• Sonuç bulunamadı

HANGİ MODERNLİĞİN SONU?

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "HANGİ MODERNLİĞİN SONU?"

Copied!
19
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

HANGİ MODERNLİĞİN SONU?

Prof. Dr. Immanuel WALLERSTEIN* Çeviren: Arş. Gör. Adem PALABIYIK** Özet

Bu makalede Yale Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Profesörü olan Immanuel Wallerstein, iki tür modernliğin olduğu kanısındadır. Bunlardan biri teknoloji modernliktir. Bu modernlik çok ileri teknoloji anlamına gelmekte ve teknolojik gelişmenin sonsuzluğunu ve de bu nedenle de daima yeniliği var sayan bir kavramsal çerçeveye konumlanmışken, serbest modernlik ise Ortaçağ karşıtı olmak anlamına gelmektedir. Wallerstein, bu iki modernlik serüvenini üç bölümde analiz eder; on beşinci yüzyılın ortalarından on sekizinci yüzyılın sonuna kadar modern dünya sistemimizin başlangıç noktaları arasında geçen 300–350 yıl; 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın büyük bir bölümü, veya sembolik tarihler kullanılırsa 1789’dan 1968’e kadar olan süre; 1968 sonrası dönem. Tarihsel bir perspektif içerisinde ilerleyen ve ideolojik akımlar ile birlikte ele alınan modernlik kavramı yine Wallerstein tarafından çağımız adına sona erdirilir. Sona erdirilen modernlik “yanlış modernlik”tir. İlk kez serbestliğin doğru modernliği için yeniden başlanması gerektiğini söyleyerek modernlik söylemlerine noktayı koyar.

Anahtar Kelimeler: Modernlik, İlerleme, Avrupa, Liberalizm.

END OF WHAT MODERNITY? Abstract

In this essay Immanuel Wallerstein, professor of sociology in Yale University, thinks that there are two kind of modernity. One of them is technological modernity. This modernity means very advanced modernity and it is based on the idea that the technological advancement is eternal and renews itself. The independent modernity means to be anti- Middle Age. Wallerstein analyses this two kind of modernity in three category: 300-350 years which passed from the middle of 15th century to end of 18th century, the years which passed in the beginning points of our modern world system, the majority of 19th century and if symbolic dates are used from 1789 to 1968 and post 1968 age. The term modernity which have developed in a historical perspective and taken into consideration with ideological movements is terminated by Wallerstein on behalf of our age. The terminated modernity is “false modernity” He puts an end to the discussion by saying that its necessary to begin again for the right modernity of the independence.

Key words: Modernity, Advancement, Europe, Liberalism.

“Theory and Society”, Vol. 24, No. 4, (Aug. 1995), pp, 471-488’te yayınlanan “End of What Modernity” adlı makale, Prof. Dr. Immanuel Wallerstein’dan alınan izin ile Türkçe’ye çevrilmiştir.

* Yale Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi.

(2)

1940’ların sonlarına doğru koleje gittiğimde, modern olmanın erdemlerini ve gerçekliklerini öğrenmiştik. Bugün neredeyse yarım yüzyıl sonra; günümüzde, postmodern olmanın erdemlerinin ve gerçekliklerin anlatıcılığını yapıyoruz. Bir zamanlar kurtuluşumuz olan ancak kötü ruhumuzun yerine geçmeye başlayan modernliğe ne oldu? Daha önce sözünü ettiğimiz modernlikle ve şimdilerde konuştuğumuz modernlik aynı mıdır? Hangi modernliğin sonuna geldik?

Her zaman ilk bakılan The Oxford English Dictionary (OED) bize “modern” in bir anlamının :“ Ortaçağı takip eden zaman diliminde yaygın olarak uygulanan (Antik ve ortaçağlardan farklı olarak)” tarih yazmayla ilgili olduğunu söylüyor. Sözlük, henüz 1585 yılında bir yazarın “modern”i bu anlamda kullandığını aktarıyor. Daha da ötesinde; sözlük bize, modernin aynı zamanda “şimdiki çağda veya dönemde olan veya buna ait” anlamına geldiğini de söylüyor, bu durumda “post-modern” kavramı bir tezatlıktır (oxymoron1) ve sanırım “yapı çözümü” nün (deconstruct) yapılması gerekir.

Yaklaşık elli yıl önce; “modern” in iki açık anlam çağrışımı vardı. Biri olumlu ve ileriyi gören bir çağrışımdı. “Modern” en ileri teknoloji anlamına geliyordu. Kavram, teknolojik gelişmenin sonsuzluğunu ve bu nedenle de daimi yeniliği varsayan bir kavramsal çerçevede konumlandırılmıştı. Modernlik kısa sürede yok olan bir modernlikti – bugünün modernliği yarın çağdışı kalacaktı. Bu modernlik şekil olarak oldukça maddiydi: uçaklar, klima, televizyon, bilgisayarlar. Bu tipte modernliğin cazibesi halen kendini tüketmedi. Aslında kötü bir şey olarak çevre kontrolü ve hız için bu sonsuz macerayı reddedeceğini iddia eden milyonlarca zamane çocuğunun olacağına şüphe olmayabilir. Ancak; Asya, Afrika, Batı Avrupa ve Latin Amerika, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’nın getto ve gecekondu mahallerinde; bu tip bir modernliğin keyfini sürmeye can atan milyarlarca –milyonlarca değil, milyarlarca- insan vardır.2

Bununla birlikte, modernlik kavramının ikinci çağrışımı olumlu olmaktan çok negatiftir. Bu şey, idealist olmaktan çok daha az maddeci, militan (aynı zamanda kendini beğenmiş) olmaktan çok daha az ileri görüşlü olarak diğer çağrışımı karakterize edebilir. Modern olmak; dar görüşlük, dogmatizm ve

1

İki zıt kavramın bir araya gelerek oluşturduğu ifade. Ç. N. 2

Wallerstein, burada, toplumsal anlamda Batı diye tabir edilen bölgeyle diğer bölgeler arasında bir sınır çizgisi çekiyor gibi. Bunun sebebi, modernliğin, teknolojiden ayrı tutulması olabilir. Ç. N.

(3)

otoritenin tüm kısıtlamalarının üzerinde yeniden doğan “orta çağa ait” kavramında bir çelişkiyle, ortaçağ karşıtı olmak anlamına işaret eder. Bu Voltaire’nin “Ecrasez l'infame”3 çığlığıydı. Bu Miton’un Kaybolan Cennet’inde Şeytan (Lucifer)’ın kutlanmasıydı. Bu, İngiltere, Amerika, tabii ki Fransa, aynı zamanda Rusya ve Çinlilerin bütün klasik “Devrim”leriydi. Birleşik Devletlerde; kilise ve devleti birbirinden ayıran doktrin, Anayasa’daki ilk 10 değişiklik, Özgürlük Bildirgesi, Clarence Darrow davası, Brown’un Eğitim Kurumuna Karşı Davası ve Roe Wade’e karşı davası idi.

Kısacası bu, şeytan ve cehaletin güçlerine karşı insan özgürlüğünün varsayımsal zaferiydi ve teknolojik gelişme olarak kaçınılmaz ilerlemenin yörüngesi idi. Ancak, insanın doğaya karşı zaferi değildi; daha çok insanın kendine karşı veya ayrıcalıkları olanlara karşı zaferiydi. Bunun yolu entelektüel bir keşif değildi, toplumsal çelişkiydi. Bu modernlik, teknolojinin modernliği, Prometheus’un özgürlüğü4, sınırsız sağlık değildi, daha çok serbestlik modernliği, maddi demokrasi (aristokrasiye karşı halkın kuralı, en iyi kural), insan gerçekleşmesi ve yumuşamanın olumlanması idi. Bu serbestlik modernliği, uçucu değil sonsuz bir modernlikti. Bir kez başarılırsa; bir daha asla tükenmeyecekti.

İki hikâye; iki söylem; iki mesele; iki modernlik, oldukça farklı ve hatta biri diğerine karşıydı. Ancak, bunlar; derin yanılgı, belirsiz sonuçlar ve çok fazla hayal kırıklığı ve acı tecrübe olacak kadar tarihsel olarak derinlerde sarmal biçimdeydiler. Bu simbiyotik çift, tarihi kapitalizm sistemi, modern dünya sistemimizin merkezi kültürel çelişkisiyle şekillendi. Ve bu çelişki, asla bugün olduğu gibi moral ve kurumsal krizlere yol açan şekilde şiddetli olmadı.

Şimdi, modern dünya sistemimizin tarihi üzerinden bu iki modernliğin – teknoloji modernliği ve serbestlik modernliği- karmaşık simbiyozu5 tarihinin izini sürelim. Hikâyemi üç bölüme ayırıyorum: on beşinci yüzyılın ortalarından on sekizinci yüzyılın sonuna kadar modern dünya sistemimizin başlangıç noktaları arasında geçen 300–350 yıl; 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın büyük bir bölümü, veya sembolik tarihler kullanılırsa 1789’dan 1968’e kadar olan süre; 1968 sonrası dönem.

3

“İmansızın kökünü kurutun”, Voltaire bu sözü ruhban sınıfını kast ederek söylemiştir.Ç. N. 4

Prometheus, Yunan mitolojisine göre ilk uygarlığın öncüsüdür. Efsaneye göre, Tanrılardan öç almak amacıyla balçıktan yarattığı ilk erkek insana uygarlığı vermek için gökyüzünden ateşi çalan titandır. Ç.N.

5

(4)

Bu üç dönemin her birinde farklı nedenlerle modern dünya sistemi hiçbir zaman modernlik fikriyle tam olarak uyumlu olmamıştır. İlk dönem boyunca; yerkürenin yalnızca bir kısmı ( öncelikle Avrupa’nın büyük bölümü ve Amerika) kapitalist dünya ekonomisi olarak isimlendirebileceğimiz bu tarihi sistemi kurdu. Bu, söz konusu çağ için gerçekten kullanabileceğimiz bir saptamadır, bunun öncelikli nedeni, sistemin yerinde kapitalist dünya ekonomisinin üç tanımlama özelliğine sahip olmasıydı: çekirdek benzeri ve çevresel ekonomik faaliyetler arasında kutuplaşmayla kendi sınırları içerisinde işgücünün yalnızca tek bir eksensel bölümlemesinin var olması; bu eksensel işgücü bölünmesini birleştiren sınırlara sahip olan devletlerarası bir sistem vasıtasıyla politik yönetim yapıları ve devletlerin birbirine bağlanması ve sınırlanması ve yapmayanları ezip geçmenin geçerli olduğu sürekli sermaye birikiminin peşinde koşanlardı.

Her şeye rağmen, kapitalist dünya ekonomisinin jeo-kültürü, bu ilk dönemde çok sıkı değildi. Aslında; bu, kapitalist dünya ekonomisi kapsamında konumlanmayan dünyanın kısımları için jeo-kültürel normların olmadığı bir dönemdi. Devletler laik olmalı mı, yoksa olmamalı mı, moral konumda egemenliğe yatırım yapılmalı mı, yoksa yapılmamalı mı ve entelektüeller için kısmi kurumsal otonominin meşruiyeti veya çoklu dinlerin sosyal icazeti konularında minimal olsa dahi toplumsal konularda bir konsensüs yoktu. Bunların hepsi aşina olduğumuz hikâyeler. Bunlar, öncekinin hala politik yöneticiler ve sosyal kurumların kontrolü altındaki gelişimine katılan güç ve ayrıcalık arayanların hikâyeleri gibi durmaktadır.

Dikkat edilmesi gereken en önemli nokta; bu dönemde, teknolojinin modernliğini savunanlarla serbestliğin modernliğini savunanların aynı güçlü politik husumete sahip olmaya meyilli olmalarıdır. İki modernlikte birbiriyle koordinasyon içinde görünmekteydi ve ikisini birbirinden ayıracak çok az öğe vardı. Galileo, kiliseye itaat etmeye zorlandı, ancak; hem teknolojik ilerleme hem de insan serbestliği için mücadele ediyormuş gibi görünen cılız sesler (muhtemelen sonradan uydurulmuş); Eppur si muove (yine de dönüyor) vardı. Aydınlanmayı özetlemenin bir yolu da, teknolojinin modernliğinin ve serbestliğin modernliğinin tanımlanmasında bir inancın inşa edildiğini ifade etmek olabilirdi.

Eğer kültürel çelişki olsaydı; kapitalist dünya ekonomisi, bunu sürdürmek ve güçlendirmek için gerekli jeo-kültürün olmadığı bir çerçeve içinde ekonomik ve politik açıdan hala işliyor olurdu. Dolayısıyla bütün sistem, kendi dinamik

(5)

itkilerine aykırı biçimde ayarlanmıştı. Bu, belki de koordinasyonsuzluk veya kendine karşı mücadele etmek olarak düşünülebilir. Sistemin süregiden açmazı jeo-kültürle ilgiliydi. Bu durum kapitalist dünya ekonomisinin kendi iç mantığının gerektirdiği biçimde gelişmesi ve genişlemesi için ciddi bir ayarlama gerektirmekteydi.

Yalnızca Fransa için değil, modern dünya sisteminin bütününde meseleyi etkileyen Fransız Devrimi idi. Fransız Devrimi yalıtılmış bir hadise olarak değil daha çok bir kasırganın merkezi olarak düşünülebilirdi. Bu Amerikalıların dekolonizasyonuyla6 sınırlı (önce gelen, başarılı) idi- İngiliz Kuzey Amerika, Hispanik Amerika ve Brezilya, Haiti Slav Devrimi ve Peru’daki Tupac Amaru gibi yerel Amerikan ayaklanmalarının dekolonizasyon göçmenleri-. Fransız Devrimi, Avrupa boyunca ve kıyılarında İrlanda’dan Rusya’ya, İspanya’dan Mısır’a kadar uzanan yeni olgunlaşmaya başlayan milliyetçilik ve çeşitli şekillerde özgürlük için mücadelelerle uyarılmıştı ve bunlarla bağıntılıydı. Bunu, yalnızca bu ülkelerde Fransız devrimci doktrinlerine sempati titreşimlerini çağrıştırarak değil, aynı zamanda Fransız Devrimci doktrinleriyle çok benzer bir isim altında yatan Fransız (Napolyonik) emperyalizmine karşı reaksiyonları provoke ederek de yaptı.

Her şeyin ötesinde; Fransız Devrimi, teknolojinin modernliği ile serbestliğin modernliğinin asla birbiri ile özdeş olmadığını, ilk kez bazı yöntemlerle, gözler önüne serdi. Aslında; öncelikle teknolojinin modernliğini isteyenlerin, serbestliğin modernliğini savunanların gücü karşısında birden bire korkuya kapıldıkları söylenebilir.

1815 yılında; Napolyon mağlup oldu. Fransa’da bir “Yenilenme” yaşanmaktaydı. Avrupa güçleri, hiç değilse bazıları tarafından irticai statükonun garanti altına alındığını varsayan bir Uluslar Birliği kurdu. Aslında bunun denenmesi imkânsızdı. Bu uyum 1815 ve 1848 yılları arasında; eş zamanlı olarak serbestliğin modernliğini içerirken teknolojinin modernliğini yüceltme yerine tasarlanarak jeo-kültür detaylandırıldı.

İki modernliğin simbiyotik ilişkisi göz önüne alınacak olursa, kısmen birbirinden ayrılmasını sağlamak kolay bir mesele değildi. Henüz hayata geçirilmişti ve bu nedenle kapitalist dünya ekonomisinin operasyonlarını meşrulaştırmak için kalıcı olarak jeo-kültürel temelde yaratıldı. Hiç değilse 150 yıl kadar başarısını sürdürmüştü. Operasyonun anahtarı serbestçilik ideolojisinin

6

(6)

detaylandırılması ve kapitalist dünya ekonomisinin sembolik ideolojisi olarak kabul edilmesiydi.

İdeolojiler, kendi başına Fransız Devrimi tarafından yaratılan yeni kültürel durumun ortaya çıkarttığı yeniliklerdi.7 1815 yılında düzeni yeniden kurduklarını ve geleneği keşfettiklerini düşünenler aslında çok geç kalmışlardı: zihniyetlerde ani bir değişim oluştu ve bu tarihsel olarak geri dönülemez bir olguydu. İki radikal yeni fikir neredeyse aleni olarak geniş çapta kabul görmeye başladı. Bunlardan ilki, politik değişimin olağanüstü olmasından daha ziyade normal bir oluşum olduğuydu. İkincisi ise “Ulus” olarak isimlendirilen bir mevcudiyette egemenliğin yaygınlaşmasıydı.

Her iki kavram da tartışmalıydı. Kuşkusuz, Kutsal İttifak her iki fikri bütünüyle reddetti. Bununla birlikte; Dünya sisteminde yeni hegemonik gücün hükümeti olan İngiliz Muhafazakâr hükümeti, Fransa’da on sekizinci Louis’ nin Restorasyon monarşisinin olduğu kadar çok fazla iki yanlıydı (belirsiz). İçgüdüsel olarak muhafazakârdı ancak iktidarı kullanımada kabiliyetli olan bu iki hükümet çift yanlıydı, çünkü kamuoyunda esecek bir tayfunun gücünün farkındaydılar ve riski durdurmaktan çok yöneltmeye karar verdiler.

Böylece, halkın moral egemenliği ve politik değişim normalliği konusunda yeni inançlarla başa çıkabilmek için ortaya çıkan oldukça basit ideolojiler, uzun soluklu politik stratejiler tasarlandı. Üç yönetim ideolojisi ortaya çıktı. Bunlardan ilki, yeni fikirlerden korkutulmuş ve bunların moral olarak yanlış olduğunu düşünenlerin, yani kötü bir şey olarak modernliği reddedenlerin ideolojisi olan muhafazakârlıktı.

Minimum karmaşa ve maksimum kontrollü manipülasyonla yöntemsel olarak dört başı mamur biçimde başarmak isteyen modernlik savunucularının doktrini olarak muhafazakârlığa tepki sonucunda Liberalizm doğdu. Birleşik Devletler Yüksek Mahkemesinin 1954 yılında belirttiği gibi: yasa dışı ayrımcılık yaparken, değişikliklerin, gerçekten de bildiğimiz gibi “çok hızlı olmadan, ancak tekrar çok yavaşlamadan” anlamına gelen “bütün planlanmış hızıyla” başarılması gerektiğine inandılar. Liberaller kendilerini tamamıyla teknolojinin modernliğine hasretmişlerdi, ancak; serbestleşmenin modernleşmesi konusunda oldukça

7

Daha fazla bilgi için şu çalışmama bakınız: “The French Revolation as a world-historical event,”, Unthinking Social Science: The Limits of Nineteenth-Century Paradigms içinde (Cambridge: Polity Press, 1999), 7–22.

(7)

titizlerdi. Teknisyenler serbestleşmenin görkemli bir fikir olduğunu ancak sıradan insanlar için tehlikeler içerdiğini düşünüyordu.

19. Yüzyılın üçüncü büyük ideolojisi en son ortaya çıkan sosyalizmdi. Liberaller gibi sosyalistlerde ilerlemenin kaçınılmazlığını ve çekiciliğini kabul ettiler. Liberallerin aksine yukarıdan aşağıya doğru reformdan şüphe duyuyorlardı. Modernliğin tüm yararları karşısında- kuşkusuz teknolojinin modernleşmesi için ve hatta serbestliğin modernleşmesinden daha fazla sabırsızdılar. Haklı olarak, liberallerin liberalizmi, hem uygulama kapsamıyla hem de bunu uygulamaya meyilli kişilerle sınırlayacağından şüphelendiler.

Ortaya çıkan ideolojiler üçlemesinde, liberaller kendilerini politik merkeze yerleştirdiler. Liberaller, birçok alanda karar alınan devleti, özellikle de monarşi devletini el çektirmeye çalışırken, rasyonel reformizmin merkezine devleti yerleştirmekte daima ısrarcı olmuşlardı. Örneğin; Büyük Britanya’da, Corn Yasalarının8 ortadan kaldırılması, şüphesiz ki dış rekabete karşı iç pazarları koruma işinde devleti dışarıda bırakmak için sarf edilen uzun dönemli çabaların bir sonucuydu. Ancak, aynı parametreler aynı on yıl içerisinde; iş ve istihdam koşullarının düzenlenmesine devletin müdahalesi için uzun dönemli bir çabanın başlangıcı (sonu değil) olan Fabrika Yasası’nı çıkardı.

Aslında devlet karşıtı bir doktrin olmaktan uzak olan Liberalizm, devlet mekanizması etkililiğinin güçlenmesi için merkezi bir gerekçe haline geldi.9 Bunun nedeni; liberallerin merkezi amaçlarını başarmanın – daha ötesinde “tehlikeli sınıfları” akıllıca ve eş zamanlı olarak yatıştırmak için devleti, vazgeçilmez olarak görmeleridir. Böylelikle, serbestliğin modernleşmesinden edilmiş olan “ulusun” egemenliği kavramının uygulanmasını “hızlandırmak/çökertmek”i (precipitate) umdular.

Kapitalist dünya ekonomisinin orta dönemi olan 19. Yüzyıldaki merkez bölgelerinde Liberal İdeoloji kendini başlıca üç siyasi hedefe yöneltti: oy hakkı, refah devleti ve ulusal kimlik. Liberaller bu üçünün birleşiminin, “tehlikeli sınıflıları” bastıracağını, bununla birlikte teknoloji modernliğini sağlayacağını ummaktaydılar.

8

Yurt içi ve yurt dışında tahıl ticaretini düzenleyen yasalar. Ç. N. 9

Bu bilgi için şu metnime bakınız: “Liberalism and the legitimation of nation-states: An historical interpretation, “Social Justice 19/1 (Spring 1992): 22–33.

(8)

Oy hakkı üzerine olan tartışma bir yüzyıl süresince ve bunun sonrasında da devam etti. Uygulamada; oy hakkının genişletilmesinde yukarıya doğru sabit bir eğri vardı: birçok yerde şu sıralamayla oldu: önce küçük mülk sahipleri, sonra mülkü olmayan erkekler, daha sonra gençler, daha sonra kadınlar. Liberal kumar öncelikle kişileri devre dışı bıraktı, onlar oy aldıklarında; periyodik oy vermenin politik haklarda tüm isteklerini temsil ettiğini ve bu nedenle kolektif karar almaya etkin katılım konusunda diğer radikal fikirlerden vazgeçeceklerini kabul ediyorlardı.

Artı değerin yeniden dağıtımlı hakkında bir tartışma olan refah devleti tartışması bir süre daha devam etti ve kabul eğrisi ilk kez gerilemeye başladığında en azından 1980lere kadar yukarıya doğru bir sabitlik gösterdi. Refah devletinin gündeme getirdiği şey esas olarak sosyal ücreti kapsaması ve ücretli çalışanların gelirinin bir kısmı (giderek büyüyen bir kısmı) yalnızca ücretlinin maaş paketinden değil dolaylı olarak hükümet kurumları aracılığıyla geldi. Sistem, kısmen istihdamdan gelen geliri bağlantısızlaştırdı; ücret düzeyleri ve beceri düzeylerine göre ücretlerin çok az bir miktar eşitlenmesini mümkün kıldı; sermaye ve işgücü arasındaki görüşmelerin bir kısmını oy hakkı kapsamında çalışanların daha fazla kaldıraç gücü olduğu politik arenaya çekti. Bununla birlikte, refah devleti işçiler için yukarıdan aşağıya ücret skalasını, politik merkezliliğin sayısı giderek artan ve liberal ideolojinin aktif olarak güçlendirilmesi için hemfikir merkezci hükümetlerin güçlü bir payandası haline gelmekte olan orta sınıf için yaptığından daha düşük seviyeye getirdi.

Ne oy hakkı, ne refah devleti ve hatta ikisi birden, refah devleti ve oy hakkının ne kadar büyük bir ödün olduğunu çok yakinen bilmeyen tehlikeli sınıfları sağlama alan üçüncü bir önemli değişken olmadan, tehlikeli sınıfların uslandırılmasına yetmeyecekti. Bu üçüncü değişken ulus kimliğinin yaratılmasıydı. 1845 yılında; Beaconsfield Kontu, geleceğin “aydınlanmış muhafazakâr” Büyük Britanya Başbakanı Benjamin Disraeli, Sybil veya İki Ulus başlıklı bir roman10 yayınladı. Disraeli, bu “Tanıtımında” bize, konunun “halkın koşulu” olduğunu, bazı şeylerin bu yıl görünüşte çok kötü olduğunu, okuyucunun abartılı tavırlarıyla suçlanmamak için “bastırmanın kesin samimi gereklilik olduğunu öğrendiğini”

10

Disraeli, ünlü romanı Sybil’in bir bölümünde İngiltere’yi ‘iki ulus’ arasında bölünmüş bir ülke olarak tasvir eder: Bunlar, zenginlerle fakirlerdir. Aslında Disraeli’nin çağdaşları da toplumu ikiye ayırma eğilimindeydi: bir yanda imtiyazlıların oligarşisi, öte yanda ‘nasırlı elleri’ ve ‘kötü tıraşlı yüzleriyle’ tehlikeli halk yığınları mevcuttu bu romanda. Ç. N.

(9)

anlattı. Bu, daha sonra güçlü Chartist hareketini11 de entrikasına karışan bir romandır. Roman, iki etnik grup; Normanlar ve Saksonlardan alındığı düşünülen İngiltere’nin iki halkı; zenginler ve fakirler hakkındadır.12

Son sayfalarda Disraeli, resmi politik reform hakkında halkın sınırlı ilgisi yani klasik liberalizm konusunda oldukça haşindir. Metninde şunlar yazar:

Son on dönemdir hüküm süren ülkemin yazılmış tarihi, halk işlemlerinin başlangıcını ve sonunu doğal şekil ve rengine her yönüyle benzemeyen bir karakter ve renkte veren yalnızca bir fantezi olmuştur. Bu büyük gizemde bütün fikirler ve

11

Kendisi de zengin bir sanayici olan Robert Owen, yeni gelişen sanayicilerin feodal zorbalığa karşı eşitlik ve demokrasiye dayalı bir rejimi kurabileceğini düşünüyordu. Owen bu düşüncesinde sermaye sınıfını egemen sınıf olarak tasarlamıyor, aksine işçilerle beraber ideal bir toplumun kurulması hayalini taşıyordu. İşçi sınıfının eyleminin reformlarla sınırlı olmasının arkasında yatan en önemli neden, yeni yeni güçlenen burjuvazinin henüz devrimci olmasıydı. Owen’a göre yeni bir toplumun kurucu öğesi olan burjuvazinin tek kabahati sadece kar tutkusuyla hareket etmesiydi. Burjuva hükümet işçi sınıfının eylemleriyle ikna edilerek, burjuva sınıfına karşı tedbir almaya zorlanabilirdi. Bu nedenle Owen’ın fikirleri arasında devrim fikri hiçbir zaman yer almadı. Mülk sahiplerini yanında çalışan işçileriyle birlikte karar alma ve yönetmeye ikna edemeyeceğini anlayınca kendisi gibi düşünen zenginlerle bu anlayışa dayanan işletmeler kurdu. Bunları kooperatif esasına göre çalıştırdı. Owen bu kolektif yaşam sistemine sosyalizm adını vermişti. Kooperasyon hareketi adı altında örgütlenen işçi hareketi Owen’ın düşüncelerinden de etkilenerek, kapitalizmin halk kitleleri için de iyi bir rejim olması gerektiği talebini dile getiriyordu. Bir taraftan hızla artan yeni iş çeşitleri ve çalışma imkanları, diğer taraftan feodal zorla çalışmadan kurtulma ve korkunç durumdaki çalışma ve yaşam koşulları, yoksul emekçi kitleleri Owen’ın hayallerine yakınlaştırıyordu. Halkın Fermanı (People’s Charter) adı altında düzenledikleri talepler belgesi yoksul emekçi kitlelerin mücadele programı haline gelmişti. Chartist hareket bu anlamda işçi sınıfının belli bir program etrafındaki ilk bağımsız sınıf hareketi olma özelliği taşır. Owen’ın düşüncelerinde her ne kadar bir iktidar mücadelesi perspektifi yer almasa da sınıfın bağımsız eylemi her zaman önemli bir yer tutmuştur. Onun bizzat yer aldığı mücadele süreçlerinde ulusal çapta büyük bir sendika kurulmuş ve Chartist hareket üzerinde etkili olmuştu. Owen’ın düşünceleri esas olarak yeni gelişen kapitalizmin imkanları üzerine kurulmuştu. Kendisi her ne kadar anti-kapitalist bir sistem hayal etse de kafasında bir sistem değişikliği tasarlamadığı için Owencılık esas olarak bir çeşit burjuva düşüncesi olmaktan kurtulamadı. Şüphesiz Chartist hareketin bu gelişimi karşısında burjuva iktidarın saldırısı gecikmedi. 1830’larda doruğa çıkan sınıf hareketlerine karşı çok yönlü bir saldırı kampanyası başlatıldı. Bir tarafta lokavtlar, diğer tarafta hüküm askeri tedbirleri sınıf hareketini geriletti. Chartist hareket işçi sınıfı mücadelesinin sınırları ve talepleri konusunda önemli dersler bırakarak tarihteki yerini aldı. Ç.N. (http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=2164, Erişim: 11.12.2010). Ayrıca Chartist hareketin tarihsel gelişimi için özellikle bkz. Hobsbawm, E. J. (1998) Devrim Çağı: 1789-1848, çev: Bahadır Sina Şener, Dost Yayınları. Ankara ve Hobsbawm, E. J. (1998) Sermaye Çağı: 1848-1875, çev: Bahadır Sina Şener, Dost Yayınları, İstanbul. Ç. N. 12

Bkz. Benjamin Disraeli, Earl of Beaconsfield. Sybil, or the Two Nations (London: John Lane, The Bodley Head, 1927 [Orig. ed. 1845]).

(10)

düşünceler, onların gerçek kalite ve şekline aykırı başlık ve görünüşte varsayılmıştır: Oligarşi, özgürlük olarak adlandırılmıştır; münhasır ruhbanlık Ulusal Kilise olarak vaftiz edilmiştir; mutlak güç kendilerini halkın hizmetçileri olarak ileri sürenler tarafından kullanılırken, egemenlik hiçbir sahipliği olmamış, olmayan bir şeylerin adıdır. Fraksiyonların bencil didişmesinde; iki büyük var oluş İngiltere tarihine girmiştir, Kral ve Halk yığını; Kraliyetin gücü azaldıkça Halkın ayrıcalıkları belirmiştir; ta ki Kralın asasının uzunluğu şaşaalı halene gelene ve süjesi serfleri bozguna uğratana dek.

Ancak, her şeyi getiren zaman, uzun süre ibadet edilen putların ve uzun süre aldatan kehanetlerin doğru şeyler olmadığı şüphesini İngiltere’nin aklına da getirdi. Bu ülkede; Sadakatin bir kalıp, kaderin bir aldatmadan ibaret olmadığı ve halk özgürlüğünün siyasi sınıfların kutsal egemenlik haklarının kötüye kullanımından daha yaygın ve daha esaslı bir şey olduğu yolunda bir fısıltı yükseliyor.13

Eğer Büyük Britanya (ve Fransa, aslında tüm ülkeler) zengin ve fakir olmak üzere iki milletli ise Disreali’ nin çözümü bire bir duygusal açıklamalar içermektedir; biri sadakat de diğeri özveri de. Bu “tekliğe” biz ulusal kimlik diyoruz. Liberalizmin büyük programı, devletleri milletlerin dışına taşımayacaktı, ancak devletler dışında milletler yaratacaktı. Bu demektir ki; strateji, devletin içinde yer alanları –önceden kral egemenliğinin köleleri, şimdi egemen halk- taşımak ve onları devletlerine tüm tanımlamaları ile “vatandaş” yapmaktı.

Pratikte bu strtaeji çeşitli kurumsal önkoşullar yoluyla gerçekleştirildi. Zaten bunlardan en başta geleni siyasi bütüne mensubiyete ilişkin açık hukuki tanımlar yapmaktı. Kurallar çeşitliydi, fakat genellikle “normal olarak” yerleşik oldukları kabul edilenlerin tümünü içerirken, devlete yeni gelenleri (göçmenler) daima (daha az ya da çok daha şiddetle) dışlama eğilimindeydi. Sakinlerin oluşturduğu grubun birliği genellikle dilsel bir örnekliğe doğru gidilmek suretiyle takviye edildi: Devlet içinde tek bir dil ve oldukça sık olarak, komşu devletlerinkinden farklı bir dil-zaten önemli olan da buydu. Bu, tüm devlet faaliyetlerinin tek bir dille yürütülmesinin zorunlu kılınmasıyla, dilin birleştirilmesine ilişkin bilimsel faaliyetin (mesela sözlükleri kontrol altında tutan ulusal akademiler) desteklenmesiyle ve bu dilin faklı dilleri olan azınlıklarca iktibasını dayatarak tamamlandı.

13

(11)

Halkın büyük birleştirici kurumları, eğitim sistemi ve silahlı kuvvetlerdi. En azında bütün merkez ülkelerde temel eğitim zorunlu hale geldi, birçoğunda askeri eğitimde. Okullar ve ordular dilleri, yurttaşlık ödevlerini ve milliyetçi sadakati öğretmekteydi. Bir yüzyıl içinde iki “ulus”tan –zenginler ve yoksullardan, Normanlar ve Saksonlardan- oluşan devletler kendi gözlerinde bir ulus, bu özel örnekte ise “İngiliz” oluverdiler.

Ulusal kimliğin yaratılması görüntüsünde son bir önemli nokta olan Irkçılık gözden kaçırılmamalıdır. Irkçılık, üstün hale geldiği düşünülen ırkı birleştirir. Bu, kısmen veya tamamen vatandaşlık haklarından mahrum bırakılacak bazı azınlıkların maliyeti karşıladığı bir devletin sınırları içerisinde birleştirir. Ancak bu, ulus devletin ulusunu, dünyanın geri kalanıyla karşı karşıya getirir; karşı karşıya kalınan yalnızca komşular değil, aynı zamanda çevresel kuşaktır. On dokuzuncu yüzyılda; çekirdek devletler, “medenileştirme misyonu” adı altında koloniler kuran emperyal devletlerle birlikte ulus devletler haline geldiler.

Oy hakkı, refah devleti ve ulusal kimlikten oluşan söz konusu liberal paketin merkez devletlerin tehlikeli sınıflarına sunduğu şey her şeyden çok umuttu – liberal politikacı ve teknokratların vaat ettiği kademeli fakat sürekli reformlar yoluyla, adım adım, tehlikeli sınıflar için iyileştirme, ödülünü eşitlenmesi, Disraeli’nin “iki ulusu”nun ortadan kaybolması anlamına geleceği umudu. Bu umut doğrudan doğruya sunulmuştu kuşkusuz ama daha örtülü yollarla da sunulduğu olmuştu. İnsan özgürlüğüne doğru karşı konulmaz gidiş başlığı altında, koşulların bu iyileşmesini kaçınılmaz sayan bir tarih teorisi biçiminde sunulmuştu. Bu Whig tarih yorumu dene yorumdu. Siyasi-kültürel mücadele on altıncı yüzyıldan on sekizinci yüzyıla kadar nasıl görülmüş olursa olsun, iki mücadele- on dokuzuncu yüzyılda, oradan geriye bakılarak, toplumsal kahraman bireyin etrafında dönen tek bir mücadele olarak tanımlanmıştı. Bu, Whig tarih yorumunun özüydü. Bu geriye dönük yorumun ta kendisi, on dokuzuncu yüzyılda kapitalist dünya ekonomisine egemen bir jeo-kültür empoze edilmesi sürecin parçası, hatta büyük parçasıydı.

Böylece, hâkim tabakaların gözünde, iki modernliğin daha çok birbirinden ayrı göründüğü ve hatta çeliştiği tarihsel süreçteki o kesin anda; resmi ideoloji (baskın jeo-kültür) ikisini özdeş olarak beyan etti. Hâkim katmanlar, içerideki tehlikeli sınıfları nesnenin özdeş olduğuna ikna etmek için büyük bir eğitim kampanyası (okul sistemi ve silahlı kuvvetler vasıtasıyla) başlattı. Burada maksat, tehlikeli sınıfları serbestliğin modernliği konusunda taleplerini dillendirmemeye ve

(12)

bunun yerine enerjilerini teknolojinin modernleşmesine yöneltmelerine ikna etmekti.

İdeolojik düzeyde; bu on dokuzuncu yüzyılın sınıf mücadelesi hakkındaydı. Çalışanların ve sosyalistlerin merkezliliği kabul etmeye yanaşmaları ve hatta teknolojinin modernleşmesine öncelik tanınması noktasında, sınıf mücadelesini kaybettiler. Serbestliğin modernliğinin başarılmasında oldukça az (gerçek olmasına rağmen) ödün karşılığında devletlere olan sadakatlerini takas ettiler. Zamanla Birinci Dünya Savaşı geldi çattı; serbestliğin modernliği için mücadele önceliği duygusu köreldi ve her Avrupa ülkesinin işçileri kutsal bayrak ve ulusal onur etrafında bir araya geldi.

Birinci Dünya Savaşı, dünya sisteminin çekirdeği Avrupa ve Kuzey Amerika’da liberal ideolojinin zaferine işaret etti. Ancak, aynı zamanda dünya sisteminin çekirdek çevresinde politik bölünmelerin gündeme gelmesine de işaret etti. Avrupa güçleri, Batı’nın gerilemeye başlamasıyla, on dokuzuncu yüzyılın son üççeyreğinin fetihlerini zaten gerçekleştirmişlerdi. Doğu Asya, Güney Asya ve Ortadoğu’nun bütününde (daha sonraki yayılmalarıyla Afrika ve ismen bağımsız Latin Amerika’daki yankılar) ulusal serbestleşme hareketleri, birçok bahaneyle ve çeşitli düzeylerde başarılı olarak ortaya çıkmaya başladı. 1900’den 1917 yılına kadar olan süreçte; çeşitli şekillerdeki ulusalcı ayaklanma ve devrimler Meksika ve Çin’de, İrlanda ve Hindistan’da, Balkanlarda ve Türkiye’de14, Afganistan, İran ve Arap Dünyası’nda meydana geldi. Yeni tehlikeli sınıflar, serbestliğin modernleşmesi pankartlarını sallayarak şimdi başlarını kaldırıyorlardı. Bu, onların teknolojinin modernleşmesi umutlarının öncelikle başarılan serbestliğin bir fonksiyonu olduğunu öğrenmeleriydi.

1914 yılından 1945’e kadar olan yıllara Almanya ile Birleşik Devletleri arasında hegemonya konusunda yaşanan ve daha sonra Birleşik Devletlerin zaferiyle sonuçlanan uzun dönemli mücadele tarihe damgasını vurdu15. Ancak aynı yıllar ve sonrası daha çok temel Kuzey-Güney mücadelesi dönemidir. Kuzeyde konumlanan hâkim katmanlar, yeni tehlikeli sınıfları iki modernliğin birliğine ikna etmeye çalıştılar. Woodrow Wilson, milletlerin kendi kaderlerini tayin etmesini,

14

Yazar burada Türkiye ile alakalı olarak İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden bahsediyor olabilir. 23 Ocak 1913’de yapılan Bâb-ı Âli baskını İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından düzenlenen askeri darbedir. Bu askeri darbeden sonra yeni bir hükümet oluşturuldu. Ç. N. 15

Yazar bu tarihler arasında yaşanan hegemonya mücadelesi ile Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından bahsetmektedir. Bu savaşların galibi ise 1945 yılında Almanya’nın yenilmesiyle Amerika Birleşik Devletleri olmuştur. Ç. N.

(13)

Başkanlar; Roosevelt / Truman / Kennedy az gelişmiş milletlerin ekonomik gelişmesini önerdiler, ulusal düzeyde refah devleti ve dünya ölçeğinde evrensel oy hakkı eşitlikleri çekirdek bölgede yer aldı.

Ödünler aslında çok azdı. Hâkim sınıflar da, komünist dünyaya karşı özgür dünyanın birliği şeklinde özdeşliği önerdi. Ancak, bu özdeşlik şekli, Üçüncü Dünya (yani, çevresel ve yarı çevresel kuşaktan Sovyet Bloğu olarak nitelenenler çıkarıldıktan sonra kalan) olarak nitelenen ülkelerce büyük bir şüphe ile karşılandı. İkinci dünya olarak da nitelenen aslında kendi kuşaklarının bir parçası olan ve bu nedenle de aynı kampta bulunan üçüncü dünya göz önüne alındı. Bununla birlikte, gerçeklerle yüzleşen Birleşik Devletler güçleri sembolik (ancak büyük bir kısmı yalnızca sembolik) olarak Sovyetler Birliğine karşı birleşti, üçüncü dünya ülkeleri tarafından büyük ölçüde, paylaşılan bir milliyetçilik ve ırkçılıkta hâkim sınıflarla özdeş hale gelen çekirdekte işçi sınıfı yoluyla çekirdek kuşakla asla özdeşleşemeyecekleri anlamına gelen, bağlantısızlık tercih edildi. Liberal jeo-kültür 20. yüzyılda dünya ölçeğinde, 19. yüzyılda çekirdek kuşakta ulusal bir ölçekte olduğundan daha az iyi olarak çalışıyordu.

Halen liberalizm henüz bir sığınak değildi. Wilsonian liberalizm, 19. yüzyılda Avrupa Liberalizmi nasıl sosyal demokrasiyi baştan çıkarttı ve evcilleştirdiyse, Leninist sosyalizmi de benzer yollarla baştan çıkartmaya ve evcilleştirmeye muktedirdi.16 Leninist program dünya devrimi haline gelmedi, ancak sosyalist yapıyla, az gelişmiş ülkelerin ekonomik gelişmesi ve milletlerin kendi kaderini tayini hakkındaki Wilsonian/Rooseveltian kavramların üzerinde etkisiz retorik seçeneklerin bir araya geldiği denetimiyle birlikte anti-emperyalist hale geldi. Leninist gerçeklik; teknolojinin, modernliği serbestleşmenin modernleşmesi üzerinde bir kez daha öncelik sağladı. Ve hâkim liberaller gibi, varsayımsal olarak Leninist karşıtları iki modernliğin aslında özdeş olduğunu tartıştılar. Leninistlerin yardımıyla Kuzeyin liberalleri, iki modernliğin özdeşliğinin iyi olduğuna Güneyin ulusal serbestlik hareketlerini ikna etmekte mesafe kat ettiler.17

16

Şu çalışmama bakınız:”The Concept of National Development, 1917–1989”, G. Marks and L. Daimond, editors, Reexamining Democracy içinde (Newbury Park; Sage, 1992), 79–89.

17

1968’de dünyadaki değişimin tam bir analizi için şu çalışmama bakınız: “1986, Revolution in the world-system”, Geopolitics and Geoculture: Eassy in the Changing World-System içinde (Cambridge: Cambridge Universty Press, 1991), 65–83.

(14)

Tam olarak 25 yıl önce, 1968 yılında; iki modernliğin bu ehven kavramsal bulanıklığı, öncelikle dünya çapında yaygın bir şekil alan ancak o kadar da münhasır olmayan öğrenci ayaklanmalarıyla gürültülü ve dinamik bir biçimde sorgulandı. Birleşik Devletler ve Fransa’da, Çekoslovakya ve Çin’de, Meksika ve Tunus’ta, Almanya ve Japonya’da farklı bölgelerde olmakla birlikte aynı temel temayı (serbestleşmenin modernleşmesi her şeydir ve henüz başarılmamıştır) paylaşan ayaklanmalar (zaman zaman ölümler) vardı. Teknolojinin modernleşmesi aldatıcı bir tuzaktı. Her türden liberaller (liberal-liberaller, muhafazakâr liberaller, bütün sosyalist liberaller –yani, eski sol) güvenilmezdi, aslında serbestliğin önünde ilk engel olarak görülmekteydi.

Ben kendimi, Columbia Üniversitesinde Birleşik Devletler mücadelelerinin merkez noktasına saplanmış halde buldum18 ve bu “devrimin” iki büyük anısına sahibim. Bunlardan birisi; binada bulunan öğrencilerin kişisel serbestlik süreci olarak yaşadıkları kolektif serbestlik uygulamasıyla keşfettikleri samimi gurur duygusudur. İkincisi ise, birçok uzmanlık ve yönetim arasında ve özellikle kendilerini liberalizmin ve modernliğin havarileri sananların ve teknolojinin modernleşmesinin sarih faydalarını irrasyonel biçimde reddedenlerin ani yükselen dalgasında görenlerin arasında harekete geçen havada duraksama duygusundan açığa çıkan derin korkudur.

1968’de dünya devrimi alevlendi ve duruldu veya daha çok bastırıldı. 1970 de az ya da çok her yere yayılmıştı. Jeo-kültür üzerinde henüz derin bir etkisi yoktu. 1968’de dünya sisteminin jeo-kültüründe liberal ideolojinin hâkimiyeti biraz sarsıldı. Bu nedenle tekrar açılan 19. yüzyılda liberalizmin fethi sorunları kapatıldı veya toplumsal tartışma düzeyine geri çekildi. Dünya sağı ve dünya solu bir kez daha liberal merkezden uzaklaştı. Birçok şekliyle 19. yüzyılın eski muhafazakârlığı olan ve yeni muhafazakârlık olarak adlandırılan şey yeniden dirildi. Ve yeni sol 19. yüzyılın başlarında ki radikalizmin dirilmesiyle pek çok şekilde benzeşti, bunu size, zamanında “demokrasi” kelimesiyle sembolize edilen stille hatırlatıyorum, bu terim daha sonra merkezci ideologlar tarafından uygun görüldü.

Liberalizm 1968 yılında yok olmadı, var oldu, bununla birlikte jeo-kültürün ideolojisiyle tanımlandığı anlamda rolünü kaybetti. 1970’ler; 1850 ve 1960’lar arasında olduğu söylenen liberalizmin basit üç şeklinin “de facto” haline

18

Kusursuz bir açıklama için bakınız: Jerry L. Avorn, et al., up Against the Ivy Wall: A History of the Columbia Crisis (New York: Atheneum, 1968).

(15)

getirdiklerinde oluşan üç ideolojinin bulanıklığının ortadan kalkmasıyla gerçek bir üçlü takım haline dönen ideolojik yelpazeyi gördü. Tartışma 150 yıl veya daha fazla geriye dönecek gibi göründü. Dünyanın yaşamaya devam etmesi dışında, iki durumda: teknolojinin modernleşmesi, kapitalist dünya ekonomisinin sosyal ve ekonomik payandalarını istikrarsızlaştırma, tehdit eden şeklinde dünyanın sosyal yapısına dönüştü. Ve dünya sisteminin ideolojik tarihi, şimdi; dünya sisteminde politik istikrarı elde etmek için hâkim katmanların geçerli imkânlarından etkilenen bir anıydı.

Şimdi de ikinci değişikliğe öncelik verelim. Bazılarınız, bir dönüm noktası olarak 1968’e çok fazla vurgulu olarak yer vermeme şaşırabilirsiniz. Belki de; modern dünya sistemi tarihinde çok önemli bir tarih olan komünizmin çöktüğü sembolik yıl olan 1989 değil mi? 1989 yılı aslında kapitalizme meydan okuyan sosyalizmin çöküşünü ve bu nedenle liberal ideolojinin objektif nihai başarısını, tehlikeli sınıfların uysallaştırılmasını, teknolojinin modernleşmesinin erdemlerinin evrensel kabulünü temsil etmez mi, diye düşünebilirsiniz. Peki! Hayır, tam olarak hayır! Size, 1989’un 1968’in devamı olduğunu, 1989’un liberalizmin zaferini ve bu nedenle kapitalizmin kalıcılığını işaret etmediğini, buna oldukça karşı olduğunu ve liberalizmin çöküşünü, kapitalist dünya ekonomisini sürdürmek isteyenler için bunun korkunç bir politik kayıp olduğunu anlatmaya çalışacağım.

1970’lerde ve 1980’lerde ekonomik olarak neler oldu? Durum şundan ibaretti; Kondratieff-B’nin19 kötüye gitmesi veya dünya ekonomisinde durgunluk, nerdeyse her yerde devlet bütçelerinin sıkışması, refah üzerindeki olumsuz etkilerin dünya ekonomisinin çevresel ve yarı çevresel alanlarında özellikle sıkıntıya girmiş olması. Bu durum 1980’lerde Doğu Asya kuşağına gerçekten yayılmadı, ancak böyle kötüye gitmeler göreceli olarak küçük bölgelerde genel kötüye gidiş nedeniyle oldu ve doğu Asya’nın 1980’lerdeki büyümesi genel şablonun dışındaydı.

Bu tip kötüye gitmeler, modern dünya sisteminin tarihinde tabii ki defalarca oldu. Bununla birlikte, Kondratieff-B’nin bu özel aşamasının politik sonuçları daha önce olandan daha ağırdı, bunun nedeni önceki A aşamasının

19

Bu dönem özellikle Küresel Mali krizlerin yaşandığı dönemdir. Bu dönemde Üretici faaliyetlerden, özellikle de en kârlı olduğuna inanılanlarından elde edilen kâr oranları düşer. Sonuç olarak, yüksek kâr elde etme beklentisindeki kapitalist, temelde spekülasyon üzerine dönen finansal alana yönelir. Üretim faaliyetleri, kârlılığı daha da düşmesin diye, merkez bölgelerden dünya sistemin başka bölgelerine taşınır ve daha düşük personel maliyetlerini daha düşük işlem maliyetleri ile öderler. Ç. N.

(16)

1970 yıllarında görünürde diğer sistem karşıtı hareketlerin ve ulusal serbestlik hareketlerinin dünya çapındaki politik zaferlerini işaret etmesiydi. Diğer bir deyişle; 1945-1970’te dünya çapında olanların (ekonomik gelişmeyle kendi kaderini tayin) acısını çıkaracak gibi görünmesiydi, 1970’ler ve 1980’lerin hayal kırıklığı çok daha acıydı. Özellikle yalnızca çevresel olanda değil aynı zamanda yarı çevresel olanda da ihanet ve resmin değişmesi umuduydu. 1968’in sloganı akla çok yakın hale geldi. Rasyonel reformizm (daha kuvvetli sebeplerle devrimci retorik elbisesi giydirildiğinde) bir miktar aldatmaca gibi göründü.

Üçüncü Dünya olarak adlandırılan ülkeden sonra halklar eski sol hareketlere karşı tavır aldı ve ülke düzenbazlıkla doldu. Halklar neyle ikame edeceğine emin olamadı – başkaldırı burada, kökten dincilik orada, anti siyaset ise şuradaydı- ancak, eski solun yalancı radikalizminin, yalnızca küçük bir elit tabaka için uygulanan aslında düzmece bir liberalizm olduğuna emindiler. Bu ülkelerin halk takımının diğer bir yolu bu elitlerin ayağını kaydırma yollarının aranmasıdır. Serbestliğin modernleşmesinin ajanları olarak kendi devletlerine inançlarını kaybettiler. Açıklamama müsaade edin: serbestlik için isteklerini kaybetmediler, eski stratejiyle bunun başarılacağına olan inançlarını yitirdiler.

1989-91’de komünizmin çöküşü yalnızca uzun bir seride bir sondu, hatta çok radikal retoriğin keşfi derbesliğin modernliğinin garantörü değildi, muhtemelen teknolojinin modernleşmesinin zayıf bir garantörüydü.20 Tabii ki, çaresizlikte ve geçici olarak bu halk takımı dünya sağının diriltilen sloganlarını kabul etti; “serbest Pazar” efsanesi (bir şekilde söylenmiş, Birleşik Devletler ve Batı Avrupa’da bile kurulmamış). Fakat bu gelip geçici bir seraptı. Litvanya, Polonya, Macaristan ve diğer yerlerde politik yankılanmayı henüz görüyoruz.

Bununla birlikte, ne doğu Avrupa’da ne de dünyanın hiçbir yerinde rasyonel reformizmin (sosyalist devrimin isimlendirmesine göre) vaatlerinin Leninist versiyonuna halkın tekrar inanmasının ihtimal dâhilinde olmadığı doğrudur. Tabii ki bu dünya kapitalizmi için bir yıkımdır. Leninizm’e olan inanç, dünya sisteminde tehlikeli sınıfları ayakta tutan büyük güç olarak hiç değilse 50 yıl hizmet etmiştir. Leninizm, halkın kaçınılmaz zaferini (dolaylı olarak sabır) öğütleyerek uygulamada son derece muhafazakâr olmuştur. Leninizm’in koruyucu

20

1968’deki büyümenin adım adım analizi için bakınız: G. Arrighi, T. K. Hopkins, and I. Wallerstein, “1989, The Continuation of 1968,” Rewiew 15/2 (Spring 1992): 221–242.

(17)

perdesi, şimdilik modern dünya sisteminde hâkim sınıfa karşı kaybetmiştir.21 Tehlikeli sınıflar, bir kez daha çok tehlikeli hale gelebilir. Politik olarak dünya sistemi istikrarsızdır.

Aynı zamanlarda; dünya sisteminin sosyo-ekonomik payandaları ciddi bir şekilde zayıflamıştır. Yapısal dönüşümlerin listesini dışarı vermeyen dört eğilimden bahsetmeme müsaade edin.

Birinci olarak, kullanılabilir ucuz emek gücünün dünya havuzunda ciddi bir azalma vardır. Dört yüzyıl boyunca, şehirli maaşla çalışan emekçiler, emekleri karşılığında elde edebilecekleri artı değer paylarını yükseltmek için defalarca pazarlık güçlerini kullanabildiler. Bununla birlikte kapitalistler, emek havuzunun genişlemesiyle bunun kar payları üzerindeki olumsuz etkisini defalarca hesaba katabildiler ve emek havuzuna yeni grupları, özellikle maaşsız çalışanları ve çok düşük maaşla başlamayı kabul edenleri getirdiler. Bütün dünya dâhil olmak üzere 19. yüzyılın sonlarında kapitalist dünya ekonomisinin nihai coğrafik genişlemesi dünya emek gücünün kırdan şehre göçüş sürecini (deruralization) hızlandırdı, bu süreç oldukça ilerlemiştir ve belki de yakın gelecekte tamamlanacaktır.22 Bu kaçınılmazlık, dünya çapındaki üretimin toplam maliyetinin yüzdesi olarak dünya çapında emek maliyetinde keskin bir artış anlamına gelmektedir.

İkinci yapısal problem, orta sınıftaki sıkışmadır. Doğru olarak, mevcut dünya sisteminin politik bir ayağı olarak algılanmışlardır. Hem işverenlerden hem de devletlerden talepleri, değişmez bir şekilde genişlemekte ve genişlemesi süren orta sınıfın dünya çapında kişi başına en yüksek maliyeti hem şirketler hem de devlet hazinesi için katlanılması çok güç hale gelmiştir. Refah devletine geri dönüş için son on yılda yapılan birçok atağın arkasında bu vardır. Ancak, ikisi de aynı şeydir. Ya bu maliyetler, geriye çekilmeyecek bu durumda hem devletler hem de şirketlerin büyük sıkıntıya düşecek sıklıkla iflas edecek, ya da geriye çekilecek, bu durumda da dünyanın mevcut sistemine çok güçlü bir destek sağlayan orta sınıf arasında kesinlikle bir politik hoşnutsuzluk olacaktır.

Üçüncü yapısal problem ise, dünya ekonomisi için şiddetli bir ekonomik problem yaratan çevreyle ilgili sıkıntıdır. Sermaye birikimi beş yüz yıldır

21

Bakınız: “The collapse of Liberalism,” in R. Miliband and L. Panitch, editors, Socialist Register 1992 (London: Merlin Press, 1992), 96–110.

22

Bakınız: R. Kasabada and F. Tabak, “The restructuring of world agriculture, 1873-1990”, der. P. McMicheal, Food and Agricultural Systems in the World-Economy içinde (Westport, CT,: Greenwood Press, 1995), 79-93.

(18)

firmaların maliyetlerini dışa aktarmalarına dayalıdır. Bu aslında, firmaya maliyeti olmayan ancak büyük bir kolektif maliyeti olan dünya kaynaklarının aşırı kullanımı anlamına gelmektedir. Ancak, kesin olan konu kaynakların tükendiği ve negatif zehirliliğin artık sürdürülemeyecek seviyeye ulaştığıdır. Günümüzde, temizlikte oldukça ağır yatırıma gereksinim duyduğumuzu ve problemin tekrarlamaması için kullanımda kesinti yapmak zorunda olduğumuzu biliyoruz. Ancak, şirketlerin bu tür eylemlerin küresel kar oranlarını düşürdüğü konusunda seslerini yükseltiyor olmaları da aynı derecede doğrudur.

Son olarak, Kuzey ve Güney arasındaki ekonomik uçurumu ikiye katlayan demografik uçurum azalacağına gün geçtikçe giderek hızla artmaktadır. Bu, inanılmaz derecede güçlü bir Güneyden Kuzeye göç akımı yaratmaktadır, bunun karşılığı Kuzeyde eşit derecede güçlü bir anti liberal politik reaksiyon yaratmaktadır. Ne olacağını önceden bildirmek kolaydır. Artan engellere rağmen, yasa dışı göç her yerde ve Kuzeyde artacaktır. Kuzeyde devletin iç demografik dengeleri radikal olarak değişecek ve şiddetli sosyal çelişki beklenebilecektir.

Böylelikle, bu gün ve sonraki 40-50 yıl için dünya sistemi kendini şiddetli moral ve kurumsal krizler içinde bulacaktır. İki modernlik konusunda açılış söylemimize dönmek için, olmakta olan şey, teknolojinin modernliği ile serbestliğin modernliği arasındaki son ve aşikâr gerilimdir. 1500 ve 1800 yılları arasında iki modernlik bir birine bağlı gibi görünmüştür. 1789 ve 1968 yılları arasında gizli çelişki, iki modernliğin özdeş olduğunu varsayan liberal ideolojinin başarılı atağıyla kontrolü eline geçirmiş olmasıdır. Ancak, 1968 yılından bu yana maske düşmüştür. Birbirleriyle açık bir mücadele halindedirler.

İki modernliğin çelişkisinin bu tanımlamasının iki ana kültürel işareti vardır. Bir tanesi “yeni bilim”, karmaşıklığın bilimidir. Son on yılda, aniden çok fazla sayıda fiziksel bilimci ve matematikçi, 500 yıldır hiç değilse bilimin ifadesinin tek mümkün yolu olduğu iddia edilen Newtoncu-Baconcu-Descartesçı ideolojiye karşı durmuştur. 19. yüzyılda liberal ideolojinin zaferiyle birlikte Newtoncu Bilim evrensel bir gerçek olarak kutsallaştırılmıştır.

Yeni bilim adamları yalnızca Newtoncu bilimin geçerliliğine değil, aynı zamanda evrenselliğine de meydan okumuşlardır. Esasen, Newtoncu bilimin yasalarının gerçekliğin özel bir durumuyla sınırlı olduğunu ve gerçekliğin bilimsel olarak anlaşılması için analiz araçlarımızı ve referans çerçevemizi büyük ölçüde genişletmemiz gerektiğini tartışmışlardır. Buradan, günümüzde, kaos, yanlış

(19)

ikilem, bulanık mantık, parçalanmış ve en temelde zaman oku gibi moda kelimelere tahammül etmekteyiz. Doğal dünya ve onun bütün fenomenleri tarihselleştirilmiştir.23 Yeni bilim kesinlikle doğrusal değildir. Ancak, teknolojinin modernleşmesi doğrusallığın ayağı üzerinde dikilmiştir. Bu nedenle, yeni bilim teknolojinin modernliği hakkında, hiç değilse klasik olarak açıklanmış şeklinde çok temel sorular doğurmaktadır.

İki modernlik arasındaki çelişkiyi tanımlayan diğer kültürel işaret temel olarak insanlıkta ve sosyal bilimlerde postmodernliğin hareketidir. Postmodernlik, umarım açıklamışımdır, aslında post-modern değildir. Serbestliğin modernliği adına teknolojinin modernliğini reddeden bir biçimdir. Bu durum alışılmadık biçimde belirtilmişse de, söylemimizde olmuş olan liberal ideolojinin elinde tuttuğu dile ait fırtına için bir yol aramakta olan post modernler nedeniyledir. Açıklayıcı bir kavram olarak Postmodernlik giderek çetrefilleşiyor. Uyarıcı bir doktrin olarak post modernlik, şüphesiz ki ileriyi görmektedir. Aslında, diğer bir tarihi sisteme doğru hareket halindeyiz. Modern dünya sistemi sonuna yaklaşıyor. Nihai kriz nasılsa diğer bir elli yıl gerektirecektir, bu kaos demektir, yeni bir sosyal düzenin ortaya çıkmasını umut edebiliriz.

Günümüzde ve gelecek elli yılda görevimiz ütopyacılık görevidir. Bu, yeni bir sosyal düzenin yaratılması mücadelesi ve hayal etme görevidir. Bunun için, hiçbir surette eşitliksizci bir tarihi sistemin sonunun daha iyi olan bir başkasıyla bitmesi gerekmez. Mücadele gayet açıktır. Günümüzde; insan serbestliğinin nihai olarak ifade edilebileceği somut kurumlar tanımlama ihtiyacı içindeyiz. Var olan dünya sistemimizde yorumlanmış ifadeler aracılığıyla yaşadık, bu yorumlama, aslında liberallerin de artan eşitlik ve demokrasiye karşı mücadele verdiği bir gerçekliğe liberal ideolojinin bizi ikna çabalarıyla yapıldı. Ve hatalı anti-sistemik hareketlerin artık farkına varılmasıyla yaşadık, hareketler kendi başına sorunun bir parçası olduğu kadar çözümünde bir parçasıydı.

Büyük ölçüde dünya çapında birçok kişinin katıldığı konuşmalarla meşgul olmalıyız, yoksa çözümler başka hiçbir şekilde açık hale gelemez. Başka bahaneler altında mevcut olanın devam etmesini isteyenler gerçekten hala çok güçlüler. Hangi modernliğin sonu? Bırakın sahte/yanlış modernliğin sonu olsun, ilk kez özgürleşmenin modernliği için yeniden başlayın.

23

Bu sosyal analizin özel bir analizi için bakınız: “The ‘new science’ and the historical social sciences,” Rewiev 15/1 (Winter 1992).

Referanslar

Benzer Belgeler

Coca Cola firmasının 2003'te rock festivali düzenlemesi üzerine rock müzisyenleri ve gençlerin çabalarıyla başlayan festival, giderek Türkiye'nin en önemli rock

c) Örgütsel yöntem ve uygulamalar konusunda bilgi. Amaç, çalışanlara yükümlülükler, yaptırımlar, ayrıcalıklar, izinler ve ödül gibi konularda bilgi vermektir. d) Ast'a

Ultrasound guided brachial plexus block can be advantageous in patients with avulsion type upper extremity injuries.. İnan AYSEL, 1 İsmet TOPÇU, 2 Fatma Filiz

Elde edilen sonuçlara göre 2008 küresel krizinin evlenme üzerinde olumsuz bir etkisi olduğu, 2001 ve 2008 krizlerinin boşanma oranlarını arttırdığı ve 1998 ve

Erol ÖZVAR (Rektör • Rector) Marmara Üniversitesi İktisat, İşletme ve Siyasal Bilgiler Fakülteleri Adına İmtiyaz Sahibi • Owner of the

BİR SIRA TAŞ BİR SIRA AHŞAP OLMAK ÜZERE MÜNAVEBELİ/ALMAŞIK DUVAR TEKNİĞİ İLE İNŞA EDİLEN YAPININ YÜKSEKLİĞİ 18 ZİRAYA ÇIKARILIR.. KUZEY-BATI CEPHE ESKİ

Güne katılarak ruhen rahatladığını, daha sakin bir ruha sahip olduğunu, bu toplanmaların terapi görevi gördüğünü ve bu şekilde ruhen olumlu yönde bir değişiklik

Yazıda, söz konusu dönemin refah devleti kurumlarının arka planı, genel olarak sosyal politikanın biçimlenme dinamikleri çerçevesinde, sınıf müca- deleleri, sermaye