• Sonuç bulunamadı

[Nazım Hikmet]

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "[Nazım Hikmet]"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Gerçi cezaevinden çıkmıştı, ama po­ lisçe sürekli izleniyordu. Evinin önünde hep bir cip bekliyor, nereye gitse polis- ler de arkasından geliyorlardı. Kitapla­ rını yayımlatma, oyunlarını oynatma ola­ nağını bulamayacağı anlaşılıyordu. Ku- vâyi M illiye’nin yayın hakkını alan bir yayınevi çıkmışsa da, kitap bir türlü ya­ yımlanmıyordu.

Bu sırada Kadıköy Askerlik Şubesi’ne çağrıldı. Askerliğini yapmamış olduğu, hemen sevkedilmesi gerektiği bildirildi. Bahriye M ektebi’ni bitirdiğini, güverte subaylığı yaptığını, hastalanarak çürüğe çıkarıldığını söylemesi üzerine elinden bir dilekçe alınarak serbest bırakıldı.

Birkaç ay sonra tekrar şubeye çağrıla­ rak kendisine Sivas'ın Zârâ ilçesine git­ meye hazırlanması söylendi. İsteği üze­ rine Haydarpaşa Hastanesi Sağlık Kuru- lu ’na gönderildi. Kurula on ay önce Cer­ rahpaşa Hastanesi’nden aldığı, kalbin­ den, ciğerlerinden rahatsız olduğunu gösteren raporları sunduysa da

askerli-£

i engelleyecek bir durumu olmadığı arma varıldı. Bu arada bir doktor kulağına bu işin sonunu iyi görmediğini fısıldadı.

Şubeden hazırlıklarını yapmak için bir haftalık izin aldı.

17 Haziran 1951 sabahı, askerlik işini düzeltmek amacıyla Ankara’ya gideceği­ ni söyleyerek evden ayrılan Nâzım Hık- met’in 20 Haziran 1951 'de Romanya’ya vardığı Bükreş Radyosundan öğrenildi.

Sonradan yazılanlara göre, akrabası olan Refik Erduran’ın kullandığı bir sü­ rat motoruyla İstanbul Boğazı’ndan Ka­ radeniz’e açılmış, Bulgaristan sahilleri­ ne çıkmayı amaçlarken, yolda rastladığı bir Rumen şilebiyle Romanya’ya gitmiş­ ti.

Değişen Sovyetler Birliği

Oradan Moskova’ya geçmesi üzerine, Nazmı Hikmet, 25 Temmuz 1951’de, Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatan­ daşlığından çıkarıldı.

Münevver Hanım ile oğlu Mehmet ise polisçe yalandan izlenmeye devam edil­ diler. Yurt dışına çıkmalarına ise kesin­ likle izin verilmedi.

Dışarda birçok uluslararası kongreye katılan, çeşitli ülkelere yolculuklar ya­ pan Nâzım Hikmet büyük bir ün kazan­ dı. Yapıdan çeşitli dillere çevrildi. Pek çok kitabı yayımlandı.

Ama gittiği ülkenin artık gençliğinde­ ki o coşkulu, geleceğe umutla bakan Sovyeder Birliği olmadığmı kısa sürede anlamıştı. Dergilerde Mayakovski’den söz edilmiyor, Meyerhold’un, Tairov’un adları bile anılmıyor, eski dostlarından kimi sorsa, “Bilmem, nicedir görme­ dik,” yanıtmı alıyordu.

Şürlerinin çevirilerinde anlamı değiş­ tiren yanlışlar bulunması da çok canını sıkmaktaydı.

Nâzım Hikmet’in özellikle sanat ya- pıdarmda Stalin’e dönük içi boş, anlam­ sız yüceltme sözlerinin yinelenip dur­ masını yadırgadığını söylemesi uyarıl­ masına neden olmuştu. Ayrıca böyle bir pot kırmaması için, onun Stalin yerine Malenkov’la görüştürüldüğü söylenir.

Moskova’ya 1951 temmuzunda ula­ şan Nâzım Hikmet, ağustosta, Fade- yev’le birlikte, Berlin’de Dünya Gençlik Festivali’ne katıldı.

Eylül’de Bulgaristan’a gitti. Orada Fahri Erdinç’le, cezaevi arkadaşı Beto- ven Haşan’la karşılaştı. Türklerin köyle­ rini dolaştı, sorunlarını dinledi, bol bol Türkçe konuştu.

1-6 Aralık 1951’de, gene Fadeyev’le Viyana’da yapılan Dünya Barış Kongre- si’ne gittiler. Orada Aragon’la, Frédéric Joliot-Curie’yle tanıştı, öldüğünü sandı­

ğı, KUTV’dan arkadaşı Çinli devrimci Emi Siao (SÎ-YA-U) ile karşılaştı.

Arkasından Prag’a giderek Uluslara­ rası Barış Ödülü aldı.

Sovyetler B irliğinin desteklediği Dünya Barış Konseyi’nin etkinliklerin­

de önemli bir rol oynamaya başlamıştı. 25 Haziran 1952’de Asyalı üyelerin toplantısına katılmak üzere Pekin’de; 1- 5 Temmuz 1952’de Kore Savaşı’na kar­ şı bir toplantıya katılmak üzere Ber­ lin ’deydi. Amerikan emperyalizminin kışkırttığı bu savaşa Türk hükümetinin asker göndermesini kınıyor, Kore’de halkımızın Amerikalılar için kan dök­ mesine neden olanlara karşı konuşmalar yapıyordu.

5 Ekim 1952’de bir barış toplantısı için gene Viyana’ya gitti. Bu toplantının açılış konuşmasını yaptı.

12-19 Aralık 1952 tarihleri arasmda ise bir kez daha Viyana’da bir araya ge­ lindi. Bu çok büyük toplantıya seksen üç ülkeden 1700 delege katıldı. Burada açı­ lış konuşmasmı yapan Frédéric Joliot- Curie’den, Aragon’dan başka, Jean-Pa- ul Sartre, Pablo Neruda, Diego Rivera, Arnold Zweig da vardı.

1952 yılı sonunda Nâzım Hikmet ar­ tık Dünya Barış Konseyi’nin yönetici kadrosundaydı. Çok çeşitli kentlerde toplantılara katılıyor, bu arada Varşo­ va’ya da gidiyordu. PolonyalIlarla arası son derece iyiydi. Elinde belirli bir

ülke-kiniyordu. Özgürlükçü davranışları, bir­ takım uygulamaları eleştirişi zaten göze batmakta, arada bir yakınlarınca uyarıl­ maktaydı. Bir iki kez de sorumlu kişiler­ ce uyarılmıştı.-Kulağına, disiplinsiz dav­ ranışlarım sürdürürse, yemeklerine ka­ tılan ilaçlarla yavaş yavaş zehirlenebile­ ceği, ya da bir kazaya kurban gidebile­ ceği gibi dedikodular da geliyordu.

5 Mart 1953’te Stalin ölünce Yazarlar Birliği önde gelen şairlerden bu acı ola­ yı yansıtan şiirler yazmalarını istedi.

Nâzım Hikmet de bir şiir yazdı, ama Stalin’i her şeyin üstüne çıkarıp tek ba­ şına putlaştırmayan, Marx, Engels, Le­ nin l e birlikte, devrimin içindeki yerine koyarak anan bu şiir, sonuçta halkın bir­ liğinin önemini vurguluyordu.

1956 martındaki Yirminci Kongre’de, Kruşçev’in inanılmaz açıklamalarıyla Stalin’in cinayetleri ortaya döküldüğün­ de ise, Nâzım Hikmet, bunu Lenin’in geri dönüşü olarak değerlendiren “Yir­ minci Kongre” adlı şiirini yazdı.

1956 eylülünde ağır bir zatürree geçir­ di. 3 Kasım 1956’dan 27 Temmuz 1957’ye kadar, Çekoslovakya’daki Yase- nik Sanatoryumunda dinlendi.

nin vatandaşı olarak sürekli bir pasapor­ tu bulunmadığını gören, ayrıca büyük dedesi yoluyla Polonyalı Borzenski aile­ sinden geldiğini öğrenen dostlan, ona bir Polonya pasaportu çıkardılar. Böyle- ce Nâzım Hikmet büyük dedesinin so- yadıyla Polonya vatandaşlığına kabul edilmiş oldu : Nâzım Hikmet Borzens­ ki.

Dünya Barış Konseyi’nin eylemleri aralıksız sürüyor, gittikçe daha büyük kalabalıkların ilgisini çekiyordu.

22-29 Haziran 1955’te Helsinki’de ya­ pılan Dünya Barış Toplantısı’na doksan ülkeden 2000 delege geldi. Nâzım Hik­ met bu toplantıda Türk delegesi olarak söz aldı. Toplantı sonunda bir kez daha Dünya Barış Konseyi’nin yönetici kad­ rosuna seçildi.

6 Ağustos 1955’te Japonya’nın Hiro­ şima kentinde öğrencilerle ev kadınları­ nın düzenlediği Dünya Barış Konferan­ sı ise soğuk savaş çerçevesinde komünist propagandası filan diye küçümsenecek gibi değildi. Hiroşima’ya atom bomba­ sının atılışının onuncu yıldönümüydü. Nükleer araştırmalara karşı bütün dün­ yadan 33 milyon imza toplanmıştı. Nâ­ zım Hikmet bu toplantıda bir barış de­ legesi konumunun ötesinde, dünyanın en büyük şairlerinden biri olarak alkış­ landı.

1956’da, sekiz ay kadar, “özgürlükçü komünizmin örneği” olarak gördüğü Polonya’da kaldı, öbür toplumsalcı ül­ kelere oradan gidip geldi. Dünya Barış Konseyi’nin yönetici kadrosunda olma­ sı sürekli yolculuklara çıkmasını gerek­ tiriyordu. Sovyetler Birliği’nin soğuk sa­ vaş adına ağırlık verdiği barış propagan­ dası (ki karşıtları buna barış saldırısı di- I

T.Akmcı'nın kızı şehnaz Akıncı nın koleksiyonun­ dan bir cezaevi anısı. Soldan sağa: Tahsin Akın- cKCezaevi Müdürü), Naci sadullah, N. Hikmet, Esat Adil Müstecablıoğlu, Abidin Dino.Tevfik Hekimgil.

yorlardı) tartışılamayacak bir doğruya dayandığı için, Nâzım Hikmet’in büyük bir içtenlikle katıldığı bir etkinlik olmuş­ tu. Böyle bir propagandaya siyasal kay­ gılarla girişilmese de, onun bir şair ola­ rak şiirlerinde aynı propagandayı yapa­ cağı, barışı savunacağı kuşku duyulama- yacak bir gerçekti. Katıldığı toplantılar­ da, yaptığı konuşmalarda kendi düşün­ celerini söyledi. Bir propagandacı değil, içtenlikle duygularını ortaya vuran bir şair olarak görüldü.

Bu yıllarda yazdığı savaş karşıtı, nük­ leer silahlar karşıtı şiirleri bestelenerek, Paul Robeson gibi Pete Seeger gibi dün­ yaca ünlü şarkıcılarca söylendi.

Nâzım Hikmet Sovyetler Birliği’nde komünizmin geçirdiği gelişmelerden, proletarya adına başlatılan diktatörlü­ ğün bir kişi diktatörlüğüne dönüşme­ sinden çok tedirgin olmuştu.

Düşüncelerini açık açık söylemekten çekiniyor, susuyor, zor durumda kalırsa başına bir şey gelmemesi için inanmadı­ ğı sözler ediyor, ama yeri geldikçe gü­ vendiği arkadaşlarına bu tedirginliğini yumuşak bir dille aktarıyordu.

Örnekse, 1951 yılında, 11ya Ehren- burg’a şöyle dem işti:

“Stalin Yoldaş’a büyük bir saygım var, ama onu güneşe benzeten şürler oku­ maya dayanamıyorum, bu yalnız kötü şiir değil, kötü duyarlık.”

Aslında bir konuk olarak bulunduğu Sovyetler Birliği’nde Stalin’den korkma­ ması olanaksızdı. Ayrıca çevresindeki katı komünistlerin tepkilerinden de

çe-1957’den sonra, Yazarlar Birliği adına Sovyeder Birliği’nin doğudaki ülkeleri­ ne yolculuklar yapmaya başladı. Stalin’in büyük kıyım uyguladığı bu bölgede Türkçe konuşan halklar vardı. Buralar­ da gerçek dostlar kazanan Nâzım. H ik­ met, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbe­ kistan, Kazakistan’da gördüklerinden, dinlediklerinden çok rahatsız oldu.

Stalin döneminin ağır bir eleştirisi olan Ivan Ivanoviç Var mıydı Yok muydu? adlı oyunu, 11 Mayıs 1957 günü Mosko­ va Yergi Tiyatrosu’nda sahneye kondu. Bir tek gece oynandıktan sonra yasaklan­ dı. Bu olay Nâzım Hikmet’i çok üzdü. Bayağı bunalıma girdi. İntihar etmeyi bi­ le düşündü. Moskova’da Stalin dönemi­ nin baskısı hâlâ duyuluyor, katı komü­ nistler, özgürlükçü komünistlerin önünü kesmek istiyorlardı.

Ama bu oyun daha sonra başka tiyat­ rolarda, Riga’da, Çekoslovakya’da, Bul­ garistan’da vb. sahnelendi.

Nâzım Hikmet 1958 mayısını Di- no’larla birlikte, Münevver Andaç’m genç kızlık yıllarının kenti Paris’te, ona gönderme yapan şiirler yazarak geçirdi. Cezaevindeyken yazdığı şiirlerde onu andığı gibi gene “Gülüm” diyordu, “Pa­ ris’te kimi gördün?” sorusunu, “Genç kızlığını Mimi’nin,” diye yanıtlıyordu.

Oysa 1955 yılı sonlarından beri yeni bir sevda fırtınası yaşamaktaydı. Vera Tulyakova adında genç bir kadına âşık olmuş, onu Moskova’da bırakarak gel­ mişti. “Sensiz Paris” derken kimin özle­ mini çektiğini anlamak kolay değildi.

Nâzım Hikmet 1958 haziranında ise Leipzig’e giderek Bizim Radyo’da çalı­ şan Sabiha Sertel, Zekeriya Sertel, Yıldız Sertel’le buluştu. Türkiye’den tanıdığı

(2)

<m- insanlarla bir araya gelmek ondaki din­ mek bilmez memleket özleminin acısı­ nı biraz olsun hafifletiyordu.

Münevver ile Mehmet’i İstanbul’da bırakıp gurbete çıkalı yedi yıl olmuştu. Oğlu fotoğraflarda büyüyordu. Ülkesi­ nin insanlarıyla buluşmak onlarla bu­ luşmak gibiydi.

Ama Türkiye’den ayrıldığı 1951 hazi­ ranından beri karışma duyduğu ardı ar­ kası kesilmez özlem, Nâzım H ikm etin başka kadınlarla ilişki kurmasına engel olmamıştı.

1952’de göğsündeki ağrılar yüzünden yatırıldığı Barvikha Sanatoryumu’nda üç ay kadar kalmış, burada kendisine âşık olan Galina Grigoryevna Kolesni­ kova adında çok genç bir doktor kıza ya­ kınlık duymuştu. Hastaneden çıkınca birlikte yaşamaya karar vermelerini Ya­ zarlar Birliği’nin de uygun görmesiyle, Dr. Galina şairin özel doktoru olarak görevlendirilmişti.

Bu özel doktor gece gündüz Nâzım H ikm etle ilgileniyor, evini çekip çeviri­ yor, ilaçlarını veriyor, yemeklerini dü­ zenliyor, dinlenmesini ayarlıyor, yolcu­ luklara birlikte gidiyordu. Şair yıllarca süren bu yakın ilginin birkaç kez kendi­ sini ölümden döndürdüğünü söylerdi.

Dr. Galina onun evli olduğunu, karı­ sını sevdiğini biliyordu. Münevver An- daç’ın çıkıp gelmesine hazırlıklıydı. Bir gün bu iş olursa şairi karışma bırakıp kö­ şesine çekilecekti. Ama bambaşka bir olay yaşandı.

Yeni bir sevda

1955 yılı sonlarma doğru, Soyuz M ul­ tifilm Enstitüsü’nden Arnavut giysileri konusunda bilgi almak üzere Nâzım Hikmet’i görmeye gelen Valentina Brumberg’in yanında, Vera Tulyakova adında genç bir kadın yardımcı vardı.

Bursa’da 1948 yılı sonunda yaşanan olay bir çırpıda tekrarlanıverdi. Şair ge­ ne yaşamında “ilk defa” âşık oluyordu. Ama bu kez gönül verdiği genç kadmın evli olduğunu, bir de kızı bulunduğunu bir yıl sonra öğrenecekti.

Elinde çikolatalar, çiçeklerle, Arnavut giysileri konusunda daha fazla bilgi ver­ mek için, Soyuz Multifilm Enstitüsü’ne sık sık gitmeye başladı.

Sevdalandığı genç kadının savaşta öl­ müş olan babasından altı yaş daha bü­ yüktü.

Çevrelerindekilerin başlangıçta bir şa­ kalaşma gibi baktıkları ilişki gittikçe cid­ dileşiyordu.

Ne var ki 1956 eylülünde geçirdiği ağır zatürree Nâzım Hikmet’i uzun sü­ re Moskova’dan uzak kalmak zorunda bıraktı.

3 Kasım 1956’dan 27 Temmuz 1957 ye kadar, dokuz ay, Çekoslovak­ ya’daki Yasenik Sanatoryumu’nda sağ­ lığına kavuşmayı beklerken gene de ak- lın ep Moskova’daydı.

Vera Tulyakova ayrıldıkları gün ona bu işi daha ileri götürmek istemediğini, dönüşte ilişkilerini sona erdirmeleri ge­ rektiğini söylemişti, ama tam tersi oldu.

27 Temmuz 1957’de Moskova’da bu­ luşur buluşmaz hemen bir ortak iş yara­ tıp Sevdalı Bulut’un senaryosu üstünde birlikte çalışmaya başladılar. Senaryo kabul edilince arkasından filmin çekimi sırasındaki beraberlik geldi.

Ama Nâzım Hikmet yolculukları yü­ zünden ikide bir Moskova’dan ayrılmak zorunda kalıyordu. 1957 yılı sonunda bir ay Bakû’deydi, 1958 ocağmdan ni­ sanına kadar Varşova’da, Mayısta Pa­ ris’te, haziranda Leipzig’deydi.

Ağustos sonunda Moskova’ya dönün­ ce Vera Tulyakova’ya birlikte bir oyun yazmayı önerdi. Yazılması 1959 boyun­ ca süren oyun 1960 başında Yermalova Tiyatrosu’nda sahnelenirken, ikisi de ar­ tık yaşamlarını birleştirmeye karar ver­ mişlerdi.

Nikâhlı olmadıkları için, Nâzım Hik- met’in, Münevver Andaç’tan

boşanma-gittiğinde yanmda karısı Vera da vardı. Bu yolculuk bir balayı niteliğindeydi. Paris’te kırk gün kaldılar.

Mayısta Nâzım Hikmet oradan yalnız olarak Dünya Barış Komitesi adma Fi- del Castro’ya Barış Ödülü vermek üze­ re Küba’ya gitti.

Paris’ten ayrılmadan önce, İtalya'nın Barış Konseyi delegelerinden Joyce Sal- vadori Lussu ile karşılaşmıştı. 1958 ha­ ziranında Stockholm’de yapılan Barış Konferansında tanıştığı Lussu, onun aşk şiirlerine hayran olmuştu, ama, Pi- raye ile Vera’yı bilmiyor, bütün bu şiirleri Türki­ ye’den dışarı bırakılmayan karısı için yazdığını sanı­ yordu.

1960 haziranmda İstan­ bul’a gidince Münevver A ndaçla tanışmak olanağı­ nı buldu. Evine konuk ol­ duğu, iki çocuğuyla tek ba­ şına verdiği yaşam savaşı­ mını ayrıntılarıyla öğrendi­ ği, pek beğendiği bu kadı­ nı çocuklarıyla birlikte Türkiye’den kaçırmayı ak­ lına koydu.

İtalyan Komünist Parti­ sin d en olumlu yanıt ala­ mayınca başka çareler ara­ dı. Kendince birtakım planlar yaptı. O günlerde eyleme geçmeyi düşünü­ yordu.

P aris’te Nâzım H ik­ m etle karşılaştığında söy­ ledi ona karısıyla çocuğu­ nu Türkiye’den kaçıracağı­ nı. Nâzım sevindi, ama pek inanmadı.

1961 temmuzunda zen­ gin bir işadamı olan Carlo Guilluni, yatıyla turistik bir sı herhangi bir işlem gerektirmiyordu.

Sekiz yıldır birlikte olduğu Dr. Galina’ya isePeredelkino’daki daçasını, 1957 mo­ del Volga limusin otomobilini, eşyaları­ nı, televizyon, radyo, teyp, nesi varsa, ki­ taplarını, tablolarmı, her şeysini, noter­ de kâğıt imzalayarak devretti. Kendisi­ ne yalnızca Moskova’daki apartman da­ iresini bırakmıştı.

Bunun üzerine Vera Tulyakova’yla birlikte Bakû’ye gidip Kafkaslar’ın ku­ zeyindeki bir tatü merkezi olan Kislo- vodsk’ta üç ay baş başa kaldılar. Nâzım

Nâzım Hikmet ve Suavi Sonar birlikte, altta.

Hikmet çok mutluydu, ama her an da bu mutluluğu yitireceğinin korkusuyla te­ dirgindi. Gittikçe daha fazla kıskanma­ ya başladığı genç kadınla evlenmek, onu kendisine bağlamak istiyordu.

Yoksa geçirdiği kıskançlık bunalımla­ rı hiç sona ermeyecekti.

Moskova’ya dönüşlerinden bir süre sonra Vera Tulyakova kocasmdan ayrıl­ dı, ama kızını babasına bırakmak zorun­ da kaldı.

18 Kasım 1960’ta Nâzım’la genç kadın nikâhlandılar.

Münevver Andaç ile Mehmet konu­ sunda ne düşüneceğini Nâzım Hikmet de pek bilemiyor, örnekse 17 Temmuz 1959’da, Vera Tulyakova’yla diz dize ça­ kşırlarken, “İki Sevda” adlı şiirine, “Bir önülde iki sevda olamaz / yalan / ola- ilir” diye başlıyordu.

1961 nisanında şair Paris’e ikinci kez

yolculuğa çıkmış havasında, Ege’deki Türk limanlarını dolaşıp bol bol para harcayarak sonunda Ayvalık’a demir at­ tı.

Bu arada Joyce Lussu İzmir’de yattan ayrılıp uçakla İstanbul’a gitmiş, karşı kaldırımdaki cipte bekleyen polisleri at­ latarak Münevver Andaç ile iki çocuğu­ nu Ayvalık’a getirmeyi başarmıştı. On­ lar gelir gelmez yat hemen demir alıp Yunanistan'ın Midilli adasına yöneldi. Karanlıkta oldukça tehlikeli bir deniz kazası geçirdilerse de, Yunanlı balıkçı- larca kurtarılarak sonunda Atina’ya ulaştılar.

Ağustos başında Münevver Andaç, Renan, Mehmet Polonya’daydılar.

Nâzım Hikmet Küba’dan yeni dön­ müştü.

Varşova’daki buluşmaları pek içten olmadı. Nâzım onları havaalanında

kar-şılamadı, ertesi gün kaldıkları otelin lo­ kantasına geldi. Münevver ikinci bir ka­ dının varlığını biliyordu, Nâzım evlendi­ ğini ona yazmıştı, ama kocası olarak gör­ düğü kişinin başka bir kadınla evlendi­ ğini yeni öğrenmiş gibi davranmayı içi­ ne düştüğü durum açısından daha uy­ gun buldu. Son zamanlardaki mektup­ laşmalarında birtakım tatsızlıklar yaşa­ mışlardı.

Münevver kocasının Moskova’da yıl­ lardır bir kadın doktorla birlikte oturdu­ ğunu da biliyordu.

Nâzım ise İstanbul’dan gönderilen bir mektupla karısının kendisini aldattığı yo­ lunda uyarılmıştı. Buna inanmak duydu­ ğu vicdan azabmı biraz olsun azaltıyor­ du. Tıpkı Piraye’den ayrılmaya kalktığı günlerde yaptığı gibi, hem yaşamına, hem de şiirlerine karşı ağır bir suçluluk duygusu içinde, sarılacak bir dal arama­ sı çok doğaldı.

Yeni karısı Vera da bunca olaydan son­ ra çok tedirgindi. Bu noktaya geldikten sonra Nâzım’ı kaybetmek istemiyordu.

Çok güç durumdaki şair ise bu iki ka­ dını birbirinden uzak tutmazsa büyük sı- kıntdar yaşayacağım çok iyi anlıyordu.

Münevver ile çocuklarım, bu arada yıl­ larca özlemini çektiği oğlu Mehmet’i, kendisini çok seven PolonyalI dosdarına emanet ederek Moskova’ya götürmeme- ye karar verdi.

Bir daire tutuldu, eşyalar alındı, M ü­ nevver Andaç’a Doğu Dilleri Fakülte- si’nde bir öğretmenlik görevi bulundu.

Nâzım Hikmet 1961 eylülünde Ber­ lin’deydi. Ayın l l ’inde yazdığı “Otobi­ yografi’’sinde, “sevdiğim kadınları deh gibi kıskandım / şu kadarcık haset etme­ dim Şarlo’ya bile / aldattım kadınlarımı / konuşmadım arkasından dostlarımın” diyordu.

Türkiye'ye bağlılık

1962 ocağında Kruşçev’in aracılığıyla Nâzım Hikmet’e Sovvetler Birliği pasa­ portu verildi. Şubatta, Vera’yla birlikte, Asya ve Afrika Yazarlar Birliği Kongre- si’ne katılmak üzere M ısır’a gittiler. Sov­ yetlerle gerginlik içinde olan Çinliler’in Türkiye Cumhuriyeti pasaportu taşıma­ dığı için, Türk delegesi sayılamayacağı­ nı söyleyerek Nâzım Hikmet’e itiraz et­ meleri, şairin diliyle, varlığıyla nasıl Tür­ kiye’ye bağlı olduğunu anlatan bir ko­ nuşma yapmasına neden oldu. Ayakta al­ kışlanan bu konuşma onun kongreye başkan seçilmesini sağladı.

Nâzım Hikmet sağlığının gittikçe bo­ zulmasına karşm, 1962 yılında Prag, Ber­ lin, Leipzig, Bükreş’te yapılan toplantı­ lara katılmaktan geri durmadı.

1962 kasımında Vera’yla birlikte gez­ mek, dinlenmek için İtalya’ya gittiler : Milano, Floransa, Roma. Oradan, yeni yılı Dino’larla birlikte karşılamaya, Pa­ ris’e geçtiler.

Türkler, Türk yemekleri, Türk dili en büyük dinlenme, arınmaydı şair için. Ka­ rısını ise tüketim toplumlarımn göz ka­ maştırıcı alışveriş olanaklarıyla mutlu et-tı.

4 Ocak 1963’te gene Moskova’ydılar. 1963 şubatında Nâzım Hikmet Asya ve Afrika yazarlarının Tanganika’daki toplantısına katıldı.

Martta, nisanda Berlin’deydi.

Nisan sonunda Moskova’ya dönünce “Cenaze Merasimim” adlı şiirini yazdı.

Mayısta, oturdukları apartman daire­ si temizlenip boyanırken, Staraya Ru- za’daki bir aaçada kaldılar.

Staraya Ruza’dan döndükten kısa bir süre sonra ise, 3 Haziran 1963 sabahı, Nâzım Hikmet bir kalp krizi sonucu Moskova’daki evinde öldü.

Yazarlar Birliği’nin düzenlediği bir tö­ renle Novodeviçiy Mezarlığı’na gömül­ dü.* ■

Memet Fuat, Çamlıca, 2000

*Memet Fuat’ın Nâzım Hikmet Üstüne Yanlar adlı kitabından.

S A Y F A 8 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 6 2 2

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi T

Referanslar

Benzer Belgeler

Kassing ve Avtgis [11], içsel kontrol odağına sahip çalışanların orta derece ya da dışsal kontrol odağına sahip çalışanlardan daha fazla açık muhalefet

İnsanlığın başlangıcından bugüne değişime uğrayan doğada görülen farklılıklar, değişen toplumsal değerler ve doğa insan ilişkisi ve sanat- sal

Nine apansızın ölüp varı yo ğu ka­ panım elinde kalınca baskısız kalan Sadi, K avuklu H am dinin orta oyun­ larında, Şevkinin tiyatrosunda aktör lüğe

A number of independent practice tasks can be suggested for the client following the first consultation, for example, collection of stuttering severity scores during everyday talking

Foveal hipoplazi optik koherens tomografik olarak foveadaki pleksiform tabakaların ekstursiyonu, foveal çukurluğun yokluğu, fotoreseptör dış segment uzaması ve dış

BEN DE FOTOĞRAFINI ÇEKİYORUM — Sami Güner’e göre Yunus Emre’den Tlırgut Uyar’a şairler, insanın ve doğanın şiirini yazıyor, kendisi de fotoğrafını

SEVSAY: Türkiye’de, merhum Cemal Reşit Rey ile 9-10 yıl süren çalışmala­ rımdan sonra uzun bir süre Viyana Mü­ zik Akademisi’nde Kompozisyon ve Or­ kestra

“Ben doğanın değişimlerini değil, kendi iç dünyamın titreşimlerini yansıtıyorum’’ diyen Arbaş, sanatın kendini bulmak, korkmadan, çekinmeden kendini