• Sonuç bulunamadı

ÜNİTE FELSEFEYE GİRİŞ İÇİNDEKİLER HEDEFLER VARLIK FELSEFESİ. Giriş Varlık Felsefesinin Terim ve Kavramları Problemleri Açısından Varlık Felsefesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ÜNİTE FELSEFEYE GİRİŞ İÇİNDEKİLER HEDEFLER VARLIK FELSEFESİ. Giriş Varlık Felsefesinin Terim ve Kavramları Problemleri Açısından Varlık Felsefesi"

Copied!
24
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İÇİ NDEKİLE R • Giriş

• Varlık Felsefesinin Terim ve Kavramları

• Problemleri Açısından Varlık Felsefesi

HEDE FL ER

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

• Varlık felsefesinin terim ve kavramlarını öğrenecek

• Metafiziğin problemlerini öğrenecek

• Nihilizmin ne anlama geldiğini öğrenecek

• Realizmin ne anlama geldiğini öğrenecek

• Varlığın var olma türlerini öğrenecek

• Platon, Farabi, Berkeley ve Hegel’in varlık

anlayışlarını öğrenecek. ÜNİTE

7

VARLIK FELSEFESİ

FELSEFEYE GİRİŞ

(2)

GİRİŞ

Varlık felsefesi, genel bir tanımla, varlığı kendisine konu yapan felsefeye verilen isimdir. Bu tanımı biraz daha açarsak, varlık felsefesi, varlığın ne olduğunu, anlamını, doğasını, yapısını, ilkelerini ve türlerini inceleyen bir felsefe disiplinidir.

Tanımdan da anlaşılacağı gibi, varlıkla ilgili olabilecek her tür konu ve soruyu kendine problem yapan varlık felsefesi, felsefenin en önemli disiplinlerinden birisidir.

Varlık felsefesi, felsefenin önemli bir disiplinidir fakat felsefenin tümü de değildir. Varlığı, yalnızca felsefe incelememektedir; bilim de varlığı incelemektedir.

Ancak varlık felsefesi, bir felsefe olduğu için bilimden farklıdır. İncelediği varlıktan başlayarak bilgi elde etme yöntemleri, kaynakları ve daha birçok bakımdan bilimden farklıdır. Varlık felsefesi, bir tür varlık bilimi değildir.

Bilime göre, varlık dış nesnel gerçeklikte var olan her tür olgusal ve aktüel şeydir. Bilim, varlığa realist bir açıyla yaklaşır. Realizme göre, insan zihninden bağımsız olarak bir varlık alanı vardır. Bilim bu görüşü aynen kabul ederek, varlığın, dış dünyada nesnel ve aktüel olarak var olduğunu kabul eder. O hâlde, bilim için varlık vardır ve onun yokluğu kesinlikle düşünülemez.

Bilim, var olan bu varlığı genel olarak değil, onu parçalayarak veya bölümler hâlinde araştırır. Örneğin, biyoloji, yalnızca canlı varlıkları incelerken, jeoloji cansız varlıkların oluşturduğu yer küreyi inceler. Her bilim, kendi araştırma alanı içine giren varlığın bir bölümünü kendi amaçları doğrultusunda inceler.

 Matematik ve mantık gibi biçimsel bilimlerin dışında kalan diğer tüm içeriksel ve olgusal (doğa) bilimler, varlığı somut bir şekilde ele alıp

incelerler. Doğa bilimlerine göre varlık, somut olarak madde cinsinden var- dır. Böyle bir varlık, en, boy ve derinlikten oluşan ölçülebilir boyutlara sa- hiptir. Varlık, madde cinsinden ve ölçülebilir boyutlara sahip olduğu için, gözlenebilir, denenebilir ve açıklanabilir.

Bilimler varlığı, akıl yoluyla ele alıp, açıklarlar. Bilim insanı için, varlık akıl yoluyla bilinebilen ve ölçülebilen maddelerdir.

 Bilimlere göre varlık, ancak bilimsel yöntem denilen deney ve gözlem yoluyla bilinebilir. Deney ve gözlemin temeli ise tümevarımsal akıl yürütmelerdir.

 Buna karşılık, felsefenin varlık konusunda bilim kadar net bir cevabı yoktur.

Her şeyden önce varlığın var olmadığını savunan görüşlerin yanı sıra "Varlık vardır." diyenler de kendi içlerinde çok çeşitli varlık kuramlarına sa-

(3)

hiplerdir. Bilimden farklı olarak, felsefe varlığı bir bütün olarak ele alır.

Varlığı varlık yapan genel ilkeleri bulmaya çalışır. Tek tek varlıkların nedenleri yerine, varlığın genel nedenlerini akıl yoluyla kavramaya çalışır.

Varlık felsefesi, felsefenin diğer disiplinleri gibi bir disiplindir. Varlık felsefesi ilk defa Eski Yunan’da Doğa felsefecilerinin varlığın ilk maddesi veya ana maddesi (arkhe) sorusuyla ortaya çıkmıştır. Thales’le başlayan varlığın nedenini araştıran felsefe, Aristoteles’te gerçek kimliğine ulaşarak varlık felsefesi olarak, felsefenin bir disiplini olmuştur.

Hem felsefenin hem de bilimin varlığı ele alıp incelediği yukarıda belirtilmişti.

Bilimin varlığı felsefeden farklı ele aldığını açıkladıktan sonra, şimdi de felsefe açısından varlığı ayrıntılı olarak inceleyebiliriz. Daha önce felsefenin varlığı şu açılardan ele aldığı belirtilmişti:

Felsefe, varlığı genel ve eleştirel bir tavırla ele alır ve sorgular.

Felsefe varlığın var olduğuna karar verirse ne cinsten var olduğunu araştırır.

VARLIK FELSEFESİNİN TERİM VE KAVRAMLARI

Varlık felsefesi iki terimden oluşmaktadır: Varlık ve felsefe. İkinci bölümde felsefenin ne olduğuna dair bazı açıklamalar yapılmıştı. “Varlık” terimini

tanımlarsak varlık felsefesi daha da açık bir anlama sahip olacaktır.

Varlık

Felsefenin en önemli problemlerinden biri olan varlık nedir? sorusu tek ve yalın biçimde hemencecik cevaplanacak bir kavram ya da soru değildir. Çünkü felsefe tarihi içinde varlık hakkında çok şey söylenmesine rağmen son söz veya asıl cevap henüz söylenmemiştir. Belki de bu durum felsefenin özü gereğidir. Varlığı felsefe incelediği gibi bilim de ele alıp incelemektedir. Bilimin varlık anlayışını vermek ve açıklamak felsefeninkinden daha kolaydır. Bu nedenle önce bilime göre

“Varlık nedir?” sorusunu açıklayalım.

Bilime göre varlık, dış nesnel gerçeklikte var olan her tür olgusal ve edimsel şeydir. Bilim, varlığa realist bir açıyla yaklaşır. Realizme göre, insan zihninden bağımsız olarak bir varlık alanı vardır. Bilim bu görüşü aynen kabul ederek varlığın, dış dünyada nesnel ve edimsel olarak var olduğunu kabul eder. O hâlde, bilim için, varlık vardır ve onun yokluğu kesinlikle düşünülmez. Bilim,var olan bu varlığı genel olarak değil, onu parçalayarak veya bölümler hâlinde araştırır. Örneğin, biyoloji bilimi, yalnızca canlı varlıkları inceler. Her bilim, kendi araştırma alanı içine giren varlığın bir bölümünü kendi amaçları doğrultusunda inceler. İncelenen varlık akıl yoluyla tanımlanır ve bilinir.

(4)

Buna karşılık, felsefenin varlık konusunda bilim kadar net bir cevabı yoktur.

Her şeyden önce varlığın var olmadığını savunan görüşlerin yanı sıra “Varlık vardır.”

diyenler de kendi içlerinde çok çeşitli varlık kuramlarına sahiplerdir. Bilimden farklı olarak, felsefe varlığı bir bütün olarak ele alır. Varlığı varlık yapan genel ilkeleri bulmaya çalışır. Tek tek varlıkların nedenleri yerine, varlığın genel nedenlerini akıl yoluyla kavramaya çalışır. Genel bir sınıflama ile varlık kavramı üç farklı anlamda açıklanabilir:

1- Varlık, yalnızca düşüncede var olan değil aynı zamanda gerçek dünyada da var olandır. Felsefeciler varlığı ele alırken, böyle bir varlığın gerçekten var olup olmadığını da analiz ederler. Örneğin, Uludağ, Ağrı Dağı,

Erzurum, Van Gölü gibi yerlerin gerçekten var olduğunu herkes kabul ederken; Kaf Dağı’nın, Ankakuşu’nun veya Boynuzlu Atı’n yalnızca düşüncede ve masallarda olduğunu da bilirler. Düşüncede var olmak, zorunlu olarak dış dünyada var olmayı içermemektedir. Düşüncede var olan nesneler, gerçek dünyada fiili olarak var veya yok olabilirler. Buna karşılık, dış nesnel dünyadaki her varlık aynı zamanda edimsel (fiili) olarak da vardır.

2- Felsefeciler varlığı farklı bir yaklaşımla ikiye ayırarak incelerler: İdeal varlık ve gerçek varlık. Gerçek varlık, zaman ve mekân içinde yer alan dış nesnel gerçekliktir. İdeal varlıklar, zaman içinde yer almayan ve dış nesnel gerçekler gibi somut olmayan, fakat ideal olarak var olduğu kabul edilen varlıklardır. Örneğin, matematiğin tüm sayıları ve öğeleri, dış nesnel gerçekler gibi somut bir biçimde var değildir fakat onlar da vardır.

Varlıkları idealdir. Bu konu Platon’un varlık anlayışında daha geniş bir biçimde ele alınacaktır.

3- Aristoteles geleneğine bağlı olarak yapılan varlık tanımına göre, varlıklar

“şu” veya “bu” diye gösterebileceğimiz tekil tözlerdir. Aristoteles’e göre,

“töz, var olmak için kendisinden başka bir şeye ihtiyaç duymayan varlıktır”. Böyle bir varlığa, başka şeylerin nitelikleri ve özellikleri yüklenebilir fakat kendisi başka varlığa nitelik olarak yüklenemez. Başka bir söylemle, töz, kendilerine bazı niteliklerin yüklenebileceği, başka bir şeyle belirli bir ilişkide bulunabilen, şu ya da bu durumda olabilen fakat kendisi bir nitelik, bir ilişki, bir durum olamayan her şeydir. Bu anlamıyla töz, somut nesnel dünyada şu diye gösterebileceğimiz her şeydir. “Şu sandalye”, “şu masa”, “şu kalem” ve benzerleri gibi. Siyahlık ancak bir tözün niteliği ise vardır. “Şu masa” denilen nesne siyah niteliğini kendisine yüklem olarak aldığı sürece siyah, bir renk olarak vardır.

Siyahlık “şu masa”ya veya başka bir töze yüklem olmadığı sürece kendi başına yoktur. Buna karşılık, “şu masa” siyahlığa sahip olmadan da var olabilir.

(5)

Varlık kavramının üç farklı tanımını felsefî açıdan yaptıktan sonra, felsefenin genel olarak varlığı akıl yoluyla kavramaya çalıştığını bir kere daha belirtmek gerekir. Akıl yoluyla kavranan varlık, fiili olarak var olan nesne olduğu gibi, idea veya ruh da olabilir. Her ne olursa olsun, felsefe varlığı varlık olarak genel biçimde inceler.

Ontoloji

Ontoloji sözcüğü Yananca on kelimesinin karşılığı olan “olmak” fiiline eş değer olan einai fiilinden gelmektedir. On, varlık demektir. To on ise var olan demektir. İngilizce’de karşılığı mastar hâliyle to be ve ondan türetilmiş being’tir.

Ontoloji terimi etimolojik olarak var olanın veya varlığın bilimi demektir. Bu anlamıyla ontoloji, her şey için geçerli olan en genel bilimdir. Aristoteles’in

tanımına uygun olarak ontoloji, ilk felsefedir; yani her şeyin genel ilkesini araştıran felsefedir. Bu anlamıyla ontoloji, metafiziğe özdeş olmaktadır.

Metafizik

Aristoteles, felsefe ve bilimi birbirleriyle özdeş anlamda kullanmaktaydı. O zamanlar bilim ve felsefe aynı şeyler olarak, var olan her şeyi araştıran bilgiydi.

Bugün bilimlerin yaptığı gibi, Aristoteles, farklı durumları farklı felsefelerde incele- mekteydi. Çeşitli felsefelerin arasında bir felsefeyi tüm felsefelere göre daha temel gören Aristoteles, bu felsefeye İlk Felsefe adını vermiştir. İlk Felsefe, varlığın ilkelerini inceleyen felsefedir. Bugün biz bu felsefeye varlık felsefesi adını

vermekteyiz. İlk felsefenin dışında kalan tüm felsefeler doğayı incelediği için onlara fizik veya doğa felsefesi denilmektedir. Aristoteles’in ölümünden sonra öğrencileri Aristoteles’in eserlerini toplamak istediler. İşte bu toplama sırasında metafizik kavramı anlamını rastlantısal olarak almıştır. Aristoteles’in kitapları iki sınıfta toplanmıştır. Aristoteles’in doğa bilimleriyle ilgili yazdıkları tüm kitapları Fizik (physika) başlığı altında toplanırken, Varlığın ilk ilkelerini inceleyen İlk Felsefeyi içeren kitapları Metafizik (ta meta ta physika) başlığı altında toplanmıştır. “Meta”

sözcüğü bir şeyin “ötesi”, “üstü” ve “dışı” anlamına gelir. Bu durumda, “metafizik”

sözcüğünün anlamı, fiziğin ötesinde kalan varlık alanı ve bu alanı inceleyen bilgi dalıdır.

İlk felsefe olarak metafizik, varlığın nedenlerini ve ilkelerini araştıran felsefedir. Metafiziğin içinde varlığın meydana gelişini dört neden ilkesi ve hylemorpik kuramla (madde ve form) açıklayan Aristoteles, varlığın değişimlerini de potansiyel varlığın aktüel varlığa (kuvve halinden fiile geçiş) geçişi olarak açıklamıştır. Değişmenin amaçlı olup olmadığını inceleyerek, varlıkların ilk nedeninin olup olmadığını araştırmıştır.

Aristoteles’in ilk felsefesinde yani metafiziğinde incelediği bir konu da, doğanın ötesinde ve üstünde tüm varlıkların ve hareketlerinin ilk kaynağı olan bir

(6)

varlık, ilk hareket ettirici yani Tanrı’dır. Aristoteles için Tanrı, metafiziğin bir konusudur. Tanrı’nın duyular ve doğaüstü bir Varlık olması nedeniyle zamanla metafizik, doğaüstü veya duyuların ötesindeki varlıkların bilimi anlamına da gelmiştir. Yine Aristoteles ilk felsefesinde (metafiziğinde), ruh, ölümsüzlük, evrenin başı ve sonu gibi konuları da ele almaktadır.

Kısaca Aristoteles’te varlık felsefesi, ontoloji, metafizik ve teoloji iç içe geçmiş bir bütünlük içeren İlk felsefenin konularıdır.

Çağımızda metafizik daha farklı anlamda tanımlanmaktadır. Analitik felsefeye göre, anlamsız ve doğrulanmamış önermelerin oluşturduğu felsefe metafiziktir. Bilimsel olarak doğrulanamayan klasik felsefenin tüm önermeleri, metafiziğin önermeleridir. Analitik felsefe, kendisini bilimin önermelerini inceleyen bir araştırma olarak tanımlarken, bu tanımın dışında kalan her şeyin metafizik olduğunu ileri sürer. Bu durumda varlık felsefesi, ahlâk felsefesi, sanat felsefesi ve diğer felsefi disiplinlerin hepsi metafizik olurlar.

PROBLEMLERİ AÇISINDAN VARLIK FELSEFESİ Metafiziğin problemleri

Biraz önce metafiziğin tanımını verirken, ontoloji, teoloji ve ilk felsefeyle olan özdeşliğinden, başkalarına göre konu benzerliğinden bahsettik. Metafiziğin geleneksel ve günümüz anlamlarını ortaya koyduk. Görülüyor ki metafizik o kadar kolay tanımlanacak veya belirlenecek bir konu da değildir. Zira metafizik çok geniş bir varlık alanında felsefe yapmaktadır. Aristoteles ilk felsefenin aynı zamanda metafizik, ontoloji ve teoloji olduğunu söylemekteydi. Aristoteles haklı mıydı?

Acaba Aristoteles’ten önceki ve sonraki durum, bu kadar rahat bir biçimde açıklanabilir mi? Aristoteles öncesi ve sonrası metafizik nasıl anlaşıldı veya metafiziğin problemleri neydi?

Aristoteles Öncesi Metafiziğin Problemleri

Metafizik veya varlık felsefesi, İlkçağ doğa felsefecileriyle başlamaktadır.

Doğa felsefecilerinin problemi, “Değişen ve hareket içinde olan nesnelerin temelinde acaba tek bir varlık olabilir mi?” sorusudur. İlk doğa felsefecilerini bu soruya götüren neden, etrafındaki maddî varlıkların değişim ve oluş içinde olmalarıydı. Değişen ve oluş içindeki varlıklar aynı zamanda çokluğun karışımı olarak vardılar. Değişimin ve çokluğun arkasında öyle bir ana madde olmalı ki, tüm diğer varlıkların nedeni olsun. Bu soru çerçevesinde doğa felsefecilerinin ilk öncüleri ana maddeyi maddî ve somut bir varlık olarak düşünmüşler. Su, hava, ateş, toprak gibi ana maddeler öne sürmüşlerdir. Daha sonraki doğa felsefecileri, maddî ve somut ana madde yerine, soyut ve akılsal ana madde ile tüm varlıkları açıklamaya çalışmışlardır.

(7)

Metafiziğin problemi olan varlığın değişimi ve ana maddesi problemi Herakleitos ve Parmenides’in felsefelerinde gerçek formülüne ulaşmıştır.

Herakleitos, varlığı oluş veya akış içinde kabul edip, her şeyin değiştiğini öne sürmüştür. Buna karşılık, Parmenides’e göre, var olan vardır; var olmayan yoktur.

Var olan tek, Bir ve sabittir. Varlık değişmez Bir’dir. Bu karşıt görüşlerin içinde Platon, varlığı iki farklı alana taşıyarak değişim problemini aşmaya çalışmıştır.

Değişen ve çokluk içindeki varlığı fenomenler dünyasına yerleştirirken, değişmeyen ve Birlik olanları idealar dünyasına yerleştirmiştir. Asıl varlığın idealar dünyasındaki idealar olduğunu ileri süren Platon, fenomenler dünyasındaki varlıkların, ideaların birer kopyası olduğunu ileri sürer.

Aristoteles’te Metafiziğin Problemleri

Aristoteles varlığın değişimi veya durağanlığı problemini, bir şeyin potansiyel bir durum veya özellikten aktüel duruma veya özelliğe geçmesiyle açıklar. Örneğin;

bir çocuğun ilerde büyük bir futbolcu olabileceğini veya Devlet başkanı olabilece- ğini söylediğimizde, Aristoteles’e göre, şu anda çocukta edimsel (fiili) olarak var olmayan fakat potansiyel olarak var olan bir şeylerden bahsediyoruzdur. Çocuk, doğduğunda konuşamaz ve yürüyemez fakat çocukta konuşma ve yürüme

potansiyeli vardır. Zamanı gelip, olgunlaşınca hem konuşacak hem de yürüyecektir.

Bu potansiyel olarak var olan bir veya birden fazla özelliğin, aktüel hale yani edimsel hale geçmesinden başka bir şey değildir. Burada bir problem vardır. Bir şeyin potansiyel hâlden aktüel hale geçmesi kendi başına olamaz ancak aktif veya etkin olan sayesinde olur.

Bu sorun, varlığın nasıl var olduğuyla da ilgilidir. Aristoteles, bir şeyin var olabilmesi için dört neden ilkesinin gerçekleşmesinin gerektiğini söyler: Maddî neden, formel neden, etkin neden ve final (gaye) neden. Örneğin; bir masanın var olması için bu dört nedenin bir araya gelmesi gerekir. Önce masa için bir belirsiz madde olması ve masayı belirli yapan form yani masa şeklinin olması gerekir. Fakat bunlar kendi başlarına masayı oluşturamazlar Masanın oluşması için etkin neden yani fail neden olan marangozun bu iki şeyi (madde ve formu) alıp, bir gaye için bir araya getirmesi gerekir. Böylece dört neden gerçekleştiğinde varlık var olur.

Üretilen ve yaratılan varlıklar için dört neden ilkesi temel prensip iken, doğal varlıklar için iki ilke yeterlidir. Form ve madde, insanın var olması için yeterlidir.

Fakat problem burada bitmez. Acaba hangi neden, form mu yoksa madde mi insan için temeldir? Ölümden sonra form nedeni yani ruh yaşar mı? Madde ölümlüyken, ruh nasıl ölümsüz olabilir? Potansiyelden aktüele geçmek için bir etkin güç

gerekliyse, evreni hareket ettirici bir etkin güç var mıdır? Bu gücü de etkileyen başka bir etkin güç var mıdır? Yoksa o saf etkin midir? Saf etkin aynı zamanda İlk Neden midir? Tüm bunlar ve daha birçokları Aristoteles’in metafiziğe kattığı problemlerdir. Aristoteles, bu sorulara kendi felsefi sistemi doğrultusunda cevap

(8)

vermiş olmasına rağmen, felsefe tarihi boyunca bu sorular her zaman sorulmuş ve de tekrar tekrar cevap aranmıştır. Böylece problemler günümüze kadar farklı soru ve cevaplarla süregelmiştir.

Aristoteles Sonrası Metafiziğin Problemleri

Aristoteles, ilk felsefeyle varlığı varlık olarak, varlığı töz olarak ve varlığı İlk Neden (Tanrı) olarak araştırdı. Fakat bu araştırmalar kendisinden sonra da değişik boyutlarla devam etti. Kendisinden sonra metafizik, ontoloji temelli İlk varlık araştırmasına dönüştü. Modern felsefe ile birlikte metafizik epistemoloji temelli bir araştırma olmuştur.

Ontolojik Metafiziğin Problemleri

Doğa felsefesiyle başlayan ontoloji temelli metafizik Aristoteles sonrası tüm Orta Çağ boyunca devam etti. Orta Çağ felsefecileri, varlığı varlık olarak

incelemekten çok, varlığı İlk varlık olan Tanrı’nın varlığında ele alıp incelediler. Orta Çağ’ın metafiziği İlk Varlığın ne türden bir varlık olduğunu, özelliklerini, yapısını, sıfatlarını vb. niteliklerini açıklayarak, yaratandan yaratılmış varlığı yani evreni anlamaya çalıştı.

Varlığı, ens perfectissimim (Yaratan, mükemmel varlık) ve ens creatum (yaratılmış ve mükemmel olmayan varlıklar) diye ikiye ayırarak, asıl varlık olan Tanrı’yı açıklamaya çalışmışlardır. İnancı bilgiyle destekleyen bir bilgi metafiziğiyle, Tanrı’nın varlığı hakkında ontolojik ve epistemolojik kanıtlar vermişlerdir. Ortaçağ metafiziğinin problemleri, Tanrı’nın ontolojik olarak var olduğunu ve ruhun ölümsüzlüğünü kanıtlama konularıdır. Tanrı vardır ve bu ontolojik olarak bir hakikattir. O hâlde, metafiziğin asıl konusu, ontoloji temelli bir teolojidir.

Epistemolojik Metafiziğin Problemleri

Modern Çağla birlikte, ontolojik temelli metafizik yerini, bilgi temelli bir metafiziğe ve ontolojiye bırakmıştır. Bunun temel sebebi varlığa giden yolun kesin bilgiden geçmesidir. Descartes, kesin olarak bilmediği hiçbir şeye ne var ne de bili- yorum demektedir. O hâlde, varlığın varlığından önce onun kesin olarak bilinmesi, farkına varılması veya sezilmesi gerekir. Böyle bir ontoloji veya varlık felsefesine epistemoloji temelli metafizik denilmektedir. Çünkü varlığın var olduğundan söz edilebilmesi için öncelikle onun kesin olarak bilinmesi gerekmektedir.

Descartes, Tanrı’nın varlığından ve dış dünyanın varlığından önce,

düşüncenin (cogito’nun) varlığını göstermek ister. Çünkü en kesin ve apaçık bilgi ancak cogito’nun bilgisidir. Descartes’ın açtığı bu yolda hemen hemen tüm modern felsefeciler giderek, varlığı bilgiyle temellendirmişlerdir. Epistemolojik metafiziğin en önemli problemi, cogito’nun varlığını kesin olarak kabul ettikten sonra, dış

(9)

dünyanın var olduğunu kanıtlamak için ya Tanrı’nın varlığını göstermek ya da dış dünyanın varlığını bilimsel bir inançla kabul etmek olmuştur. Diğer bir problem, cogito’nun apaçık olmasını sağlayan şey nedir? Apaçıklığı apaçık yapan kriter nedir? Ruh ve maddeden oluşan düalist (ikici) insan anlayışı yine bu metafiziğin açıklanamayan temel problemlerinden bir başkasıdır.

Modern felsefenin, temelci epistemolojisi varlığın da temeli oldu. Varlık, öznenin bilgisine indirgendi veya öznenin bilgisinin değişik versiyonları oldu.

Örneğin; Kant, varlığı “numen” ve “fenomen” diye ikiye ayırarak, özneye verilen varlığın yalnızca fenomen türünden varlıklar olduğunu söyledi. 19. yy’la birlikte varlık maddeye ve madde de bilimin konusu kapsamına girdi. Böylece bilgi ve bilim metafiziğiyle varlık temellenmeye veya açıklanmaya çalışıldı.

Varlık Felsefesinin Problemleri

Varlık felsefesi, varlığın ne olduğunu, genel olarak var olmanın ne anlama geldiğini, gerçekten var olanın yapısı ve türünün ne olduğunu sorar ve inceler. Bu sorulara basitçe cevap vermek kolay değildir. Bunlar yüz yıllarca sorulmuş ve cevaplanmaya çalışılmış sorulardır. Filozofların varlık hakkındaki sorgulaması ve araştırması, tek tek bireysel varlıklar üzerinde olmadığı, varlık felsefesinin tanımına bakarak söylenebilir. Tek tek varlık yerine, varlığı genel olarak ele aldıkları açıktır.

Peki, öncelikle böyle bir Varlık var mıdır? Varsa bu genel bir varlık mıdır? Genel varlığın temel ilkeleri nedir? Varlığı, varlık yapan ana madde nedir? Nasıl bir değişim ve hareketle nesneler ortaya çıkmaktadır? Varlık, birlik midir? Çokluk mudur? Varlık hareketli mi? Yoksa sabit midir? Varlık maddesel midir? Yoksa ruhsal mıdır? Ya da ikisinin birlikteliği midir? Varlık bunlardan başka bir şey midir?

Varlığın var olma problemi

Varlık felsefesinin bu sorularını cevaplamak için, önce “Varlık var mıdır?

Yoksa varlık diye bir şey yok mudur?” sorularını cevaplandırmak gerekir. Çünkü bu sorulara verilecek cevaba göre, diğer sorulara açıklık getirilebilir.

Varlık felsefesi, var olanı var olan olarak genel ilkeleriyle araştırmasına rağmen, bazı varlık felsefecileri, “Var olan bir şey var mıdır ki biz onun nedenlerini ve ilkelerini inceleyebilelim?”, diye düşünürler. Belki de haksız değildirler. Çünkü felsefe tarihi içinde böyle düşünen felsefeciler çıkmıştır. Varlığın var olmadığını iddia eden felsefecilere nihilist felsefeciler denir. Varlığın zihnimizden bağımsız olarak var olduğunu savunan felsefecilere de realist felsefeciler denir. Varlığın zihnimizin ideaları veya kavramları olarak ya da varlığın idea cinsinden bir şey olarak var olduğunu savunanlara ise idealist felsefeciler denir.

(10)

Nihilizm

Hiç anlamına gelen Latince nihil kelimesinden türeyen nihilizm, varlığın var olmadığını, varsa da bilinemeyeceğini, bilinse de anlatılamayacağını iddia eder. Bu nedenle nihilizm, ontolojiyi reddettiği gibi epistemolojiyi de reddeder. Hatta daha ileri giderek hiçbir değerin olmadığını söyleyerek ahlâkta da nihilizmi savunur.

Nihilizmin bu üç iddiasını en iyi biçimde İlkçağ felsefecilerinden Gorgias temsil eder. Bir sofist olan Gorgias’a göre;

1- Hiçbir şey var olamaz. Başka bir deyişle varlık diye bir şey yoktur. Çünkü herkesin üzerinde anlaşacağı veya uzlaşacağı var dediğimiz bir şey yoktur. Bu nedenle varlık ve yokluk aynı şeydir. Varlık, yokluktur, yokluk da var değildir. O hâlde, var olan varlık yoktur. Ontolojik olarak varlığı kabul etmeyen Gorgias bir adım daha ileri giderek epistemolojik nihilizmi de savunur.

2- Bir şeyin var olduğunu kabul etsek bile, onu hiçbir şekilde bilemeyiz. Var olan ve bizim bu var olanın bilgisinden söz edebileceğimiz bir varlık ve bilgisi yoktur. Çünkü var olanın bilgisinin doğru olması gerekir fakat doğru bilgi yoktur. O hâlde, doğru yoksa bilgi de yoktur.

3- Bir şey var olsa ve bilinse bile, bir başkasına anlatılamaz veya

öğretilemez. Çünkü varlık var değildir ve var olmayanın bilgisi de yoktur.

O hâlde olmayanın ne kendisi ve ne de bilgisi düşünülemez, anlatılamaz ve öğretilemez.

Gorgias, varlığı, bilgiyi ve anlatmayı yok sayması nedeniyle nihilizmi savunur.

Böylece, varlık felsefesinin ilk sorusu olan “Gerçekten bir şey var mıdır?” sorusu Gorgias ve aşırı şüpheciler tarafından reddedilmiştir.

Çin felsefesinde Konfüçyüsçülüğü izleyen ve varlığın olmadığını ileri süren Taoizm M.Ö. 6. yüzyılda Lao-Tse tarafından öne sürülmüş bir varlık felsefesidir.

Taoizme göre, dış nesnel dünyada gerçekten bir varlık veya nesne yoktur. Çünkü dış nesnel dünyada her şey çelişkiler ve karşıtlıklar içindedir. Dış nesnel dünyada gördüğümüz ya da vardır dediğimiz her şey gerçekte var olmayan görünüşlerdir.

Bundan dolayı gözlediğimiz tüm nesneler, aldatıcı bir dünyanın var olmayan şeyleridir.

Taoizme göre, dış nesnel dünyada hiçbir şey yoksa da, aslında var olan bir şey vardır. O da “sonsuz öz” olan Tao’dur. Tao, tüm çelişkilere ve karşıtlara rağmen tek olan gerçek varlıktır. Buna karşın, dış nesnel dünyadaki olaylar, nesneler ve varlıklar, görünüşlerden ve aldanmalardan başka bir şey değildir. Çünkü onlar, göreceli görünüşlerdir. Bu nedenle, bu dünya, aldatıcı varlıktan başka bir şey değildir. Asıl gerçeklik tek varlık olan Tao’dur.

(11)

Tao, “Doğru olan Yol”dur ve evrenin düzenidir. Lao-Tse, Tao’yu evreni yöneten ruh ve düzen olarak tanımlar. Var olan Tao’dur. Tao, ezelî-ebedî olarak her şeyin başlangıcıdır ve uyulması, takip edilmesi gereken yoldur.

İnsan, Tao’ya yönelmeli ve ona aykırı hareket etmemelidir. Çünkü bu dünya gerçekten var olan varlık değildir. O hâlde gerçekten var olana yönelmeli ve onun yolunda ilerlemelidir. İnsanın kendisini tanıması, Tao’yu tanımakla olanaklıdır. Ken- dini tanıyan insan, kendisinin Tao olduğunu anlar ve doğru olan yolun ve

gerçekliğin kendisi yani Tao olduğunu kavrar. İnsan vecd (esirme) yoluyla Tao’yu sezer. Çünkü Tao, deneye ve gözleme açık değildir. O, her şeyin birliği ve düzeni olarak, düşünce veya akıl yoluyla bilinemez. Tao’yla sezgi ve vecd yoluyla birleşen insan, aldatıcı ve ölümlü dünyadan uzaklaşarak, gerçek varlık olan Tao’nun birliğine ulaşarak, ölümsüzlüğe ulaşır.

Realizm

Gerçekten varlık vardır ve bu varlıklar insan zihninden bağımsız olarak vardır, diyen görüşe realizm denir. Realizm, ontolojik gerçekliğin var olduğunu ve bunun bilinebileceğini savunur. Realizme göre, bilen özneden bağımsız olan varlıklar tümel bir biçimde vardırlar. Örneğin; Platon’a göre, gerçek varlıklar idealardır ve insan ruhundan bağımsız olarak idealar dünyası denilen bir yerde tümel varlıklar olarak vardır. Aristoteles ise tümellerin Platon’un dediği gibi, idealar dünyasında değil, nesnel dünyada tikel veya tekillerin içinde onlarla birlikte olduğunu söylemektedir. Her iki filozof da realisttir. Ancak her iki filozof, realitenin yeri ve yapısı konusunda birbirinden farklıdırlar. O hâlde, varlık nasıl vardır?

Felsefe tarihinde iki türlü realizm anlayışı vardır: Ontolojik realizm ve epistemolojik realizm.

1- Ontolojik realizm: Tümellerin ve kavramların, ontolojik gerçeklik olarak var olduğunu savunan görüşe ontolojik realizm denir. Bu realizme göre, insan zihninden bağımsız olan varlıklar tümel bir biçimde vardırlar.

Örneğin, Platon'a göre, gerçek varlıklar idealardır ve insan ruhundan bağımsız olarak idealar dünyası denilen bir yerde tümel varlıklar olarak vardır. Aristoteles ise tümellerin Platon'un dediği gibi, idealar dünyasında değil, nesnel dünyada tikel veya tekillerin içinde onlarla birlikte olduğunu söylemektedir.

2- Orta Çağ felsefesinde ontolojik realizm anlayışı kendisini Tümeller Kavgasında açığa çıkarmıştır. “Tümellerin varlığı nasıldır ve nerededir?”

sorusu üzerine çıkan bu tartışma üç yaklaşımın gelişmesine yol açmıştır.

Katı realizm, “Zihnimizin ve düşüncemizin dışında gerçekten tümel varlıklar vardır.” iddiasını öne sürmektedir. En önemli temsilcisi Platon'dur. Örneğin; Platon'a göre, bu dünyada

(12)

“iyilik” diye nitelendirdiğimiz hiç bir şey yoktur; çünkü iyi diye gösterebileceğimiz her şey değişim ve bozuluşun içinde yok olmaktadır. Fakat “iyilik”in kendisi hiçbir zaman yok olmayan bir “İdea” olarak bizim zihnimizin dışında gerçekten vardır.

Konseptüalizm (kavramcılık), tümellerin zihinden bağımsız olarak değil de tekil ve tikel varlıklarla birlikte, onların içinde var olduğunu ileri sürer. En önemli temsilcisi Aristoteles'tir.

Ona göre, tümel varlıklar, tekil varlıklardan soyutladığımız kavramlardır. Bu kavramlar, tekil varlıklar olduğu sürece vardırlar.

Nominalizm (adcılık), tümel varlıklar hiçbir biçimde var değillerdir, onlar ağızdan çıkan bir ses veya addırlar. Nomi- nalizme göre, tümeller ne tikel varlıklarda ne de zihinden ba- ğımsız bir yerde vardırlar. Onlar birer ses veya addırlar.

Epistemolojik realizm

Epistemolojik realizm için bilginin dayandığı temel, özneden (süjeden) bağımsız olan gerçekliktir. Buna göre bilme olayı, bu kendi başına var olan gerçekliğe göre ikincildir. Epistemolojik realizm, idealizmin karşıtı olarak, varlığın insan zihninden bağımsız olarak varolduğunu ama onun bilinmesinin insanın bilme etkinliğine bağlı olarak meydana geldiğini ileri sürer.

Realizmin her çeşidi, katı idealizmin karşıtı olarak insandan bağımsız bir varlığın olduğunu ileri sürerken, idealizm gerçekten var olan varlığın insanın zihninde var olduğunu öne sürer.

Katı İdealizm

Katı idealizm de realizm gibi, varlığın gerçekten var olduğunu fakat insan zihninden bağımsız olarak değil de, insan zihninde var olduğunu savunan varlık felsefesidir. İdea veya kavram olarak varlıklar, insanın zihninde var olurlar. Onun dışında bağımsız bir varlıkları yoktur. Realizm ve katı idealizm iki karşıt varlık anlayışıdır. Biri varlığı bizden bağımsız olarak düşünürken, diğeri bizde var olmak zorunluluğuyla düşünür.

Varlığın Var Olma Türleri

Varlığın insan zihninden bağımsız olarak var olduğunu iddia eden realizm ve yalnızca insan zihnindedir diyen idealizmin farklı farklı türleri vardır. Genel olarak varlık vardır diyen varlık felsefelerini beş grupta toplayabiliriz:

a) Varlık “tin” (maddi olmayan varlık) olarak vardır.

(13)

b) Varlık “madde” olarak vardır.

c) Varlık hem “madde” hem de “tin” olarak vardır.

d) Varlık “fenomen” olarak vardır.

e) Varlık, “varoluş” olarak vardır.

Varlık “Tin” Olarak Vardır.

Varlık tinsel bir şeydir. Varlığın idea, ruh, düşünce, kavram veya zihinsel manevî varlık olduğunu savunan tüm varlık felsefecileri aynı zamanda realist veya idealisttir. Çünkü onlar insan zihninden bağımsız veya bağımlı bir varlığın var olduğunu fakat bu varlığın somut veya maddî değil de, zihinsel, akılsal, soyut ve kavramsal olduğunu ileri sürerler. Varlığın tinsel olduğunu savunan bir grup filozof, varlığı bağımsız olarak kabul ettikleri için realist olmalarına karşın, kendi içlerinde farklılıklar gösterirler. Platon, Fârâbî, İbn Sîna, ve Hegel’de farklı realizm anlayışları vardır. Varlığı, zihnimizin bir ürünü olarak görenler ise katı idealizmi temsil ederler.

Örneğin, George Berkeley, varlığın zihnin algıları olduğunu ileri sürmektedir. Fakat genel olarak, varlığı maddî olmayan tinsel varlık olarak kabul eden tüm bu

filozoflar, varlığın idea cinsinden olduğunu ileri sürmektedirler. İdea ise gözle, elle;

yani beş duyu ile kavranamayan, fakat akılla veya düşünce ile kavranan varlıktır.

PLATON (M.Ö. 428-347)

Platon, varlığı zihnimizin dışında kabul etmekle realist, bu varlığın idea cinsinden olduğunu iddia etmesi bakımından da idealist varlık filozofudur. Platon’u idealist varlık anlayışına götüren neden bilginin değişmez bir varlığa ait olduğu düşüncesidir. Epistemolojik bir metafizikle, doğru ve değişmez bilginin nesnesi olarak idealar kuramını geliştirmiştir.

Platon, kendisinden önce var olan Herakleitos ve Parmenides’in karşıt görüşlerini incelediğinde, birinin her şeyi oluş ve hareketle açıkladığını, diğerinin ise Bir ve durağanlıkla açıkladığını görmüştür. Her iki görüş de bilginin ve varlığın ne olduğunu tam olarak verememektedir. Eğer her şey akıyorsa, hiçbir şey var

değildir. Bu yüzden var olmayanın bilgisi de yoktur. Sokrates’le başlayan “Bilgi vardır.” düşüncesini kabul eden Platon’a göre, bilgi varsa onun nesnesi de olmak zorundadır. Bilgi varsa, bu bilgi doğru, değişmez ve zorunlu olmalıdır. Böyle bir bilgi, ancak nesnesinin de bu özelliklere sahip olmasıyla mümkündür.

Bu dünyadaki her şey Herakleitos’un dediği gibi değişim ve oluş içindedir. O hâlde, Platon’un aradığı bilgi nesnesi, bu fenomenler dünyasına ait olamaz.

Fenomenler dünyasındaki nesnelerin değişmeyen örnekleri olması gerekir.

Değişmeyen, doğru ve zorunlu bilgi nesnesi, fenomenlerin nedeni olan idealardır.

İdealar gerçek örnekler olarak asıl varlıktır. İdealar, fenomenler dünyasından farklı

(14)

olarak, akılla kavranan dünyaya aittir. İdeaların gerçekten var olması, bilgiyi ve bilimi de olanaklı kılmaktadır.

İdealar, ezelî, ebedî, hareketsiz ve değişmez varlıklardır. İdealar tümel varlıklardır. Fenomenler ise tikel veya tekil varlıklardır. Örneğin; fenomenler dünyasında çok sayıda masa varken, idealar dünyasında tek bir masa formu veya ideası vardır. Platon, fenomenler dünyasından farklı bir yerde, bir tür idealar dünyası olduğunu ve bu dünyanın da düşünce veya akılla kavranabileceğini

düşünmektedir. İdealar, Tanrı’nın zihninde var olan varlıklar değildir. Platon’a göre, idealar, fenomenlerden farklı olarak gerçekten var olan nesnel varlıklardır.

Platon’un varlık görüşü, katı idealizmden farklıdır. Katı idealizme göre, gerçek varlık bizim zihnimizdeki idealar veya kavramlardır. Dikkat edilirse, Platon böyle bir varlığı tanımlamamaktadır. Platon’un ideaları herhangi bir bireyin zihninde değildir. Onlar zihinden bağımsız olarak gerçekten bir yerde vardırlar.

Platon, gerçek varlığın idea cinsinden olduğunu kabul etmesi itibariyle idealist, ideaların insan zihninden bağımsız olarak kendi başlarına var olduğunu kabul etmesi itibariyle de realisttir. Katı idealizm, varlığın idea cinsinden olduğunu, fakat nerededir bu idealar diye sorduğumuzda, zihnimizdedir, demektedir. Bu anlamıyla varlık felsefesini George Berkeley’in öznel idealizminde görebiliriz.

FÂRÂBÎ (870-950)

Fârâbî’ye göre, iki tür varlık vardır:

1- b. Vâcib-ül vücûd (Zorunlu varlık) 2- c. Mümkün-ül vücûd (Münkün Varlık)

Vâcib-ül vücûd olan İlk Varlık, Tanrı’dır. Mümkün-ül vücûd ise varlığını Tanrı’dan alan, olması zorunlu olmayan Tanrı’nın dışındaki her tür varlıktır. İlk varlık, tüm varlıkların var olma nedenidir. Metafiziğin temel konusunun teoloji, ontoloji ve ilkeler olduğunu ileri süren Fârâbî, İlk Varlığı metafiziğinde inceler.

Metafiziğin konusu İlk Varlıktır. Çünkü O, her şeyin ilk sebebidir. İlk sebep, zorunlu olarak kendine yeten yani nedeni olmayan nedendir. Böyle bir Varlık, ezelî, ebedî, maddesiz ve şekilsizdir. Kendisinden başkasına ihtiyacı olmadığı için de ortağı ve karşıtı yoktur.

İlk Varlık, hikmetin, birliğin ve hayatın da sebebidir. Özü itibariyle saf akıl ve mantıktır. İlk, saf akıl olduğu için kendisini kavraması ve bilmesi için aracı kavram ve bilgilere gereksinme de duymaz. O, kendisini düşünebilen düşüncedir. Böyle bir varlık, insan akılının bilgisine de uzaktır. İnsan aklı, düşünme gücü ile formları ve şekilleri kavrar. Kavranan formlar iki çeşittir. a) Cisimsiz kavranan formlar, b) Cisim nedeniyle kavranan formlar. Fakat bunların kavranması için bir Fa’âl akıl olması gerekir. Kavrama için Fa’âl akıl zorunludur. Güneş ışığı gözümüzün görmesini ve

(15)

varlıkların kendilerini göstermelerini sağladığı gibi, Fa’âl akıl da varlığı ışıklandırır.

Fa’âl akıl önce duyu verilerini, sonra da hayal gücünü ve en sonunda da kavrama gücünü gerçekleştirir.

Südûr (Taşma) Kuramı: Fârâbî, Vâcib-ül vücûd olan İlk Varlıktan Mümkün-ül vücûd olan varlığa geçişi südur kuramıyla açıklar. Bu kurama göre, İlk Varlık, on südur ile Ay-altı âlemi oluşturmaktadır. Her südurun bir akıl olduğunu söyleyen Fârâbî südur kuramıyla varlığın oluşmasını şu sıra ile açıklar.

1- İlk Varlığın taşmasıyla İlk Akıl oluşur. İlk Akıl, kendi özünü idrak eden akıldır.

2- Bu idrak edişle birlikte oluşan ikinci akıl, uzak gök feleğini veya küresini meydana getirir.

3- İkinci aklın İlk Varlığı anlamasıyla üçüncü akıl oluşur.

4- Üçüncü akıl kendi özünü düşünür ve sabit yıldızlar feleği oluşur.

. . . .

10- Ve bu taşma devam ederek 10. südurda Ay feleği oluşarak tüm varlıklar meydana gelmiş olur. En altta yer vardır. Yer küresinde gelişme tersine doğru olur.

Noksandan mükemmele giden bir düşünme veya varlık kavrayışı vardır. Tersine gelişme şu şekilde olur:

1- En altta olan yer küresinde madde vardır.

2- Dört unsur maddenin üstündedir: Ateş, toprak, su ve hava.

3- Madenler 4- Bitkiler 5- Hayvanlar 6- İnsanlar

İnsan, aklı ile Fa’âl akıla gitme yoluna girebilir. İnsan aklının amacı Fa’âl aklı bilmektir. Bu onun mutluluğu ve son amacıdır. İnsanın irade gücü akla yardım etmede önce gönülsüz olabilir fakat sonradan buna alışır ve akla yardımcı olur.

Bedenin bazı huy ve yetenekleri de Fa’âl aklı bilme işlemlerinde yardımcı olabilir.

Fârâbî, zihnimizin dışında var olan İlk varlığı gerçek ve asıl varlık olarak görmesinden dolayı realist yani gerçekçidir. İlk Varlık, ezelî, ebedî, maddesiz ve şekilsizdir. Bu varlığın maddî değil de, saf, cisimsiz ve soyut varlık olması Fârâbî’yi tinsel varlık felsefecisi yapmaktadır.

(16)

İBN SÎNA (980-1037)

İslâm ve Yunan düşüncesini uzlaştırmak istemiştir. Varlığın ezelî ve öncesiz olduğunu ileri sürerek, evrenin de öncesiz olduğunu iddia eder. Bu görüş Kur’an’a ters görünmektedir. Fakat İbn Sîna, İslâm varlık kuramını da reddetmez. Evren, öncesiz yani ezelidir. Çünkü Allah öncesiz olanda da iradesini kullanmaktadır.

Allah’ın öncesizliği evrenin öncesizliğini getirmektedir. İbn Sîna’nın bu açıklaması insan ve gölgesi gibidir. Nasıl gölge geldiği kaynağa bağlı ise evren de geldiği kaynak olan Allah gibi öncesizdir. Ancak everenin öncesizliği, kendinden dolayı değil, Allah’tan dolayıdır.

Eğer Tanrı evreni yaratmadan önce bir zaman içindeyse, orada hareket olmalıdır. Hareket ise cisimlerin yer değiştirmesidir. Cisim ise evrenin bir parçasıdır.

Bir şey var olmadan önce üç hâldedir. İbn Sîna’ya göre var olmanın üç türü vardır:

1- Mümkün var olma: Eğer bir şey mümkün yani olanaklı ise o şey var olmak için mekâna ihtiyaç duyar. Mekânda ancak cisimler var olabilir. Bu nedenle cisimden önce cisim olması gerekir yani evren öncesizdir.

2- İmkânsız var olma: Eğer bir şey imkânsızsa, var olması çelişkidir.

3- Zorunlu var olma: Eğer evren zorunlu olarak varsa, aynı zamanda zorunlu olarak da öncesizdir.

İbn Sîna, Fârâbî’nin südur kuramını aynen kabul etmiştir. Varlığın İlk Varlıktan südur ederek oluştuğunu ileri sürer. İlk varlık, nedensiz neden olarak öncesiz ve sonrasızdır. Her şey İlk Varlık olan Allah’tan gelmektedir. Bu gelme, bir zorunluluktur. Zorunluluk, neden-sonuç ilişkisi yasasına göre gerçekleşir. Oluş, Allah’ın isteğine göre olmaz çünkü zorunlu bir taşma olayı vardır. Allah, evrenin varlığından öncedir ve evrenin varlığından ayrı olarak vardır. Bu varlık görüşüyle, İbn-i Sîna, tinsel varlık felsefesini savunmaktadır. Gerçek Varlık, İlk neden olan Allah’tır ve O da maddî olmayan tinsel cinsden bir varlıktır.

İslâm filozofları genellikle ruh kavramı yerine nefs kavramını kullanırlar. İbn Sîna, ruh kuramını varlık sırasına göre açıklar:

1- Cansız maddeler. Sadece vardırlar.

2- Bitkiler: Büyüme, beslenme ve üreme güçleri vardır.

3- Hayvanlar: Bitkilerde var olanlardan başka aklın en az olduğu fakat içgüdüyle hareket etme ve davranışta bulunma özelliğine sahiptirler.

4- İnsanlar: Altındaki varlıkların tüm özeliklerine ilaveten tümeli kavrama, düşünme, seçme ve idrak etme güçlerine sahiptirler.

Ruh diye bir varlığın olup olmadığı şüphelerine karşın, İbn Sîna ruhun varlığını kanıtlamıştır. Bir bedeni boşluğa koyarak, tüm duyu organlarından yoksun

(17)

bırakalım, der. Acaba geriye bir şey kalır mı? İbn Sîna’ya göre, geriye kalan tek şey o bedenin kendi varlığını düşünmesidir. Bu ise ruhudur. O hâlde, ruh vardır.

(Sanırım bu noktada Descartes’ın cogito’suna Descartes’tan yüzyıllar önce varıyor ve cogito’nun varlığını kanıtlıyor.)

Beden ile ruh arasında bir kıyaslama yaparak, bedenin çok çalışarak yorulduğunu fakat ruhun çok çalışmaktan yorulmadığını öne sürmüştür. Bedenin bir organı olmasa da, insan düşünme etkinliğine devam edebilir. Eli olmayan birisinin düşünme gücünden bir şey eksilmez diyen İbn Sîna, ruh ve bedenin birbiriyle eşit tutulamayacağını kabul eder. Yaşlılıkta bedensel güçlerin azaldığını fakat ruhsal güçlerin artığını ileri sürmüştür.

Ölümü ise ruh cevherinin beden cevherinden ayrılması olarak açıklamıştır.

Bu anlayışla insanı, ruh ve beden ikilisi olarak algılamaktadır. İnsanın 40 yaşından sonra olgunlaştığını söyler. Çünkü bu yaştan sonra bedensel güçler azalmakta ve ruhsal güçler artmaktadır. Bedenden önce ruh yoktur. Bedenin yaratılmasıyla Tanrı ruhu da yaratmıştır. Beden ölümlü iken, ruh ölümsüzdür. Bu nedenle bedenden ayrılan ruh, ölümsüz olduğu için ahirette sonsuz yaşama kavuşur. İbn-i Sîna, ruh diye bir tinsel varlığı kabul etmesi nedeniyle idealist, bizden bağımsız bir varlığı kabul etmekle de realist bir varlık felsefecisidir.

George BERKELEY (1685-1753)

İngiliz deneyciliğini aşırı uçlara taşıyarak öznel idealizmin (sübjektif idealizm) varlık görüşüne ulaşan Berkeley için, yalnızca ruh ve ruhların kavram ve ideleri vardır. Onların dışında zihinden bağımsız nesnel dış gerçeklik yani madde yoktur.

Bizim doğrudan ve aracısız olarak algıladığımız her şeyin kendi zihnimizdeki ideler olduğunu, doğuştan gelen idelerin olmadığını, tüm idelerin algısal deneylerimizden geldiğini ve her türlü idemizin duyu deneyi kaynaklı olduğunu savunur. Böyle olunca da, varlık, algılanandır. Var olmak algılanmış olmaktır. Algılanan ise kendi idelerimizdir. O hâlde varlık, zihnimizin idelerinden başka bir şey değildir.

Ben yani özne, bir tür idealar ve düşünceler toplamıdır. Platon, ideaları insan zihninden bağımsız olarak düşünürken, Berkeley ideaların insan zihninin içerikleri olduğunu ileri sürer. İdealar, düşünceler ve tasarımlar, öznenin bilinç içerikleridir.

Var olan ruhlardır. Asıl gerçeklik ruhlardır. Madde diye bir şey yoktur. Var olan bizim ruhumuzun bilinçli içerikleri olan idelerdir. Berkeley’in bu öznel idealizmi devam ettirilirse solipsizme gidebilir. Fakat Berkeley, solipsizme (tek benciliğe) git- mez. Tüm ruhların varlığını tek bir ruha bağlar. Bu ruh da Tanrı’dır. Böylece öznel idealizmin kaynağını Tanrı’ya bağlayarak, algılarımızın nedeninin Tanrı olduğunu söyler. Tanrı algılarımızın nedeni olarak tinseldir. Maddî hiçbir şey algılarımızın nedeni olamaz. Tinsel varlık, varlığın nedenidir.

(18)

Georg Wilhelm Friedrich HEGEL (1770-1831)

Varlık, soyut ve gerçekten var olan bir İdedir (Geist’tır). Geist adını verdiği bu ide, bir tür saf akıl, zihin veya salt kavramdır. Platon’dan farklı olarak, İde veya Geist, değişebilir, oluş içindedir ve kendini farklılaştırarak geliştirebilir. Değişmez bir yapı göstermeyen Geist üç aşama ile varlığını açar. Asıl ve gerçek varlık, insan zihninden bağımsız olarak var olan Mutlak Akıl, İde, Geist ve Düşüncedir.

Geist, her şeyin nedeni olarak sürekli oluş ve değişim içindedir. Bu oluş ve değişim diyalektik yasa çerçevesinde üçlü adımlarla gerçekleşir: Tez, antitez ve sentez. Diyalektik, Hegel’e göre, kendisini doğanın ve özellikle de tarihin akışı içinde gösteren Geist’ın değişmesini ve gelişmesini ifade eden yasadır. Diyalektik aynı zamanda düşüncenin de yasasıdır. Çünkü Hegel’e göre, düşünce ve varlık özdeş şeylerdir. Düşünce ve varlık, diyalektik gelişimi süresince hep karşıtları içinden geçerek ve karşıtlarını uzlaştırarak senteze varırlar.

İdea veya Geist, gelişim sürecinin ilk aşamasında kendine yabancılaşarak antitezi olan Doğayı oluşturur. Artık o kendinde değildir. Kendinden farklı olarak tek tek cisimsel varlıklara dönüşmüştür. Varlık, antitez aşamasında tinsellikten, maddeselliğe geçmiştir. Madde veya doğa veya dünya dediğimiz şey, Hegel’in farklılaşmış Öznel Geist’tından başka bir şey değildir. Doğa olarak maddî kimliğe bürünen Geist, kendisinden başka bir varlık olmuştur ve kendi özü ile çelişik bir durumdadır. Artık o Öznel değil, Nesnel bir yapıdadır. Bu çelişki diyalektik sürecin üçüncü aşaması olan sentezi verecek olan zorunlu bir olgudur. Sentez, kültür dünyasının insan aklı tarafından oluşturulmasıyla sona erer. İnsan aklının sanat, din ve felsefe üretmesiyle oluşan kültür dünyasında çelişki yerini özdeşliğe bırakır.

Doğada nesnel Geist veya Tin olan Varlık, kültür dünyasında kendine döner ve kendisiyle özdeş olur. Kendini mutlak Geist olarak tanır. Diyalektik gelişimin ilk aşamasında Geist özneldir. Doğa olarak kendine yabancılaşıp, maddî varlık olduğunda nesnel olmuştur. Nesnel kimliğinden ancak kültür dünyasını

oluşturmakla kurtulan Geist, insan zihninin ürünleri olan din, sanat ve felsefede mutlak Geist kimliğine varır.

Hegel’in görüşü bir idealist varlık felsefesidir ve realist bir anlayışla yapılmıştır. İnsan zihninden bağımsız olarak var olan bir Geist, İdea, Akıl veya Kavramla varlığı başlattığı için realist, bu varlığı tinsel yani soyut ve maddî olmayan bir şey olarak kabul etmesinden dolayı idealist (Burada idealizm, Berkeley’in öznel idealizminden farklı bir anlamda kullanılmıştır), daha doğrusu Mutlak İdealist bir varlık felsefecisidir.

(19)

Öz et

•Varlık felsefesi felsefenin en eski disiplinlerinden bir tanesidir. Varlık felsefesi, varlığın ne olduğunu, anlamını, doğasını, yapısını, ilkelerini ve türlerini inceleyen felsefe disiplinidir. Varlık felsefesi, bir tür varlık bilimi değildir. Filozoflar, Genel olarak varlık kavramını üç farklı anlamda kullanmaktadırlar. Varlığın yalnızca düşüncede değil aynı zamanda gerçek dünyada da var olduğunu söyleyen görüş realizm (gerçekçilik) olarak isimlendirilir. Gerçek varlık zaman ve mekan içinde yer alan varlıktır. İdeal varlıklar ise herhangi bir mekan içinde bulunmayan ve dış nesnel gerçekliklerinden söz edilemeyen varlıklardır. Varlığın temel ilkelerini ele alıp inceleyen felsefe disiplini metafizik olarak adlandırılmaktadır. Aslında İlkçağ Yunan felsefesi, baskın karakteri itibariyle metafiziktir. Çünkü öncelikli sorun varlık sorunudur.

•Varlık denilen hiçbir şeyin olamayacağını söyleyen anlayış ise nihilizm (hiççilik) olarak nitelendirilmektedir. Varlığın insan zihninden bağımsız olarak var olduğunu kabul eden görüşün gerçekçilik olduğunu söylemiştik. Realizm (gerçekçilik) konusunda iki temel görüş vardır: Ontolojik realizm, tümellerin ve kavramların ontolojik gerçeklik olarak var olduklarını kabul eden görüştür. Epistemolojik realizm, bilginin dayandığı temelin özneden bağımsız, kendi başına var olduğunu kabul eden anlayıştır. Zihnimizin ve düşüncemizin dışında gerçekten tümel varlıklar vardır, iddiasını öne süren görüş ise katı realizmdir. Tümellerin zihinden bağımsız olarak değilde tekil ve tikel varlıklarla birlikte, onların içinde var olduğunu kabul eden görüş ise konseptüalizm (kavaramcılık) şeklinde değerlendirilmektedir. Tümel varlıkların hiçbir biçimde var olamayacaklarını, sadece ağızdan çıkan bir ses ya da isim olduğunu iddia eden görüş ise nominalizm (hazcılık) olarak isimlendirilmektedir.

(20)

Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan

“bölüm sonu testi”

bölümünde etkileşimli olarak

cevaplayabilirsiniz.

DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Dünya, bütün olarak bir nesne değildir; bir fikirdir. Algıladığımız her şey bu dünyanın içindedir, fakat dünyanın kendisi değildir.

Bu görüş, ontolojiyle ilgili aşağıdaki yaklaşımlardan hangisine uymaktadır?

a) İdealizm b) Materyalizm c) Fenomenolojizm d) İkicilik

e) Oluşçuluk

2. Demokritos’a göre, evrenin belli bir andaki hali, bundan önceki halinin zorunlu sonucu olarak ortaya çıkar. Buna göre atomların belli bir andaki konumları, hızları ve onların hangi yönde hareket ettikleri bilinirse, gelecekte nelerin olacağı tam bir kesinlikle bilinebilir.

Demokritos’un bu görüşü aşağıdakilerden hangisinde ifade edilmiştir?

a) Şüpheci görüş

b) Determinist evren görüşü c) Hazcı görüş

d) İdealist görüş e) Diyalektik görüş

3. Descartes’e göre yalnızca iki cevherden söz edilebilir. Bunlar, yaratılmış cevherler olarak ruh ve maddedir. Bu iki cevher kendi başlarına var olamazlar, var olmak için Tanrıya gereksinim duyarlar. Ruhun özü düşünme, maddeninki ise yer kaplamalardır. Ruh ve madde birbirinden özce ayrı olan, uzlaşmayan iki ayrı cevherdir.

Descartes’ın bu görüşleri aşağıdakilerden hangisine bir temel oluşturur?

a) Diyalektik görüşü b) Dualist (ikici) görüşü c) Mekanik görüşü d) Materyalist görüşe e) İdealist görüşe

(21)

4. Dünya, var olduğunu duyumladığım şeydir. Benim onu algıladığım hali dışında, onun ne olabileceğini bilmem olanaksızdır. Eğer bir şeye yakınsak, o şey büyüktür; uzaksak, küçüktür. Onun gerçek büyüklüğünü nasıl

söyleyebiliriz?

Bu parçada savunulan düşünce aşağıdakilerden hangisidir?

a) İnsan, doğanın bir parçasıdır.

b) Dünyaya ilişkin algılar özneldir.

c) Bilgiler paylaştıkça çoğalır.

d) İnsan varlıklara kendinden bir şey katamaz.

e) Bilgi kuşkuyla beslenir.

5. Metafizik problemlerin ortak özelliği, duyu yoluyla algılanmayan konularla ilgili olmalarıdır. Duyu yoluyla algılanamayan bir şey bilinemeyeceği için, metafiziğin kapsamı içinde kalan problemler de bilinemez.

Bu parçada metafizik problemlerinin hangi niteliği üzerinde durulmaktadır?

a) İnsanın merak ve hayretini kamçılama b) Düşünme yoluyla yanıtlarının aranabilmesi c) Akıl ilkeleriyle açıklanabilmesi

d) Getirilen çözümlerin sürekli olarak değişmesi e) Gerçekliklerin somut olarak kanıtlanamaması

6. Parmenides’e göre varlık, “Bir”dir ve değişmez; değişiklik sadece görünüşten ibarettir. Düşünen varlık özne ile düşünülen varlık nesne bir ve aynı şeyledir.

Buna göre, düşüncenin konusu olan nesnelerle düşünce de bir ve aynı şeylerdir.

Parmenides’in bu görüşleri varlık felsefesinde hangi problem alanına açıklama getirmektedir?

a) Varlığın ne olduğu ve nitelikleri b) Varlığın gerçekte var olup olmadığı c) Varlık türleri

d) Varlığın düzen içerip içermediği

e) Varlığın tamamının yapılıp yapılamayacağı

(22)

7. Evrende cevher olarak yalnız madde vardır. Felsefenin konusunu bir maddenin biçim almış durumu olan cisimler oluşturur. Cisimler ancak deney ve gözlem yoluyla incelenir. Maddenin dışında kalanlar ancak inanç konusudur.

Bu görüşler aşağıdaki felsefe akımlarından hangisine aittir?

a) Deneycilik b) Şüphecilik c) Maddecilik d) Akılcılık e) Duyumculuk

8. Gorgias; “hiçbir şey yoktur, olsa bile bilemezdik, bilseydik de başkalarına bildiremezdik.” demiştir.

Gorgias bu sözleriyle aşağıdakilerden hangisi anlatmak istemiştir?

a) Genel geçer bir bilginin varlığını

b) Doğru bilgiyi elde etmenin imkânsızlığını c) Yararlı olanın yanı zamanda doğru olduğunu d) Bilgi elde etmede deneyin zorunluluğunu e) Doğru bilginin duyumlardan geldiğini

9. George Berkeley, “ Var olmak algılanmış olmaktır.” savıyla aşağıdakilerden hangisini vurgulamaktadır?

a) Soyut duyguların önemli olduğunu b) Varlığın, algılamaya bağlı olduğunu c) Deneyin ilkelerinin yadsındığını d) Akla güvenilmesi gerektiğini e) Algının sonradan kazanıldığını

10. Görmüş olduğumuz şu evren, “ Arkhe” adı verilen su, hava, ateş ,birlik, sayı, atomlardan ve bunlardan birinin veya bir kaçının şekil değiştirmesiyle oluşmuştur.

Ontolojide ait bu görüşleri savunan filozoflar aşağıdakilerden hangisi olabilir?

a) Sofistler b) Doğa filozofları c) İslam düşünürleri d) Septikler

e) Yeniçağ rasyonalistleridir

(23)

YARARLANILAN KAYNAKLAR

Aristoteles. (1985) Metafizik. (Çev. Ahmet Arslan) İzmir,:Ege Üni. Yayınları Arslan, Ahmet. (1996) Felsefeye Giriş, Ankara: Vadi Yayınları

Aydın, Mehmet, Din Felsefesi, İzmir 1987.

Aziz Augustinus.(1957) Against the Academician. (Trans. by Sister Mary Patrica Garvey) Wisconsin: Marquette Uni. Press

Aziz Thomas. (1948) Summa Theologia (Trans. Anton C. Pegis.) New York: The Modern Library Press

Billington, Ray. (1995) Felsefeyi Yaşamak (Çev. Abdullah Yılmaz) İstanbul: Ayrıntı Yayınları

Bolay, Süleyman Hayri.(1993) Aristo Metafiziği ve Gazâli Metafiziğinin Karşılaştırılması. İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları

Bumin, Nicholas ve Tsui-James E.P. (Editors) (1998) The Blackwell Companion to Philosophy, Oxford: Blackwell Publ.

Cevizci, Ahmet. (1999) Paradigma Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Paradigma Yayınları Cevizci, Ahmet. (2000) İlkçağ Felsefesi Tarihi, Bursa: Asa Kitabevi

Cuvillier, Armand.(1996) Felsefe Yazılarından Seçilmiş Metinler (Çev. M. M.

Yakuboğlu) Ankara: Bilim ve Sanat

BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR

Çüçen, A. Kadir.(2000) Heidegger’de Varlık ve Zaman Bursa: Asa Kitabevi Çüçen, A. Kadir.(2000) Orta Çağ Felsefesi Tarihi. İstanbul: İnkılâp Kitabevi

Edwards, Paul (Editor in Chief),(1972) The Encyclopedia of Philosophy 8.Volume.

New York: Macmillan Publ.

Hegel, G. F. W.(1986) Tinin Görüngübilimi. (Çev. Aziz Yardımlı) İstanbul: İdea Yayınları

Heidegger, Martin.(1962) Being and Time (Trans. by John Macquarie and E.dward Robinson, New York: Harper and Row Press

Heidegger, Martin. (1977) Basic Writings. (Trans. by D. F. Krell) New York: Harper and Row Publ.

Kenny, Anthony.(1998) A Brief History of Western Philosophy Oxford: Blackwell Publ.

(24)

Leibniz, G. W.(1999) Metafizik Üzerine Konuşma (Çev. Afşar Timuçin) İstanbul:

Cumhuriyet Kitabevi

Mengüşoğlu, Takiyettin. (1983) Felsefeye Giriş İstanbul: Remzi Kitabevi Plotinos.(1996) Enneadlar (Çev. Zeki Özcan) Bursa: Asa Kitabevi

Ross, W. D.(1983) Aristoteles (Çev. Ahmet Arslan) İzmir: Ege Üniversitesi Yayınları Stanley, H. M ve Hunt, Thomas C.(1996) Felsefeye Çağrı, (Çev. Hasan Ünder)

Ankara: İmge Kitabevi

Welschedel, Wilhelm. Felsefenin Arka Merdiveni. (Çev. Sedat Umran) İstanbul: İz Yayıncılık

Referanslar

Benzer Belgeler

Ba~l~~~n', K~ br~s, Bir Cumhuriyetin Y~k~l~ p diye tercüme edebilece~imiz Cyprus, The Destr~~ction of a Republic, ad~ndan da anla~~laca~~~ üzere, 1959 Zürich ve Londra

Bedesteni, 16 ncı asrın ikinci yarısında ziya­ ret etmiş bulunan Nicolas de Nicolay, şunları yazmaktadır: (Bedesten denilen mahal murab­ ba şekünde ve yüksek,

Nabi Bey o ortaelçiliği, yani Atina elçiliğini muhafaza etti sonra Sofya’ya nakledildi, ondan sonra da İtalya ile sulh müzake­ relerine memur olup sulhün

Yakub Kadri Balkan Savaşını, Birinci Dünya Savaşını ve bu yenilgilerin ışığında dünyada oyna­ nan büyük sömürü oyununu farkettikten sonra, evet neden

İnsanın cinsiyeti, statüsü, gelenekleri, inançları, ekonomik, sosyal ve kültürel pek çok konumu, boncuk vb. objeler ve onlarla olan etkileşimi sayesinde çözülmeye

[r]

Bu şiirde Fikret, belki de kendi ruhunda yaşayan, maddî hırslar - dan uzak, ipince kadın sevgisini ve seven erkekteki hayâl incelik­ lerini terennüm e

lifinden ferağat eyleyeceği derkâr bulunmuş­ tur, İngiltere hariciye nezaretinin parlâmen­ toya memur olan müsteşarı Mister Gürzon her nekadar parlâmentoda dün