Ekspres
£
E
B İR ZAM ANLAR Y ILD IZ D I
"unutulmuş bir
sanatçımn öyküsü"
Ropörtaj:
CENGİZ ÖZER
10 parmağı 10 hünerli sanatçı
yaşam çilesini viranede çekiyor
Mustafa Amcanın yıkık dökük, kapısız, penceresiz evinin arka cepheden görünüşü., “ işte bu evde, sahipsiz ve kim sesiz sonumu bekliyorum” diyor Mustafa Koyuncular.
1
---ilkten, bir yurttaşın yaz dığı mektuptan öğrendik Mustafa Amcayı.. Mektup toplumsal yapımızın bir bü yük eksiğini, sanata ve sa natçıya yaklaşımımızdaki gev- şekliğidile getiriyordu.. Çuko
b irlik iplik Fabrikası Vardi- ye Mühendisi F.Uğur Sür mez, mektubunda şunları yazıyordu:
“ Mustafa Amca, yıllar ca Adana'da gezici panayır lar kurmuş, Ramazan eğlen çelerinde sayısız ortaoyun- ları oynamış, Hacivat-Kara- göz gölge oyunlarını perde lerimize getirmiş, “ Konu şan kemanı” ile sanatının zirvesine ulaşmış, ilizyo- nizmde yıllarca Çukurova’ nın Zati Sungur’u olmuş, bu sanat gücüyle Bağdat' tan duyulmuş, Bağdat Vali sinin daveti üzerine Bağ dat’a giderek oradaki sa natseverlere seslenmiştir.
O yıllarda tek bölge ga zetemiz olan “ Yeni Adana” da da Merhum Gazeteci Ahmet Remzi Yüreğir, uzun uzun O’ndan sözetmiş günlerce kalemine bu sanat çıyı konu etm iştir..
Şimdi bu sanatçı, iler lemiş yaşında, sanatçıya de ğer verilmez “ CENDERE”
sinde yaşamını sürdürmeye çalışıyor; ayakta durmaya çalışıyor. Sanat adına utanı lacak köhne, küf kokulu, tüm sağlık koşullarına aykı rı bir evde yaşıyor.. Belki de ölümü bekliyor. Yapayal nız yaşadığı evinde, hiç de ğilse akşamları titreyen se siyle sanatını icraya çalışı
yor şimdi.. Perişan halde bulunan bu değerli sanatçı mıza sahip çıkılmalı, hiç de- ğilse yaşamının son günle rinde huzurlu olması sağ lanmalıdır..”
YARIN: 5 ÇOCUĞUNUN DÖRDÜ, BABALARINI YAPAYALNIZ BIRAKTI
Ekspres
<>
B İR ZAMANLAR Y ILD IZD I
"unutulmuş bir
sanatçımn öyküsü"
Ropörtaj:
CENGİZ ÖZER
Viranenin kapısında ince, acılı
bir keman sesi ile karşılaştık
Kapının önünde beliren adam, ak saçlı, ak bıyıklı sakal
lı ve sokak penlüllerlnl andırıyordu..Sırtındaki eski ve
kalın paltosunun altında, derleme gömlek ve yırtık nay
lon ayakkabı göze çarpıyordu. Gözleri acılı ağıtların
tü-2
---Sayın Uğur Sürmez’ in sanata ve sanatçıya karşı ta şıdığı ince duygularını içe ren mektubunu okur oku maz, Mustafa Koyuncular’ ı bulup, tanışmak için yola çıktık.. Verilen adres De nizli mahallesindeydi ama, kendiliğinden belirtilen ad resi bulmak olanaksız g i biydi.. Ancak, Mustafa Amcayı tanıyanlara rastla dık.. Önce bir bakkalı gösterdiler.. “ Bu bakkalda Mustafa Amca’nın oğlu çalışıyor.. O’nu alırsanız yanınıza ancak bulabilirsi niz Mustafa Amcayı” de diler.
Mustafa Amcanın oğlu nu almak için gittiğim iz bakkal da, tıpkı Mühendis Uğur Sürmez’in duyarlılı ğını gösterdi.. “ Gerçekten İçler acısı adamın durumu, ilgilenilmesi çok iyi olur” dedi. Sonra da dışarıya bir iş için çıkmış olan Mustafa Amcanın oğlu gelince bizi
onunla tanıştırdı.. O'nun da adı babası gibi Mustafa.
Mustafa'yı da yanımıza aldık. Birlikte eve gider ken O’ ndan bir şeyler öğ renmeye çalışıyoruz.. Beş kardeşlermiş.. Kendisi en küçükleriymiş kardeşleri nin ve babasıyla birlikte yaşayan tek kendisi kal mış.. Öteki kardeşleri hep aileden uzaklaşmışlar..An nesi de uzun zamandır ay rıymış.. Baba oğul iki Mus tafa, sözü edilen viranede sefil bir yaşam sürüyorlar- mış.
Y IK IK DÖKÜK VİRANENİN KAPISINDA İNCE. ACILI BİR KEM AN SESİYLE KARŞILAŞTIK
Demiryolu kenarını iz leyen bir yola girdik ve bir süre sonra, Mustafa “ işte bizim ev burası” dedi. Demiryoluna paralel dar toprak yolun kıyısında tüm yoksul evler arasında bir virane..Kapısı, Pencerele ri, damı tümden derme çat ma.. Naylon ve teneke par çalarıyla örtülü bir ev..
Arabayı park ettikten sonra vardığımız yoksulluk garibi kapının önünde, içeriden gelen ince ve acı lı bir keman sesiyle irk il dik.. Derinden, acılı bir müzik.. Sonra da Mustafa kapıyı vurdu..
Kapının önünde beliren adam, ak saçlı, ak bıyıklı, sakallı ve sokak pehlülle- rini andırıyordu. Sırtındaki eski ve kalın paltosunun al tında, derleme gömlek, pantolan ve yırtık naylon ayakkabı göze çarpıyordu.. Gözleri acılı ağıtların tü- kenmişliğindeydi..
Bizi görünce, yeniden heyecanlandı.. Oğlu tanıttı, biz de amacımızı açıkladık kendisine.. Sevindi ama, sevincini okumak zordu gözlerinden.. Sevinmeyi somut biçimde yansıtmayı unutmuştu belki de yorgun gözler.. Ancak yardım elle rinin uzanabileceği umut ve sevincini hareketleriyle belli ediyordu.
Kapının önünde, baba oğul iki Mustafa’nın fo
toğraflarını çektikten sonra, içeriye girdik.
iki yanı toprak duvar, eni bir metreye varmayacak dar bir koridor..Ve mektup yazan yurttaşın belirttiği gibi keskin küf kokusu.. Yoksulluk, yalnızlık ve acı, burada tıpkı somutlaşmış, bir yel gibi esiyor ve insa nın burnunun direğini sız latıyor..
Sonra, yarım adam bo yunda yüksekliği, toprak duvar arasından sağa ve so la açılmış iki kapı.. Daha doğrusu kapı-mapı değil de, geçmek İçin iki dar tü nel.. Soldakine giriyoruz.. Uuuu; diye uluyoruz küçü cük odanın içini görünce.. Bir insanın belkide yaşam boyu kullanacağı bez ve ku maş cinsinden eşyanın tü mü, bir hurda yığını ha linde odanın içinde.. Ve bu yığın arasında yitik gibi bir de somya..
buhar fışkıran tencereye daldırıyor ve karıştırıyor. Mercimek çorbası gibi bir şey pişiyor tencerede..
Ve bu odada kendimize uygun yerler bulup oturu yoruz..
Mustafa Koyuncular, öteki oda gibi bir hurda yı ğınını andıran bu odada, duvarda asılı duran eski ke manını indiriyor..Ve bizim ricamızı beklemeden çene sinin altına götürüp çalma ya başlıyor.. Bir zaman acı lı havalar çaldıktan sonra, bir konuşmadır başlıyor ke manla Mustafa amca ara sında:
“ Kemanım, sen beni tanırmısın: “ Evet..” “ Adım ne benim?..” “ Mustafa..” “ Nereliyim ben?..” " K ilis li. . ” “ Nerede oturuyorum?” “ Adana’da”
ilk odayı tanıdıktan son ra ikinci odaya geçmeye kalkıyoruz., ikinci odada kaynayan tencerenin yemek kokusu tüm evi sarıyor.. Mercimek kokusu.. İkinci odaya geçtiğimizde, küçük tüp gaz üstünde Kaynayan eski tencereyi görüyoruz.. Tencerenin yamuk yumuk kapağını buhar zorluyor..
“ Mustafa Amca, ten cereyi unutup da yemeğini yakmayasın ha” diyorum...
“ iyi dedin” der gibi yüzüme bakıp, hemen ten cereye gidiyor kapağı kaldı rıp, yerde bir tabak içeri sinde duran kaşığı alarak,
Hayretten donakalmış, kemanla Mustafa Amca arasında geçen bu konuş mayı.. Sonra bize dönüyor “ Mustafa Amca:
"Kemanla konuşmada üstüme yoktu eskiden.. Kemanı konuşturmakla ün salmıştım..“
Sonra ağır bir makamla “ Mevlana” yı çalıyor..
YARIN: ŞİMDİ VİRANESİNDE ÖLÜMÜ BEKLEYEN MUSTAFA AMCA ORTODOĞU'NUN TÜM BÜYÜK KENTLERİNİ DOLAŞMIŞ
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi