkta, düşlerinde. Eyvah, biz aynı anda uyanamayacağız ve bakamayacağız birbirimizin gözlerine!

Kalemden bir deli, ‘korunmuş levha’nın sahibine yalvarıyor. Mahzun elleri Stanbul oluyor. Asitane, kilitli zıvanalara, hâlâ ihtiyaçlarını mı söylüyor? Kelam niçin bedene dönmüyor? Yoksa, giderken değilse de, dönerken hata mı işlediler, boylarınca, kanlı sütunların içlerinde. Özlü sözleri yazamıyorum. Zaten hiç gerek yok kâhin birine; ‘yöneldiğin yöne dikkat! İçerden demirlenen kapıları da oymayı öğren yeri geldiğinde.’

Kalemin serserisine bırakmıyor, kendine ait olanı hemencecik alıyor, düşleri küflenmiş bu diyar. Demek ki hâlâ, keyfince uyanamayacak deliler var. Baksana, benim gecemde parlamıyor yıldızlar. Gözleri taş ağızlarla boyuyorlar. Onlar orada ebedî susacaklar. Konuşarak ölüyor kalemden ağan deli. Susturamıyorum. Susması da söylemesi de aynı yasaya bağlı. İmkânı yok, ayıramıyorum.

Duvarda bir güruh insan. Çağını bekliyor, zamanını inanmanın yeniden. Bed- dua etmeden, hınçlanmadan, öfkelenmeden, ve tutkularına değmeden. Bir yol, bir

Dursun Özüdoğru

(3)

Yurdagül MEHMEDOĞLU

Türk Dili 79 kurtuluş muhakkak olmalı destanın içinde, bilemesem de destanın kahramanı neyin içinde? Bu âlem serapa hayalse ve rüya görüyorsam bir gecede, aslın gölgesiyse bu âlem ve yine de rüyayı görüyorsam gecede ve geceyi görüyorsam rüyada yine. Ha- yal bu devran ve geçici ölüler taşlardaysa ve katılmış bedenlerden ölüm moru ayan beyan görülüyor ve ölüler seçilemiyorsa…

Nasıl ilerlemeli, altlarından canlar akan camın döşünde. Duvar burada, kapı burada ve nehirlerin tekmil sesleri. Ne gitsen, ne gitmesen, hem gitsen, hem git- mesen mevt bozu bir dehlize cenneti nasıl ihbar etmeli? Ebedî düş göremiyorlar.

Kararmış kelamı kapıp çıkaramıyorum, beden olmadan önce sözü, ah! Ezelî bir düşü yoramıyorum. Sözler karaca bir taşın sırtına pek ağır. Vaad edileni anlatamıyor kakılmış hatayîlere hizalanmış yazılar. Metinler, tonozların içine, kelimeler ölümle- re kaynamış; söksem, sökün eden ölüm mü, ölü mü olacak bilemiyorum. Satıhlarla, mürekkebin delisi, benim bu bedende ne işim var? Neyi kastediyor yanık göğsümle şifreyi davet eden esrar? Yatmazdan önce dilediğin ay bahçesi mi, yoksa, işareti gösteren aziz mi oluyor şimdi bu çorak duvar?

Bir deli, hikmete yataklık ediyor, kalemden yağan bir deli. Öyle inanç içinde- yim ki deliye, bir de ‘Onlar orada kalıcıdırlar’ın hükmüne. Ve ‘beni gamdan azad edecek yok’ diyen keman sesli güzele. Tuza inansa, ya da ne bileyim, telkâriye, dantele, veya gül köküne, ağlasa, çok bağlansa, yine de kayaları seçer mi uzanmak için günahkâr? Düşlerinin bu mezatta ne işi var? Muazzez mevtalar. Onlar orada bir düşçünün sunmaya kıyamadığı tek sahici düşünü bekliyorlar. Onlar sunak taşında ebedî kalıcıdırlar.

Duvarda bir güruh adam. Karaltılar, kayaları öremiyor. Ölüler gölgede gözük- müyor. Mabet tekrar mabed olana kadar. İnananlar inana, iman taşların bağrından fışkırana kadar. Çıkınca, sazendeyi, hanendeyi bulana, bir kelam kendi bedenini yapana… Bir dişi duvar doğurana, taştan bir ıslaklık, ıslaklıktan bir ırmak taşana kadar... Çağlar derzlerin arasından geçiyor, ölüler nemli zamanları tutamıyor. Kuru- muş bilekleri, onlar güney kapısını çalamıyor. Ne yapsam nafile.

Kalemden bulanık bir deli akıyor. Cezbe sarısında, aşikâr, ayan beyan…

Ne yapmalı şimdi, ‘onlar orada ebedî kalıcıdırlar’.

Referanslar

Benzer Belgeler

Her çift sayıyı kendi yarısı olan doğal sayıya gönderdiğinde, doğal sayılar kümesinin eleman sayısı ile çift sayılar kümesinin eleman sayısının aynı

Araştırmada yaygın soğuk algınlığı virüsü- nün burun boşluğumuz içindeki daha düşük sıcak- lıklarda, gövdemizin daha yüksek olan sıcaklığında.. olduğundan daha

İngiliz uzmanların korktuğu şey şudur: Sı- ğır sponjiform ensefalopatisi tür en- gelini aşıp koyunlara bulaşırsa, bu hastalık hem deli dana, hem de skrapi

Ata­ türk sevgisi onda çok genç yaşın da bir aşk gibi başlamış, ilk şiir­ lerinin pek çoğunu onun için yaz mış ve nihayet bu aşk onu büyük

(2004), lise matematik ders kitapları ile ilgili yapmış olduğu araştırmada, ders kitabı kullanma sıklığının eski yıllara göre azaldığını, test

Cumbada Deli Fatma, bir idrar sıcağı, Paça buharı ile ayrılırlar olay mahallinden.. -Tandırdan fırladı uçkurunda bıçağı, Beni kesecekti anne, belliydi

Koca çınarı sökmek için her sabah o kadar uğraş- mak mantıklı adam işi değil.. Ölüp gidecek bir

Uluslararası Salgın Hastalıklar Ofisi’nin 2011 raporuna göre deli dana vakasının görüldüğü Avusturya, Almanya, Fransa, Slovakya ve diğer birçok AB ülkesinden hayvan