• Sonuç bulunamadı

Şiddetin değişik tanımları ve nedenleri olduğu gibi değişik türleri de bulunmaktadır. Her ne kadar ‘şiddet’ dediğimizde aklımıza ilk fiziksel şiddet gelse de sözel, psikolojik, ekonomik, cinsel, siyasal ve simgesel şiddet gibi pek çok şiddet türü vardır. Çünkü şiddet sadece fiziksel güçle uygulanabilen tek boyutu olmadığı gibi dar bir anlamı olan bir olgu da değildir.

1.3.1. Fiziksel Şiddet

Şiddet ya da saldırganlık söz konusu olduğunda çok sık karşılaşılması sebebiyle ilk olarak ‘fiziksel şiddet’ düşünülmektedir. Fiziksel şiddet denildiğinde ilk akla gelen anlamıyla “Dar anlamıyla şiddet tanımında, tartışılmaz ve ölçülebilir nitelikleriyle, fiziksel şiddet tektir. İnsanların bedensel bütünlüğüne karşı dışarıdan yöneltilen, sert ve acı verici bir edimdir.” Bireye zarar veren sert ve acı verici edimlerden ilk akla gelen ise fiziksel şiddet eylemleri olan, tekmeleme, tokat atma, yumruk atma, sopa ile vurma, bıçaklama, silah kullanımı, yakma, işkence yapma gibi bedene acı veren eylemler gelmektedir. Bunların yanında insanın kendine verdiği

23 zarar olarak nitelendirilen bireyin kendi bedenine verdiği fiziksel şiddet eylemleri ve intihar da fiziksel şiddet olarak nitelendirilmesi gerekmektedir (Ünsal, 1996: 31).

“Türk Ceza Kanunu (TCK)’nda fiziksel bir kavga içinde yer alma, tabanca, çakı, bıçak, jilet, sopa gibi kesici, delici, bereleyici alet taşıma şiddet veya şiddet potansiyeli kapsamında değerlendirilmektedir. Öfke patlamaları, vurmak, itmek, yaralamak, kavga etmek, tehditte bulunmak, canlılara zarar verme ve bunlara yönelik acımasız davranışlar, yangın çıkarmaya teşebbüs etmek ve eşyalara bilerek zarar ise şiddet içerikli davranışlar arasında sayılabilir (Eğitim, Kültür ve Araştırma Genel Müdürlüğü, 2016: 106)”.

Şiddeti Önleme Platformu’nun ‘Medya ve Şiddet Alt Çalışma Grubu Raporu’nda, “Toplumda yaşanan şiddet olayları cinsiyet, yaş, eğitim düzeyi ve meslek statülerine göre farklılaşmaktadır. Ancak genel olarak fiziksel şiddet ‘güçlü konumda olandan’ ‘güçsüz’e yönelik olmaktadır. Örneğin, ailede şiddet daha çok erkekten kadına, ebevylerden çocuklara yönelen fiziksel şiddet biçiminde ortaya çıkmaktadır.” (Şiddeti Önleme Platformu, 2018). Ama toplumsal alanda yaşanan şiddet olaylarının yaygın kanaatin aksine sadece düşük gelir düzeyli, eğitimsiz ailelerde yaşanmadığı görülmektedir. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu (1998: 20) araştırmalarında ise, “Aile içinde yaşanan şiddetin coğrafik alan, ırksal ya da dini arka plan ya da gelir düzeyiyle bir ilgisi yoktur. Bu, toplumun bütün parçalarına yayılmış bir problemdir.” Dünya çapında yapılmakta olan araştırma ve çalışmaların sonuçlarına bakıldığında da benzer bir durumla karşılaşılmaktadır. Pek çok kadın, sürekli olarak birlikte yaşadığı erkek veya kocası tarafından şiddete maruz bırakıldıkları ve bu şiddetin ırk, dil, din veya sosyo-ekonomik düzey gözetmeksizin uygulandığını ortaya koymaktadır (İlkaracan, 1996: 22: Aktaran, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, 1998: 20).

1.3.2. Sözel Şiddet

Sözel şiddet, bireylerin söz ve hareketlerinin karşısındaki kişiler üzerinde baskı, korkutma ve sindirme gibi amaçlar gütmesidir. Şiddeti egemenliği sağlama, kontrolü ele geçirme ve cezalandırma amacıyla kullanarak, kişilik haklarını

24 zedeleyici, küçük düşürücü ve özgüven kaybına yol açabilecek durumlara sebebiyet vermektedir.

Sözel şiddet; bağırma, kötü konuşma, küfür, hakaret, azarlama, aşağılama gibi değişik şekillerde uygulanan bir şiddet türüdür. Sözel şiddette korku yaratmak önemli bir olgu olduğundan telaffuz edilen sözler ve hakaretler korkutma, sindirme, istenilen şeyi yaptırmaya yönelik olarak kullanılmaktadır. Hakaret etme, küçük düşürme, ağır sözler söyleme, aşağılama, güveni sarsarak psikolojik açıdan istismara yol açan uygulamalar bu tür kapsamında değerlendirilmektedir. Toplumsal yaşamda ise disiplin ve terbiye etme amacıyla bir yöntem olarak sözel şiddetin kullanılması, bireyler üzerinde ruhsal zarara yol açarken aynı zamanda da bireyin ilerleyen dönemlerde şiddet davranışlarına eğilimini de artırmaktadır (Güz, 2007: 85: Aktaran, Duğan, 2015: 23).

Tutum ve davranışlarıyla saldırganlığını dışa yansıtan insanlar bunları itici sözler, mimikler, jestler ve hareketlerle gösterebilirler. Bunlar başkalarına ilgi ve sevgi duymayan bencil kişilerdir. Dünyada sadece kendilerinin yaşadığını kabullenmiş gibi davranırlar. Günlük konuşmalarda sıklıkla kullandıkları ‘aptal’, ‘avanak’, ‘enayi’, ‘kaz kafalı’, ‘mankafa’, ‘sersem’, ‘hayvan’ gibi sözcüklerle, başkalarına saldırıp onları küçülterek kendi bencil kişiliklerini yücelttikleri inancındadırlar. Başkalarını kötüleme, karaçalma gibi durumlara sürüklediği için bireyleri, kişilik üzerinde de kalıcı zarara yol açmaktadır. (Köknel, 2005: 155-156).

1.3.3. Psikolojik Şiddet

Psikolojik şiddet ya da duygusal şiddet, bireyin bedeninden çok ruh sağlığını etkileyen bir şiddet türüdür. Bireylerin kişilik veya bedensel özelliklerini kullanarak, baskı kurmak ve istemediği durumlara itilmesidir. Sözel şiddetten farklı olarak fiili tutum ve davranışları da içerisinde barındıran psikolojik şiddet, korkutma, tehdit etme, aşağılama, reddetme, özgüvenini sarsma amacıyla yapılan her türlü sözlü ve fiili davranış olarak tanımlanmaktadır.

Zekâ gerilikleri, ağır ruhsal bozuklular (şizofreni, manik atak, paranoid bozukluklar), antisosyal ve sınır kişilik bozukluğu gibi kimi ruhsal rahatsızlıklarda

25 ve kişilik bozukluklarında şiddet ve saldırganlık eğilimi bir belirti olarak karşımıza çıkmaktadır. Bireyin herhangi bir ruhsal rahatsızlığı olsun ya da olmasın saldırganlığını ilk olarak yakın çevresindeki özellikle de aile bireyleri üzerinde gerçekleştirmektedir. Ailede başlayan saldırganlık belirtileri daha çok genç erkekler tarafından yakın çevre ve daha sonra ise çoğunlukla tanımadıkları veya rastlantı sonucu karşılaştıkları insanlara karşı uygulayabilmektedirler (Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, 1998: 9).

Devamlı eleştirme, kıskançlık, reddetme gibi eylemlerin yer aldığı bir tür olan psikolojik şiddet, kişiye bağırma, başkalarının yanında küçük düşürücü fiili ya da sözlü eylemde bulunma, gurunu incitme, fiziksel şiddet uygulamakla tehdit etme, kişinin duygu ve düşüncelerini açıkça ifade etme özgürlüğünü kısıtlama, yakınlarıyla iletişimini yasaklama, istediği gibi giyinme özgürlüğüne sınırlandırma gibi daha pek çok konuda fiziksel baskı olmaksızın uygulanan ve ruh sağlığını tehdit eden eylemlerin tümü olarak değerlendirilmektedir (Karataş vd, 2006: Aktaran, Kazancı, 2010: 15).

‘Bireysel ve Toplumsal Şiddet’ adlı kitabında şiddetin doğal ve toplumsal kaynaklarına değinen Köknel (2000: 50-128), doğayla insan arasında sürekli iletişim, etkileşim vardır. Doğanın değişen fiziksel ve kimyasal koşulları insanı bedensel ve ruhsal olarak etki eder. Bireyin içinde yaşadığı doğal ortamın ısısı, nemi, gürültüsü, ışığı, rüzgarı, besinleri gibi pek çok etkenin bireyi hem biyolojik hem de psikolojik açıdan etkiler. Bu etkenlerin bedensel işlevlerin yanında ruhsal ve zihinsel işlevleri de etkilediği düşünülecek olunursa, önemli bir etkilenme ve tepki verme durumuna yol açacağı bilinir. Bu duruma Köknel, ‘duygulanım’ adını vermektedir. Günlük hayatta neşe, sevinç, keder, üzüntü, kızgınlık, öfke, kin, nefret, kıskançlık, durgunluk gibi pek çok duygulanımın yaşanması bedensel ve ruhsal gerginlikleri de beraberinde getirmektedir. Bu da bireyin davranışlarına yansımakta ve birey kaynağını güdülerden almaktadır. Güdülerin doyurulması haz, doyurulmaması ise eleme yol açar. Karşılaşılan durumlara ya da olaylara yönelik olarak beklentinin karşılanması ölçüsünde doyurulması haz, doyurulmaması ise elem olarak nitelenir. Bu açıdan bakıldığında şiddetli duygular olumsuz davranışlara yol açar. Şiddetli kızgınlık, öfke,

26 üzüntü, korku gibi duygular, ya panik ve saldırganlık gibi davranışlara yol açar ya da kişiyi bulunduğu yerde hareketsiz kalmasına neden olur.

1.3.4. Ekonomik Şiddet

Ekonomik şiddet, her türlü ekonomik kaynağın, toplumda özellikle de yaşlılar, kadınlar, çocuklar ve engelli bireyler üzerinde bir yaptırım, korku ve tehdit aracı olarak kullanılmasıdır. Ekonomik şiddet mağdurları genelde yoksun, yoksul ve engellenmiş bireyler olarak karşımıza çıkmaktadır. Ekonomik şiddet; yaşlıların mal varlığını elinden almak ya da emekli aylığına el koyma, kadının çalışmasına ya da kariyerine engel olmak, kadının çalışıyorsa maaş kartını elinden almak ve aylık cüzi bir miktarla geçinmeye zorlamak, çocuğu harçlıkla tehdit etmek, ailenin ekonomik ihtiyaçlarını karşılamamak, aileyi ilgilendiren konularda tek başına karar alarak diğer bireyleri yok saymak, çalışmayı reddedip kadını ya da çocukları çalışmaya zorlamak gibi çok geniş bir yelpazede değerlendirilmesi gerekmektedir.

Sadece aile içinde değil, fiziksel ya da ekonomik güç dengesizliğinin olduğu her yerde ekonomik şiddetten bahsedebiliriz. İş yaşamında sözel, fiziksel psikolojik saldırı, tehdit, korkutma, yaralama, zarar görme ile sonuçlanabilecek her türlü davranış da ekonomik şiddet bağlamında değerlendirilmelidir. Çünkü ekonomik gücü elinde bulunduran patron, amir ya da yöneticinin, çalışanlarına zorbalık, taciz, kötü muamele, duygusal saldırı, kurban seçme, gözdağı verme, sözel saldırı, psikolojik terör, psikolojik şiddet, fiziksel şiddet gibi tutum ve davranışlar sergilemesi de ekonomik şiddet kapsamında değerlendirilmesi gereken hususlardan biridir (Eğitim, Kültür ve Araştırma Genel Müdürlüğü, 2016: 73). İş yaşamında görülen ekonomik şiddete ülkenin ekonomik durumu, işsizliğin giderek artması, çalıştırılan işçilerin çok düşük ücretlerle ağır işlere mecbur bırakılması, enflasyon oranlarının sürekli artış göstermesi gibi ekonominin güncel durumu da eklenmesi gereken önemli hususlar arasında yer almaktadır.

1.3.5. Cinsel Şiddet

Cinsel şiddet; cinselliğin bir tehdit, sindirme ve kontrol etme aracı olarak kullanılarak; kişiye cinsel bir eşyaymış gibi davranmak, aşırı kıskançlık ve

27 şüphecilik göstermek, cinselliği bir cezalandırma yöntemi olarak kullanmak, açıkça karşı cinse ilgi göstermek, kaba kuvvet kullanarak cinsel ilişkiye zorlamak, duygusal baskı kullanarak cinsel ilişkiye zorlamak, tecavüz etmek, fuhşa zorlamak gibi davranışlar olarak değerlendirilmektedir (Çiftçi, 2007: 11). Cinsel şiddet içeren hareketlere, evli bile olsa kadının istemediği yerde, istemediği zamanda ve istemediği biçimlerde cinsel ilişkiye zorlaması, başkalarıyla cinsel ilişkiye zorlanması, cinsel organlarına zarar verilmesi, çocuk doğurmaya ya da doğurmamaya, kürtaja, enseste, fuhuşa zorlanması, zorla evlendirilmesi, telefonla- mektupla ya da sözlü olarak cinsel içerikli rahatsız edici davranışlarda bulunulması vb. durumların da dahil edilmesi gerekmektedir (Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, 8).

Kültürel ve toplumsal yapının erkeği ‘saldırgan’, kadını ise ‘edilgen’ olarak nitelemesi erkeğin şiddet eylemlerini meşru göstermesi anlamına gelmektedir. Erkeğin yaptığı saldırgan eylemlerde kadına göre daha fazla haklı olma olanağına sahiptir. Çünkü o bir erkektir ve ruhsal ve biyolojik olarak saldırgan olma hakkına doğuştan sahip olduğu düşünülmektedir. Ve erkeğin haklı olduğu toplum tarafından desteklenmektedir (Altun, 2006). Toplumdan bu meşruluğu alan erkek ise hem fiziksel, hem sözel hem de psikolojik olarak şiddette bulunmaktadır. Aile Araştırma Kurumu (1998: 13) verilerine göre, fiziksel şiddet sonucunda kadınların vücutlarının çeşitli bölgelerinde morarma ve çürükler, kırıklar, yarılmalar, ağız ve burunlarında kanamalar, düşük yapılması ve vücutta bel fıtığı ve kalıcı yara izleri gibi kalıcı hasarların meydana gelmesi sıklıkla rastlanan ve normalleştirilen bir durum olmuştur.

Ülkemizde kadının erkek karşısında eşit haklara sahip olduğunu gösteren 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 10. Maddesi yine 5170 sayılı Kanun’la değişikliğe uğratılarak; “Herkes; dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idari makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır” şeklini almıştır (Türkiye Cumhuriyeti Anayasası,

28 1982: 131). Tüm bu anayasal düzenlemelerle kadınların erkekler ile eşit haklara sahip olduğu vurgulanmasına ve güvence altına alınmasına rağmen hala Türkiye’de tecavüze uğrayanların %50’si 18 yaş altındadır. Bunların %10’u erkek çocuk geri kalanı ise kız çocuktur. Her 4 kız çocuktan biri cinsel şiddete uğramaktadır. Daha çok 7-9 yaş arası çocuklar cinsel şiddete maruz kalmaktadır. 10-16 yaş arası çocukların %40’ı ensest mağdurudur. Cinsel saldırıların %75’i tanıdık birisi tarafından gerçekleştirilmektedir. Ensest olaylarından faillerin %50’si öz baba, amca, enişte, ağabey, dede ya da dayısıdır. Acil yardım hattını arayan kadınların %57’si fiziksel şiddete, %46,9’u cinsel şiddete, %14,6’sı enseste ve %8,6’sı tecavüze maruz kalmaktadır (Demirel, 2018: www.antoloji.com). Ve bu rakamlar basına yansıyan çok küçük bir orandır. Çünkü ensest aile içerisinde olduğu için basına yansımadan aile arasında çözülmeye çalışılmakta ve gizli tutulmaktadır. Uzman Dr. Psikiyatrist Aynil Yenel, “Ensest, konuşulduğunda gerçekten aile yapısına kadar inen ve bütün toplumu, aile yapısını, toplumsal katmanları sorgulamayı gerektiren bir kavram. Bir de her platformda yasaklanmış için konuşulmayan bir kavram ensest.” (Sanay, 2018: 28). Bu yüzden kitle iletişim araçlarında da yer almayan ama toplumsal alanda var olan bir cinsel şiddet türü olarak kalmaktadır. Sanay’ın (2018: 358) Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu (TKDF) Başkanı Canan Güllü ile yaptığı röportajda; “Medyanın haberleri verme dili çok önemli. Bir ensest vakası üzerine 50 köşede haber olmuştu ensest. Ama sorunun çözümü adına tek bir öneri yok. ‘Olmaz atıyorlar’ ya da ‘hangi akademik çevre’ diye olayın etrafında dolanarak güreşe hazırlanan pehlivanlar gibi rakibin üzerine atlamadılar. Yani bu niye böyle, neden olur, nerede kusurumuz var soruları sorulmadığı müddetçe sadece yazmış olmak için yazılan 5N1K’siz haberlerin faydası olmadığına inanıyorum” şeklindeki ifadeleriyle Güllü, kitle iletişim araçlarının ensest vakalarına gereken önemi göstermediğinin altını çizmektedir. Yine Sanay’ın (2018: 361) Türkiye’de ensest araştırmasında 2023 üniversite öğrencisiyle yaptığı ankette, öğrencilerin sadece yüzde 4’ü ‘medyada yeterince yer buluyor’ cevabını vermiştir.

Cinsel şiddet konusunda ele alınması gereken önemli bir nokta da pornografidir. Pornografi, cinsel şiddetin toplumsal alanda normalleşmesine sebep olan bir diğer önemli noktadır. Çok fazla pornografiye maruz kalan erkekler izledikleri cinsel

29 şiddet içerikli videolarla cinsel şiddete yönelik algılarını normalleştirdikleri gözlemlenmiştir. Erkeklerin, kadınları cinsel ilişki için zorlaması ya da fiziksel olarak istismar etmesi erkeklerin aktif, kadınların pasif olduğu izlenimini ortaya çıkarmaktadır. İzledikleriyle bu tür ilişkilere çok fazla maruz kalan erkeklerin günlük hayatta da istismar ve cinsel şiddeti normal gördüğü hatta daha da ileriye giderek şiddeti, sevginin ve cinselliğin bir parçası olduğuna kendilerini inandırmaktadırlar (Wood, 1994).

1.3.6. Siyasal Şiddet

Siyasal şiddet ‘fiziksel gücün meşru ve yasal olmayan biçimlerde kullanılması’ olarak düşünüldüğünde, bireysel şiddetten dinsel ve etik çatışmalara, gerilla hareketlerine, iç savaşa veya devlet teröründen askeri çatışmalara, hatta uluslar arasındaki savaşlar kadar geniş bir kapsamda değerlendirilmesi gerekmektedir (Keleş ve Ünsal, 1996: 92). Max Weber’e göre şiddet uygulamak için kullanılan araçların denetimi modern devletin temel özelliklerinden en önemlisini oluşturmaktadır. Bu da siyasal düzen içindeki iktidarın uygulanmasında kilit rol oynamaktadır. “Devlet, belli topraklar üzerinde fiziksel şiddetin meşru kullanım tekelini (başarılı bir şekilde) elinde bulunduran bir insan topluluğudur. Devlet şiddetin ‘haklı’ kullanımının tek kaynağı olarak görülür” (1948: 78: Aktaran, Schlesinger, 1994: 36). Kuvvet kullanım ölçüsü noktasında modern devletin karakteristik vasıflarından birisi de meşru güç tekelinin siyasi iktidarın elinde bulundurmasıdır. Bu güç kullanma tekeli, siyasal iktidarın başlıca ve ayırt edici özelliklerinden en önemlisidir. Şüphesiz bütün siyasi iktidarlar, yoğunluğu değişse de güç ve şiddetten beslenmektedirler (Hazır, 2001: 16).

F. R. Von der Mehden, şiddet eylemlerinin amaçlarını, nedenlerini, eylemlere kimlerin katıldığını araştırırken 6 şiddet eylemi belirlemiştir. İlki ülke kültüründen kaynaklanan şiddet eylemleridir. Yazara göre ülke kültüründen saklı şiddet potansiyeli; ırksal, etnik, dinsel, bölgesel çeşitlilik içinde, çıkar çatışmalarının yüzyıllar boyu süregeldiği bir ortamda içe dönüklük, yaban düşmanlığı, sevgi ve nefret duyguları bileşimi olarak ortaya çıkan gerginlikleri ve çeşitli şiddet eylemlerini simgelemektedir. İkincisinde devrimci ve karşıdevrimci şiddet

30 eylemlerini ayırt etmektedir. Üçüncüsünde askeri darbelerin yol açtığı şiddet eylemleridir. Öğrencilerin şiddet eylemlerini dördüncü tür olarak gösteren yazar, ayrılıkçı şiddet eylemlerini beşinci ve son olarak da seçim dönemlerinde patlak veren eylemleri altıncı grupta yer vermektedir. (1971: 7-17: Aktaran, Keleş ve Ünsal, 1996: 92). Resmi makamlar tarafından sıklıkla kullanılan ‘şiddet’ çoğu zaman stratejik amaçlı kullanılmaktadır. Resmi söylemlerde ‘şiddet’ sözcüğü özellikle kötü ve ayıp olan her şeyi içine alabilecek bir sembol olarak kullanılmaktadır. Cinayet, işkence ve diğer birçok mahkum edilmesi gereken eylemlerle aynı kategoride değerlendirilmektedir. Çatışma durumları rakibin uyguladığı şiddeti ifşa etmek ve eylemi meşru bir müdafaa biçimi olarak yansıtmak için bir fırsat olarak görülmektedir (Debarbieux, 2009: 107).

Kaya (2002: 302-303), değişim ve iktidar ilişkilerini Atatürk, Hitler ve Humeyni dönemi üzerinden incelemiştir. Tek olma ve gücün tamamını ellerinde toplama özelliklerinin şiddeti de beraberinde getirdiğini öne sürmüştür. Bundan dolayı şiddet, iktidar kaynaklı olarak toplumsal düzeni koruma adına muhalefeti farklı yöntemlerle tehdit eden bir olgu durumundadır. Araç olma özelliğindeki şiddet, otoriter devlet yöntemlerinde baskıcı devlet aygıtları ile radikal çözümler üretirken, demokratik yönetimlerde ise ideolojik devlet aygıtlarından yararlanarak iktidarını sürdürmektedir (Ayan, 2010: 33-34).

İstikrarsızlığa sürükleyen siyasal şiddet, demokrasileri en çok tehdit eden unsurdur. Bu da daha çok ideolojik etnik temele dayanır. Bunun dışında kalan hızlı sosyo-ekonomik değişme, isteklerin ve şikayetlerin barışçı yollardan meşru olarak yapılması için yeterli iletişim kanallarının yokluğu veya çok fazla sınırlı olması gibi faktörler de demokrasilerde siyasal şiddete kaynaklık edebilmektedirler. Ama bunlar huzursuzluk yaratsa bile rejimi temelden tehdit eden bir nitelik taşımamaktadır. Bu yüzden demokratik hükümetler, ayrılıkçı siyasal şiddet üzerinde önemle durmaktadırlar (Hazır, 2001: 30-31). İhtilaller, iç savaşlar, gerilla savaşları, suikastler, darbeler, terör eylemleri ve daha pek çok devletin iktidarına zarar veren ve ideolojik etnik temele dayanan bir girişim olduğundan daha fazla tehdit içermektedir.

31 1.3.7. Simgesel Şiddet

Alman iletişim teorisyeni Harry Pross, ‘sembolik şiddet’ i “Anlamın geçerliliğini göstergeler yoluyla, başkalarının kendilerini bu anlamla özdeşleştirmelerini sağlayacak denli etkili kılma gücü…Sembolik şiddet, göstergelerin maddiliğiyle bağlantılıdır” (1981: 69: Aktaran, Schlesinger, 1994: 45).

‘Sembolik Şiddet’ terimini icat eden Fransız sosyolog Pierre Bourdieu ise, “Sembolik şiddet, açık şiddetin imkansız olduğu yerde şiddetin büründüğü kibar, gizli biçimdir” diye açıklamaktadır. (1977: 196: Aktaran, Schlesinger, 1994: 45).

Schlesinger ise (1994: 45), şiddeti ‘sembolik şiddet’ ve ‘fiziksel şiddet’ olmak üzere ikiye ayırarak aralarında güçlü bir bağ olduğunu savunmaktadır. Ona göre, fiziksel güçle insan bedeni üzerinde kurulan denetimle toplum düzenindeki fiziksel gücün arasında bir benzerlik bulunmaktadır. Sembolik şiddet, siyasal koşulların izin verdiği ölçüde fiziksel şiddete bir alternatif sunar ve bazı durumlarda sembolik şiddet fiziksel şiddeti tamamlayıcı bir unsur olarak görülmektedir.

32 İKİNCİ BÖLÜM

MEDYA ve ŞİDDET 2.1. Medya ve Şiddet İlişkisi

Kitle iletişim araçları, insanın bilgi ihtiyacını kolay ve ucuz yollarla sağladığı için çok fazla tercih edilmektedir. Bilgiye bu kadar kolay ve ucuz yollardan ulaşmak ise beraberinde olumsuz sonuçları da getirmektedir. Özellikle de ölüm, yaralama, şiddet gibi toplumu yakından ilgilendiren ve ilgi uyandıran enformasyon kaynağına bu kadar kolay ulaşılması kitle iletişim araçlarına da önemli sorumluluklar yüklemektedir.

Günümüz gazeteciliğinde önemli bir rol üstlenen kitle iletişim araçları, kişilerin dikkatini çekmesi bakımından büyük bir sorumluluk taşımaktadır. Haber verdikleri kadar vermedikleri olaylardan da sorumlu tutulmaktadır. Verilen enformasyonu dinleyici, izleyici ya da okuyucunun denetleme olanağının olmaması, kafalarında olay/olayları kitle iletişim araçlarından aldıkları gibi canlandırmalarına yol açmaktadır. Bu ilişkinin yakın geçmişte katlanarak daha da arttığı düşünüldüğünde iletişimin sınırlı olan kapsam ve etkileri de genişlemiştir. Kitle iletişim araçları ister haber versin ister eğlendirsin isterse reklam yapsın kitlelerin gözü kulağı niteliğindedir (Tokgöz, 2003: 99-101). Bu yüzden kitle iletişim araçları toplumda büyük bir görevi üstlenmiş ve bilgi ihtiyacının önemli bir kısmını

Benzer Belgeler