SEVİYOR MUSUN
Seviyor musun yeniden, delice, Sev.
Biraz sevmek değil de nedir, Gördüğün her ev?
Yârin geldiğinde, gittiğinde aziz ol, Büyüsün bahçede güller, havada an; Kıpırdamadan dur,
Kıpırdasın can.
Keşfet sen de, keşfedenlerden habersiz, Çalan sazı.
Tenhadan daha tenhadan, Siyahı, beyazı.
1914 yılında İstanbul’da doğdu. Ortaöğrenimini ' Kuleli Askeri Lisesi’n d e , yükseköğrenimini H arp O kulu’nda tamamladı. Subay olarak orduya katıldı. Ön yüzbaşıyken isteğiyle askerlikten ayrılarak, bir yıl kadar Basın - Yayın ve Turizm Genel M üdürlüğü’nde çalıştı. Daha sonra Çalışma Bakanlığı İş Müfettişliği Ö rgütü’ne geçti. Bu son görevinden 1960 yılında emekli oldu.
İstanbul’da Kitap Kitabevi’ni kurdu. Türkçe dergisini (43 sayı, Ocak 1960-Temmuz 1964) ve Kitap Kitabevi yayınlarını yönetti. Yeni Adana gazetesinin düzenlediği bir yarışma sonucu armağan kazanarak yayımlanan (1927), bir öyküsünden sonra, Yavaşlayan Ömür (İstanbul Dergisi, 1933) adlı şiiriyle yazın dünyasına giren Dağlarca, H arp O kulu’ndaki öğrencilik yıllarında Varlık dergisinde çıkan şiirleriyle adını
duyurmaya başladı. Daha sonra Kültür Haftası, Yücel, Aile, İnkılâpçı Gençlik, Yeditepe, T ürk Dili, Y enilik, V atan, Kültür Dünyası, Çağrı, Türkçe, Ataç, Türk Y urdu, Yön, Devrim, Varlık (1934-1972) dergilerinde yazdı. Doğan Hızlan’ın deyişiyle “tek başına birokul” kimliği gösterdi. Toplum a, dış gerçeğe bakarken, evren karşısında
H a zırla ya lı: Cevat Çapan
Şiirler/Fazıl Hüsnü Dağlarca
Çıkmaz
çocukluğundan
dışarı kimse
kişioğlunun “muhteşem yalnızlığım” duyarak İnsanî gerçekleri kendinde aramaya çalışırken dili, kavram ve imge zenginliği, alabildiğine yoğunlaşmış düşünce
atmosferi, değişik çağrışımları, gerçekçi temaları işlediği zaman bile yitirmediği duyarlığıyla şiirimizin çağdaşlaşma savaşı verdiği son otuz yılda ulaştığı aşamaların simgelerinden biri oldu. ■
IŞIKSIZ KÖY
Salıver ayını, yıldızını gece, Bizim köyün şavkı yok.
Toprak damlara bir ferahlık versin, Dağın taşın parıltısı.
Salıver ayını, yıldızını gece, Görünelim halimizce. Kocabaş, ne uğurlusun hece hece, Siyah mı ovalar, sarı mı gök? Seni de bir korku mu sarar, Çınarın kopup gittiği yerde hep?
Kocabaş, ne uğurlusun hece hece, Kederin nice?
Işır ışır karanlıkta düşünce, Ayan olur yüreklere cümle hal. Ağrılar büyür elde ayakta, Aydınlıksız.
Işır ışır karanlıkta düşünce,
Koyun, sığır, ana, avrat uyutmadan önce.
SÖYLE SEVDA İÇİNDE TÜRKÜMÜZÜ Söyle sevda içinde türkümüzü, Aç bembeyaz bir yelken. Neden herkes güzel olmaz, Yaşamak bu kadar güzelken ? insan, dallarla, bulutlarla bir, Ayni maviliklerden geçmiştir, insan nasıl ölebilir,
Yaşamak bu kadar güzelken ?
AĞIR HASTA
Üfleme bana anneciğim korkuyorum Dua edip edip, geceleri.
Hastayım ama ne kadar güzel
Gidiyor yüzer gibi, vücudumun bir yeri. Niçin böyle örtmüşler üstümü
Çok muntazam, ki bana hüzün verir. Ağarırken uzak rüzgârlar içinde Oyuncaklar gibi şehir.
Gözlerim örtük fakat yüzümle görüyorum Ağlıyorsun, nurgibi.
Beraber duyuyoruz yavaş ve tenha Duvardaki resimlerle, nasibi. Anneciğim, büyüyorum ben şimdi, Büyüyor göllerde kamış.
Fakat değnekten atım nerde Kardeşim su versin ona, susamış.
[1935]
SİVASLI KARINCA
Koca Kızılırmak köpüre köpüre Akıyordu,
Bir telgraf direği dibinde,
Zamanlar kadar telaşsız ve köpüksüz, Yürüyordu,
S iv a slI bir karınca. Karşı kıyıdan parlak, Kişniyordu,
Atlar doru doru,
Atların şarkısından ayrılmış, Yürüyordu
Atların mesafelerini anlamaz.
Sesi, adımlarının sesi, memnun ve bahtiyar, Duyuluyordu,
Kahraman,
Bir açlığın ayaklarınca aziz, Yürüyordu
Yeryüzünden. Rahat gidişinden belli, Biliyordu,
Dağı, suyu, otları lezzetle, Başka karıncalardan kopmuş, Yürüyordu,
Başka karıncalara.
Gayretle, çalışmakla, yorulmazlıkla, Benziyordu,
Afrika’dakine, Çin’dekine, Paris’tekine, Kara toprağın alnı üstünde, kara, Yürüyordu,
Alınyazısından daha hür.
Zavallı yumuşaklığı etin
Yoktu fikirlerden, davalardan haberi, Yürümüyordu,
Rüyası hiç,
Buğday tanesi üzre, Yürüyordu. Sıvaslı bir karınca. ÂSÛ
Suçu büyüktü Asû’nun gök kadar T aş atmıştı güneşe doğru
Bilinmeyenin türküsünde Bilinmeyenin vaktinden Açdı uykusuzdu hastaydı
Dolmuştu şeytanların soluğu derisine Kötü bir ışık
Ve havada nakşı çarpık ağaçların Küfretmiş tanrısına
Âsû Âsû
Yakılacak yakılacak Âsû Âsû
Doymuşlar evvel zaman içinde Ki sürer sıcaklığı karın karın
Kartalla doymuşlar yılanla doymuşlar Doymuşlar rüzgârla yıldızla alevle Var olmanın hafifliği alna çizilmiş Fena ruhlar uyusun renk renk Ve ta masallara uzanır Kızıl süsleri dudakların Ağaç davulların seslerinden Âsû Âsû
Yeşiller allar sanlar Âsû Âsû
Rakseder korku
Uzak nesillerin acısına karışık Yontulmuş taşlarda susar
C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 2 3 S
Sihrin siyah kanınıüfler boynuzlara Toprakta kök
Açık bir sarhoşluk apaçık bir uykudan Ve avın kurtuluşu
Kişinin gücü tanrının büyüklüğüne Âsû Âsû
Yankılanır dağdan dağa insandan insana Âsû Âsû
Devrilmiş gözleri ak Patlamış dehşetten göğsü
Bütün kabile ateş bütün kabile ölüm Bütün kabile çırılçıplak
Açlığı uykusuzluğu hastalığı tükenmez ama Düşer elleri
Yaşaması parlamaz ama Âsû’nun Ölüsü parlar
Aydınlık kaybolur yeryüzü yalnızlığından Âsû Âsû
Seni senin karanlığın sever sadece Âsû Âsû
SAVCI’YA
Savcı, nedir düşündün mü, Dağları sorguçlu kılan?
Onlar susmaz, gece gündüz, onlar haykırır yücede. Gelmiş dağlardan yalnayak, durmuş kapma bir iş siz.
Seni bile içli kılan. Savcı nedir düşündün mü, Bıçakları uçlu kılan?
Bir eski hak alınmamış, bir dere kan sorulmamış. Şunun bunun alın teri,
Âlınları taçlı kılan.
Savcı, nedir düşündün mü? Yazıları suçlu kılan?
Usla, yürekle büyümüş, gündüzler geceye karşı. Ama nedir çağlar üzre.
Beni senden güçlü kılan. DÖRT YAPRAKLI ÇİÇEK Çıkamaz çocukluğundan dışarı Kimse.
Oynamamız bundandır. Kara toprakla binlerce yıl. Çıkamaz çocukluğundan dışarı Kimse.
Bundandır sevmemiz Kiraz ağaçlarını.
Çıkamaz çocukluğundan dışarı Kimse.
Kardeşliğimiz bundandır Mavi sularda binlerce yıl. Çıkamaz çocukluğundan dışarı Kimse.
Bundandır inanmamamız Kocaman bombalara.
[1970]
Taha Toros Arşivi