ORHAN VELİDEN KALAN
Melih Cevdet Anday ve
Sami Karaören'le birlikte Mı sır Çarşısı'na giriyoruz. Ka- raören, bir peynircinin ö - nünde duruyor:
"İşte ,” diyor, " buldum, bundan alacağız.Otlu peynir!"
Kenarları dürülmüş bir torbayı gösteriyor eliyle. Tor
banın içinde, yer yer kısa,
yeşil damarlarıyla yepyeni
bir peynir. Karaören, yıl - lardır uzak kaldığı, görem e diği bir yakınını görmüş gibi. "Bunu her yerde bulama yız, nasıl da çıktı karşı - m iz a .. . " diyor heyecanla. Bir şeye sevinmek, heyecan duymak! Neye karşı olursa olsun, heyecan denen o güzel duyguyu tatmak.. . Yaşamak budur herhalde, diye geçiyor içimden. Bu otlu peynirin ün lü rokfor’un y e rlisi, bizim rokfor olduğunda karar kılı - yoruz üçümüz.
Melih Cevdet Anday, Mı
sır Çarşısı'nın tavanları -
nı gözden geçiriyor, kubbe
altlarını, kemerleri ve bizim belki de göremediğimiz baş - ka şeyleri de görüyor. Ş a ir.. .
"Ne güzel yerlerdir bu ka palı ça rşıla r," diyor."Bu ka palı çarşı tipini biz Araplar-
dan almışizdır. Ama kendi
havamıza uydurmuşuz, kendi havamızı uygulamışız."
Anday, çevresindeki her şeyle ilgilenen adamdır. Se - vinç ve sevgiyle bakar çevre- resine, ille de bir şeyler bu lup çıkarhıayı ister gördükle rinden. Bu, onu yaşamaya sı kı sıkı bağlayan bir eğilim -
dir. Ve güzeldir. v
Eminönü'nden bir araba. Taksim'e çıkıyoruz. Televiz
yondan söz açılıyor, bizim
taek-van-do şampiyonumuzun gösterisinden! İnsanoğlu ira de ve inatla neler yapabilir, onu gördük, diyoruz. Anday daha bir merak sarmış gibi bu spor dalına. Kısa süre son ra anlaşılıyor nedeni:
"Oğlum d a ," d iy or,"b a ş ladı. .. Çalışıyor. Ben tenis oynamasını salık vermiştim. , Ama kendisi taek-van-do ’ yu j
seçti. Kalın mermer levhayı i
bir vuruşta eliyle ikiye bölen şampiyon, bir insanı daomu- zundan ikiye bölemez mi a - caba? Şaka bir yana, bu tür - den sporlar aslında çok sağ lam bir ruh da sağlıyor insa na. "
Sami Karaören:
"Cahit Külebi'nin oğlu da yapıyormuş bu sporu" diyor, "hem derecesi de var galiba"
"Elini mermere indirir - ken haykırması sporcunun ga rip, değişik bir hava katıyor gösteriye; ilkel, yabansı bir hava! Öyle haykırarak kuv -
vet alıyor herhalde, değil
m i?"
"Kuvvet alıy or", diyor Anday. "Bu judo, karate, ta - ek-van-do benim aklıma ta kıldı hanidir. Bir yazı yaz - malı üzerine. Pop müziği ü - zerine yazmıştım. Çağımızı etkileyen şeyler bunlar.. . "
Galatasaray Çiçek Paza- rı'na giriyoruz. Şimdi, hey
keller yontan Şadi Çalık da
birlikte. Çalık, Modigliani'- nin insanlarını mı andırıyor? Birkaç adım atmışız atma - m ışız, Anday, o her zaman - ki merakı, her zamanki araş tırmacı haliyle, soldaki kü - ik, dar bir bakkal dükkanı - nın önünde duruyor:
"B urası", diyor, "Lam - bo'nun meyhanesiydi eskiden, Orhan Veli burada içe rd i."
Şimdi, dükkâhın rafların da konserve kutuları, şu bu, "bakkaliye" dediğimiz türden öteberi. Bakkal gençten bir
adam. Tezgâhın önünde duru yor. Melih Cevdet Anday dük
kânın kapısına kadar sokulu yor. Bakkal hazırlanıyor si - parişi almaya. 6u tertemiz
beyaz pardösülü, efendiden
adam ne isteyecek acaba ? Ka- şer peyniri mi, sucuk mu, ,, bir kutu şeftali kompostosu mu yoksa?
Anday, bakkala:
"Türkiye’ nin büyük şa ir lerinden Orhan Veli burada içerdi eskiden", diyor, " e s
kiden meyhaneydi burası.
Lambo'nun meyhanesiydi." Bakkal gülümseyerekdin- liyor.
"Parası çıkışmadığı z a manlar deftere yazdırırdı he sabı." diyor Anday.
Bakkal gülümsüyor ve çok saf, çok olağan bir sesle s o ruyor:
"O defteri mi arıyor su - nuz?"
Bu soruyla, iki dünya a - rasındaki ayrım, kesin bir çizgiyle belirlenmiş oluyor. Bakkalın düşündüğü, ardında durduğu tezgahtan bir şey u - zatmaktır müşteriye. Eliyle tuttuğu bir şeyi, ona uzata - çaktır. "Bu efendiden adam ne peynir istedi ne de bir şey. Bir defterden söz etti.O def teri bulup kendisine uzatma mı istedi her halde."
Anday'ın derdi başka; di yor ki:
"Şöyle, şu rafın yukarı - sına bir yere, bir levha asıp, 'Orhan Veli burada içerd i'd i ye yazsanız üzerine, ne gü -
zel olurdu."
Bakkal güzel güzel gü
-lümsüyor.
"Gülüyorsunuz ama"di - yor Anday, "gerçekten çok güzel olurdu. Bilseniz,negü- zel olurdu. Siz burayı Lam - ' bo’dan mı devraldınız?"
"H ayır", diyor bakkal, "ondan devralmadım ama, a - dını duydum. Onun meyhane siymiş burası bizden öncele ri. Duydum. Kendisini şu ta
vana asmış Lambo! Ölümü
öyle olm uş!"
\
Daha içerilere doğru yü - rüyoruz.
Anday'ın kafasını kurca - layan bir sorundur bu. Yine onun ağzından, daha önce de duymuştum. "Yabancılar" de mişti bir gün, "yabancılar şa irlerinin, yazarlarının, re s samlarının ayak bastıkları her yeri değerlendirir, onların devam ettikleri meyhane ya da kahve ve pastanelerde o - turdukları köşeleri, lokanta
daki masalarını birer anıt
haline sokarlar. Öyle bir kö şeye, öyle bir masaya sahip olmakla övünürler, gurur du yarlar. "
Uzaklaşmadan, dönüp bir daha bakıyorum eskiden Lam bo'nun meyhanesi olmuş şim - diki bakkal dükkânına. Bakka lın önündeki tezgâha yaslan - mış uzun boylu, uzun yüzlü, dalgın bakışlı, gözleri aşağı aşağı, gençten, elinde kadeh bir adamı görür gibi oluyo - rum. Orhan V eli, Lambo'da! İçiyor. Sonra yok oluyor an - sızın. Derken, Anday'ıniste- diği levha beliriyor biraz yu karıda: "Orhan Veli burada içe rd i." Kaşla göz arası, o levha da yok oluyor rafın yu karısından. Hızla geçen, a r
dından yetişilemeyen film
sahneleri gibi. Sonra, çıplak gerçekle yüz yüze geliyorum. Rafın yukarısında bir levha
var aslında, var, üzerinde
yazısıyla, ve gereken büyük lükte. Şöyle diyor: "C oca C o- la için iz!"
Daha içerilere doğru yü rüyoruz.
■ ZEYYAT SELİMOĞLU
BU A Y ÇIKAN
VARLIK KİTAPLARI
1. Behçet Necatigil: Edebiyatım ızda isim le r
S ö zlü ğ ü , 8. B a s ılış .. 25 TL.
2. Orhan Kemal: Cem ile, rom an... 15 TL.
3. Bekir Fikri Emek: G erçek Yasa, roman 10 TL.
4. Alain: M utlu O lm ak Sanatı.. 10 TL.
5. F. H. Burnett: Küçük Lord, roman. 5 TL.
CAGALOGLU YOKUŞU. 40. İSTANBUL
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi