1 EYLÜL 1950
~-t t:
«
t*
üytİ
Türk musikisinin bir siması
8
Sadi Yaver ATAMAN
ikimizi anlatıyor
Konuşan :
CEMAL ÖZGEN
i
ilmem Sâdi Yaver bilmeyenimiz var midir? Her ıud-Ataman ismini yosu olan vatandaş bu ismi mutlak su rette duymuştur. Güzel Anadolumuzun saf ve temiz havalarını faizlere korosu ile dinleten, değerli folklorcumuzu, ilk defa İstanbul Radyosundaki bir konseri esna sında tanıdım.Müzik sahasındaki geniş bilgisini yal nız Radyoda verdiği konserlerle değil, müzik folkloru üzerinde ver
diği konferanslarla ve neş rettiği birçok eserlerle isbat eden ve halk musikisinde yeni bir çığır açan Sâdi Ya ver Ataman, aynı zamanda iş sahasında da muvaffak ol muş bulunmaktadır.
Evine vardığım zaman ba- ina kapıyı talebelerinden bi- ?ri açtı. Yukarı çıktık. Be
nim geldiğimi ' aber alan ¡Sâdi Yaver Ataman oda ka
pısına çıkarak beni karşıla şmak nezaketini gösterdiler. Duvarlarda çifter çifter ¡tamburlar, bağlamalar, di vanlar, sazlar, darbuka, çif- ¡teııâralar, çalpara, ud ve da-
Jha birçok saz âletlerinin ası- Sadi Yaver lı olduğunu gördüm. Benim Du tecessü sümü farkeden Sâdi Yaver Ataman gü lerek:
— Ne yaparsınız, bu da bir hastalık, ben aneaK bu sazlarla günün yorgunlu - ğunu çıkarır ve neşelenirim. Mâlûm ya, Ş herkesin kendine göre bir meşgalesi var dır. Benim de bütün meşgalem sazlarım ve talebelerimdir. Onlarla bir çocuk gibi meşgul olur, incinmemelerine, bozulma- malarına dikkat ederim. Hele bekâr kal dıktan sonra, yalnızlığımı sazlarımla unu tuyor ve avunuyorum.
— Demek aileniz burada değil? — Bir iki ay kalmak üzere memlekete gönderdim. Şimdi bu koca konakta saz larımla başbaşayım.
Bu sırada talebeler birer birer gel - meye başlamışlardı. Gelenlere dikkat e- diyorum; hepsi de genç, güler yüzlü. Bel li ki, buraya gelmekten hepsi de mem nun görünüyorlar.
Bir müddet bu müstaid gençlere bak tım. Onların yetişme tarzlarını gözümün önünde canlandırdım. Ve sonra hocaları na dönerek, hiçbir mukaddemeye lüzum
görmeden:
_ Musikiye nasıl ve ne sebeple baş ladınız? dedim.
Bu sualime cevap yerine sadece gül mekle iktifa edildiğini görünce, merak ederek: '
-— Neden cevap yerine gülmekle ik tifa ettiniz? diye tekrar sordum:
Sâdi Yaver Ataman aynı mütebes - sim çehreyle:
— Güldüm, çünkü benim musikiye başlamam hakikaten enteresandır da on dan.. Bakınız size hayatımı kısaca anla tayım: Ben aslen Safranboluluyum. Yâni özbeöz Anadolu çocuğuyum. Oturduğumuz evin karşısında, bir askerî birlik vardı. Karavana zamanları bir borazanla erler yemeğe davet edilir, talime ve içtimaa çağırılırlardı. Ben o zaman beş-altı yaş-j larındaydım. Bu sarı borudan çıkan ses ler bende hoş bir tesir bırakmış olacak ki edindiğim teneke bir boru ile ben de bu borazancıyı taklid etmeye kalktım. Bun da o kadar ileri gittim ki, bu borudan bir takım melodiler bile çıkarmaya ça - lıştım. Babam benim bu halimi görünce, bana çalmak üzere bir ud satın aldı. Fa kat nedense ud beni sarmamıştı. Aradan iki sene kadar geçti. Ben 7-fı yaşma
bas-Aiaman
tığım zaman, yaz kabağından yaptığım bir bağlama ile köy havaları çalmaya başladım. Tabiî benim çaldığım şeyler hiçbir şeye benzemiyordu. Fakat benim için kıymetli idi. Şurasını da ilâve ede yim ki, anne annem ve dolayısiyle annem mutaassıp olduklarından eve saz sokmaz lardı. Ben de sazım duyulmasın diye ahı ra giderek çalardım. Biraz daha büyüyün ce köy kahvelerine gitmeye başladım. Malûm ya, Anadoluda her kahvede saz vardır. Ve bunlar her zaman çalınır. İşte ben bu sazları duymak ve bir şeyler öğrenmek i - çin kahvelere gidiyordum. Burada öğrendiklerimi sa zıma tatbik etmeye çalışı yordum. İptida beni kimse dinlemek istemiyordu. Fa kat aradan seneler geçip de ben sazımda temayüz edince, artık bana da bir mevki vermeye ve sazımı dinlemeye başladılar. Ren deki bu istidat ve ilerle - meyi gören babam, bana bir saz aldı ve ben ondan sonra çalmaya başladım 12 yaşıma bastığım zaman ar tık sayılı bir sazende olmuştum. Safran bolu düğünlerine iştirak ederek burada çalman havaları,' türküleri ve oyunları tesbit ederek bir eşer halinde derledim ve bunu (Safranbolu Düğünleri) ismi al tında neşrettirdim.
Bilâhare tahsil için Istanbula gelerek Beylerbeyine yerleştik. Orada Beylerbeyi Musiki Cemiyetine girdim. Hocamız mer hum Rauf Yekta Beydi. Burada tambur çalmaya başladım. Beylerbeyi Musiki Ce miyetinden Darülelhıina, Darülelhandan Konservatuvara geçtim. Burasını bitir - dikten sonra, o sırada açılan Ankara Rad
yosuna halk musikisi mütehassısı olarak alındım. Orada uzun zaman kıymetli üs- tadlarla çalıştım. Musiki bilgim büsbü - tün olgunlaştı. Bu sırada (Halk sazlan, Yerli musikiciler ve musiki karakterleri), (Aşık Nâilî), (Safranbolunun Tarihî Folk loru), (Köy Sosyolojisi) gibi eserler yaz dım.
— Halk musikisini etraflıca izah e- der misiniz?
— Türk halk musikisini iyice tanıya bilmek için, onu umumî olarak gözden geçirmek lâzımdır. Folklorun geniş bir kültür müziği olan halk müziği, özünü köy hayatından alan, şehir musikisinin tesirle rinden uzak kalan musikidir. Türk halk musikisi aynı zamanda bünyesi itibariyle çok sesliliğe müsait olup, ileri ve Türk şahsiyetli musikiyi yaratmakta temel va zifesini görecek hususiyetleri ihtiva et mektedir.
Türk halk musikisini tetkik edecek olursak bu musikinin bünyesi dahilinde (pentatonik) bir musiki şekli bulunduğu nu da anlarız. Bu da bize musikimizin (Asyaî) bir gelişle su katılmamış Türk musikisi olduğunu isbata kâfidir.
Şöyle ki: Musiki tarihlerinin tetkiki neticesinde anlaşılmıştır ki, Ural - Altay bölgesincie yaşayan Türk] erin en özlü gamı, içinde yarım sesler bulunmayan ini ci pentatonik gamdır. Bundan başka U- zak Doğunun, Çin, Japon, Tibet, Çin Hindi, Çin Türkistanı ve hattâ l'lindista- nın bir kısmı halk musikilerinde ana çatı olarak pentatonik diziyi kullandıkları ör neklerden anlaşılmaktadır.
Anadoîunun Urfa, Eğin, Harput gibi çoğu usulsüz ağızların en eskisi ve en çok yayılmış olan bir seyri vardır ki, bu (Devamı 5 İnci Sabifede)
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi