• Sonuç bulunamadı

El-Hariri ve Mulhatu'l-İ'rab adlı eserinde örnek olarak verdiği cümle, ayet ve şiir beyitlerinin tahlilleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "El-Hariri ve Mulhatu'l-İ'rab adlı eserinde örnek olarak verdiği cümle, ayet ve şiir beyitlerinin tahlilleri"

Copied!
117
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI

ARAP DİLİ VE BELÂGATI BİLİM DALI

EL-ÐARÎRÎ VE MULÐATU’L–İ‛RÂB ADLI ESERİNDE

ÖRNEK OLARAK VERDİĞİ CÜMLE, ÂYET VE ŞİİR

BEYİTLERİNİN TAHLİLLERİ

İdris ERDEM

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Dr. AYHAN ERDOĞAN

(2)

II

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğr

enc

inin

Adı Soyadı İDRİS ERDEM Numarası 074244071006

Ana Bilim / Bilim Dalı

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ / ARAP DİLİ VE BELAĞATI

Danışmanı Öğr. Gör. Dr. AYHAN ERDOĞAN

Tezin Adı EL-HARİRİ VE MULHATU'L-İ'RAB ADLI

ESERİNDE ÖRNEK OLARAK VERDİĞİ CÜMLE, AYET VE ŞİİR BEYİTLERİNİN TAHLİLLERİ

ÖZET

EL-HARİRİ VE MULHATU'L-İ'RAB ADLI ESERİNDE ÖRNEK OLARAK VERDİĞİ CÜMLE, AYET VE ŞİİR BEYİTLERİNİN TAHLİLLERİ

Bu tezin amacı manzûm eserlerden biri olan Mulðatu’l-İ‛râb’ın müellifi hakkında bilgi sahibi olmak ve Mulðatu’l-İ‛râb’daki örnekleri incelemektir.

Tezin birinci bölümünde müellifin hayatı (künyesi, doğum tarihi, doğum yeri, âilesi, çocukları ve vefât tarihi), tahsil hayatı ve hocaları, şahsiyeti, resmî görevleri, eserleri ve üslûbu üzerinde ayrıntılı bir şekilde durulmuştur. Tezin ikinci bölümünde Mulðatu’l-İ‛râb’da verilen örneklerin tahlilleri yapılmıştır.

Bu tezin teşekkülü esnasında uygulanan yöntemler şunlardır:

Bilgilerin derlenme ve değerlendirilmesinde, bilimsel araştırma yöntemleri kullanılmıştır. Bu tezde sadece bilgilerin nakledilmesine değil, aynı zamanda araştırmacı bir anlayışla tasnifler oluşturmaya ve sonuçlara ulaşılmaya da önem verilmiştir. Ayrıca araştırmanın sağlıklı bir sonuca ulaşabilmesi için her aşamada, danışmanım ve diğer Arap Dili ve Belâğatı alanındaki hocalar ile sürekli diyalog içerisinde olunmuş ve araştırmanın planlı bir şekilde yürütülmesi sağlanmıştır.

(3)

III

Elde edilen sonuçlar; Mulðatu’l-İ‛râb’da verilen örnekler cümle, âyet ve şiir beyitlerinden oluşmaktadır. Cümleler çoğunluktadır. Sadece iki bâbda âyeti kerîmelerden örnek verilmiştir. el-Ðarîrî’nin Mulðatu’l-İ‛râb’da verdiği örneklerin büyük çoğunluğu ise nahiv konuları ile ilgilidir. Mulðatu’l-İ‛râb’da Sarf konuları ile ilgili toplam 3 bâb vardır. Bunlar; Cem-i Tekóîr Bâbı, Tasğîr Bâbı ve İsm-i Mensûb bâbıdır. Bu eser müptedîlere yönelik yazıldığı için konular ayrıntıya girilmeden basit ve yalın bir şekilde örneklendirilmiştir.

(4)

IV

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğr

enc

inin

Adı Soyadı İDRİS ERDEM Numarası 074244071006

Ana Bilim / Bilim Dalı

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ / ARAP DİLİ VE BELAĞATI

Danışmanı Öğr. Gör. Dr. AYHAN ERDOĞAN

Tezin İngilizce Adı El HARIRI AND THE ANALYSES OF SENTENCES,

VERSES, AND POEM COUPLETS HE GAVE AS EXAMPLES IN HIS WORK MULHATU’L I’RAB

SUMMARY

EL HARIRI AND THE ANALYSES OF SENTENCES, VERSES, AND POEM COUPLETS HE GAVE AS EXAMPLES IN HIS WORK MULHATU’L I’RAB

The aim of this thesis is to gain knowledge about the author of one of the works in verse, “Mülhatül İ’rab”, and to study the examples in Mülhatül İ’rab. In the first part of the thesis, the life of the author (his tag, place and date of birth, his family and children, date of death), his study life and teachers, his personality, official occupations, his works and genre have been focused on in detail. In the second part of the thesis, the examples given in Mülhatül İ’rab have been analysed. During the composition of this thesis, following methods have been used:

In compilation and assessment of the data, scientific research methods have been used. Not only transferring the data but development of classifications in an explorative way and reaching the results were also important in this study. Besides, in every phase of the study, in order for the research to reach a sound conclusion, I was

(5)

V

always in dialogue with my thesis counsellor and other lecturers of department of Arabic Language and rhetoric; therefore, it has been possible to carry out the research as scheduled.The conclusions gained during the research are as follows: The examples given in Mülhatül İ’rab consisted of sentences, verses, and poem couplets. Majority of them are the sentences. Only in two chapters verses were given as examples. The majority of the examples that Hariri gave in Mülhatül İ’rab are about Syntax (nahiv). There are 3 chapters about semantics (sarf) in Mülhatül İ’rab. These are chapters of Cem-i Teksir, Chapter of Tasğir, and chapter of İsm-i Mensub. Since this work was written for beginners, the topics were examplified simply without details.

(6)

VI

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ... X KISALTMALAR ... XIII

GİRİŞ ... 1

ARAP DİLİNDE İ‛RÂBIN YERİ VE ÖNEMİ ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM ... 9

EL-ÐARÎRÎ VE MULÐATU’L-İ’RAB ADLI ESERİ ... 9

A-EL-ÐARÎRÎ ... 10

1.KÜNYESİ, DOĞUM TARİHİ, DOĞUM YERİ VE ÂİLESİ ... 10

2.TAHSİL HAYATI VE HOCALARI ... 12

3.ŞAHSİYETİ ... 14

4.RESMî GÖREVLERİ ... 16

5.ÇOCUKLARI VE VEFÂTI ... 16

6.ESERLERİ VE ÜSLÛBU ... 17

6.1.el-Maùâmât ... 18

6.2.Durratu’l-Ğavvâó fî Evðâm el-Ñavaóó ... 24

6.3.Mulðatu’l-İ‛râb ... 26 6.4.Şerðu Mulðati’l-İ‛râb ... 27 6.5.er-Risâletu’s-Sînîyye ve er-Risâletu’ş-Şînîyye ... 28 6.6.Diğer Eserleri ... 28 B- MULÐATU’L-İ’RAB ... 30 1.MULÐATU’L-İ’RAB’A GİRERKEN ... 30 2.“URCÛZE” VE ŞERH ... 32

3.İLETİŞİMİN İKİ KUTBU (MÜTEKELLİM VE MUHÂTAB) ... 40

(7)

VII

3.2.Muhâtap Üzerine “sen” Sesi: ... 42

4.ŞİİR VE NAZIM SANATI ... 44

İKİNCİ BÖLÜM ... 46

MULÐATU’L İ‛RAB’DA VERİLEN ÖRNEKLER ... 46

A-MULÐATU’L İ‛RAB’DA VERİLEN ÖRNEKLERİN TAHLİLLERİ ... 47

1.MULÐATU’L İ‛RAB’DA ÖRNEK ÇEŞİTLERİ ... 47

1.1.Mulðatu’l-İ‛râbda Örnek Verilen Âyeti Kerîmeler ... 47

1.2. Mulðatu’l-İ‛râbda Örnek Verilen Şiir Beyitleri ... 48

1.3.Mulðatu’l-İ‛râb’da Örnek Verilen Cümleler ... 49

2. MULÐATU’L İ‛RAB’DA VERİLEN ÖRNEKLERİN KONULARA GÖRE DAĞILIMI ... 51

2.1.Mulðatu’l-İ‛râb’da Sarf Konuları... 51

2.1.1.Cem-i Tek¹îr Bâbı ... 51

2.1.2.Tasğîr Bâbı ... 51

2.1.3.İsm-i Mensûb Bâbı ... 53

2.2.Mulðatu’l-İ‛râb’da Nahiv Konuları ... 54

3.MULÐATU’L-İ‛RÂB’DA ÖRNEKLERİN YAPISI ... 55

3.1.Kelime/Kelimeler İle İktifâ Edilen Örnekler ... 55

3.2.Anlamlı Cümlelerden Oluşan Örnekler ... 56

4.MULÐATU’L-İ‛RÂB’DA ÜSLUP ... 58

4.1.Basralıların Üslûbunun Etkisi ... 58

4.2. Anlatım Dili / Kullanılan Dil ... 63

B-MULÐATU’L İ‛RAB’DA VERİLEN ÖRNEKLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ... 66

1.YAZARIN ÖZGÜN GÖRÜŞLERİ ... 66

1.1. Mef‛ûlu Mutlak ve Mastar Bahsi ... 66

(8)

VIII

2.YAZARIN TARTIŞMAYA AÇIK GÖRÜŞLERİ ... 68

2.1.Haberin Mânâ Açısından Müptedânın Sıfatına Benzetilmesi ... 68

3.MULÐATU’L-İ‛RÂB’DA DEĞİNİLMEYEN NOKTALAR... 70

3.1.İzâfet Çeşitleri Ve İzâfetin Fî Mânâsında Kullanımı ... 70

3.2.Kem el-Ðaberiyye’nin Temyîzinin Nekra olma Şartı ... 72

3.3. Mechûl Fiilin Yapılışı ... 73

3.4.Müteaddî ve Lâzım Fiiller... 75

3.5.Cem-i Müennes-i Sâlimin İ‛râbı ... 76

3.6.Fâilin Özellikleri ... 76

3.7.Taaccub Óîğaları ... 77

3.8.Te’kîd, Bedel ve Sıfat ... 78

4.MULÐATU’L-İ‛RÂB’DA FARKLI GÖRÜŞLER ARASINDA TERCİH ... 79

4.1.Kelâmın Tarifi ... 80

4.2.Müstesnâ’nın Müstesnâ Minh Üzerine Takdîmi ... 81

4.3.Kâne ve Kardeşlerinin Haberinin Tekaddüm Etmesinin Câiz Olması ... 83

5. MULÐATU’L-İ‛RÂB’DA (GENEL TEMÂYULÜN DIŞINDA) AYRINTIYA GİRİLEN NOKTALAR ... 84

5.1.Harf-i Cer Bâbı ... 84

5.2.Mastar Bâbı ... 85

5.3.Zarf Bâbı ... 86

6. MULÐATU’L-İ‛RÂB’DA DİKKAT ÇEKEN DİĞER NOKTALAR ... 88

6.1.Mulðatu’l-İ‛râb’ın Nahiv Konularına Tahsis Edilme Gayreti ... 88

6.2. Mulðatu’l-İ‛râb’da Nahvin Bütün Konularını İçine Alma Gayreti ... 90

7.ARAPÇA ÖĞRETİMİ AÇISINDAN YAZARIN ÜSLÛBUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ ... 92

7.1.Konu Seçiminde Sıra Tâkib Etmesi ... 92

(9)

IX

7.3.Konuların Sadece Örneklerle Anlatılması ... 94 SONUÇ ... 96 KAYNAKÇA ... 99

(10)

X

ÖNSÖZ

Şüphesiz ilimlerin ortaya çıkması birdenbire oluşan bir şey değildir. Aksine ilimler, yavaş yavaş ortaya çıkar ve bilahare gelişerek mükemmel bir çizgiye doğru ilerlemelerini sürdürürler. Bu sebepten tarihte birçok ilmin ne zaman ve ilk defa kim/ler tarafından ortaya konduğu kesin olarak bilinmez. Arapça dilbilgisi kurallarına muhtevî olan nahiv ve sarf ilmi de bu gerçeğin dışında değildir. Zira nahvin ortaya çıkışı ve bu ilmin tartışmasız en büyük temsilcisi Sibeveyhi’nin (ö. 182/798) el-Kitâb’ına kadar nasıl geliştiği ve hangi aşamalardan geçerek bu eserdeki mükemmel çizgisine ulaştığı henüz kesin hatlarıyla anlaşılmış ve belirlenmiş değildir. Ancak bu teşekkül devresinden sonra nahiv tarihinde adeta bir dönüm ve sıçrama noktasını teşkil eden bir merhaleye gelinmiştir. Hicrî I. ve II. Asrı içine alan bu dönemden itibâren Basra ve Kûfe dil mekteplerinde pek çok dil âlimi yetişmiş ve çeşitli eserler ortaya konulmuştur.

Hicrî IV. asra gelindiğinde ise manzûm nahiv eserleri ortaya konulmaya başlanmıştır. Manzûm nahiv eserlerinin tarihini Halil b. Ahmed’e kadar götürenler olsa da Hicrî 370 yılında Ahmed b. Manóûr el-Yeşkurî tarafından, çoğunluğun türünün ilk örneği olarak kabul ettiği manzûm nahiv eseri kaleme alınmış ve daha sonra Hicrî V. asırda Muhammed b. Kâsım el-Ðarîrî tarafından Mulðatu’l-İ‛râb adlı eser yazılmıştır. Hicrî 672 yılına gelindiğinde ise nahiv ve sarf alanında bu türün en meşhur eseri olan ve günümüzde hâlâ şöhretini koruyan “Elfiyye” ismiyle mâruf, İbn-i Mâlik’in manzûm eseri kaleme alınmıştır.

Arapça’yı ilmî incelikleri ile öğrenmek, gramer kâidelerini ihtivâ eden “Sarf-Nahiv” ile edebî bilgileri ihtivâ eden “Belâgat”tan istifâde ile mümkündür. Biz de bu çalışmamızda günümüzde ilgili çevrelerce daha çok Maùâmât’ı ile tanınan Muhammed b. Kâsım el-Ðarîrî’nin hayatını, eserlerini ve eserleri arasında nahiv ve sarf alanında manzûm eserler açısından ayrı bir yeri olan Mulðatu’l-İ‛râb adlı eserini ve bu eserde vermiş olduğu örneklerin tahlillerini yapacağız.

Araştırmanın giriş kısmında Arap Dilinde i‛râbın yeri üzerinde durulmuştur. İ‛râb kelimesinin lügat ve ıstılâhi mânâları açıklanmış, i‛râbın önemini ortaya koyan ve Nahiv âlimlerini i‛râb hakkında çalışmaya iten sebeplerden bazıları zikredilmiştir. Arap gramerini ilk tedvîn eden kişi ve tedvîn tarihi ile ilgili de genel bilgiler verilmeye çalışılmıştır.

(11)

XI

Araştırmanın Birinci Bölüm’de Mulðatu’l-İ‛râb’ın müellifi olan Muhammed b. Kâsım el-Ðarîrî’nin hayatı ve ilmî kişiliği hakkında bilgi verilmiştir.

Birinci Bölüm’ün A kısmında el-Ðarîrî’nin hayatı (künyesi, doğum tarihi, doğum yeri, âilesi, çocukları ve vefât tarihi), tahsil hayatı ve hocaları, şahsiyeti, resmî görevleri, eserleri ve üslûbu üzerinde ayrıntılı bir şekilde durulmuştur.

Birinci Bölüm’ün B kısmında ise el-Ðarîrî’nin Mulðatu’l-İ‛râb adlı eseri üzerinde ayrıca durulmuştur.

Araştırmanın İkinci Bölüm’ünde, Mulðatu’l-İ‛râb’da verilen örnekler incelenerek kitap hakkında çıkarımlarda bulunulmuştur.

İkinci Bölüm’ün A kısmında Mulðatu’l-İ‛râb’da verilen örneklerin tahlilleri yapılmıştır. Burada Mulðatu’l-İ‛râb’da örnek biçimleri, Mulðatu’l-İ‛râb’da örneklerin yapısı ve Mulðatu’l-İ‛râb’da üslûp üzerinde durulmuştur.

İkinci Bölüm’ün B kısmında ise Mulðatu’l-İ‛râb’da verilen örneklerin değerlendirmesi yapılmıştır. Değerlendirme yedi alt başlık içerisinde sunulmuştur. Sonuç ile çalışma bitirilmiştir.

Çalışmam esnâsında tercih ve yönlendirmeleriyle ufkumu açan danışmanım Dr. Ayhan Erdoğan Bey’e, fikirlerini ve elindeki kaynaklarını benimle paylaşan Prof. Dr. Taceddin Uzun Bey’e ve Doç. Dr. Muhammet Tasa Bey’e teşekkürlerimi arz ediyorum.

(12)

XII TRANSKRİPSİYON SİSTEMİ

Bu çalışmada aşağıda verilen transkripsiyon sistemi kullanılmıştır: Sesliler:

آ, ُـ‮ ‮بـ, ًَــ: â ; ٍِـ: î ; ىُـ: û ;

ـَـ : e, (kalın okunan harflerde: a) ; ـِـ: i; ـُـ: u, Sessizler:

ء : ’ ; ة: b ; د: t ; س: ï; ط: c ; ػ: ð ; ؿ: ñ ; ك : d ; م: ø ; ه: r ; ى: z ; ً: s ; ُ: ş ; ٓ: ó ; ٗ : ô ; ٛ: õ ; ٟ: ø ; ٣: ‘ ; ٧: ğ ; ف: f ; ق: ù; ن : k ; ي: l ; َ: m ; ْ: n ; و: v ; ـ٘: h ; ٌ: y .

Yukarıda verilen transkripsiyon sisteminden farklı olarak:

a. Harf-i ta‘rifler, cümle başında da küçük harfle yazılmıştır. Örneğin: el-Kulliyye, el-Ùâhire, el-Ùalem.

b. Harf-i ta‘rif ile gelen kelimenin başındaki şemsî ve kamerî harflerin okunuşu belirtilmiştir. Örneğin: ed-Defteru’l-kebîru.

c. İzâfet terkîbi şeklinde bulunan ibarelerde (şahıs adı, kitap adı vb.) ve vasl gerektiren yerlerde muzâf ve muzâfun ileyhin i‘râbı yazıda gösterilmiştir. Örneğin: Ïâneviyyetu’l-Eimmeti ve’l-Ñuõabâ'i

d. Türkçeye yerleşmiş kelime ve tabirlerde transkripsiyon uygulanmamıştır. İmruulùays gibi meşhur bileşik isimler tek kelime halinde yazılmıştır.

(13)

XIII

KISALTMALAR

a.g.e. : adı geçen eser

A.e. : aynı eser

a.g.m : adı geçen makale

A.y. : aynı yer

b. : bin bkz. : bakınız bsk. : baskı h. : hicri m.s. : milâttan sonra msl. : meselâ nşr. : neşreden r.a. : radıyallâhu anh

s. : sayfa

s.a.v : sallallâhu aleyhi ve sellem thk. : tahkik

trc. : tercüme

tsz. : tarihsiz v. : vefât tarihi vdğr. : ve diğerleri

(14)

1

GİRİŞ

ARAP DİLİNDE İ‛RÂBIN YERİ VE ÖNEMİ

Arapça, Sâmî diller grubunun bir üyesidir. Sâmî diller grubu içerisinde ise Arapça, özellikle Eski Yemen ve Habeş dilleri ile beraber bu grubun güney şubesini oluşturur1. Günümüzde hâlâ canlılığını koruyan Arapça’nın mevcut en eski kaynağı m.s. V. yüzyılı aşmayan Câhiliye devri edebî ürünleridir. İslâm’ın ilk devirlerinde tedvin edilen bu edebî eserlerin en önemli özelliklerinden biri farklı lehçelerin mevcudiyetine rağmen ortak bir dil olan Arapça’ya sahip olmalarıdır. Bu ortak dil içerisinde ise çeşitli faktörler sayesinde, farklı Arap kabilelerinde, onların şiirlerine, hitâbetlerine ve nesirlerine tesir ederek diğer lehçelerden üstün tutulan Kureyş lehçesi öne çıkar2.

Son zamanlarda yapılan araştırmalar ve arkeolojik kazılarda elde edilen tabletlerin okunması ile Sâmî dillerin ortak özelliklerinden birinin de i‛râb olduğu, Arapça bu özelliğini korurken grubun diğer üyelerinin bu özelliklerini kaybettikleri ortaya konulmuştur3.

İ‛râb

)

ةاو٥لإا

(

lüğatte şu mânâlara gelir.

a.

ًعوٌا َةَه

٣أ

/

َؼٖفأ

yâni merâmını ifade etti demektir. İ‛râb ve tâ‛rib aynı anlama gelmektedir ve

(

ْبثلإا

ح

)

el-İbâne (ortaya koymak, açıklamak) kelimesiyle de açıklanmaktadır. İfâdeyi anlaşılır hâle getirmek demektir… İ‛râb ifâdeyi açtığı için ve anlaşılır hâle getirdiği için bu adı almıştır4.

1 Vâfî, Ali Abdulvâhid, Fıkhu’l-Luğa, Kahire, Dâru’n-Nehôa, 1976, s. 7.

2 A.e., s. 108.

3 Şevkî Dayf, Târîhu’l-Edebi’l-‛Arabî (el-‛Asru’l-Câhîlî), Mısır, el-Medârisu’n-Nahviyye, 1983, s.

106; Mustafa Sâdık, er-Râfiî, Târihu Âdâbi’l-‛Arab, Beyrut, 1974, I, 76.

4 İbn Manøûr, Ebû’l-Faôl Muhammed b. Mukerrem (711/1311), Lisânu’l-‛Arab, Beyrut, Dâru

(15)

2

b.

َٗمَِِٕٔٞ َةٖو٥

‘anlaşılır / açık bir şekilde konuştu, sözünü yanlışlıklardan ayıkladı’5. Aynı kökten olan kelime, hurma yaprağının kesilip budanması yani hurma ağacının gövdesinin, dal ve budaktan temizlenmesi anlamında da kullanılmıştır6.

c. Konuşurken dil yanlışı (laðn) yapmayan kişi hakkında

)

َِٗلاو

َةَو٥أ

(

(Hatasız konuştu) denilmiştir7.

d. Bir kişinin ‘içindeki sevgiyi dışına vurması’ anlamında da kullanılmıştır.

ا

ْةووَ٥و ٌخَثووَ٥ ٌحأَوِ

gibi. Burada, ‘sevgisini, kocasına açıkça gösteren (itaatkâr, cilveli) kadın’ anlamı kastedilmektedir. Böyle bir kadınla evlenen erkek için de

ًُِعٖوٌا َةَو٥أ

(Adam kendisini seven kadınla evlendi) denilmiştir8.

e.

ُُٗرَلٔ٦َِ ِذَثِوَ٥

ifadesi ise ‘midesi bozuldu’ anlamına gelmektedir. Bu ifade çok yemek yediğinden dolayı midesi bozulanlar için kullanılmaktadır9.

Bütün bunlar,

ة

-

ه

-

٣

kökünün temel anlamına yani ‘dil kurallarına uymak, açık ve net bir şekilde konuşmak’ anlamına dayandırılmaktadır. Bütün bu anlamlarda bir rahatsızlığın, huzursuzluğun, yanlışlığın ya da içeride saklanan bir şeyin dışa vurulması, atılması ve bu şekilde kapalılık ve anlaşmazlığın giderilmesi söz konusudur.

Ancak i‛râb kelimesinin birçok mânâları arasından bir tercih yapmak gerekirse, herhalde i‛râb denince ilk akla gelen şey, onun, mânâları beyân edici bir mahiyet taşıdığı

5 ez-Zebîdî, Ebû’l-Feyô Muhammed b. Muhammed ez-Zebîdî, Tâcu’l-‛Arûs min Cevâhiri’l

Ùâmûs, Mısır, Dâru’l-Fikr, 1994, I, 374; İbn Manøûr, a.g.e., I, 588.

6 el-Cevherî, İsmâil b. Ðammâd (400/1009), eó-Óıðâð (Tâcu’l-Luğa ve ²ıðâðu’l-‛Arabiyye),

Kahire, Dâru’l-Kitâbi’l-‛Arabiyye, 1956, I, 179.

7 el-Cevherî, a.g.e., I, 179; İbn Manøûr, a.g.e., I, 589; el-Fîrûzâbâdî, Muhammed b. Yâkûb

(817/1415), el-Ùâmûsu’l-Mûðîõ, Dımeşk, Mektebetun-Nûrî, tsz., I, 102.

8 İbn Fâris, el-Hüseyin b. Ahmed (395/1004), Mu‛cemu Meùâyîsu’l-Luğa (thk. ‛Abdusselâm

Muhammed Hârûn), Beyrut, Dâru’l-Cîl, 1411/1991, IV, 300; İbn Manøûr, a.g.e., I, 591.

(16)

3

meselesi olduğudur. Zira i‛râb’a nüfûz etmeden mânâlar arasında dolaşabilmek, pek kolay bir iş değildir. Evet, i‛râb olmadan fâili mef‛ûlden, mübtedayı haberden ayırt edebilmek mümkün değildir10. İ‛râb’ın dilde asıl olarak zaten ‘ifade etmek, meramını anlaşılır hâle getirmek için konuşmak, gönlündekini açığa vurmak’ anlamında olduğunu vurgulamak ta gerekir. Zaten dilbilimindeki terimsel anlamıyla i‛râb, sonuç itibariyle bu amaca hizmet etmektedir11.

İ‛râbın terim anlamı ise şöyledir;

Nahiv âlimleri tarafından i‛râbın birçok tanımı yapılmıştır. Aşağıda da görüleceği üzere, i‛râb tanımları muhtevâ açısından birbirlerine benzemektedir.

İbn Fâris i‛râbı şu şekilde tanımlamaktadır: Anlamlar i‛râb ile ayırt edilir. Ve konuşmacının kastı bununla bilinir. Bir kişi i‛râb harekesini belirtmeksizin )ِلَى َِٓؽأ بِ( veya )ِلَى ِوّ٥ ةوٙ( dese ne demek istediği anlaşılmaz, fakat

(

َ الَىََٓؽأبِ ( veya )ٕلَى َُٓؽأبِ( yahut )ْلَى ََٓؽأ بِ( diyerek harekeyi belirtse kastettiği anlamı açığa vurmuş olur. Örneklerde geçen َا, birincisinde taaccub َا’sı, ikincisinde istifhâmiyye, üçüncüsünde ise nâfiyedir. Diğer bir ifadeyle, aynı kelime ve sözdizimine sahip bu cümlelerden birincisi taaccub, ikincisi istifhâm, üçüncüsü ise nefy cümlesidir. Bu konuda Arapça başka dillerde olmayan bir özelliği sahiptir. Arapça da hareke ve diğer i‛râb işaretleriyle anlamlar anlaşılır12.

el-Curcânî ise i‛râbı ‘başında bulunan lafzî ve takdîrî âmillerin farklılığına göre kelimenin sonunun farklılık göstermesine denir’ diye açıklamaktadır13.

İbn Hişâm i‛râbı ‘mütemekkin (mu‛râb, i‛râb alabilen) ismin ya da te’kîd nûn’u bitişmemiş muzâri fiilin sonunda, âmilden kaynaklanan zâhir ya da mukadder bir etkidir’ şeklinde tanımlamaktadır14.

10 Hüseyin Küçükkalay, Kur’ân Dili Arapça, Konya, Mânevî Değerleri Koruma ve İlim Yayma

Cemiyeti, 1969, s. 291.

11 Muhammet Tasa, Kur’ân’da Cümle Yapısı, Konya, Adal Ofset, 2005, s. 46.

12 İbn Fâris, Ebu’l-Hasan Ahmed b. Zekeriyyâ er-Râzî, eó-Óaðibî fî Fıùhi’l-Luğati’l-‛Arabiyye ve

Mesâilihâ ve Suneni’l-‛Arab fî Kelâmihâ, 1.bsk., Beyrut, Mektebetu’l-Ma‛ârif, 1993, s. 309.

(17)

4

İbn Cinnî’nin açıklamasına göre ise i‛râb ‘lafızların yardımıyla anlamları ortaya koymaktır’ ) ٖبثأ ْلُ٦ٍ ََووأ( ve ( وٖةأ الُ٦ٍ َوىّ ( cümlelerini işittiğimizde لُ٦ٍ kelimesinin birinci cümlede merfû okunuşundan dolayı fâil, ikinci cümlede ise mansûb okunuşundan dolayı mef’ûl olduğunu öğreniriz15.

Günümüzde son dönemde yapılan i’râb tanımları da mânâ olarak bunlardan farklı değildir. Örneğin Muóõafâ el-Ğalâyînî i’râb için ‘âmilin kelime sonunda meydana getirdiği etkidir. Böylece, söz konusu âmilin gerektirdiği şeye göre kelimenin sonu merfû, mansûb, mecrûr ya da meczûm olur16.’ derken, ‛Abbas Ðasan, i‛râbı ‘kendisinden önce gelen âmillerin değişmesiyle lafzın sonundaki alâmetin değişmesi ve âmilin gerektirdiği şeydir’ diye açıklar17.

İ‛râb şöyle de tanımlanmaktadır; başa geçen âmillerin değişmesi sebebiyle, her bir âmilin gerektirdiği şey üzerine lafzın sonundaki alametlerin değişmesidir.

)

ُءبزٌْٚا ي

َ٘ل

ْْا

(

denildiğinde

ُءبزٌْٚا

kelimesinin harekesi zammedir. Çünkü bu kelime fâildir ve zamme ise i‛râb alâmetidir.

ءبزٌْٚا

َ

ا

َِٓ٥ٖكَو

denildiğinde,

َءبزٌْٚا

kelimesi mef‛ûlun bih olduğu için harekesi fethadır.

İ‛râbın bir diğer mânâsı ise ‘genel kabul görmüş nahiv kâideleri üzerindeki uygulama’ demektir. Bir kimse اَمَنَو اَمَن ِةِوِ٥أ dediğinde bu mânâ anlaşılır. İ‛râb Arap dilinin en önemli özelliklerindendir. O, lafızda benzer mânâlar arasında ayırt edici faktördür ve onunla cümlenin asıl öğesi olan haber bilinir ve fâil mef’ûlden, n‛at muzâftan, taaccub istifhamdan ayırtedilir18.

14 İbn Hişâm, el-Enóârî, Şerðu Şuòûri’ò-Òeheb (nşr. M. Muhyiddîn ‛Abdulhamîd), Beyrut,

el-Mektebetu’l-‛Asrıyye, tsz., s. 59.

15 İbn Cinnî, Ebu’l-Fetð Osman, el-Ñaóâió (thk. Muðammed Alî en-Neccâr),

Mektebetu’l-‛Ilmiyye, 1956, s. 35.

16 Mustafa el-Ğalâyînî, Câmi‛u’d-Durûsi’l-‛Arabiye, Beyrut, el-Mektebetu’l-‛Aórıyye, 1994, I, 18. 17 ‛Abbas Hasan, en-Naðvu’l-Vâfî, Kahire, Dâru’l-Ma‛ârif, 10. bsk., tsz., I, 74.

18 Cüneydî, Muhammed Sa‛îd, eş-Şâmil M‛ucemu fî ‛Ulûmi’l-Luğati’l-‛Arabiyyeti ve

(18)

5

İ‛râb târiflerinden hareketle ‘kelimenin i‛râbı’ ifadesi, cümle içerisinde bir görev üstleniyorsa, târife, cümlenin i‛râbını da eklemek gerekmektedir diyen ve ayrıca ‘Bu yolla fiil, fâil ve mef’ûlleri belirlenir’ ifadesi yerine, ‘fiil, fâil ve mef’ûl gibi öğeler cümleye göre belirlenir’ şeklinde târifi kapsayıcı hâle getirmek daha uygun olacaktır diyerek i‛râbı tanımlayan görüş de günümüzde i‛râba yüklenen anlamlardan birisidir19.

Geçmiş ve günümüz nahiv âlimlerinin, i‛râbı tanımlarken kullandıkları sözcükler farklı olsa da içeriğin birbirine benzediği açıkça görülmektedir. Bu tanımların özetle üzerinde durdukları nokta şudur: İ‛râbın hem kelime gruplarının hem de cümlenin anlaşılmasında önemli bir unsur olduğu gerçeğidir20.

İ‛râbın önemini ortaya koyan ve nâhiv âlimlerini i‛râb hakkında çalışmaya iten sebeplerden bazıları şunlardır;

Ebû Hureyre’den (r.a) gelen merfû hadiste şöyle buyurulmaktadır:

“Kur’ân’ı i‛râb ediniz ve ğarîbini öğreniniz (ğarîb kelimelerini araştırınız)”21.

“Arabiyye’nin (Arapçanın) inceliklerini öğrenin, Kur’ân’ı i‛râb edin, çünkü o Arapça’dır”22.

Abdullah b. Bureyde’den, o da Rasûlullah (s.a.v)’ın bir sahabesinden şöyle rivayet etmiştir:

“Kırk gün kırk gece yolculuk ederek Allahu Teâla’nın kitabından bir âyeti i‛râb edeceğimi bilseydim, muhakkak onu i‛râb ederdim”23.

İbnu’l Enbârî, Ebûbekîr es-Sıddîk (r.a) ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

19 Muhammet Tasa, a.g.e., s. 46.

20 Mehmet Ali Şahin, Arap Dilinde İ’râbın Yeri, Anlatım ve Anlamadaki Rolü, Nüsha, No. 22

(Bahar 2006), s. 26.

21 İbn Ebî Şeybe, Abdullah b. Muhammed el-Kûfî, Muóannef İbn Ebî Şeybe, Beyrut, 1989, VI,

116; el-Ðâkim en-Neysâbûrî, Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah, el-Mustedrek

‛ale’ó-Óahîhayn, Riyad, Mektebetu ve Meõâbi‛u’n-Naóri’l-Hadî¹e, tsz., II, 439.; es-Suyûõî, Celâluddîn

Abdurrahmân b. Ebî Bekir (911h.), el-İtùân fî ‛Ulûmi’l-Kur’âni’l-Kerîm, Beyrut, 1973, II, 175.

22 İbn Ebî Şeybe, a.g.e., VI, 116. 23 Muhammet Tasa, a.g.e., s. 45.

(19)

6

“Kur’ân’dan herhangi bir âyeti i‛râb etmem, şüphesiz ki herhangi bir âyeti ezberlememden bana daha çok sevimli gelir”24.

Şa’bî, Ömer (r.a)’den şöyle dediğini rivayet etmektedir:

“Kim Kur’ân’ı okur ve peşinden i‛râbını yaparsa, ona Allah katında şehit sevabı verilir”25.

Abdullah b. Mes’ûd, Ebû Zer el-Gıfârî, Ebû Hureyre ve Abdullah b. Ömer gibi sahâbilerin, Kur’ân’ı i‛râb ederek okumanın daha sevap olduğuna dair sözleri26, Hz. Osman’ın mevâli ile Araplar’ın karışması ve bilhassa câriyelerden doğan çocuklar yoluyla Araplar’ın dil melekesinin bozulduğuna, konuşma dilinde ve kıraatte hataların ortaya çıktığına, zamanla Kur’ân’ı Kerim’in anlaşılmasında güçlükler çekileceğine dikkat çeken hutbesinin de27 i‛râb çalışmalarını başlatan temel unsurlar olduğunu söylemek mümkündür.

Hicrî I. asırdaki İslâm fetihleri, çeşitli bölgelerde yaşayan ve farklı diller konuşan milletleri İslâm bayrağı altında toplamış, onların İslâm’ın emir ve yasaklarını, Kur’ân tilâvetini ve Arap dilini öğrenmelerini gerekli kılmıştır. İslâmı kabul eden yabancıların ve hatta Arapların Kur’ân okurken lahn denilen gramer hataları yaptıkları görülmüştür. Böylece Kur’ân’ı düzgün okumayı sağlayacak ve Arapça bilmeyenlere yol gösterecek şekilde dil kurallarını tesbit etme ihtiyacı ortaya çıkmıştır28.

Arap gramerini ilk tedvin eden kişi ve tedvin tarihi hakkında çeşitli fikirler ileri sürülmüştür. Bu görüşlerden kesin bir sonuç çıkmamakla beraber rivayetler Ebu’l-Esved ed-Düelî üzerinde yoğunlaşmaktadır29. Onu da buna sevkeden sebeplerden biri Kur’ân’ı doğru ve fasih okumak olduğu söylenebilir. Bir rivayete göre bir gün Ebu’l Esved bir adamın Kur’ân okurken et-Tevbe suresinin 3. âyetinde

)

ٌٗىٍه

(

kelimesini kesreli

24 Muhammet Tasa, a.g.e., s. 45. 25A.y.

26 İbn ‛Atiyye, el-Endelûsî, el-Muðarreru’l-Vecîz (nşr. Abdusselâm Abduşşâfî Muhammed),

Beyrut, 1413/1993, I, 40.

27 İbnu’l-Mu‛tez, Dîvan (nşr. M. Bedî’ Şerif), Kahire, Dâru’l-Ma‛ârif, tsz., s. 109-111. 28 İbnu’n-Nedîm, el-Fihrist, Leipziğ, 1872, s. 60.

(20)

7

okuyarak anlam açısından büyük bir hataya düştüğünü görür ve “insanların bu duruma düşeceği aklıma gelmezdi” diyerek üzülür ve hemen Basra valisi Ziyad b. Ebih’e gider, ondan Kur’ân’ı Kerim’de insanların uyacağı kurallar ortaya koymak hususunda izin ister30. Ebu’l-Esved yanına bir kâtip alarak, kâtibin eline mushaftakinden farklı renkte bir mürekkep verir ve “fethalı okuduğum zaman harfin üzerine, zammeli okuduğumda önüne, kesralı okuduğumda da altına bir, şayet bunlardan birini tenvinli okursam iki nokta koy” der. Böylece Kur’ân’ı sonuna kadar noktaladı. Böylece Ebu’l-Esved “naùõu’l-i‛râb” dediğimiz i‛râb harekelerini noktalarla ifade etme yoluna girmiş oldu31. Ebu’l-Esved ed-Düeli, yanlış okumalar üzerine yapmaya karar verdiği bu noktalama işlemi için “Kur’ân’ı i‛râb etmek” tâbirini kullanmıştır32. Daha sonra ise i‛râb için kullanılan noktalar el-Halil b. Ahmed tarafından fetha, küçük bir “elif”, kesra “yâ”, zamme “vâv” ile değiştirilmiştir33.

Kadîm dilciler Arap gramerinin günümüze ulaşan en eski yazılı metni olan Sibeveyhi’nin el-Kitâbı’nda Kur’ân’ın Arap dili için bir kaynak olarak ele alındığını ve tesbit edilen gramer kurallarının onu tahlil etmek için kullanıldığını söylerler. Bu eserde nahiv ve sarftan başka imâle, i’lâl, idgam, hemz gibi fonetik meseleler, bazı edebî ve belâgî anlatımlar iç içedir. Bu anlayış sonraki yüzyıllarda Muùteôab (Müberred), el-Mufaóóal (ez-Zemahşerî), el-Elfiyye (İbn Mâlik) gibi eserlerde de devam ettirilmiştir. İbnu’s-Serrâc ve İbn Usfûr el-İşbîlî gibi dilciler grameri nahiv, sarf, lugat, aruz, kâfiye, iştikâk, şiir yazma usûlü, inşâ, meânî, beyân, hat gibi dilin bütün yönlerini kapsayan bir ilim şeklinde algılamışlardır34.

Kolayca ezberleme imkânı sağladığı için pedagojik amaçlar doğrultusunda gramer kurallarını nazımla anlatan didaktik manzumelerin tarihi el-Halil b. Ahmed’e kadar çıkarılır. 293 beyitte grameri özetleyen el-Manøumetu’n-Naðviyye ile atıf harflerini konu

30 el-Ùıftî, Cemâluddin Ebu’l-Hasan Ali b. Yûsuf el- Ùıftî, İnbâhu’r-Ruvât ‛alâ Enbâi’n-Nuhât,

Beyrut, Dâru’l-Fikri’l-‛Arabî, 1406/1986, I, 50.

31 ed-Dânî, Ebû Amr Osmân b. Sâîd, el-Muðkem fî Nâkti’l-Mesâhif, Kahire, 1978, s. 129.

32A.e., s. 4.

33A.e., s. 5.

34 Ebu’l-Mekârim, Ali, Ðavle’l-Muşkilâti’l-Menheciyye fî Muellefâti’n-Naðvi’t-Ta‛lîmî, Mekke,

(21)

8

edinen Ùaóîde fî’n-Naðv ona nisbet edilmektedir. Daha sonra Ahmed b. Mansûr el-Yeşkuri’nin 2911 beyitlik el-Bâ’iyye’si, A’lem eş-Şentemerî’nin Urcûze fî’n-Naðv’i, Ðarîrî’nin Mulðatu’l-İ‛râb’ı, Kartâcennî’nin el-Ùaóidetu’l-Mîmiyye fî’n-Naðv’i gelir. VII. (XIII.) yüzyıldan itibaren bu tür manzumeler çoğalmış olup İbn Mu‛tî, İbn Mâlik ve es-Suyûtî’nin Elfiyye’leri bunlardandır35.

Biz bu çalışmanın birinci bölümünde; Muhammed Kâsım b. Ali el-Ðarîrî’ (hicrî 516) nin hayatı ve eserleri arasında Mulðatu’l-İ‛râb adlı eserin yerini, ikinci bölümünde ise el-Ðarîrî’ (hicrî 516) nin “gramer konularının daha iyi akılda kalabilmesi için pedagojik amaçlar doğrultusunda manzum olarak kaleme almış olduğu36 Mulðatu’l-İ‛râb adlı eserinde geçen cümle, âyet ve şiir beyitlerinin tahlillerini ele alacağız.

35 İsmail Durmuş, “Nahiv”, DİA, İstanbul, 1988, XXXII, 300.

36 el-Ðarîrî, Muhammed Kâsım b. Ali, Şerðu Mulðati’l-İ’râb (thk. Ahmed b. İbrahim b.

(22)

9

BİRİNCİ BÖLÜM

(23)

10

A-EL-ÐARÎRÎ

1.KÜNYESİ, DOĞUM TARİHİ, DOĞUM YERİ VE ÂİLESİ

Asıl adı, “el-Kâsım b. Ali b. Muhammed b. Osmân”, künyesi, “Ebû-Muhammed”, lâkabı ise “el-Ðarîrî” dir. H. 446 (m. 1054) yılında Basra yakınlarında Meşân adlı bir kasabada doğmuş, Benî Ðarâm mahallesinde oturmuş37 ve doğup büyüdüğü bu mahalleye nisbetle kendisine el-Basrî nisbesinin yanında el-Ðarâmî de denmiştir38. Kaynaklarda görülen en meşhur nisbesi el- Ðarîrî’dir. el-Ðarîrî, ipekçi, ipekle uğraşan kimse anlamındadır. Ailesi ve kendisi ipekçilik ile meşgul olduğu için İbnu’l-Ðarîrî ya da daha çok Ðarîrî nisbesiyle tanınmıştır39. Bu nisbe onun hayatıyla ilgili bilgi veren eserlerde farklı şekillerde sunulmuştur. Mesela bir eserde “önceleri ipek yapıyor ve satıyordu ama sonra kendisini ilme verdi” denilmekte40, başka bir eserde ise “Önceleri ipek sattığı veya ipekçilik yaptığı için el-Ðarîrî diye lakaplandırılmış, daha sonra ise bu sanattan vazgeçip kendisini yetiştirmek için ilim ile iştigal etmiştir” denilmektedir41. Yine el-Maùâmât’ı Türkçe’ye tercüme etmiş olan Sabri Sevsevil de tercümesinin ön sözünde: “el-Ðarîrî lakabını alması ipekçilikle meşgul olmasındandır” diye kaydetmektedir42.

Mevsuk kaynaklarda onun en meşhur nisbesi olan el-Ðarîrî’nin dışında vilâyetine nisbetle takılan el-Basrî ve ikâmet ettiği mahalleye nisbetle verilen el-Ðarâmî nisbesinin yanı sıra bir de Óâhibu’l-Maùâmât nisbesi kaydedilmektedir43.

İbn Kesîr ise diğer kaynaklarda rastlamadığımız “fañru’d-devle” lakabını da kaydetmektedir44.

37 Yâùût el-Ðamevî, Şıhabuddîn Ebû Abdillah (vft. 626/1229), Mu‛cemu’l-Udebâ’, Kahire,

Dâru’l-Fikr, 1980, XV-XVI, 261.

38 İbn Ñallikân, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Muhammed (vft. 681/1283),Vefeyâtu’l-‛Ayân,

Beyrut, Dâru’¹-²eùâfe, tsz., IV, 67.

39 İbn Ñallikân, a.g.e., IV, 68.

40 ez-Zeyyât, Ahmed Hasan ez-Zeyyât, Târîñu Edebil-‛Arab, Mısır, Dârun-Nehôa, tsz., s. 245. 41 İnci Koçak, “el-Ðarîrî’nin Maùâmât’ındaki Bazı Atasözleri ve Deyimler”, Ankara Ü.D. ve

T.C.F.D, 1982., Cilt XXXII., Sayı 1., s. 185.

42 Sabri Sevsevil, Ðarîrî Maùâmât, İstanbul, Milli Eğitim Gençlik Basımevi, 1952, s. 3. 43 İbn Ñallikân, a.g.e., IV, 63.

(24)

11

İbn Ðallikân’ın verdiği bilgiye göre ise es-Sem‛ânî de el-Ðarîrî’ye “Fahruddîn” lakabını vermektedir45.

Kaynaklarda gördüğümüz bir diğer nisbe ise es-Suyûõî de kayıtlı olan “el-İmâm” lakabıdır46.

Bu bilgiler göz önüne alındığında künyesi, ismi ve nisbeleri şu şekilde yazılabilir: Ebû-Muhammed el-Kâsım b. Ali b. Muhammed b. Osmân Óâhibu’l-Maùâmât İbnu’l-Ðarîrî el-Ðarâmî el-Basrî.

Ailesi ve kendisi Arap Rabî‛atu’l-Feres kabilesine mensuptur47. Kendisine nisbet edilen İbnu’l-Ðarîrî nisbesinden ailesinin de ipekçilikle meşgul olduğu söylenilebilir48. El-Ðarîrî, doğduğu Meşân’ı ve daha sonra taşınıp yerleşmiş olduğu Basra’nın Benû Ðaram mahallesini, kendisinin el-Maùâmâtu’l-Ðarâmiyye maùâmesinde tasvir etmektedir. Bu tasvirine göre bu mahalle oldukça gelişmiş, dünyaya meyledenlerle maneviyat yoluna yönelmiş dindar zenginlerin iç içe yaşadıkları, bağları, akarsuları, havuzları, gösterişli evleri ve mümtaz mescidiyle Basra’nın enfes bir köşesidir. el-Ðarîrî böyle bir yerde oturacak kadar zengindir. Meşân’dan buraya taşındığı dikkate alınırsa onun zenginliğinin ailesinden kaynaklandığı tahmini yürütülebilir49. Ayrıca İbn Ñallikân Meşân ile ilgili bilgi verirken Meşân’ın Basra’nın üst taraflarında bol hurmalıkların olduğu bir belde olduğunu, bu hurmalıklardan 18 bin ağacın el-Ðarîrî’ye ait olduğunu ve el- Ðarîrî’nin Meşân’da varlık sahibi birisi olduğunu kaydeder50. İbnu’l-Verdi ise el-Ðarîrî’nin Meşân’ın büyük zenginlerinden sayıldığını ve Meşân’da 18 bin hurma ağacına sahip olduğunu

44 İbn Kesîr, ‛Imâduddîn Ebu’l-Fiôâ İsmâil b. Ömer el-Kureşî ed-Dımeşkî, el-Biôâye e’n-Nihâye,

Riyad, Mektebetu’n-Naór, 1966, XI-XII, 191.

45 İbn Ñallikân, a.g.e., IV, 65.

46 es-Suyûõî, Celâluddîn Abdurrahman es-Suyûõî, Buğyetu’l-Vuât fî Õabaùâtıl-Luğaviyyîn ve’n

Nuñât, Beyrut, el-Mektebetu’l-‛Aórıyye, tsz., II, 257.

47 İbnu’l-Verdî, Zeynuddîn Ömer b. Muzaffer eş-Şehîr İbnu’l-Verdî, Târîñu İbni’l-Verdî, Beyrut,

Dâru’l-Kutubi’l-‛Ilmıyye, 1417/1996, II, 28.

48 Yâùût, Mu‛cemu’l-Udebâ’, XV-XVI, 261.

49 Sıtkı Gülle, “el-Ðarîrî: Hayatı, Arap Dil ve Edebiyatına Dair Çalışmaları (doktora tezi, 1995)”,

İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 22.

(25)

12

söyler51. el-Ùıftî de el-Ðarîrî’nin Meşân’da bol miktarda mülkü olduğunu, bunların çoğunluğunun (18 bin ağacının) hurma bahçesi olduğunu kaydeder52.

2.TAHSİL HAYATI VE HOCALARI

İslâmî ilimlerin sarf, nahiv, aruz-kâfiye, şiir, ahbâr ve ensâbın yaygın olduğu Basra kültür muhitinde yetişen el-Ðarîrî, çağının bilginlerinden dersler alarak53 tahsil hayatını Basra’da başlayıp Bağdat’ta tamamlamıştır. Zirâ Basra o zaman ilim ve edebiyat merkezlerinden biri olarak tanınıyordu54.

el-Ðarîrî kendisini ilme vermiş ve edebiyatla meşgul olmuş bu ilimlerin tahsilinde çok gayret göstermiş Arapların şiir ve haberlerini hıfzetmede üst seviyeye yükselmiş, sonunda şöhreti devrin idarecilerine ve ediplerine ulaşıp kendisinden istifade edilen birisi haline gelmiştir55.

Okuduğu ilimlere vukûfunu el-Maùâmât’ta ve özellikle bu eserin yirmi dördüncü maùâmesinde Maùâmetu’l-Kâõııyye) nahiv bilmecelerinin, otuz ikinci maùâmede Maùâmetu’t-Õaybıyye) fıkhın ince meselelerinin ve on beşinci maùâmede (Maùâmetu’l-Faraôıyye) ferâiz meselelerinin çözümünde görmek mümkündür. Fakat el-Ðarîrî en çok edebiyatla meşgul olmuştur56.

Edebiyatı devrin büyük nahivci ve ediplerinden Ali Ebu’l-Kâsım el-Faôl b. Muhammed el-Ùasabânî el-Basrî (öl. 444/1052)’den okumuştur57. Ancak D.S. Margoliouth, Yâkut’un Mu’cemu’l-Udebâ’sında kayıtlı bulunan bu bilgiye itiraz ederek, el- Ùasabânî’nin (öl. 444/1052) tarihinde vefat etmiş olduğuna işaret etmiş ve netice olarak Harîrî’ye hocalık etmiş olmasının mümkün olamayacağını söylemiştir58.

51 İbnu’l-Verdî, a.g.e., II, 29. 52 el-Ùıftî, a.g.e., III, 25. 53 İnci Koçak, a.g.m., s.185.

54 Nevzat Âşık, “Hicrî IV. Asırdan Sonra Makâmât Yazanlar”, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat

Fakültesi Dergisi, sayı II, 1985, s. 57.

55 ez-Zeyyât, a.g.e., s. 245.

56 Hulûsi Kılıç, “Harîrî”, DİA, XVI, 191. 57 Yâùût, Mu‛cemu’l-Udebâ’, XV-XVI, 261.

(26)

13

Sıtkı Gülle bu konuda bir değerlendirmede bulunup şunu söylemektedir:

a) el-Ðarîrî, Ali Ebu’l-Kâsım el-Faôl b. Muhammed el-Ùasabânî el-Basrî’nin kendi hocası olduğunu eserlerinde söylemektedir. Ancak o, hocasının ismini yazarken nisbesini “en-Nahvî” diye kaydedip “el-Ùasabânî” nisbesine yer vermez.

b) Bazı kaynaklar bu hocasını “el-Ùasabânî” nisbesiyle anarken ölüm tarihini de 444/1052 olarak göstermektedirler.

c) Bir kısım kaynaklarda bu iki bilgiden birinin yanlış olduğuna dikkat çekilmektedir.

el-Ðarîrî ile hemen hemen çağdaş sayılabilecek es-Sem‛ânî (562/1166) ile el-Enbârî (577/1179) eserlerinde el-Ðarîrî’den farklı olarak onun bu hocasını “el-Ùasabânî” nisbesiyle de kaydetmektedirler. Bütün bu bilgiler topluca gözden geçirilirse el-Ðarîrî’nin bu hocasından okuduğuna, sadece onun ölüm tarihi olarak gösterilen 444/1052 tarihinin yanlış olduğuna hükmetmek gerekecektir59.

el-Ðarîrî ayrıca Basra’da Serûcî diye bilinen Ebû Zeyd künyeli Basralı, dilci, nahivci, edip Muõahhar b. Selâr’a ders okutmuş ve ona icâzet vermiştir60. Muõahhar b. Selâr el-Ðarîrî’nin Maùâmât’ını ve Mulðatu’l-İ‛râb adlı eserini rivayet etmiştir. Muõahhar b. Selâr’dan da Ebû’l-Fetð Muhammed b. Ahmed b. el-Mendâî bu iki eseri rivâyet ederek bu iki eserin şöhret bulmasına katkı sağlamıştır61.

el-Ðarîrî’nin Basra’da ders gördüğü diğer âlimler ise Ebû’l-Kâsım Hüseyin b. Ahmed el-Bâkıllânî ve Ebû Temmâm Muhammed b. Hasan el-Mukrî’dir62.

Daha sonra Bağdat’a giden el-Ðarîrî burada Ebû Naór b. Sabbâğ63 ve Ebû İshak İbrahim b. Ali eş-Şirâzî’den fıkıh okumuştur64.

59 Sıtkı Gülle, a.g.e., s. 25. 60 İbn Ñallikân, a.g.e., IV, 64. 61 el-Ùıftî, a.g.e., III, 26-27. 62 es-Suyûõî, a.g.e., II, 257.

63 Ebû Naór b. Sabbâğ ‛Abdusseyyid b. Muhammed b. ‛Abdulvâðid (477/1084). Bu zât ez-

Zirikli’nin el-‛Alâm’ında “Şafiî fukahasından olup Nizamiye medreselerinin başına getirilen ilk kişidir” diye kayıtlıdır.

(27)

14

Ayrıca el-Ðarîrî, Ebû Ðakîm Abdullah b. İbrâhim el-Ðabrî ve Ebu’l-Faôl’dan ferâiz65 ve hesap (matematik)66 okumuştur.

el-Ðarîrî hadis ilmini ise İbnu’l-Ñaşşâb (Abdullah b. Ahmed b. Abdullah b. Naóru’l-Bağdâdî en-Naðvî el-Luğavî) den (ö. Hicrî 567) okumuştur67.

3.ŞAHSİYETİ

el-Ðarîrî mert, faziletli, dürüst ve iffetli bir kişiliğe sahipti. Mütalaâ gücü yüksek68, çok okumuş, zekî, kültürlü, Arapça’yı güzel konuşan bilgili bir kişiydi69.

İbn Kesîr onun kıvrak zekâsını ve anlayışını şöyle ifade eder:

‘Zekâ, fesâhat ve güzel ibâre hususunda kendi zamanının insanlarının üstündeydi. Döneminde onun düşüncesini, teşebbüs kâbiliyetini ve hazır cevaplılığını inkâr eden çıkmamıştır’70.

Ayrıca el-Ðarîrî fakirlere elinden gelen yardımı esirgemeyen cömert bir kişiydi. Cimrilere aşırı derecede kızardı. Onları eserlerinde özellikle de el-Maùâmât’ında yermiş ve onlara en ağır sözlerle hitâp etmiştir71.

Bunca kemâlatı ile beraber çok mütevâzi idi. İlmiyle gururlanmazdı. İşte belki de bu meziyyeti, onu muhitine daha çok sevdirmiştir72.

el-Ðarîrî kısa boylu ve göze fazla hoş gelmeyen bir simâya sahiptir73. Düşünme ve çalışma esnasında sakalını yolması ile tuhaf bir görüntü oluşturuyordu. Onun bu durumunu İbn Cekînâ hicivli bir şekilde şu beytinde açıklamaktadır:

64 es-Subkî, Tâcuddîn b. Naór ‛Abdulveððâb b. Taùıyyuddîn, Õabaùâtu’ş-Şâfî‛ıyye, Beyrut,

Dâru’l-Ma‛rife, tsz., IV, 296; ez-Zehebî, Şemsuddîn Muhammed b. Ahmed b. Osman, Siyeru

‛Alâmi’n-Nubelâ, Beyrut, Muessesetu’r-Risâle, 1405/1984, XIX, 461.

65 ez-Zehebî, a.g.e., XIX, 461. 66 es-Subkî, a.g.e., IV, 296. 67 ez-Zehebî, a.g.e., XIX, 461-462. 68 İbn Ñallikân, a.g.e., IV, 63. 69 Yâùût, a.g.e., XV-XVI, 262. 70 İbn Kesîr, a.g.e., XI-XII, 192. 71 Sabri Sevsevil, a.g.e., s. 14. 72A.y.

(28)

15

َِ بٌٕ ْـُّ

َه ْ

ٔخ٦ُث

ْيا

َفَه

ًِ

ٌَْْ

ٔد

ُف

ُ٣

ْسِْ

َْو

َِ ٖ

ْيا ْ

َٖ

َو

ًِ

ْْأ

َٛ

َق

ُللها ٖ

ْيبث

ََ

ًَِوَلخبث ِيموَلحا في ََّٗغٌْأ بّو ْٔبّ

Bizim, alışkanlığından dolayı sakalını yolan Rabî‛atu’l-Feres’li bir şeyhimiz var, Allah, Ðarîm denilen yerde onu dilsiz yaptığı gibi Meşân’da onu konuşturdu 74. Kendisi de bu durumunun farkında idi. Bir gün mescitte kendisiyle görüşmek üzere yanına gelen bir kişi, görünüşü göze güzel gelmeyen bu kişinin el-Ðarîrî olup olmadığında tereddüt ederek birkaç defa yaklaşıp uzaklaştı. Durumu anlayan el-Ðarîrî “Muaydî’nin adını duyman onu görmenden daha hayırlıdır” anlamındaki Arap atasözünü hatırlatarak adama doğru yöneldi ve ona şunu söyledi:

ٖوأ ذٔأ بِ

َ٧ ٍهبٍ ِي

ٗهٖ

ْوَّل

ِحَوُِٚف ُِٗزَجَغ٥أ ٕلئاهو

ٚلٌا

َِِٓ

ًِضِ ًٌُعَه نئإ ٌيرَغ هَِْفٌَٕٔ ِوَزفبف

نىَوَر لاَف بي ِ٤ٍَِّبف ٌٔلَُ٦ٌُّْا

“Ayın aydınlığının ilk sevindirdiği kişi sen olmadığın gibi

Mezbeledeki yeşilliğin aldatıp hayran bıraktığı ilk kılavuz (otlak arayıcısı) da sen değilsin.

‘Haydi, git’, benden başkasını ara Zîra ben Mu‛aydî gibi bir adamım ‘Adımı’ duy, fakat beni görme”75.

Bunun üzerine adam mahçup oldu ve utanarak oradan uzaklaştı76.

73 Yâùût, Mu‛cemu’l-Udebâ’, XV-XVI, 266; ez-Zeyyât, a.g.e., s. 245. 74 İbnu’l-Verdî, a.g.e., II, 28.

75 İbn Ñallikân, a.g.e., IV, 66.

(29)

16

Yukarıda adı geçen Mu‛aydî, bir rivayete göre görünüşü çirkin ama davranışları ve fiilleri iyi ve güzel olan bir kimsedir. Kayıtlara göre ise bu sözü ilk söyleyen, hükümdar en-Nûman b. Mûnòir’dir ve övgüsünü işittiği Mu‛aydî lâkaplı Şukka adında çok çirkin bir şairi, ilk defa gördüğü zaman söylemiştir. Başka bir rivayette ise Mu‛aydî, büyük işler becermiş pek çirkin bir şakîdir ve hükümdar bu sözü onun hakkında söylemiştir77. Ya da zayıf bir rivayette anlatıldığına göre Mu‛aydî, Araplar arasında meşhur olan rahvan bir atın adıdır. Bu at ne kadar rahvan bir atsa da görünüşü çok çirkindir78.

4.RESMî GÖREVLERİ

el-Ðarîrî Basra’da sarayda, hilâfet dîvânında óâðibu’l-ðaber79 (istihbârat âmiri, istihbârat bölümü müdürü)80 olarak çalışmıştır. Bu resmî göreve kendisinden sonra oğlu Ebu’l-‛Abbâs Muhammed getirilmiştir81. el-Ðarîrî hayatının Bağdat’ta geçen senelerinde halife Müsterşidin kapısında inşâ kâtipliği de yaptı. Ayrıca halifenin vezirliğini de yapmıştır82.

Hayatında Bağdat’ı birkaç defa ziyaret etmiştir ki bunlardan biri hicrî 504 senesinde vâkî olmuştur. Hacca gitmiş olması muhtemeldir. Başka seyahatlerinden bahsedildiği görülmemektedir. Vazifesi onu pâyitahtta bulunan pek çok yüksek zevât ile temasa geçirmiştir83.

5.ÇOCUKLARI VE VEFÂTI

Kaynaklarda el-Ðarîrî’nin çocukları hakkında şu bilgiler kayıtlıdır. İbn Ñallikân’da kayıtlı olan bilgiye göre; Ebû Manóûr el-Cevâliùî, el-Ðarîrî’nin Ôiyâ‛u’l-İslâm ‛Ubeydullâh ve Necmu’d-dîn Abdullâh adlarında iki oğlu olduğunu ve her ikisinin de kendisine el-Maùâmât’ı rivâyet ettiklerini ve her ikisinden de kendisinin icâzet aldığını

77 Sabri Sevsevil, a.g.e., s. 17. 78 İbn Kesîr, a.g.e., XI-XII, 192.

79 Yâùût, Mu‛cemu’l-Udebâ’, XV-XVI, 262.

80 Bedrettin Aytaç, “Abbasi Devrinde Nesir ve el-Ðarîrî”, Ankara Ü.D. ve T.C.F.D, 1991, Cilt

XXXV, Sayı 1, s. 6.

81 Yâùût, Mu‛cemu’l-Udebâ’, XV-XVI, 262. 82 İbn Kesîr, a.g.e., XI-XII, 193.

(30)

17

söylemektedir84. İbnu’l-Verdî de el-Ðarîrî’nin iki oğlu olduğunu kaydetmektedir. Bunlardan Abdullâh’ın el-Maùâmât’ı rivayet eden râvilerden birisi olduğunu, diğer oğlunun ise ismini vermeden fakih olduğunu söyler85. ez-Zehebî ise el-Ðarîrî’nin Necmuddîn Abdullâh ve Ôiyâ‛u’l-İslâm ‛Ubeydullâh adlarında iki oğlu olduğunu söylemekte bunlardan Ôiyâ‛u’l-İslâm ‛Ubeydullâh’ın Basra’da kadı olduğunu ve yetmiş sene yaşadığını kaydetmektedir86.

el-Ðarîrî’nin ölüm tarihi meşhur kaynaklarda bir veya iki sene ara ile farklılık göstermektedir. Bunlardan Yâùût’un Mu‛cemu’l-Udebâ’sında kayıtlı olan bilgiye göre el-Ðarîrî, 6 Recep 516 (10 Eylül 1122) tarihinde Basra’da vefat etmiştir87. es-Suyûõî de el-Ðarîrî’nin ölüm tarihi hakkında aynı kanaati taşımakta el-el-Ðarîrî’nin 6 Recep 516 (10 Eylül 1122) tarihinde doğum yeri olan Basra’da vefat ettiğini kaydetmektedir88. İbn Ñallikân ise el-Ðarîrî’nin hicrî 515 senesinde vefât ettiğinin söylendiğini kaydetmektedir89. İbnu’l-E¹îr ise el-Ðarîrî’nin diğer kaynaklarda rastlamadığımız hicrî 515 senesinde pek çok insan ve hayvanın ölümüne sebep olan üç gün süren büyük bir fırtınada hayatını kaybettiğini söyler90.

6.ESERLERİ VE ÜSLÛBU

el-Ðarîrî Arap Edebiyâtı’nın değişik alanlarında çeşitli eserler vermiştir. Onun bu eserleri hakkında bilgi verilirken ehemmiyetlerine göre ele alınıp, eserlerindeki üslûbu hakkında bilgi verilecek ve eserlerinin mevcut baskıları belirtilecektir. Çalışmamızın birinci bölümünün son kısmında Mulðatu’l-İ‛râb adlı eser ayrıca ele alınacağı için burada sadece ana hatlarıyla Mulðatu’l-İ‛râb’ın içeriği ve eserin baskıları belirtilecektir.

Buna göre el-Ðarîrî’nin eserleri şu şekilde sıralanabilir:

84 İbn Ñallikân, a.g.e., IV, 67. 85 İbnu’l-Verdî, a.g.e., II, 28. 86 ez-Zehebî, a.g.e., XIX, 465.

87 Yâùût, Mu‛cemu’l-Udebâ’, XV-XVI, 261. 88 es-Suyûõî, a.g.e., II, 259.

89 İbn Ñallikân, a.g.e., IV, 67.

90 İbnu’l-E¹îr, Abdulkerim b. Abdulvâhid eş-Şeybânî (v. h. 630), el-Kâmil fi’t-Târîh, Beyrut,

(31)

18

6.1.el-Maùâmât

Maùâme

)

ِخَِبَمٌَّْا

(

kelimesi ùaveme

)

َََىَل

(

kökünden gelen el-Ùıyâm

)

َبَُٔمٌْا

(

mastarından müştâk bir kelimedir. el-Maùâmu

)

َُبَمٌَّْا

(

ve el-Maùâmetu

)

ِخَِبَمٌَّْا

(

kelimeleri ise el-Meclis

)

ٌٍُِٔغٌَّْا

(

yâni

)

ُٔٗٔف َُىِمَر ٌٔنٌَّا ُ٤ِٔٙىٌَّْا

(

“ayakta durulan yer” anlamına gelmektedir. Maùâmât

)

دبَِبَمَِ

(

kelimesi ise Maùâme

ح)

ََبَمَِ

(

kelimesinin çoğulu olarak kullanılmaktadır91. Aynı zamanda Maùâme

ح)

ََبَمَِ

(

sözcüğü, eski Arap dilinde “kabile toplantısı” anlamına da gelmektedir. Zamanla Emevi ve ilk dönem Abbâsi halifelerinin devrine gelindiğinde, din âlimlerinin din ve ahlâk konusundaki konuşmalarını dinlemek için yaptıkları toplantılara da bu ad verilmiştir. Maùâme

ح)

ََبَمَِ

(

kelimesi bu anlamlarının yanı sıra yine bu devirlerde “küçük hikâye” anlamında da kullanılmaya başlanmıştır92. Daha sonra bu kelime “sözlü hikâye” anlamını da taşımıştır. Ancak hicrî III. asırdan sonra Maùâme

ح)

ََبَمَِ

(

kelimesinin halk arasında yayılan bir çeşit dilenci hitâbesi anlamında kullanılmaya başlandığı da görülmektedir93.

Maùâme

ح)

ََبَمَِ

(

ve cem-i Maùâmât

)

دبَِبَمَِ

(

kelimeleri aynı zamanda emîr huzurunda söylenilen “hutbe” ve “vaz” mânâsında da kullanılagelmiştir94

Maùâmât

)

دبَِبَمَِ

(

kelimesi hicrî IV. asırda, Arap nesrine âit edebî bir şekil için ıstılah olarak şöhret bulmuştur. Onu IV. asırda kendine has hususiyetler içinde kullanan ve ayrı bir hüviyetle edebiyata mâl ederek meşhur eden Bedî‛u’z-Zamân el-Hemezâni’dir95. Bedî‛u’z-Zamân el-Hemezânî Maùâmât’ında kendi zamanına kadar geçen müddet içinde maùâme kelimesinin delâlet ettiği bütün manâları kullanmış

91 İbn Manøûr, a.g.e., XII, 506. 92 İnci Koçak, a.g.m., s.185.

93 Brockelmann, Carl, “Maùâme”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul, M.E.B., 1988, VII, 2000. 94 ez-Zemahşerî, Cârullâh Ebu’l-Kâsım Mahmud b. Ömer, Esâsu’l-Belâğa, Beyrut, 1965, I, 568. 95 Nevzat Âşık, “el-Hemezânî ve Makâmâtı”, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,

(32)

19

olmakla beraber Şevkî Dayf’ın ifade ettiği gibi onun Maùâmeleri daha çok hadîs (konuşma) uslûbundaki bir takım hikâye ve kıssalardır96. Buradan hareketle Maùâme

(

ََبَمَِ

ح)

; kaynağı Arap Edebiyatı olan secîli küçük hikâye türüdür97 denilebilir. Maùâmelerde hayâli bir anlatıcı ve hayâli bir kahraman bulunur. Olaylar, bu hayâli kahraman etrafında cereyân eder. Genellikle, ahlâki ve sosyal bir ders verme amacı taşıyan bu eserlerde, aynı zamanda beyân bedî gibi belâgat unsurlarının da yer aldığı görülür98.

el-Ðarîrî’yi dünya çapında meşhur eden eseri el-Maùâmât99 ise, toplumdaki eksiklik ve çelişkilere dikkat çekmek amacıyla, Ebû Zeyd es-Serûcî adlı hayalî kahraman adına uydurulmuş hikâyelerin râvi rolündeki Ðâris b. Ðemmâm’ın dilinden akıcı bir üslupla anlatıldığı nazım-nesir karışımı bir eserdir100. Bazı rivâyetlere göre ise Ebû Zeyd aslında hakîkî bir kahraman olup, nahiv ve lügat âlimi Basra’lı el-Mutaððâr b. Selâm’ın künyesidir. el-Ðarîrî maùâmelerini bu kişinin dilinden yazmıştır101. O, bu maùâmeleri Bedî‛u’z-Zamân el-Hemezâni’nin maùâmelerinden esinlenerek ve temelde onu örnek alarak yazmıştır102. Maùâmât’ının ön sözünde el-Hemezâni’nin üstünlüğünü ifade ederken, el-Hemezâni’ninasrının eşsiz bir edîbi olduğunu söylemektedir.103. O’nun bu eseri, ibdâ bakımından, el-Hemezâni’nin eserinden hayli geri kalmakla beraber, Arap lisânını tasarruf, üslup kıvraklığı ve şairlik kâbiliyeti îtibârıyla, ondan çok üstündür104.

Maùâmât’ın ortaya çıkması konusunda şu olay anlatılmaktadır:

el-Ðarîrî’nin bizzat ifâde ettiğine göre bir gün Maùâmelerin kahramanı edip, ihtiyar bir dilenci olan Ebû Zeyd es-Serûcî ile Basra’da Benû’l-Ðarâm mescidinde karşılaşırlar.

96 Şevki Dayf, el-Makâme, Kahire, 1964, s. 13. 97 Bedrettin Aytaç, a.g.e., s. 5.

98A.y.

99 Nevzat Âşık, a.g.e., s. 58. 100 Hulûsi Kılıç, a.g.e., XVI, 192. 101 İbn Ñallikân, a.g.e., IV, 64.

102 Huart, Clement, Arab ve İslam Edebiyatı(Çev. Cemal Sezgin), Ankara, tsz., s. 138.

103 el-Ðarîrî, Kâsım b. Ali el-Ðarîrî, Maùâmâtu’l-Edebiyye, Mısır, Şeriketu’l-Mektebeti, 1950, s. 4. 104 Margoliouth, a.g.e., s. 238.

(33)

20

el-Ðarîrî, mescitteyken içeri fakir, üstü başı perişan birisi girer. Bu sırada mescitte üst düzeyden birçok kimse ve vâli de bulunmaktadır. Bu kişi bir vesileyle konuşmaya başlar. Konuşmalarından Arapçasının gayet güzel ve iyi bir edebî kültüre sahip olduğu anlaşılır. Kendisine adı ve nereli olduğu sorulduğunda “Adım Ebû Zeyd’dir” der105. el-Ðarîrî bu dilencide gördüğü edebî üstün vasıfları orada bulunanlara anlatır106.

el-Ðarîrî “bu hâdiseden sonra el-Maùâmetu’l-Ðarâmiyye’yi yazdım. Ve diğer maùâmeleri onun üzerine binâ ettim. O, benim ilk inşâ ettiğim maùâmedir” demektedir107.

Yazdığı ilk maùâmeye “el-Maùâmetu’l-Ðarâmiyye” adını vermesi Ebû Zeyd’le ilk karşılaştığı Mescid’i Benî-Ðarâm’a nisbet etmek ve Ebû Zeyd’e isnâd eylemek içindir108.

el-Ðarîrî, bu maùâmeyi halife el-Musterşid Billâh’ın veziri olan Enûşirvân b. Muhammed el-Ùâşâni’ye sunar. Vezir bu maùâmeyi çok beğenir ve el-Ðarîrî’den bu tarzda birkaç maùâme daha yazmasını ister. Sayısını ise Ðarîrî’nin takdirine bırakır. el-Ðarîrî de, vezirin bu isteğini kabul ederek, diğer maùâmeleri yazar ve böylece elli maùâme olarak eserini tamamlar109.

el-Ðarîrî’nin bugün elimizde bulunan elli maùâmesi şu adları taşımaktadır:

1-eó-Óan‛âniyye Birinci Maùâme 2-el-Ðalvâniyye 3-ed-Dînâriyye 4-ed-Dimyâõiyye İkinc ″ Üçüncü ″ Dördüncü ″ 105 Huart, a.g.e., s. 138.

106 Yâùût, Mu‛cemu’l-Udebâ’, XV-XVI, 263. 107A.y.

108 Nevzat Âşık, a.g.e., s. 59.

(34)

21 5-el-Kûfiyye 6-el-Marâğiyye 7-el-Barùa‛idiyye 8- el-Me‛arriyye 9-el-İskenderiyye 10-er-Raðbiyye 11-es-Sâviyye 12-ed-Dimaşùıyye 13-el-Bağdâdiyye 14-el-Mekkiyye 15-el-Faraôıyye 16-el-Mağribiyye 17-el-Ùahùâriyye 18-es-Sincâriyye 19-el-Nuóaybıyye 20-el-Fârûùıyye 21- er-Râzıyye 22-el-Furâtıyye 23-eş-Şi‛riyye 24-el-Kaõî‛ıyye 25-el-Keraciyye 26-er-Raùõâ 27-el-Vabariyye 28-es-Semarùandiyye Beşinci ″ Altıncı Maùâme Yedinci ″ Sekizinci ″ Dokuzuncu ″ Onuncu ″ Onbirinci ″ Onikinci ″ Onüçüncü ″ Ondördüncü ″ Onbeşinci ″ Onaltıncı ″ Onyedinci ″ Onsekizinci ″ Ondokuzuncu ″ Yirminci ″ Yirmibirinci ″ Yirmiikinci ″ Yirmiüçüncü ″ Yirmidördüncü ″ Yirmibeşinci ″ Yirmialtıncı ″ Yirmiyedinci ″ Yirmisekizinci ″

(35)

22 29-el-Vâsıõıyye 30-es-Sûriyye 31-er-Ramliyye 32-eõ-Õaybiyye 33-et-Tiflîsiyye 34-ez-Zebîdiyye 35-eş-Şîrâziyye 36-el-Malõıyye 37-eó-Óâ‛dıyye 38-el-Merviyye 39-el-‛Ammâniyye 40-et-Tebrîziyye 41-et-Tennîsiyye 42-en-Necrâniyye 43-el-Bekriyye 44-eş-Şiteviyye 45-er-Ramniyye 46-el-Ðalabiyye 47-el-Hacriyye 48-el-Ðarâmiyye 49-es-Sâsâniyye 50-el-Baóriyye Yirmidokuzuncu ″ Otuzuncu Maùâme Otuzbirinci ″ Otuzikinci ″ Otuzüçüncü ″ Otuzdördüncü ″ Otuzbeşinci ″ Otuzaltıncı ″ Otuzyedinci ″ Otuzsekizinci ″ Otuzdokuzuncu ″ Kırkıncı ″ Kırkbirinci ″ Kırkikinci ″ Kırküçüncü ″ Kırkdördüncü ″ Kırkbeşinci ″ Kırkaltıncı ″ Kırkyedinci ″ Kırksekizinci ″ Kırkdokuzuncu ″ Ellinci ″

el-Ðarîrî, Bedî‛u’z-Zamân el-Hemezâni’den sonra maùâme türünü şekil ve üslûp yönünden daha da geliştirmiştir. Onun maùâmeleri, Bedî‛u’z-Zamân el-Hemezâni’den

(36)

23

daha sıkıştırılmış, lafızlar yerli yerine oturtulmuş, beyân ve dilin parlaklığını gösterme açısından daha maharetli olmuştur. el-Ðarîrî, lafızların seçiminde, cümlelerin oluşturulmasında, konu içerisindeki örneklerin verilmesinde döneminin en güzel üslûbunu oluşturmuştur110. Onun maùâmelerinde anlatıcı rolündeki el-Ðâri¹ b. Hemmâm’ın dilinden Ebû Zeyd es-Serûcî’nin maceraları anlatılırken, Ebû Zeyd kılıktan kılığa girer. Bazen bir vâiz111, bazen bir seyyah, bazen de bir sâil olarak karşımıza çıkar112. İbn Ñallikân, anlatıcı rolündeki Ðâri¹ b. Hemmâm’ın, Ðarîrî’nin bizzat kendisi olduğunu ve bu ismi Hz. Peygamber’in bir hadîsinden alarak, “Ðâri¹ ve Hemmâm” isimlerini bir araya getirmek suretiyle oluşturmuş olduğunu söyler113.

el-Maùâmât’ta ibâreler yer yer âyetler, hadisler ve darbımesellerle süslenmiştir ki bunlar, tam yerlerini bulmuşlar, esere büyük bir ustalıkla işlenmişlerdir. Kelime sanatına dair verilen misallerde birer zekâ mahsulüdür. Teşbihler, istiâreler parlaktır, mazmunlar sevimli ve sıcaktır, hepsi de sanatın câzip rengine bürünmüşlerdir114.

Ayrıca el-Ðarîrî’nin maùâmelerinde, genellikle bir ders verme amacı gözetilmekte ve bundan dolayı da maùâmelerin eğitici bir yönü de bulunmaktadır115.

el-Ðarîrî, kendisi ile muhaberede bulunmuş olan bir dostu Óâ‛id b. et-Tilmîò’e göre, yukarıda isimleri verilen elli maùâmeden oluşan el-Maùâmât’ına 495 senesinde başlamış ve 504 senesinde bitirmiştir. Bu hikâyeler yalnız İslam câmiasında kabul görmeyip, Yahudiler ve Hristiyanlar tarafından da çok rağbet görmüş, İbrâni, Süryâni ve daha sonra Türk dillerine tercüme edilmiştir. el-Maùâmât’ın bazı parçaları XVIII. asırda, Schultens ve Reiske tarafından, Latince’ye de tercüme edilmiştir. Bu eser 1822 ’de De Sacy tarafından neşredilmiştir. Bundan başka eserin, muhtelif Avrupa lisanlarına tercümeleri de basılmıştır; meselâ Rücket tarafından Almanca bir tercümesi ile Chenery ve Steingass tarafından İngilizce bir tercümesi vardır116. Ayrıca Sıtkı Gülle’nin tesbitlerine

110 Ðannâ el-Fâñûrî, Câmi‛u fî Târîñı’l-Edebi’l-‛Arabî, Beyrut, Dâru’l-Cîl, 1986, s. 236. 111 el-Ðarîrî, Maùâmâtu’l-Edebiyye, s. 10.

112 Sabri Sevsevil, a.g.e., s. 5. 113 İbn Ñallikân, a.g.e., IV, 65. 114 Sabri Sevsevil, a.g.e., s. 5. 115 Bedrettin Aytaç, a.g.e., s. 14. 116 Margoliouth, a.g.e., s. 238.

(37)

24

göre Arap edebiyatında bu eseri tamamen ya da kısmen şerh eden yahut bu eser üzerinde çalışma yapanların 30 kadar olduğu kaydedilmiştir117. Türkçe’ye ise ilk defa Sabri Sevsevil tarafından dipnotlar eklenerek yapılan tercüme 1952 yılında Milli Eğitim Bakanlığınca basılmış, daha sonraları da söz konusu tercümenin iki defa baskısı yenilenmiştir.

6.2.Durratu’l-Ğavvâó fî Evðâm el-Ñavaóó

el-Ðarîrî’nin, el-Maùâmât’ından sonra en önemli eseri Durratu’l-Ğavvâó fî Evðâm el-Ñavaóó adlı kitabıdır118. el-Ðarîrî bu eserinde yazar ve şâirlerin üslup seçimindeki hatalarını ve yanlış lafız kullanımlarına dikkat çeker ve bu hataların sebeplerini açıklayarak doğru kullanımlarını gösterir119. Eseri kaleme almasındaki amacını da eserinin giriş kısmındaki şu meâldeki sözlerle açıklar: “Mevkî ve şöhret sahibi bazı kalem erbâbının yazılarında yaptıkları hatalarıyla avâmı andırdıklarını görünce kendilerini uyarma gereğini duydum. Bu uyarımla güttüğüm amaç ise diktikleri fideleri meyve veren ağaç haline gelen, kendileri için arzuladıklarını kardeşleri içinde isteyen kişiler arasına katılmaktır”120. Ediplerin ve yazarların konuşmalarında ve yazılarında yaptıkları 222 kadar dil yanlışını tashih ederek eserini tamamlar. el-Ðarîrî bu yanlışları tashih ederken pek çok âyet, hadis, mesel ve şiirlerden şâhidler getirir121. O bu eserinde 174 âyet ve 40 hadisi şâhit gösterirken, 226 şiirle, 11 emsâl ve 50 kadar da edebî hikâyeyi delil olarak getirmiştir122. Eserini oluştururken ise herhangi bir sıraya bağlı kalmaksızın önce eleştirdiği kısmı yazmış, burada bulunan hatalı yerleri göstermiş ve hemen doğru kullanımını vererek delillerini sıralamıştır.

el-Ðarîrî’nin bu eseri de ilgili çevreler tarafından dikkatle incelenmiş ve hem Batı dünyasında hem de İslam dünyasında çok sayıda baskısı yapılmakla kalmamış aynı zamanda üzerinde çalışılarak şerhleri de basılan bir kitap haline gelmiştir.

117 Sıtkı Gülle, a.g.e., s. 43.

118 Yâùût, Mu‛cemu’l-Udebâ’, XV-XVI, 271. 119 Ðannâ el-Fâñûrî, a.g.e., s. 237.

120 Sıtkı Gülle, a.g.e., s. 197. 121 Hulûsi Kılıç, a.g.e., XVI, 192. 122 Sıtkı Gülle, a.g.e., s. 199.

Referanslar

Benzer Belgeler

Aşağıdaki metinlerdeki cümleleri ayrı ayrı yazınız.. Esma sabah

Aşağıdaki cümleleri, vagonlardaki sözcüklerden uygun olanlarıyla tamamlayıp cümleler oluşturunuz... Aşağıda cümlelerin boşluklara yanda verilen uygun kelime

Benim doğrudan doğruya âmirim olan Yüzbaşı İzzet Bey, Çanakkale’deki düşman mezarlıklarının fotoğrafını çekmek için oraya gitmeye hazırlanmamı söyledi.. Ben

The results of the study showed that (a) the levels of CT had significant effect on the scores of the participants on the resilience scale; (b) the levels of CT had significant

 Verilen cümleyi parmağıyla takip ederek okur..  Verilen cümleyi gözüyle takip

Cümle içinde bulunan başka bir cümlenin yüklemin bir öğesi durumunda bulunduğu ya da bir öğenin tamamlayıcısı olduğu cümlelerdir. “İçeriye girerken duyduğum,

“O aslan kadar güçlüdür.” cümlesinde karşılaştırma vardır; çünkü birincisinde benzerlik, ikincisinde derecelendirme söz konusudur.. ÖZNELLİK

Akyavaş, kurulu düzenlere karşı olanların, farklı düzenler arasında uzlaşma noktalan ara­ yanların, durmadan yer değişti­ renlerin, uyum sağlamaktansa