• Sonuç bulunamadı

Yazılı basında şiddet haberlerinin sunumu: Habertürk, Hürriyet ve Sabah gazeteleri örneği

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yazılı basında şiddet haberlerinin sunumu: Habertürk, Hürriyet ve Sabah gazeteleri örneği"

Copied!
172
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TC

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ GAZETECİLİK ANABİLİM DALI

GAZETECİLİK BİLİM DALI

YAZILI BASINDA ŞİDDET HABERLERİNİN SUNUMU:

HABERTÜRK, HÜRRİYET ve SABAH GAZETELERİ ÖRNEĞİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

PROF. DR. BÜNYAMİN AYHAN

HAZIRLAYAN BURCU SAĞLIK

114222001008

KONYA 2019

(2)
(3)
(4)

iii T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Ö ğ re n c in in

Adı Soyadı Burcu SAĞLIK Numarası 114222001008

Ana Bilim / Bilim Dalı Gazetecilik/Gazetecilik

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Prof. Dr. Bünyamin AYHAN

Tezin Adı Yazılı Basında Şiddet Haberlerinin Sunumu: Habertürk, Hürriyet ve Sabah Gazeteleri Örneği

ÖZET

Medya; yazılı, görsel ve işitsel iletileriyle bireylerin yakın ve uzak çevrelerinden bilgi almalarını sağlayan önemli bir araçtır. Özellikle de ‘şiddet’ gibi bireylerin can ve mal varlığına zarar veren gelişmeler kitle iletişim araçlarında sıkça takip edilen haberler arasındadır. Bireylerin bilgi almak için medyayı kullanması medyanın yerine getirmesi gereken sorumlukları da beraberinde getirmektedir. Haberi oluştururken benimsediği dil ve üsluptan, kullandığı görsel malzemelere kadar birçok konuya dikkat etmesini zorunlu kılmaktadır. Çünkü medya içerikleri yaş, eğitim, cinsiyet vb. hiçbir fark gözetmeksizin tüm bireylere ulaşır. Bu yüzden medya, ‘şiddet’i haberleştirirken öğretmeden, özendirmeden, kanıksatmadan ve meşrulaştırmadan vermesi gerekir.

Bu çalışmada; Habertürk, Hürriyet ve Sabah gazetelerinde yayımlanan şiddet haberleri incelemeye alınmıştır. Üç farklı gazetenin şiddet olaylarını nasıl haberleştirdiği ve basın etik ilke ve kurallarına ne derece bağlı kaldığı incelenmiştir. Gazetelerin haberi oluştururken mağdur ve faili nasıl konumlandırdığı, bunu yaparken de ne derece objektif kalabildiği gözlemlenmiştir. Haberlerde kullanılan sözcükler ve fotoğraflar incelenerek gazetelerin sorumlu yayıncılık anlayışı değerlendirilmiştir. İncelemeler sonucunda 690 haber tespit edilmiş ve bunlardan 671’i inceleme kapsamına alınmıştır. Haberler kodlama cetveliyle taranmış ve içerik analizi yöntemi kullanılmıştır.

(5)

iv T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Ö ğ re n c in in

Adı Soyadı Burcu SAĞLIK Numarası 114222001008

Ana Bilim / Bilim Dalı Gazetecilik/Gazetecilik

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Prof. Dr. Bünyamin AYHAN

Tezin İngilizce Adı

Presentation of Violence in Press: Habertürk, Hürriyet and Sabah News Examples

SUMMARY

Media is an important tool that enables individuals to get information from their close and distant environments with the written, visual and audio messages. In particular, events such as “violence” that are harmful to the lives and assets of individuals are among the frequently followed news in mass media. The use of media by individuals to obtain information brings with the responsibilities that the media has to fulfill. While creating the news, the media is required to pay attention to many subjects ranging from the language and style adopted to the visual materials used. Because media contents reach all individuals regardless of age, education, gender etc. Therefore the media must present “violence” in the news without teaching, encouraging, legitimizing and making people accustomed to it.

In this study, news on violence published in Habertürk, Hürriyet and Sabah newspapers have been examined. How three different newspapers handle violence and how much they adhere to the press ethical principles and rules have been researched. It has been observed how newspapers position the victim and the perpetrator while creating the news, and how they remain objective in doing so. The words and photographs used in the news have been examined and the responsible publishing approach of the newspapers has been evaluated. As a result of the research, 690 news items have been identified and 671 of them have been included in the study. News have been scanned with the coding ruler and the content analysis method has been used.

(6)

v ÖNSÖZ

Şiddet haberlerinin yazılı basında sunumunun incelendiği çalışma,

Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü yüksek lisans tez çalışması kapsamında hazırlanmıştır. Örneklem olarak Türkiye’de tirajı en yüksek üç gazetede yayımlanan şiddet haberleri seçilmiştir. Gazetelerin şiddet haberlerini dil ve üslup açısından yaklaşımı ortaya konulmaya çalışılmıştır. Habertürk, Hürriyet ve Sabah gazetelerinin şiddet haberlerinde basın etik ilke ve kurallarına uyup uymadıkları hem haberler hem de fotoğraflar incelenerek tespit edilmeye çalışılmıştır. Alana az da olsa katkı sağlamayı amaçlayan çalışmada gazetelerin yayınladığı şiddet haberleri incelenerek şiddet olaylarına yaklaşımlarında karşılaşılan yanlışlıklar gösterilmeye çalışılmıştır.

Bu çalışmayı hazırlarken katkılarıyla beni destekleyen değerli danışmanım Prof. Dr. Bünyamin AYHAN’a, yardımlarını esirgemeyen Arş. Gör. Dr. Osman Emre OLKUN’a, çalışmalarıma destek verip fikirlerini paylaşan can dostum Arş. Gör. Semanur SİVRİTEPE'ye, her zaman yanımda olan aileme, tüm merhabalarımın ana kaynağı Baha ile Doğa’ya ve gazeteleri temin etmemde yardımcı olan Bozkurtlar Alışveriş Merkezi’nin çalışanlarına teşekkür ederim.

Burcu SAĞLIK KONYA 2019

(7)

vi İÇİNDEKİLER ÖZET ... iii ABSTRACT ... iv ÖNSÖZ ... v İÇİNDEKİLER ... vi

TABLOLAR LİSTESİ ... viii

GİRİŞ ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM ŞİDDET ve TÜRLERİ 1.1. Şiddet ve Saldırganlık Kavramları ... 7

1.2. Şiddet ve Saldırganlığın Nedenleri ... 11

1.2.1. Biyolojik Nedenler ... 13

1.2.2. Psikolojik Nedenler ... 14

1.2.3. Toplumsal ve Çevresel Nedenler ... 15

1.3. Şiddet Türleri ... 22 1.3.1. Fiziksel Şiddet... 22 1.3.2. Sözel Şiddet ... 23 1.3.3. Psikolojik Şiddet ... 24 1.3.4. Ekonomik Şiddet ... 26 1.3.5. Cinsel Şiddet ... 26 1.3.6. Siyasal Şiddet ... 29 1.3.7. Simgesel Şiddet ... 31 İKİNCİ BÖLÜM MEDYA ve ŞİDDET 2.1. Medya ve Şiddet İlişkisi ... 32

(8)

vii 2.2.1. Haberler ... 37 2.2.2. Filmler ... 40 2.2.3. Magazin Programları ... 44 2.2.4. Reklamlar ... 46 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM YAZILI BASINDA ŞİDDET İÇERİKLİ YAYINLARIN DÜZENLENMESİ ve DENETİMİ 3.1. Basın Konseyi Basın Meslek İlkeleri ... 48

3.2. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Hak ve Sorumluluk Bildirgesi ... 48

3.4. Çağdaş Gazeteciler Derneği Üyelik ve Meslek İlkeleri ... 49

3.5. Türkiyeli Gazeteciler İçin Etik İlkeler ... 50

3.6. Medya Okuryazarlığı ... 51

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM YAZILI BASINDA ŞİDDET HABERLERİNİN SUNUMU: HABERTÜRK, HÜRRİYET ve SABAH GAZETELERİ ÖRNEĞİ 4.1. Araştırmanın Amacı ... 53

4.2. Araştırmanın Önemi ... 53

4.3. Araştırmanın Yöntemi ... 55

4.4. Araştırmanın Evren ve Örneklemi ... 56

4.5. Araştırmada Elde Edilen Verilerin Analizi ve İstatistikler ... 56

4.6. Araştırma Bulguları ... 57

SONUÇ ... 92

KAYNAKÇA ... 98

(9)

viii TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1: Şiddet Haberlerinin Gazetelere Göre Dağılımı ... 57

Tablo 2: Şiddet Haberlerinin Haftalara Göre Dağılımı ... 57

Tablo 3: Şiddet Haberlerinin Yayınlandığı Yerin Dağılımı ... 58

Tablo 4: Şiddet Haberlerinin Yayınlandığı Sayfa Numarası Dağılımı ... 59

Tablo 5: Şiddet Haberlerinin Sayfada Kapladığı Alanın Dağılımı ... 60

Tablo 6: Şiddet Haberlerinin Devam Sayfası Dağılımı ... 60

Tablo 7: Şiddet Haberlerinin Sayfadaki Konumunun Dağılımı (Ki-Kare Testi) ... 61

Tablo 8: Şiddet Haberlerinin Sunum Şeklinin Dağılımı (Ki-Kare Testi)... 62

Tablo 9: Şiddet Haberlerinin Bölgelere Göre Dağılımı ... 63

Tablo 10: Şiddet Haberlerinde Yer Alan Şiddet Türünün Dağılımı ... 64

Tablo 11: Haberde Yer Alan Şiddet Biçiminin Dağılımı ... 64

Tablo 12: Haberde Yer Alan Şiddet Biçiminin Gazetelere Göre Dağılımı ... 65

Tablo 13: Haberlerde Uygulanan Şiddet İçin Gösterilen Nedenin Gazetelere Göre Dağılımı (Ki-Kare Testi) ... 67

Tablo 14: Şiddet Haberlerinde Mağdur Cinsiyetinin Dağılımı... 68

Tablo 15: Şiddet Haberlerinde Mağdur Cinsiyetinin Gazetelere Göre Dağılımı ... 68

Tablo 16: Şiddet Haberlerinde Fail Cinsiyetinin Dağılımı ... 69

Tablo 17: Şiddet Haberlerinde Fail Cinsiyetinin Gazetelere Göre Dağılımı ... 70

Tablo 18: Şiddet Haberlerinde Mağdurun İsim Bilgisi Sunumunun Dağılımı ... 71

Tablo 19: Şiddet Haberlerinde Mağdurun İsim Bilgisi Sunumunun Gazetelere Göre Dağılımı (Ki-Kare Testi) ... 72

(10)

ix Tablo 21: Şiddet Haberlerinde Failin İsim Bilgisi Sunumunun Gazetelere Göre Dağılımı (Ki-Kare Testi) ... 74 Tablo 22: Şiddet Haberlerinde Mağdur Yaşının Belirtilme Durumu ... 75 Tablo 23: Şiddet Haberlerinde Fail Yaşının Belirtilme Durumu ... 75 Tablo 24: Şiddet Haberlerinde Mağdurun Sunum Biçiminin Gazetelere Göre

Dağılımı (Ki-Kare Testi) ... 76 Tablo 25: Şiddet Haberlerinde Failin Sunum Biçiminin Gazetelere Göre Dağılımı (Ki-Kare Testi) ... 78 Tablo 26: Haber Başlığında Kullanılan İfade Biçimleri... 79 Tablo 27: Haber Başlığında Kullanılan İfade Biçimlerinin Gazetelere Göre Dağılımı (Ki-Kare Testi) ... 81 Tablo 28: Şiddet Haberlerinde Haberin Anlatım Tarzı ve Üslubunun Dağılımı ... 83 Tablo 29: Şiddet Haberlerinde Haberin Anlatım Tarzı ve Üslubunun Gazetelere Göre Dağılımı (Ki-Kare Testi) ... 83 Tablo 30: Şiddet Haberlerinde Haber Kaynağının Dağılımı ... 84 Tablo 31: Şiddet Haberleriyle İlgili Kullanılan Görsel Malzemenin Gazetelere Göre Dağılımı (Ki-Kare Testi) ... 85 Tablo 32: Şiddet Haberlerinde Mağdur Fotoğrafının Sunumunun Dağılımı... 86 Tablo 33: Şiddet Haberlerinde Mağdur Fotoğrafının Sunumunun Gazetelere Göre Dağılımı (Ki-Kare Testi) ... 87 Tablo 34: Şiddet Haberlerinde Fail Fotoğrafının Sunumunun Dağılımı ... 88 Tablo 35: Şiddet Haberlerinde Fail Fotoğrafının Sunumunun Gazetelere Göre

(11)

x Tablo 36: Toplumsal Şiddeti Önlemek İçin Alınacak Tedbirlerin Tanımlama

(12)

xi KISALTMALAR LİSTESİ

AA: Anadolu Ajansı

AAP: Amerikan Pediatri Akademisi ABD: Amerika Birleşik Devletleri MEB: Milli Eğitim Bakanlığı

MKEK: Makine ve Kimya Enstitüsü Kurumu RTÜK: Radyo ve Televizyon Üst Kurulu TDK: Türk Dil Kurumu

TCK: Türk Ceza Kanunu

TKDF: Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu

UNESCO: United Nations Educational Scientific and Cultural Organization v.d.: Ve Diğerleri

(13)

1 GİRİŞ

İnsanlık tarihi boyunca ‘şiddet’, insanlığın gündeminden hiç düşmemiş kimi zaman problemlerin çözümü için bir araç olarak kullanılmış, kimi zaman da toplumun tüm kesimleri için ciddi bir sorun haline gelmiştir (Köknel, 2000:17). Yaşadığımız her alanda ve olayda sıklıkla başvurulan ve artık bireyler arasında sıradanlaşan bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Giderek hayatımızın önemli bir kısmını kapsayan şiddet, sürekli gündemde olan bir konu olduğundan insanın olduğu her yerde rahatça görülmektedir. Ev, sokak, okul, iş gibi insanın yaşadığı her yerde şiddet de bulunmaktadır.

Çünkü şiddet artık çoğu insanın alıştığı ve kanıksadığı bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Görsel ve yazılı medyada şiddetin değişik biçimlerinin günün her saatinde gözler önüne serilmesi, şiddet türlerinin, uygulama biçimlerinin tarif edilerek ya da canlandırmalarla insanlara aşama aşama öğretilmesi, bazı şiddet türlerinin özendirilerek ve olumlu özellikleriyle sunulması şiddetin gündelik yaşantıda varlığını sürdürmesi ve kendine kalıcı bir yer edinmesine sebep olmaktadır.

Şiddete yol açan saldırganlık dürtüsü, tüm canlılarda ortak olan bir dürtüdür. Şiddet; beslenme, korunma ve cinsellik içgüdülerinin altında yer alan, onları birleştirip bütünleştiren bir alt dürtü olarak düşünülmektedir (Balcıoğlu, 2000: Aktaran, Durmuş ve Gürgan, 2005:3). Hayvanlar alemindeki varoluşun bir gereği olarak et yiyen ‘et obur’ hayvanların ot yiyen ‘ot obur’ hayvanları öldürme, yeme ya da avlama davranışlarının şiddet olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği tartışmaktadır. Yine hayvan türlerinin kendi içlerinde liderlik kavgaları şiddetin bir biçimi olarak algılanabilmektedir. Hayvanlar için besin zincirinin ve ekolojik dengenin bir gereği olan bu davranışlar ‘şiddet’ olarak nitelendirilmemektedir. Aksine türlerin kendi içindeki liderlik yarışında işlevsel bir konumda olduğu kabul edilmektedir. Hayvanlar arasında güçlü olanın yaşaması ve kendi türünü devam ettirmesi amacıyla yapılan bu kavgalar ‘şiddet’ olarak nitelendirilmemektedir. Ancak insan ve toplumlar için bunu söylemek mümkün olmamaktadır. Kim olursa olsun

(14)

2 tüm insanlar hukuk karşısında eşit ve bütün din, ahlak ve hukuk kuralları insanların bir arada ve yan yana yaşamasını düzenleme üzerine kurulmuştur. Ama bütün bu kurallara rağmen haksızlık, adam öldürme, şiddet ve terör geçmişten günümüze farklı düzeylerde sürekli artarak katlanmaktadır. En acısı da uygarlık geliştikçe şiddet azalacağı yerde aksine farklı boyutlarda ve yoğunlukta dünyanın her yerinde yaşanmaktadır (Özerkmen, 2012:2). Saldırganlık ve şiddetin boyutu arttıkça da toplumsal bağlamda insanlar gerginliklerin ve çatışmaların yoğun olduğu, iletişimin boyutunun sürekli şiddete yöneldiği gerilimli bir toplum olmaktadır.

Günlük yaşantımız içinde, sokakta, çarşıda, pazarda, okulda, işyerinde, gezmede, eğlencede, ilke, kural ve yasa tanımazlığın değişik örnekleri görülmektedir. Çoğunlukla bunlara karşı da hiçbir tepki göstermeden ya da umursamadan uzaklaşılmaktadır (Köknel, 2000:17). Böylesine gerilimli bir ortamdan kaçmak için bireyler her ne kadar kitle iletişim araçlarını seçse de medya tarafından verilen içeriklerin de çoğunda şiddet ve saldırganlığa sıkça rastlanmaktadır. Kendi yakın çevresinde gözlemlemediği şiddet içeriklerini medya yoluyla tanıklık etmektedir. Kitle iletişim araçlarının modern çağda ilettikleri mesajlar toplum üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Günümüzde yaşanan teknolojik gelişmelerle kitle iletişim araçlarına erişimin daha kolay hale gelmesiyle bireylerin ve toplumların hayatında önemli bir yer edinmeye başlamıştır ve hayatın önemli bir parçası haline gelmektedir. Bilginin yayılma hızıyla aynı doğrultuda haber alınmaktadır.

Bireylerin yakın çevresi dışında meydana gelen olayları öğrenmek, bilgi sahibi olmak ve gözlemlemek için medyayı kullanması medyanın sorumluluklarını yerine getirmesini de beraberinde getirmiştir. Haberleri işlerken kullandığı dilden, fotoğraflara, görüntülere, üslubuna ve olaylara bakış açısına kadar birçok konuya dikkat etmesi gerektiği bilinmektedir. Medyanın haberleri işlerken sadece eğitimli ve okuryazar oranını değil aynı zamanda hiç okuma yazma bilmeyen bireyleri de dikkate almak zorundadır. Çünkü okuma yazma bilmeyen bireyler ya da çocuklar sadece fotoğraflara ve görüntülere bakarak olayları algılamaktadır. Bu da kitle iletişim araçları ve onları yöneten insanların sorumluluklarına dikkat etmesi gerektiğinin önemini bir kez daha gündeme getirmektedir. Çünkü haberler ya da

(15)

3 medya içerikleri her yaştan ve kesimden bireyin kolayca ulaşım sağlayabildiği içeriklerdir. Bu da haber içeriğini oluşturan tüm ögelere ayrı bir özen gösterilmesini gerekli kılmaktadır.

Haber içeriklerinde özellikle özen gösterilmesi gereken en önemli olaylar toplumu daha çok ilgilendiren, insan hayatının önemli olduğu toplumsal olaylardır. Bu açıdan düşünecek olursak ‘en önemli haber’ sınıflandırmasında, ‘savaş-ölüm’, ‘kaza-ölüm’ haberleriyle ortaya çıkan bir başka olgu, yetişkinlerin dünyasına ait olan ‘ölüm’ kavramı artık çocukların da dünyasında yer almaktadır. Tamamı yetişkinler için hazırlanmış gibi gözüken haberlerin aslında gizli tüketicileri çocuklardır. Nasıl ki Bosna-Hersek’te savaşın yaralı ve sakat bıraktığı çocuklardan söz ediliyorsa, bu savaş-ölüm haberlerinin, gerçeği pazarlamak için yoğun bir şekilde kitle iletişim araçlarında kullanılması yakın gelecekte bilinçleri sakatlanmış ‘medya gazisi’ çocuklar yaratacağı açıktır (Rigel, 1995:188-190). Postman’ın da deyişiyle artık haberler bir yetişkin dünya görüşü değildir. Giderek haberler daha kolay anlaşılır, kolay tüketilir imgeler, kelimeler ve görüntüler içinde verilen haber yetişkin zihniyetine uygun formüle edilmekten çıkmakta, yavaş yavaş küçük yaştaki çocukların dahi algılayabileceği basitliğe indirgenmiştir. Medya çağında üç kesim vardır; bir uçta bebeklik, diğerinde ihtiyarlık ve bu ikisinin ortasında yetişkin çocukluk vardır (1995: Aktaran, Rigel, 1995:189). Kolay anlaşılma ve kolay tüketilme nedeniyle çocuklar bir yetişkin kadar gün içerisinde haber içeriklerine maruz kalmakta bu da özellikle de etkisi diğer haberlere göre daha ciddi olan ‘şiddet’ içerikli haberlerin kitle iletişim araçlarında işlenişinin önemini bir kez daha vurgulamaktadır.

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) tarafından yayınlanan yönetmeliğe göre şiddet içeren filmler ya da diziler belirli işaretlerle ve uyarılarla dikkat çekilmeye çalışılırken hiçbir uyarı işaretinin bulunmadığı haberler çocuklarının televizyon başında olduğu saatlerde açıkça gösterilmektedir. Aynı durum yazılı basın için de geçerlidir. 7’den 70’e tüm bireylere kolaylıkla ulaşabilen gazetelerin hiçbir uyarı olmadan ve şiddet haberlerinde buzlama yapılmadan kullanılan fotoğraflar da aynı riski taşımaktadır.

Her tür şiddetin kolay hedefi çocuklardır. Aile içindeki ve toplumdaki şiddet unsurlarının yanında özellikle çocuklar, şiddeti kitle iletişim araçlarıyla da izleyerek

(16)

4 de kendilerine model alabilmektedirler. Çocuklar hayal ile gerçeği kolayca birbirinden ayırabilecek deneyimden çoğunlukla yoksun oldukları için gördüklerini ‘mutlak gerçekler’ olarak tanımlayabilmekte ve inanabilmektedir. Şiddetin kahramanlarını model aldıklarında ise bu durum öğrenilmiş çaresizliğe kadar gidebilmektedir (Şirin, 2002:36). Şiddet içerikli filmlerin, dizilerin ve programların uyarıcı işaretlerle yaş ya da şiddet sınırlaması yaparken haberlerin böyle bir sınırlamadan uzak her kesimden bireye ulaşabilmesi haber dilinin ve görselinin daha dikkatle hazırlanmasının önemini bir kez daha göstermektedir. Medyanın, dünyanın nasıl bir yer olduğunu topluma gösterdiği iddiasındaki en saygın programları olan haberler, insana yönelik şiddeti de tüm çıplaklığı ile veren savaşları satarak tüketme kaygısını taşımaktadır. Medyada haber malzemesi olarak kullanılan şiddet yüklü eylemler, medyanın haber ihtiyacını karşılamaktadır (Rigel, 2002:50). Basında şiddet içeren haberler ya da televizyonda şiddet içeren görüntülerin verilmesi örneğin belli bir suç türünün ya da intiharının tüm detaylarıyla gösterilmesi, bu suçun öğrenilerek veya taklit edilerek işlenmesine yol açabilmektedir. Şiddet içeren programlar, şiddetin problem çözmede bir yol olarak öğrenilmesine yol açabilmektedir. Şiddeti uygulayanların aile bireyleri tarafından rol model alınması, bu tiplemelerle bireyin özdeşleşmesi bile düşünülebilecek sonuçlar arasında yer almaktadır (İçli, 2002:54). Yazılı basına göre televizyon ise hem görsel hem de işitsel özellikleri barındırması dolayısıyla etkisi daha fazla olmaktadır.

Araştırma sonuçlarından da anlaşılacağı gibi, okuyanların, dinleyenlerin, izleyenlerin ‘şiddet’ içeriğinden doğrudan ve birebir etkilendiği sonucuna varmasa bile medyadaki ‘şiddet öyküleri’nin şiddeti hayatımızın bir parçası haline getirdiğini, toplumsal şiddet kodlarını yeniden ürettiğini ve gündelik hayatımızın gerilimli anlarında bu öykülerin bireysel davranışlara örnek teşkil ettiğini ortaya koymaktadır. Bunun yanında medya şiddeti her gün tekrar tekrar yansıtarak alevlendirmekte, tanımlayarak boyutlarını genişletmekte, vurgulayarak abartmakta ve sürekli tekrar ederek kanıksatmaktadır (Batur, 1998: 51-62).

Bu çalışmada araştırma kapsamındaki gazetelerin ‘şiddet’ içeriğini haberlerde nasıl sunduğu incelenmiştir. Bireylerin yakın ve uzak çevresinden haberdar olmak

(17)

5 için başvurduğu kitle iletişim araçlarının, haberleri sunarken kullandığı dil ve üsluptan görsel malzemeye kadar haberler geniş kapsamlı bir incelemeye alınmıştır.

Çalışmanın ilk bölümünde, ‘şiddet’ ve ‘saldırganlık’ kavramları geniş kapsamlı tanımlarıyla ele alınmıştır. Kavramların birbirlerinin yerine kullanıldığı noktalar ve sebepleri tartışılmıştır. Biyolojik, psikolojik ve toplumsal-çevresel nedenleri incelenip haberlerdeki şiddetin sadece fiziksel boyutu değil sözel, psikolojik, cinsel, ekonomik, siyasal ve simgesel boyutuna da bakılmıştır. Ardından şiddet türleri olan fiziksel şiddet, sözel şiddet, psikolojik şiddet, ekonomik şiddet, cinsel şiddet, siyasal şiddet ve simgesel şiddet açıklanmıştır.

Çalışmanın ikinci bölümünde, medya ve şiddet ilişkisi incelenip şiddet ve yayın türlerine değinilmiştir. Çeşitli yayın türlerinde şiddet içeriklerinin nasıl kullanıldığı, izlenme, dinlenme ve okunma kaygısının içeriği nasıl olumsuz etkilediği üzerinde durulmuştur. Yasal uyarılara rağmen şiddetin ve saldırganlığın yer aldığı içerikleri kitle iletişim araçlarının neden dikkate almadığı konusu tartışılmıştır. Haberler, filmler, magazin programları ve reklamlardaki şiddet içerikleri detaylı örneklerle incelenmiş, bu içeriklere maruz kalan bireylerin –özellikle de çocukların-nasıl etkilendiği, gösterilen kahramanları kendilerine çocukların-nasıl rol model aldıkları ve bunun bireysel ve toplumsal boyutta yarattığı etkilere dikkat çekilmiştir.

Yazılı basında şiddet içerikli yayınların düzenlenmesi ve denetimine yönelik ilke ve kurallar üçüncü bölümünde ele alınmıştır. Yazılı basını denetleyen kurum ve kuruluşların ortaya koyduğu ve kitle iletişim araçlarının içeriğini düzenleme amacıyla yapılan çalışmalar sıralanmıştır. Özellikle de şiddet konusunda içerikleri düzenlemeye, dikkat edilmesi gereken kuralları belirlemeye yönelik önemli maddelere yer verilmiştir. Bu kapsamda Basın Konseyi Basın Meslek İlkeleri, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Hak ve Sorumluluk Bildirgesi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Medyada Çeşitlilik Kılavuzu, Çağdaş Gazeteciler Derneği Üyelik ve Meslek İlkeleri, Türkiyeli Gazeteciler İçin Etik İlkeleri ve Medya Okuryazarlığı’nda yazılı basında şiddet haberlerinin sunumuyla ilgili ortaya konan kurallar, ilkeler ve uygulamalara yer verilmiştir.

(18)

6 Son bölümde ise çalışmanın metodolojisine yer verilmiştir. 26 Mart 2018 ve 26 Mayıs 2018 tarihleri arasında Habertürk, Hürriyet ve Sabah gazetelerinde

yayımlanan şiddet içerikli haberler incelenmiştir. 690 haberden 671’i çalışma

kapsamına alınmıştır. Haberler 29 soruluk kodlama cetveliyle taranarak içerik analizi yöntemiyle incelenmiştir. Daha sonra veriler değerlendirilerek bulgular

(19)

7 BİRİNCİ BÖLÜM

ŞİDDET ve TÜRLERİ

1.1. Şiddet ve Saldırganlık Kavramları

Etimolojik olarak ‘şiddet’ sözcüğünün dilimize Arapça’dan geçtiği bilinmektedir. Kamus-ı Türki’ de ise şiddet; sertlik, sert ve katı davranış, kaba kuvvet kullanma olarak tanımlanmaktadır. ‘Şedid’ ise sert, katı ve şiddetli anlamına gelmektedir. ‘Şeddat’ da sertlik ve kızgınlığı ile tanınan ünlü eski Yemen hükümdarının ismidir. Ali Püsküllüoğlu’nun ‘Türkçe Sözlük’ü ise ‘şiddet’in günümüzde kazandığı yeni anlamlara da yer vermektedir. Bunlar; karşıt tutumlara ve görüşte olanlara kaba kuvvet kullanma, sert davranma, sertlik olarak ifade edilmektedir. ‘Şiddet olayları’ ise insanları sindirmek, korkutmak için yaratılan olay ya da girişimler olarak ifade edilmektedir. Fransızcada, şiddet(violence); bir kişiye, güç veya baskı uygulayarak istediği dışında bir şey yapmak ya da yaptırmak; şiddet uygulama eylemi, zorlama, saldırı, kaba kuvvet, bedensel ya da psikolojik acı çektirme ya da işkence, vurma ve yaralama olarak tanımlanmaktadır. ‘Violence’ sözcüğü Fransızcaya Latince ‘Violentia’ aracılığıyla girmiş olup ‘violentia’; şiddet, sert ya da acımasız kişilik, güç anlamında kullanılmaktadır. ‘Violare’ ise şiddet kullanarak hareket etmek anlamındadır. Bu sözcüğün kökeni olan ‘vis’ ise çeşitli anlamlarının yanı sıra; güç, erk, şiddet, bedensel gücü simgelemektedir. Eski Yunancadaki ‘bia’nın da, bedensel güç, güç kullanımı ve kullanan anlamında kullanılmaktadır (Ünsal, 1996:29-30).

Türk Dil Kurumu’nun Güncel Türkçe Sözlüğü’nde ‘şiddet’ kelime anlamı olarak bir hareketin, bir gücün derecesi, yeğinlik, sertlik anlamında ifade edilirken; ‘yeğinlik’, bir etkinliğin ya da gücün derecesi, ‘şiddet olayı’ ise; çevreyi sindirmek için yaratılan olay veya girişilen hareket olarak tanımlanmaktadır (TDK, 2018). Keane (1998: 68) ise ‘şiddet’ kelimesinin İngilizcede, Ortaçağ sonlarındaki en eski kullanımına dikkat çekmektedir: Birisine karşı ‘fiziksel güç kullanımı’ ve bu fiziksel güç kullanımının sonucunda buna maruz kalanın, bireyin rahatsız olması, alıkonması, kabaca ya da sertçe müdahaleye uğraması, dokunulmazlığının bozulması, onurunun kırılması, aşağılanması ya da kirletilmesi gibi sonuçlara sebebiyet vermesi olarak

(20)

8 açıklamaktadır. Bireyin yaşadığı toplumsal alanda kendi rızası olmadan ya da bilgisi olmadan yapılan hem fiziksel hem de duygusal olarak zarar verici tüm etkiler olarak nitelendirilmektedir.

Toplumun ve bireyin hayatında önemli bir yer tutan ‘şiddet’ kavramı; savaş, sanat, ticaret, kitle iletişim araçları, turizm gibi yeryüzündeki tüm insanları doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilendiren kültürel olgu ve ürünler bugünkü kadar gelişmeden önce bile ‘şiddet’ sözcüğü her ülkede hatta her insan topluluğunda farklı biçimlerde tanımlanmaktadır (Kocadaş vd., 2010: 9). Ama insan doğası düşünüldüğünde şiddete bakış açısında yine ortak noktalar bulunmaktadır. Bastırılmış bir davranış biçimi olarak varlığını gösteren şiddet, sözlüklerde ‘sertlik, sert ve katı davranış, azarlamada ve cezalandırmada aşırı gitme; inandırma veya anlaşmaya varma yerine kaba kuvvet kullanma; insanın psikolojik, ahlaksal ve fiziksel bütününe zarar veren eylem ve eylemler’ şeklinde tanımı yapılmaktadır (İldeş, 2002: 64). Zarar veren eylemler düşünüldüğünde ise; cinayet, işkence, darbe (vuruş) ve etkili eylem, savaş, baskı, suçluluk, terörizm vb. kavramları akla gelmektedir. (Polat, 2001: 3). Bireye ve topluma zarar veren saldırgan davranışlar ve şiddet eylemleri; öfke, kaygı, korku gibi duygu durumlarının sunucunda gerçekleşmektedir. Bireysel ve toplumsal kargaşa da saldırgan davranışların ve şiddet eylemlerinin kaynağı kabul edilmektedir (Köknel, 2000:15). Çoğu zaman şiddet ya içgüdüsel ve bu nedenle toplumsallaşma sürecinde çok az değişen ya da sadece çevre etkenlerinden kaynaklanan bir davranış olarak görülmektedir. Genellikle psikiatristler, şiddet eyleminde bulunan bireyin toplumla ve ebeveynleriyle olan ilişkisine varana değin tüm geçmişini (aile içi şiddeti de göz önünde bulundurarak) ön plana çıkarmayı yeğlemektedirler (Moses, 1996: 23). Fromm ise (1990:19), savaş açmak için nasıl silahlar gerekliyse, milyonlarca insanı yaşamlarını tehlikeye atmaya ve katil olmaya sürükleyebilmek için nefret, öfke, yıkıcılık ve korku gibi tutkular gerektiğini söylemektedir. Bu tutkuların savaşı başlatmak nedeni olmasa da gerekli koşulları olduğunu savunmaktadır.

İnsanlık tarihiyle birlikte ortaya çıkmış olan şiddet olgusu, kendisiyle birlikte birçok bireysel ve toplumsal öğe ile birleşerek karmaşık bir yapı oluşturmaktadır. Bu nedenledir ki, şiddet olgusunu tanımlamak ve ortaya çıkarmak da kolay değildir. Çok farklı yapılarda karşılaştığımız şiddet, günümüzde gerek bireysel ve gerekse

(21)

9 toplumsal boyutta sık sık karşılaşabileceğimiz bir olgudur. Baskı, eziyet, korkutma, sindirme, öldürme, cezalandırma, başkaldırı, her toplumda derece derece fakat sürekli bir biçimde günlük yaşamda da rastlanan şiddet türleridir (Kocacık, 2001:1). Şiddet sözcüğü genel anlamda aşırı duygu durumunu, bir olgunun yoğunluğunu, sertliğini, kaba ve sert davranışı nitelendirmektedir. Özel olarak saldırgan davranışları, kaba kuvveti; beden gücünün kötüye kullanılmasını; yakan, yıkan, yok eden eylemleri; taşlı, sopalı, silahlı saldırıları, bireye ve topluma zarar veren etkinlikler ifade etmektedir. Saldırganlık davranışı ya da şiddet eylemi, insanın bedensel, ruhsal, toplumsal yapısına; doğaya, nesnelere zarar verir, bunları yakmak, yok etmek doğrultusunda olursa, amaç beklenti, istek, neden dikkate alınmadan kötü, zararlı saldırganlık, şiddet olarak değerlendirilebilir (Köknel, 2000: 20-24).

‘Şiddet’ ve ‘saldırganlık’ kavramları sürekli birbirinin yerine tercih edilmektedir. ‘Şiddet’ daha çok gündelik dilde sergilenen davranışın kendisini tanımlamak için kullanılmaktadır. Bu tür davranışlar sergileyen bireylerin ruh hali ise ‘saldırgan’ olarak tanımlanmaktadır. Şiddetin anlaşılması, bireylerin psikolojik durumlarının ve kendilerine özgü motivasyonlarının sebep ve sonuçlarının açıklanmasına bağlanmaktadır (Riches, 1989: 153).

Saldırganlık; hakim olmak, yenmek, yönetmek amacı ile güçlü, şiddetli, etkili bir hareket, fiil, işlem; engelleme, bir işi bozma, boşa çıkarma karşı düşmanca yaralayıcı, hırpalayıcı veya tahrip edici amaç taşıyan bir davranış anlamında kullanılmaktadır. Şiddet ve terör ise saldırganlığın çeşit ve dereceleri olarak konumlandırılmaktadır. Bireyler arasında şiddet; kanunlara uymamak, kişiye zarar vermek, hakaret etmek, onurunu kırmak, sükunet ve huzura son vermek; birinin hakkını çiğnemek, incitmek, canını yakmak, zor kullanmak; yıkıcı aşırı davranışlarda bulunmak, aşırı derecede öfkelenmek şeklinde kendini göstermektedir. Terör ise; dehşeti aşırı korku-dehşet saçma ve bu amaçla yaralama, yıkıma uğratma ve öldürme davranışlarının tümü olarak ifade edilmektedir (Erten ve Adalı, 1996:143). Hem şiddet hem saldırganlık hem de terörün ana kaynağı olarak da ‘güç’ gösterilmektedir. Gücü elinde bulunduranlar tarafından insana ya da insanlığa uygulanan eylemler olarak ifade edilmektedir.

(22)

10 Güç ve saldırganlık kavramlarının şiddetle ilişkisi doğrudandır. Gücün birey, gruplar ya da daha genel anlamda toplumsal bazda zarar verici nitelikte bir eğilim içinde kullanılması da şiddeti tanımlamaktadır. Güç, saldırganlık ve şiddet kavramlarının birbirini besler nitelikte ve zincirleme bir süreçte hareket etmektedir (Ayan, 2010:16-17). Erten ve Ardalı (1996:143) da saldırganlık ve şiddette gücü önemli bir yere koyarak; saldırganlığı ‘yönetmek, hakim olmak, yenmek amacıyla güçlü, şiddetli, etkili bir hareket, fiil işlem: bir işi bozma, engelleme, boşa çıkarmaya karşı düşmanca, yaralayıcı, hırpalayıcı veya tahrip edici (yıkıcı, yok edici) amaç taşıyan bir davranış’ olarak tanımlamaktadırlar.

Şiddet ve saldırganlık farklı birer olgu gibi değerlendirilse de alanda yapılan çalışmalar birbirlerinden tamamen bağımsız kavramlar olmadığını göstermektedir. Şiddet, insanda doğal olarak var olduğu kabul edilen saldırganlık eğiliminin bireysel ya da toplumsal boyutta, ancak diğerlerine zarar verecek biçimde yansıtılmasıdır. Şiddetin temelindeki saldırganlık eğilimini harekete geçiren önemli bir etken de engellemedir. Bu yüzden her saldırgan davranışın temelinde engellemenin olduğu iddia edilmektedir. Engellemenin saldırganlık için bir uyarıcı olduğu ve organizmayı saldırgan olmaya hazırladığı bilinmektedir (Worchel vd. 2000: Aktaran, Ayan, 2010:17). Engellemenin sadece fiziksel güç kullanma olarak düşünülmemesi gerektiği, örneğin açlık, susuzluk gibi fiziksel ya da sevgi, ilgi, dokunma gibi psikolojik ihtiyaçlarının karşılanmaması (engellenmesi), insanı bu durumda saldırganlığa itmektedir. Buradan da anlaşılacağı üzere saldırgan eylemin nedeni, ortaya çıkış biçimi veya boyutu, yönü, niteliği ve sonucu şiddet konusunda farklı tanımlamalara gitmenin veya farklı bakış açılarıyla şiddeti değerlendirmenin nedenini de oluşturmaktadır (Ayan, 2010:17-18). Gerbner ve arkadaşları şiddeti fiziki açıdan tanımlarken Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nde medyada sunulan fiziki şiddetin yoğunluğunun etkisi altında kalmış olma ihtimalleri vardır. Çünkü televizyon şiddetini, iktidar bağlamında aldıklarından dolayı tanımları, fizikselliği ve zarar vericilik niyeti olması ya da vermesi şartını koşmaktadırlar (Özer, 2004: 147).

Anderson ve Bushman ise, şiddeti amacı aşırı zarar vermek olan bir saldırganlık olarak tanımlamaktadır. Her şiddet bir saldırganlıktır ama saldırganlığın birçok

(23)

11 örneği şiddet olarak tanımlanmamaktadır. Kendini korumak için yapılan davranışlar şiddet içerikli bir davranış olarak kabul edilmezken saldırganlık olarak tarif edilmektedir. Birbiri yerine kullanılan kelimeler olsa da anlamları farklılaşmaktadır. Şiddetin kin, nefret, öfke gibi duygulara dayanan, nitelikli ve daha fazla zarar verici bir saldırganlık durumu ise şiddeti de içine alan daha geniş anlamı olan bir üst kavram olarak karşımıza çıkmaktadır (Aktaran, İşıker, 2001: 7-8). Koruma ve savunma amaçlı yapılan saldırgan davranışlar, şiddete göre biraz daha dış tehlikelere karşı kendini koruyucu bir özellikte karşımıza çıkmaktadır. Ama insanların kendisini korumak ya da savunmak amaçlı kullandığı saldırganlık, istediği her şeyi almak için kullanılmaya başlandığında da insanları kötü sonuçlara götürmektedir. Çünkü şiddet ve saldırganlıkla her istediğini elde eden ve bunu alışkanlık haline getirmiş bireyler hem kendine hem de topluma ciddi zararlar verebilmektedir. Çünkü saldırganlık ve şiddet de birçok nedenden dolayı insanları çevrelemiş durumdadır.

1.2. Şiddet ve Saldırganlığın Nedenleri

Şiddet ve saldırganlığı sadece bir nedene bağlanmaktadır. Çünkü hayvanlar arasında bile liderlik yarışı, kendini ve soyunu koruma, avlanma gibi birçok neden varken insanlar arasında çok daha fazla nedenden dolayı şiddet ve saldırganlığa başvurulmaktadır. Durum böyle olunca da uygulanan farklı boyutlardaki şiddeti tek bir nedene bağlamak doğru değildir. Çünkü insan, hayvanlardan farklı olarak toplumsal yapı içerisinde çok çeşitli ortamlarda bulunmakta ve çok değişik durumlarla karşı karşıya kalabilmektedir.

Şiddet olaylarının, bireysel ve toplumsal etkenlerin birlikte şekillendirdiği olaylar olduğu, bireysel düzeyde yaşanan şiddet olaylarının, bireyin içinde bulunduğu toplumsal koşullardan ayrı düşünülememektedir. Aynı şekilde toplumsal düzeyde yaşanan şiddet olaylarının da bireyin kişilik özelliklerinden ayrı tutularak değerlendirilemeyeceği söylenebilir. Böylece gelişimini sağlıklı toplumsal koşullarda tamamlamış, bireylerin sağlıklı toplumsal yapılar meydana getireceği, toplumsal koşulların yetersizliğinin ise sağlıksız bireysel gelişimlere, sağlıksız bireysel gelişim geçiren bireylerin de doğal ve toplumsal çevrelerinde saldırgan davranışlara ve şiddet eylemlerine neden olabilmektedir (Ayan, 2006: 199). Toplumsal yapı içerisinde

(24)

12 bireyin ilgilendiren yapıların hepsinin birbirine bağlı hareket ettiği ve birbirini etkilediği görülmektedir. İnsanın pek çok yapı içerisinde aynı anda bulunması şiddetin nedenleri noktasında da çeşitlilik göstermektedir.

Şiddet çok yönlü bir olaydır. Tek bir neden şiddeti doğurmaz. Ekonomik, psikoloji, toplumsal boyutlar şiddet olayında birlikte söz konusu olmaktadır. Şiddetin tek bir nedene indirgenerek algılanması ve açıklanması bilimsel gerçeklerle de ters düşmektedir. Kalıtımsal olarak açıklaması da artık geçerliliğini kaybetmekte ve şiddet bugün tamamen toplumsal bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Ve çevreden kaynaklanmaktadır (Tezcan, 1996: 107). ‘İnsan neden saldırganlık gösterir?’ sorusunda cevabı sıkça araştırılan ama açıklaması oldukça zor olan ve aslında tüm insan davranışlarının doğasına yönelik bir tartışmayı da zorunlu kılmaktadır. Hayvanlar için saldırganlığın biyolojik ve davranışsal karşılıklarını, eşlik edenlerini bulmak oldukça kolaydır. Ancak konu insan olduğunda, biyolojik yapıyı aşan birçok faktör işin içine girdiğinde iş zorlaştırmaktadır. İnsan davranışının doğası, son derece karmaşıktır. Saldırganlık insanın doğasında mıdır yoksa sonradan içinde bulunulan çevrenin etkisiyle ortaya çıkan bir olgu mudur? Araştırmalar sonucu verilebilecek en uygun cevap ‘her ikisi de’ olmaktadır. İlk sorunun cevabı saldırganlığın biyolojik yönünü işaret ederken ikinci sorunun cevabı sosyal etkenleri daha fazla öne çıkarmaktadır. Tarihte bu iki cevaptan sadece biri yönünde tavır alanlar olsa da bugün bilim dünyası, her iki etkenin de saldırgan davranışı belirleyen nedenler üzerinde etkili olduğunu göstermektedir. Araştırmalar göstermiştir ki; saldırgan davranışı biyolojik etkenler kadar çevresel ve yaşantısal etkenler de etkilemiştir (Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, 1998:10). Şiddet ve saldırganlığın temel nedenleri konusunda ileri sürülen fikirler de yine insanın bireysel ve toplumsal etkileşiminden hareketle açıklanmaya çalışılmaktadır.

Toplumsal alanda önemli bir sorun olan şiddet, çeşitli şekillerde ortaya çıkabilen ve çeşitli gruplara yönelik olabilen bir davranış olarak karşımıza çıkmaktadır. Şiddete; kalıtsal etkenlerden içgüdülere, kişilik özelliklerinden engellenme karşısında verilen tepki biçimine, toplumsal ve kültürel etkenlerden merkezi sinir sistemindeki ileticiler ve hormonlara kadar pek çok faktör etki edebilmektedir (Batlaş, 2000: 238-249).

(25)

13 1.2.1. Biyolojik Nedenler

Nedeni ya da türü ne olursa olsun şiddetin temelinde taraflar arasında bulunan bir güç dengesizliği karşımıza çıkmaktadır. Şiddet; güçlünün egemenlik kurma, isteklerini kabul ettirmesi üzerine kurulu, dengeleri bozan, yaşamı tehdit eden ve hatta yok eden bir davranış türü olarak toplum sağlığını olumsuz bir şekilde etkisi altına almaktadır.

Eski çağlardan beri insanın çevresini anlamak, hayatını devam ettirmek ve hükmetmek için çeşitli şekillerde şiddete eğilimli olduğu bilinmektedir. İnsandaki şiddet eğilimini biyolojik faktörler üzerinden açıklayan Lorenz’e göre (1966: 66-70), kavramsal olarak düşünmenin sonucunda, çevre hakkında sorular sorarak deneyler yapmak, insana ilk aletlerini, yumruk biçimli taş baltayı, ateşi kazandırmıştır. İnsan bunu yaşadığı yerdeki buluntularla kanıtlandığı gibi, öldürmek ve kızartmak için de kullanılmıştır. Ateşin kullanıldığına ilişkin ilk izlerin yanında, küçük parçalara bölünmüş ve açıkça kızartılmış insan kemikleri de bulunmuştur. Kavramsal düşünme insanın türünün dışındaki çevreye egemen olmasını kolaylaştırmıştır. Ama kavramsal düşünme; insana, sözcük diliyle bireysel bilginin aktarılması ve kültürel gelişme olanağı sağlarken insanın yaşam koşullarında öyle hızlı ve alt üst edici değişikliklere neden olmuştur ki, insanın içgüdülerinin uyum sağlama yeteneği, bu değişiklikler karşısında başarısız kalmıştır. İnsanların silah ve araç kullanmaları ve bu ikisinden kaynaklanan, dünyaya egemen olmaları gibi, kavramsal düşünmenin en güzel armağanı da tehlikeli sonuçlara yol açtığıdır. İnsanın tüm kültürel başarılarının en büyük kusuru onun yalnızca bireysel değişme yoluyla, öğrenme yoluyla etkilenebilir özelliklerini ve çalışmalarını ilgilendiriyor oluşundan kaynaklanmaktadır. Türümüze özgü, doğuştan edinilmiş davranış tarzlarımızın pek çoğu böyle değildir; bu davranışların, kavramsal düşünme sahneye çıkmadan önce her şeyin içinde olup bittiği türsel dönüşüm içinde değişme hızları, herhangi bir gövdesel belirtinin değişim hızı gibi aynı kalmaktadır.

İnsanda doğal bir güç olarak var olan saldırganlığın, sapma ile ilişkisi toplumsal etkileşim durumunda ortaya çıkmaktadır. İnsanın biyolojik yapısında potansiyel bir güç olarak taşıdığı saldırganlık içgüdüsünü, toplumsal normları

(26)

14 çiğneme ya da ona karşı olma niteliği taşıyan eylemlere dönüştürmektedir. Bu doğrultuda saldırganlık eğilimi ve sapma davranışının ortaya çıkış nedenleri göz önüne alındığında kesin sınırları olmayan kavramlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü sapmaya yol açan dinamikliğin bir bölümü engelleme duygusundan kaynaklanırken, bir bölümü de kümelerin koyduğu ‘uygun’ davranış ölçülerini ve bunların sınırlarını sınamaktan, zorlamaktan kaynaklanmaktadır (Ergil, 1984: 215-216).

1.2.2. Psikolojik Nedenler

Bloom’a göre Freud, psikanalitik kuramında içimizdeki ‘karanlık güçler’in farkına varılmasını sağlamaktadır. Freud, uygarlık denilen şeyin neden bu kadar yüzeysel, mantığın ve ahlaki değerlerin sesinin neden bu kadar zayıf olduğunu göstermektedir. Mantığın ve ahlaki değerlerin bastırılmasının yavaş yavaş ortadan kalkmasıyla bireylerin giderek içinde varolanla tanışmıştır. Daha sonra uygarlığa, bilime ve mantığa karşı yaşanan derin güven ve bu temeller üzerinde yükselen ütopik uygar toplum modeli, hemen yüzyılın başında yaşanan ve daha sonraki yıllarda da derin izler bırakacak toplumsal olaylarla birlikte yıkıldığı bilinmektedir. Hartmann, Kris ve Loewenstein tıpkı Freud gibi saldırganlığın doğuştan geldiğini kabul etmektedirler fakat Freud’dan farklı olarak saldırganlığın ölüm içgüdüsünden kaynaklandığını kabul etmemektedirler. Saldırganlığın en başından beri dışarıya yani başkalarına yönelik bir biçimde gelişim gösterdiğini savunmaktadırlar. Hatta Hartmann’a göre bireyin içinde doğuştan var olan ilkel saldırganlık benliğin gelişiminden önce varlığını devam ettiren temel bir dürtüdür. Bu dürtü, nötralize edilerek benliğin hizmetinde yapıcı bir şekilde kullanılabilmektedir. Saldırganlığın nötralize edilmediği durumlarda ise serbest saldırganlığın yıkıcı ve çatışma doğuran yönünü savunmaktadır (İşçan ve Demirergi, 1994: 116-117).

Şiddeti içgüdüsel bir olgu olarak değerlendirenlerin başında gelen Freud, ‘içgüdüsel dürtü teorisi’nde, saldırganlık ve cinselliği birer dürtü olarak sunmaktadır. Bu dürtülerin kullanılma biçim ve niteliğinin ise insandaki gelişmişlik düzeyine göre değişiklik gösterebileceğini savunmaktadır. İkinci ‘içgüdüsel dürtü teorisi’nde ise

(27)

15 yaşam içgüdüleri ile ölüm içgüdülerinden söz etmektedir. İnsan doğası gereği yaşam içgüdüleri ve ölüm içgüdülerinin birlikte var olduğunu, insanların yaşam içindeki tüm eğilimlerinin ise bu iki içgüdünün sonucu olduğunu belirtmektedir (Challaye, 1968: 4-8).

Freud’a benzer bir şekilde şiddeti içgüdüsel bir olgu olarak kabul edenlerden biri de Eric Fromm’dur. ‘Sevginin ve Şiddetin Kaynağı’ adlı eserinde (1990:10-38), insan eğilimlerinin temelinde yatan en kötü ve en tehlikeli üç olgudan bahsetmektedir. Bunları ‘ölüm sevgisi’, ‘hastalıklı narsisizm’ ve ‘birlikte yaşayan insanlar arasındaki kandaşla cinsel ilişki saplantısı’ başlıkları altında toplar. Bu üç olgu birleşerek insanı yıkmak için yıkmaya, nefret etmek için nefret etmeye götüren ‘çürüme belirtisini’ oluşturmaktadır. Bu ortaya çıkan ‘çürüme belirtileri’nin karşısına ‘gelişme belirtileri’ dediği şeyi koyar ve bu belirtiler, ‘ölüm sevgisi’ne karşı ‘yaşam sevgisi’ni, ‘kandaşla cinsel ilişki saplantısı’na karşı bağımsızlığı kapsamaktadır. Bu bağlantılar kapsamında Fromm, katıksız ölümseveri ‘deli’, katıksız yaşamseveri ise ‘aziz’ diye nitelendirmektedir. Farklı toplum yapılarında çeşitlilik gösterse de insanların çoğunda yaşamseverlik ve ölümseverlik eğilimlerinin kendine has bir karışımı görülmektedir. Bu durumsa asıl önemli olan ise bu iki eğilimden hangisinin daha ağır bastığıdır. Bu araştırmalarının sonucunda Fromm, ölümseverlik eğilimi ağır basanların en belirgin özelliği şiddet karşısında aldıkları tutumdur. Şiddet ve öldürme, ölümsever yönü ağır basan insanlarda bir yaşam biçimi haline gelmektedir. Fromm’un bu sonuçlarından da anlaşılacağı üzere gerek Fromm gerekse Ericson, insandaki şiddet ve saldırganlık eylemlerini içgüdüsel eğilimlere bağlamaktadırlar.

1.2.3. Toplumsal ve Çevresel Nedenler

Biyolojik ve psikolojik nedenlerin yanında toplumsal yapı ve çevresel birçok neden de şiddet ve saldırganlık eylemlerinin nedenlerini belirlemektedir. İnsanın doğumundan itibaren aile, okul ve etkileşimde bulunduğu bütün çevreler aynı zamanda şiddet ve saldırganlık gibi davranışlara karşı tutumu noktasında bireyi etkilemektedir. Yaşanılan toplumda düzensiz davranışların fazla olması, yoksulluk ve fakirliğin getirdiği sıkıntılar, toplumsal yapının bireyin ve aileye destek olma

(28)

16 yönündeki eksiklikleri gibi pek çok nokta şiddet eylemlerine zemin hazırlamaktadır.

Sosyolojik yaklaşıma göre şiddet; kültürel, yapısal, ilişkisel ve ekonomik faktörlere bağlı olarak karşımıza çıkmaktadır. Kültürel anlamda şiddet, toplumsal yaşamda bazı durumlar karşısında belli kişilere karşı şiddet kullanımının kabul gördüğü ve bu düşüncenin nesilden nesile aktarılmasıdır. Yapısal anlamda şiddet, yoksulluk ve olanaksızlığın insanları yasal olmayan yollarda isteklerine ulaşmaya ve şiddet kullanmaya ittiğini; ilişkisel anlamda şiddetin tahriksel davranış ve sözler neticesinde ortaya çıktığı, ekonomik anlamda ise kişilerin şiddet sonucu elde edecek maddi kazançları hesaplayarak bu tür davranışlara yöneldikleri düşünülmektedir (Polat, 2001: 20-65). Şiddeti sosyo-psikolojik açıdan ele alanlar da şiddetin ortaya çıkışında toplumsal yapı, hareketlilik ve değişimin önemli bir rol oynadığını savunmaktadır. Hızlı toplumsal değişimlerde şiddeti doğuran yeni engellemelerin bulunduğu ve bunun da hızlı ekonomik gelişmeyle azaltılacağı yine çalışmalarla ortaya koymuşlardır (Campbell ve Muncer, 1990: 415-416).

Şiddet, zarar verici yönü bakımından evrensel bir olgu olmasına rağmen, sebepleri ve ortaya çıkış biçimleri açısından bulunduğu toplumsal yapının özelliklerine göre şekil alır. Her toplumsal yapıda farklı nedenler ve biçimlerle ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden farklı toplumlarda ortaya çıkan farklı türdeki şiddet nedenlerini ve biçimlerini anlamaya çalışırken yaşanılan toplumun yapısı, birimleri ve bunların alt sistemleri olan fonksiyonalizm ve toplumu birbiri ile çatışan birim ve öğelerden kurulu sayan çatışmacı görüş (Kongar, 2002:150-171) ve bireyi önemseyen, benlik ile toplum arasında köprü kurmaya çalışan sembolik etkileşimcilik olacaktır (Kızılçelik, 2002:135-136). Şiddeti sosyo-psikolojik açıdan ele alanlar, şiddetin ortaya çıkışında toplumların yapılarının, hareketliliğinin ve toplumsal değişimin önemli bir rolü bulunmaktadır. (Campbell ve Muncer, 1990, 412-419). Kaynağı ve hedef aldığı alanlar açısından toplumlara ve zamana göre değişiklik arz eden bir olgu olarak değerlendirilen şiddet, Micheal Mffesoli’nin de belirttiği gibi, barbar bir çağın kalıntısı bir olumsuzluk değil, toplumların gelişmişlik düzeyi, şiddet eğilimlerinin biçimlenmesinde ve ortaya çıkmasında önemli bir etken olarak gösterilmektedir (Keleş ve Ünsal, 1996:91).

(29)

17 Farklı toplumlarda ve toplumun farklı katmanlarında saldırgan davranışların ve şiddet olaylarının değişen sıklıkta olması, şiddet ve saldırganlığın bireysel özelliklerin ötesinde toplumsal bazı sebepleri olduğunu ve bu toplumsal etkenlerin de saldırganlığı etkilediği düşüncesini doğurmaktadır (Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, 1998:13).

Ayan, şiddet olaylarını, bireysel ve toplumsal etkenlerin birlikte oluşturduğu; bireysel düzeyde yaşanan şiddet olaylarının, bireyin içinde bulunduğu toplumsal koşullardan ayrı düşünülemeyeceği, aynı şekilde toplumsal düzeyde yaşanan şiddet olaylarının da bireyin kişilik özelliklerinden ayrı tutulamayacağının önemli bir nokta olduğunu söylemektedir. Sağlıklı toplumsal yapılarda yaşayan bireylerin sağlıklı bir toplum yapısı oluşturacağı, toplumsal koşulların yetersiz kaldığı ya da aksadığı durumlarda da bireysel gelişimlere, sağlıksız bireysel gelişim geçiren bireylerin de doğal ve toplumsal çevrelerinde saldırgan davranışlara ve şiddet eylemlerine neden olacağının altını çizmektedir (2010:51). Çünkü şiddet hem bireysel hem de toplumsal bir olgudur. Hem bireysel düzeyde hem de toplumsal düzeyde yaşanan şiddet olayları birbirini etkilemektedir. Bu açıdan bakarsak ‘Ailede şiddet varsa toplumda da şiddet vardır’ diyebiliriz. Aynı zamanda toplumda şiddet varsa bunun aileye yansıması daha kolay olmaktadır. Çünkü aile, şiddeti hem üreten hem de toplumda yaşanan şiddet eylemlerinden etkilenen bir konumdadır.

Yapılan yerli ve yabancı araştırmalarda aile içinde şiddetin her türlüsünün yoğun bir şekilde yaşandığını, ancak güçsüz ve çaresiz olan kadın ve çocuklara yöneltilen şiddetin erkeklere kıyasla daha yoğun olduğu görülmektedir. Kadınlar ve çocuklar, erkeklerin uyguladığı şiddetten daha fazla mustarip olmaktadır. Çünkü çocuğa uygulanan şiddet, çocukta fiziksel yaralanmalara yol açmasının yanında bilişsel, davranışsal, sosyal ve duygusal fonksiyonlar üzerinde zararlı etkilere de yol açmaktadır. Aile içi şiddet çocuklarda sağlık sorunlarına yol açmakta, aile içi istismarın ise tüm genetik hastalıkların toplamından daha fazla insanın hayatına zarar verdiği bilinmektedir (Nicolson ve Wilson, 2014:267). Ailenin toplumun çekirdeğini oluşturduğunu kabul ettiğimizde, ailenin yetiştirdiği çocuklar, toplumun geleceğine yön verdiğinden üzerinde önemle durulmalıdır.

Eşlerin birbirlerine, eşlerini birbirine, anne-babanın çocuklarına ya da diğer aile bireylerinin birbirlerine uyguladıkları değişik şiddet türlerinden oluşan ‘aile içi

(30)

18 şiddet’i birçok faktör aynı anda etkilemektedir. Toplumsal alanda yaşanan şiddet olaylarının nedenleri aile içi şiddet için de söz konusudur. Çünkü aile içinde yaşanan şiddeti toplumdan ayrı düşünmek mümkün değildir. Bunun için toplumdaki şiddet ile ailedeki şiddet birbirine bağlı ve birbirinden beslenmektedir.

Aile içindeki şiddeti anlayabilmek için aile bireylerinin konumu önem arz etmektedir. Toplumumuzun geleneksel yapısına baktığımızda demografik özelliklere göre bireyler belli rolleri üstlenmektedir. Erkeğin üstlendiği ve oynadığı rolde üstün bir statüden hareket etmesi, daha önce de belirtildiği üzere, değişen yaşam koşullarına nazaran daha yavaş değişen kültürel normlardan kaynaklanmaktadır. Aile içinde kız ve erkek çocuğa atfedilen roller ve onlarla kurulan ilişkiler, genel olarak kadın-erkek rol farklılaşmasını temellendiren değerlerle aynı doğrultuda ele alınmalıdır. Bu kültürel normların değişmeye karşı direnci ise sosyalleşme boyutunda kuşaktan kuşağa aktarılan değerler bağlamındadır. Kültürel yapımızda erkeğe üstün, kadına ise düşük pozisyonda roller biçerek, sürekli değişmeler karşısında kimi zaman toplumsal, kimi zaman aile içinde ve kimi zaman da bireysel düzeyde patlamaların yaşandığı olumsuzlukları da getirmektedir. Bu noktada aile içindeki ebeveynler arasında ya da ebeveyn ve çocuklar arasında yaşanan şiddet, tıpkı cinsiyet rollerinden kaynaklanan farklılaşmanın meşrulaştırılması gibi düşünüldüğünden konuyu tam olarak ortaya koymakta güçlükler yaşanmaktadır (Ayan, 2010: 92-93). Kültürel yapımızdaki bu doğal meşrulaştırma da cinsiyetçi yapının belirginleşmesine ve şiddetin ailede ve toplumda daha da normalleşmesine yol açmaktadır.

Toplumsal ve kültürel yapımız şiddeti meşrulaştıran, bireyleri farkında olmadan şiddete karşı duyarsızlaştıran ve şiddeti öğreten birçok sosyal değerlerle doludur. Cinsiyetçi rol farklılaşmasına da kaynaklık eden erkek egemen bir aile ve toplum yapılanması, buna bağlı olarak meşrulaştırılan töre ve namus cinayetleri, kan davaları, toplumsal dayanışma ve yardımlaşma anlayışının ötesine taşan ve bir gösteriye dönüşen dinsel ritüellerimiz bunlar arasında sayılabilmektedir. Bunların yanında gelişen kitle iletişim araçlarıyla şiddet olaylarını cazip kılma ve seyredilme oranlarını arttırma endişesi içinde şiddet olaylarını bireyle toplum arasında aracılık eder bir pozisyonda sunması, şiddetin tanık olunarak öğrenilmesinde etkili bir başka gelişme olarak değerlendirilebilir (Ayan, 2010: 7-8). Bireysel faktörlerle birlikte

(31)

19 çevresel faktörlerin de şiddetin oluşmasında önemli bir etkisi bulunmaktadır. Toplumun kültürel değerleri, intihara karşı tutumu, çocuğa yaklaşımı, kadın ve çocuklar üzerinde erkeğin etkisine yaklaşımı, polisin meydana gelen olaylara karşı tutumu şiddete teşvik eden veya engelleyen nedenler arasında sayılabilir. Bireyin içinde bulunduğu okul ve iş yeri ortamı, komşuluk ilişkileri, eş ve aile bireyleri arasındaki ilişki gibi fiziksel ve sosyal çevre de şiddetin oluşmasına zemin hazırlamaktadır. (Paksoy, 2006: 122: Aktaran, Duğan, 2015: 16). İçinde yaşanılan çevre, şiddetin kendine yer edinebileceği ve yaşayabileceği bir ortam bulmasına neden olmaktadır. Bunun için şiddetten uzak, sağlıklı bireylerin yetişmesi için toplumsal çevre önemli bir konumdadır.

Köknel’e (2000: 65-67) göre, bireyin ruhsal yapısı ve yaşantısı toplum içinde gelişir. Sağlıklı toplumsal koşullarda sağlıklı duygusal eğilimlere sahip bireylerin yetişmesi de kaçınılmazdır. Çünkü bireyler içinde bulundukları topluma ve kültürel yapıya paralel olarak kendilerini şekillendirmektedirler. Topluma göre kendilerini şekillendirmediklerinde toplum dışına itilme ve yalnız kalma tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu açıdan düşündüğümüzde her kültür, bireylerine aile ve diğer toplumsal kurumlar aracılığı ile verilir ve böylece ortak bir yaşam tarzı oluşturulur. Bu ortak yaşam içinde bireylerin davranışlarını belirleyen ve topluma uyum sağlamasını kolaylaştıran ortak değerler vardır. İşte bu değerler, bireylerde kişiliğin toplumsal yanına vurgu yapan üstbenliği, süperegoyu biçimlendirmektedir.

Toplumsal yapımızda şiddetin nereden geleceği belli değildir. Aileden mi, okuldan mı, yolda yürürken karşımızda çıkan bireylerden mi? Ya da ailedeki, okuldaki ve günlük yaşamdaki şiddeti öyküleştirerek sunan kitle iletişim araçlarından mı? Hangisinin şiddeti bir aracı olarak kullandığı, beslediği ve öğrettiği kesin çizgilerle belirlenemese de şiddet söz konusu olduğunda tüm etkenler göz önüne alınmalıdır (Öngören, 1994: 12-15). Pek çok alanda karşılaştığımız hatta bizzat yaşanılan şiddet olayları, aile ve okul gibi toplumsal yaşamın birebir içinde olan şiddet olaylarının gelişmesinde ve tekrar etmesinde ise kitle iletişim araçları rol oynamaktadır. Bu yüzden şiddeti hedef alan ve onu önlemeye çalışan pek çok uygulamanın şiddetin ortaya çıkmasında ve biçimlenmesinde etkisi olan ve günün her anında bireylerin başvurduğu kitle iletişim araçlarını görmezden gelmesi mümkün değildir.

(32)

20 Kitle iletişim araçlarının şiddet ve saldırganlığa neden olan etkili bir seçenek olması ailenin mi, kitle iletişim araçlarının mı şiddeti daha önce bireye tanıttığı konusunu tartışmaya açmaktadır. Ailenin de kitle iletişim araçlarının da şiddeti çocuklara, gençlere ve yetişkinlere tanıttığı, sergilediği ve onları şiddetle eğittiği gerçeği görmezden gelinemez. Tüketim toplumunun şiddeti günlük yaşamın vazgeçilmez bir parçası haline getirmesiyle şiddet giderek aile içinde ve insan ilişkilerinde insanların eğlence aracı olarak kullandıkları yollardan biri haline gelmiştir (Öngören, 1994: 12-14). Bu yüzden şiddetin nedenleri, öğreticileri, özendiricileri ve uygulayıcıları söz konusu olduğunda geniş bir düzlemde düşünülmelidir. Şiddet ailede başlayıp bireyin eğitim hayatına başlamasıyla da okulda devam eden ve engellenmediğinde de toplumsal alana yayılan bir olgudur.

Şiddeti caydırıcı kılabilmek ve önleyebilmenin en önemli boyutu hukuksal düzenlemeler olsa da aile içi şiddetin ortaya çıkarılmasında güçlükler yaşanmaktadır. Aile içi mahremiyetinden ve buna bağlı olarak aile içinde yaşanan şiddet olaylarının meşrulaştırılmasından kaynaklanmaktadır. Bu yüzden aile içinde yaşanan şiddet suçlarının da gizli kalmasını artırmakta, gizli tutulması aile içi şiddet olaylarının ortaya çıkmasını ve çözümünü engellemektedir. Şiddetin gizlenmesi ve aile mahremiyeti içinde saklanması ise şiddetin çözümünü imkansız kılarken, diğer taraftan da şiddetin aile ve toplum içinde yaşamasına ve yeniden üretilmesine yol açmaktadır.

Daniel Lerner, ‘Geleneksel Toplumların Geçişi’ adlı eserinde ülkemizi intikal kategorisinde düşünmektedir. Ona göre Türkiye, ne geleneksel ne de modern bir toplum yapısına sahiptir. Sadece geçişin olduğu bir saha olarak nitelendirmektedir. Geçişli toplum ise, istikrarlı ve dengeli bir kimliği olan geleneksel toplum ile iş bölümü neticesi farklılaşmış ve kendi içinde bütünleşmiş modern toplum arasına sıkışmış, henüz dengeli bir yapıya ulaşan kuruluşlar olmaması nedeniyle şiddete açık bir toplumdur (Aktaran: Türkdoğan, 1996: 160).

Toplumun dini özellikleri de şiddet açısından düşünülmesi gereken bir diğer husustur. Özellikle de kadınlara uygulanan şiddette dinsel etkenlerin önemli bir rol oynadığı görülmektedir. Çünkü yaşanılan ya da uygulanan şiddetin toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin toplum nezdinde din ile meşrulaştırılması söz konusu olabilmektedir. Din, davranış ve düşüncelerimize kutsallık kazandırmak; bireyin iç

(33)

21 dünyasında olup bitenleri, ferdin inanç ve bilinçlerini, bilgi ve tezlerini, toplumsal kuramları, siyasal ve toplumsal düzeni, onlara nihai olarak geçerli ontolojik statüler bahşetmektedir. Yani onları kutsal çerçeveye yerleştirerek meşrulaştırmaktadır. Din, sosyal düzeni legal, moral ve gelenek normları vasıtasıyla meşrulaştırdığı için, bu toplumların düzenleri için önem taşımaktadır (Akçer, 2006: 10).

Toplumsal etkenler kadar şiddet olaylarının önemli bir sorun haline gelmesinde çevresel etkenler de önemli bir yer tutmaktadır. Genel olarak şiddet, bireysel düzeyde, ekolojik ve toplumsal etkenlerden hareketle açıklanmaya çalışılmaktadır. Ekolojik etkenler, toplumsal yaşamı şekillendiren doğal etkenlere dayanmaktadır. Çünkü birey, toplum içinde kendine özgü biyolojik özellikleri olan ve bunlarla sosyal yaşamda kendine yer edinmektedir. Bu özellikleriyle doğal ve toplumsal çevresinde oluşan olaylara vereceği tepkiler bireyin saldırgan ya da uyumlu bir kişilik olup olmadığının da bir anlamda belirleyicisi olmaktadır.

Hobbes’a göre birey, her şeyden önce kendi varlığını ayakta tutmaya ve koruyup sürdürmeye çalışan bir varlıktır. Ve bu onun ana güdüsüdür ve bireyin tüm eylemlerini de bu güdü belirler. Bu da bireyi doğa nimetlerinden daha fazla yararlanmaya iter. Tüm bu süreç ise herkesi birbirine düşman eder ve herkesin herkese karşı savaşı başlar. Bu durumda insan insanın kurdudur. Ancak genel bir güvensizlik yaratan bu durum, insanın ana güdüsü olan kendi varlığını korumayı istemesine pek aykırıdır, bu bakımdan ise tehlike arz etmektedir. Varlığını korumak güdüsü yine bu durumdan kurtulup herkesin güvenliğini sağlayan bir durumu bulmaya insanı zorlar (2001: 27-31: Aktaran, Ayan, 2010:24).

Çevresel ve toplumsal etkenleri sayarken ülkemizde şiddeti artıran düzenlemeleri de göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Özellikle de ülkemizde bireysel silahlanmanın artmasıyla birlikte insana, hayvana, doğaya her geçen gün daha da artan bir şekilde uygulanan şiddet, gündelik yaşamın sıradan bir ritüeli haline gelmiştir. Umut Vakfı’nın verilerine göre bireysel silahlanma ile işlenen cinayetler bir yılda yüzde 27 artmıştır. Her yıl Türkiye’de 4 binden fazla insan bireysel silahlarla can vermiştir. Son iki yılda bireysel silahlarla işlenen suçların yüzde 74’ünde ateşli silahlar kullanılırken, bu oran 2017’de neredeyse yüzde 80’e çıkmıştır ve bu ise sadece basına yansıyan haberlerden çıkan orandır. İçişleri

(34)

22 Bakanlığı ile Emniyet Genel Müdürlüğü rakamları daha yüksektir. Ayrıca ülkemizde en az yüzde 85’i ruhsatsız 25 milyon bireysel silah vardır (Alphan, 2017: hürriyet.com.tr). Bireysel silahlanmanın arttığı bir dönemde ayrıca son zamanlarda enflasyonla mücadele kapsamında milli ve yerli üretim tabanca fişeklerinin fiyatında da yaklaşık yüzde 7.5 indirim yapılmıştır. Makine ve Kimya Enstitüsü Kurumu (MKEK), yeni ekonomi programında “Bu zorlu süreçte savunma sanayisinin göz bebeği olan kurumumuzda vatandaşlarımızın yanında olmaktan memnuniyet duymaktadır. Bu kapsamda Hazine ve Maliye Bakanımız Berat Albayrak’ın başlattığı Enflasyonla Topyekün Mücadele Kampayası’nı sonuna kadar desteklemek amacıyla milli ve yerli üretim tabanca fişeklerinin sivil piyasa fiyatlarında bugünden itibaren yaklaşık yüzde 7.5 indirim yapılmıştır. Ülkemize hayırlı olmasını dileriz” şeklinde bir açıklama yapmıştır (2019: www.birgun.net). Bu tür düzenlemeler ve gelişmeler de toplumsal alanda şiddetin sıradanlaşmasına neden olmaktadır.

1.3. Şiddet Türleri

Şiddetin değişik tanımları ve nedenleri olduğu gibi değişik türleri de bulunmaktadır. Her ne kadar ‘şiddet’ dediğimizde aklımıza ilk fiziksel şiddet gelse de sözel, psikolojik, ekonomik, cinsel, siyasal ve simgesel şiddet gibi pek çok şiddet türü vardır. Çünkü şiddet sadece fiziksel güçle uygulanabilen tek boyutu olmadığı gibi dar bir anlamı olan bir olgu da değildir.

1.3.1. Fiziksel Şiddet

Şiddet ya da saldırganlık söz konusu olduğunda çok sık karşılaşılması sebebiyle ilk olarak ‘fiziksel şiddet’ düşünülmektedir. Fiziksel şiddet denildiğinde ilk akla gelen anlamıyla “Dar anlamıyla şiddet tanımında, tartışılmaz ve ölçülebilir nitelikleriyle, fiziksel şiddet tektir. İnsanların bedensel bütünlüğüne karşı dışarıdan yöneltilen, sert ve acı verici bir edimdir.” Bireye zarar veren sert ve acı verici edimlerden ilk akla gelen ise fiziksel şiddet eylemleri olan, tekmeleme, tokat atma, yumruk atma, sopa ile vurma, bıçaklama, silah kullanımı, yakma, işkence yapma gibi bedene acı veren eylemler gelmektedir. Bunların yanında insanın kendine verdiği

(35)

23 zarar olarak nitelendirilen bireyin kendi bedenine verdiği fiziksel şiddet eylemleri ve intihar da fiziksel şiddet olarak nitelendirilmesi gerekmektedir (Ünsal, 1996: 31).

“Türk Ceza Kanunu (TCK)’nda fiziksel bir kavga içinde yer alma, tabanca, çakı, bıçak, jilet, sopa gibi kesici, delici, bereleyici alet taşıma şiddet veya şiddet potansiyeli kapsamında değerlendirilmektedir. Öfke patlamaları, vurmak, itmek, yaralamak, kavga etmek, tehditte bulunmak, canlılara zarar verme ve bunlara yönelik acımasız davranışlar, yangın çıkarmaya teşebbüs etmek ve eşyalara bilerek zarar ise şiddet içerikli davranışlar arasında sayılabilir (Eğitim, Kültür ve Araştırma Genel Müdürlüğü, 2016: 106)”.

Şiddeti Önleme Platformu’nun ‘Medya ve Şiddet Alt Çalışma Grubu Raporu’nda, “Toplumda yaşanan şiddet olayları cinsiyet, yaş, eğitim düzeyi ve meslek statülerine göre farklılaşmaktadır. Ancak genel olarak fiziksel şiddet ‘güçlü konumda olandan’ ‘güçsüz’e yönelik olmaktadır. Örneğin, ailede şiddet daha çok erkekten kadına, ebevylerden çocuklara yönelen fiziksel şiddet biçiminde ortaya çıkmaktadır.” (Şiddeti Önleme Platformu, 2018). Ama toplumsal alanda yaşanan şiddet olaylarının yaygın kanaatin aksine sadece düşük gelir düzeyli, eğitimsiz ailelerde yaşanmadığı görülmektedir. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu (1998: 20) araştırmalarında ise, “Aile içinde yaşanan şiddetin coğrafik alan, ırksal ya da dini arka plan ya da gelir düzeyiyle bir ilgisi yoktur. Bu, toplumun bütün parçalarına yayılmış bir problemdir.” Dünya çapında yapılmakta olan araştırma ve çalışmaların sonuçlarına bakıldığında da benzer bir durumla karşılaşılmaktadır. Pek çok kadın, sürekli olarak birlikte yaşadığı erkek veya kocası tarafından şiddete maruz bırakıldıkları ve bu şiddetin ırk, dil, din veya sosyo-ekonomik düzey gözetmeksizin uygulandığını ortaya koymaktadır (İlkaracan, 1996: 22: Aktaran, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, 1998: 20).

1.3.2. Sözel Şiddet

Sözel şiddet, bireylerin söz ve hareketlerinin karşısındaki kişiler üzerinde baskı, korkutma ve sindirme gibi amaçlar gütmesidir. Şiddeti egemenliği sağlama, kontrolü ele geçirme ve cezalandırma amacıyla kullanarak, kişilik haklarını

Şekil

Tablo 1: Şiddet Haberlerinin Gazetelere Göre Dağılımı  Haberin Yayınlandığı  Gazete  Haber Sayısı  %  Habertürk Gazetesi  322  48,0  Hürriyet Gazetesi  162  24,1  Sabah Gazetesi  187  27,9  Toplam  671  100,0
Tablo 3: Şiddet Haberlerinin Yayınlandığı Yerin Dağılımı
Tablo 6: Şiddet Haberlerinin Devam Sayfası Dağılımı
Tablo 7: Şiddet Haberlerinin Sayfadaki Konumunun Dağılımı (Ki-Kare Testi)
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

Yağmur duasını Gürbüz Erginer şöyle tanımlar: “Yağmur duası daha çok yapay sulama teknolojisinin ulaşmadığı yöre ve toplumlarda görülen,

• 1934 yılında Galatasaray ile Fenerbahçe arasında oynana derbide çıkan olaylar bu iki takım arasındaki tarihe geçmiş maçlardan bir tanesidir. dakikasında futbolcular

Aile Araştırma Kurumu’nun 1997 tarihli çalışmasında bütün ülke genelindeki 2578 hanede kadına yönelik fiziksel şiddet sıklığı %16.5, sözel şiddet sıklığı %12.3

elden oluşturan ve sosyal bir kurum olan ailede şiddetin oluşması sağlıklı toplum oluşturma hedefine ulaşmada,aşılması gereken önemli bir engeldir... Kadın

kendine, başkasına, bir gruba ya da topluluğa karşı fiziksel zarara ya da fiziksel zararla sonuçlanma ihtimalini artırmasına, psikolojik zarara, ölüme,

gelerek XIX. yüzyıldan beri sürmektedir. Maddî gücünün artışına paralel olarak, Erme­ ni işadamı ve tüccarı Ameri­ kan basınını, siyasal çevrele­ rini, kamuoyunu

Bu makalede sorgulayacağımız konu, ceninin ne zaman birey sayılıp birey sayılmayacağı ile kanunda öngörülmüş olsa dahi doktrinde tartışmalı olan kürtajı, salt

Ülkemizde sporda şiddet ve düzensizliğin önlenmesi amacıyla ilk olarak "Sportif Karşılaşmalarda ve Özellikle Futbol Maçlarında Seyircilerin Gösterilerine