T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
DOĞU DİLLERİ VE EDEBİYATLARI ANABİLİM DALI FARS DİLİ VE EDEBİYATI BİLİM DALI
HÂLİS DÎVÂNI
(Yüksek Lisans Tezi)
DANIŞMAN
Doç. Dr. İbrahim KUNT
HAZIRLAYAN
Fatma Zehra ÇELİK
İÇİNDEKİLER
Bilimsel Etik Sayfası ... iii
Yüksek Lisans Tezi Kabul Formu ... iv
ÖZET ... v
ÖNSÖZ ... vii
KISALTMALAR ... viii
BİRİNCİ BÖLÜM ... 1
1.GİRİŞ ... 1
A. ABDURRAHMÂN HÂLİS-İ KERKÜKÎ-İ SERMESTÎ-İ TÂLEBÂNÎ ... 1
1.1. HAYATI ... 1
1.2. EDEBÎ KİŞİLİĞİ ... 3
1.3. ESERLERİ ... 6
1.3.1.DÎVÂN ... 6
1.3.2. KİTABÜ'L-ME’ÂRİF Fİ ŞERH-İ MESNEVÎ-İ ŞERİF ... 6
1.3.3. BEHCETÜ'L-ESRÂR TERCÜMESİ ... 6
B. ABDURRAHMÂN HALİS-İ TÂLEBÂNÎ’NİN DÎVÂN’I ... 7
2.1. ŞERH-İ MESNEVİ HAKKINDA GENEL BİLGİ ... 7
2.2. MESNEVÎ ŞERHİ’NİN İÇERİĞİ VE ÜSLÛBU ... 7
2.3. ŞİMDİYE KADAR YAPILMIŞ TERCÜMELERİ ... 8
2.4. DÎVÂN’DA BULUNAN DİĞER ŞİİRLERİ ... 8
2.5. YAZARIN KULLANDIĞI MANZUME TÜRLERİ ... 8
2.5.1. MUHAMMES (MUSAMMAT) ... 8
2.5.2. SÂKÎNÂME ... 9
2.6. DİĞER ŞİİRLERINDE İÇERİK VE ÜSLUP ... 10
2.7. DÎVÂNDA GEÇEN ÖZEL İSİMLER ... 10
2.8. İNCELEME KONUSU YAZMA NÜSHANIN TAVSİFİ ... 14
2.9. DÎVÂN’IN MATBU NÜSHASI ... 15
C. DÎVÂN’IN METİN İÇERİĞİ ... 23
3.1. ŞERH-İ MESNEVÎ KISMI ... 23
3.2. DİĞER ŞİİRLERİ ... 37
D. DÎVÂN’IN TÜRKÇE TERCÜMESİ ... 71
4.1. ŞERH-İ MESNEVÎ KISMININ TÜRKÇE TERCÜMESİ ... 71
4.2. DİĞER ŞİİRLERİN TÜRKÇE TERCÜMESİ ... 97
SONUÇ ... 130
KAYNAKLAR ... 131
T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosya l B il im ler En st it üsü Müdür lüğü Öğ re nc inin
Adı Soyadı FATMA ZEHRA ÇELİK
Numarası 15420901001
Ana Bilim / Bilim
Dalı Doğu Dilleri ve Edebiyatları/Fars Dili ve Edebiyatı Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Doç. Dr. İbrahim KUNT
Tezin Adı HÂLİS DÎVÂNI
ÖZET
Yüksek Lisans Tezi olarak hazırlanan bu çalışmanın konusu Abdurrahmân Hâlis Tâlebânî’nin Dîvân’ı ve manzumelerin doğru bir şekilde tespit edilerek bilgisayar ortamına aktarımı ve Türkçe’ye tercüme edilip araştırılmasından ibarettir.
Dîvân’ın ilk kısmı, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’ye ait Mesnevî’nin ilk 18 beytinin manzum şerhidir. Geriye kalan İkinci Kısımdaki şiirler ise, şairin iç dünyasını ve manevi âlemini yansıtan Farsça gazeller ve bazı şairlerin gazellerine yapmış olduğu çoğunluğu Farsça tahmisler ile birkaç parça rubaiden ibarettir. Arapça olarak yazdığı şiirler, sadece bulundurmak maksadı ile kaleme alınmış birkaç manzumeden ibarettir. Buna karşılık Türkçe şiirleri biraz daha fazladır: Altı gazel ve beş muhammes ile toplam on bir adet Türkçe manzumesi bulunmaktadır.
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Ö
ğren
ci
ni
n
Adı Soyadı FATMA ZEHRA ÇELİK
Numarası 15420901001
Ana Bilim / Bilim Dalı Doğu Dilleri ve Edebiyatları/Fars Dili ve Edebiyatı Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Doç. Dr. İbrahim KUNT
Tezin İngilizce Adı HALIS’ DIWAN
SUMMARY
The subject of this work which is prepared as a MA thesis is to identify the dewan and poem of Abdurrrahmân Hâlis Tâlebânî in the correct way, and to transfer them into the virtual setting, and to translate into Turkish.
The first part of the Dewan is a poetic exegesis of first 18 couplets (bayt) of Masnavi belonging to Mevlana Celaleddiin-i Rumi. The rest of the poems in the Second Part are consist of Farsi ghazels which reflects the feelings and spiritual state of the poet, tahmises (similar to cinquain in terms of form)1 most of which are Farsi to some poets’ ghazels and a couple of ruba'i The poems he wrote in Arabic are composed of a couple of poems which were written just to be kept in the book. However he wrote in Turkish a bit more. He has six ghazels, five cinquains (called muhammmes in Turkish) and totally eleven poems in Turkish.
Keywords: Halis-i Kerkuki, Talebani, Exegesis of a Poetic Masnavi, Diwan.
1 That is how it is called in Turkish. It is a kind of poem that the poet quotes another poet’s couplet(called
ÖNSÖZ
Yüksek Lisans Tezi olarak hazırlanan bu çalışmanın konusu Abdurrrahmân Hâlis Tâlebânî’nin Dîvân’ı ve manzumelerin doğru bir şekilde tespit edilerek bilgisayar ortamına aktarımı ve Türkçe’ye tercüme edilip araştırılmasından ibarettir.
Dîvân’ın ilk kısmı, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’ye ait Mesnevî’nin ilk 18 beytinin manzum şerhidir. Geriye kalan İkinci Kısımdaki şiirler ise, şairin iç dünyasını ve manevi âlemini yansıtan Farsça gazeller ve bazı şairlerin gazellerine yapmış olduğu çoğunluğu Farsça tahmisler ile birkaç parça rubaiden ibarettir. Arapça olarak yazdığı şiirler, sadece bulundurmak maksadı ile kaleme alınmış birkaç manzumeden ibarettir. Buna karşılık Türkçe şiirleri biraz daha fazladır: Altı gazel ve beş muhammes ile toplam on bir adet Türkçe manzumesi bulunmaktadır.
Dîvân üzerine yapılan çalışma dört bölümden meydana gelmektedir. Birinci bölüm, giriş kısmında Abdurrahmân Hâlis’in hayatı, edebi kişiliği ve eserleri incelendi ve Dîvân hakkında genel bilgiler verildi. İkinci bölümde, Dîvân’ın genel içeriği ile birlikte, Dîvân sahibinin kullanmış olduğu edebî türler ve karşılaştırılan yazma ve matbu nüshaların genel imlâ özellikleri hakkında bilgi verildi. Üçüncü bölüm, yazma ve matbu iki nüshayı karşılaştırarak yazıldı. Dördüncü bölümde ise, Dîvânda bulunan manzumelerin Türkçe’ye tercümeleri yapıldı.
Bu çalışmamızın hazırlanması sırasında gösterilen bütün ihtimam ve titizliğe rağmen bazı eksik ve hatalarımız elbette bulunacaktır. Bu hataların tarafımıza iletilmesi ile hata ve eksiklerimizin ortaya çıkarılması, yapılacak diğer çalışmalarda bizim önümüzü aydınlatan bir meşale haline gelecektir.
Bu çalışmada yardımlarını esirgemeyen bölüm hocalarıma ve özellikle danışmanım Doç. Dr. İbrahim KUNT’a teşekkürü bir borç bilirim. Bana sağladıkları manevi desteklerinden dolayı sevgili aileme de teşekkürlerimi sunmak isterim.
KISALTMALAR
a. : Varak numarasına ait sahife harfi. b. : Varak numarasına ait sahife harfi. Bknz. : Bakınız
C. : Cilt.
Örn. : Örnek.
S. : Sayfa.
TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi DİA : Diyanet İslâm Ansiklopedisi
آ
: Abdülbaki Gölpınarlı Kütüphanesine kayıtlı yazma esere verilen harf.ا
: Varak numarasına ait sahife harfi.ب
: Varak numarasına ait sahife harfi.ت
: Türkiye Büyük Millet Meclisi Kütüphanesine kayıtlı matbu olan ikinci nüshaya verilen harf.-
: Karşılaştırılan nüsha ve nüshalarda “yoktur”a verilen işaret.*
: İnternet sitesi kaynak işareti.
BİRİNCİ BÖLÜM
1.GİRİŞ
A. ABDURRAHMÂN HÂLİS-İ KERKÜKÎ-İ SERMESTÎ-İ TÂLEBÂNÎ 1.1. HAYATI
Şeyh Ziyâüddin Abdurrahmân Hâlis Kerkûkî, Kâdiriyye tarikatı Hâlisiyye şubesinin kurucusudur. 1212/1797 yılında Kerkük'te doğdu. (Bağdatlı, 1968: c. II, s. 51) Hâlis Tâlebânî’nin dedesi Molla Mahmud, “Zengene” aşireti reislerinden Yusuf Ağa’nın oğludur. 1130/1718 yılında “Karadağ” kasabasında doğmuş, bir müddet Zengene bölgesinde “Tekke” köyünde yaşamıştır. Bir aralık Kerkük’e bağlı “Talebân” köyünde bulunmuş bu yüzden Tâlebânî lakabıyla şöhret bulmuştur. Bu adı kendinden sonra gelen nesli de, soyadı olarak kullanmıştır. (Çelik, 2008: s. 159)
Şiirde Hâlis mahlasını kullandığı halde lakap olarak el-müfevviz billâh (işini Allah’a havale eden)’ı tercih eden Abdurrahmân-ı Hâlis, henüz genç yaşta ilimde fevkalade bir seviyeye yükselmiş, devrindeki bütün ilimleri okumuştur. Türkçe, Arapça ve Farsça’da şiir söyleyecek derecede bilgi sahibiydi. Abdûlkâdir Geylânî’nin menkıbelerini anlatan Arapça Behçetü'l-Esrâr adlı eseri, henüz on sekiz yaşlarındayken Türkçeye mükemmelen tercüme etmesi, ilmî ve edebî yönünün en güzel aynasıdır (Çelik, 2008: s. 161-62).
Şeyh Abdurrahmân-ı Hâlis ilk tahsilini Kerkük’te yaptıktan sonra Süleymaniye’li meşhur Şeyh Kâk Ahmed ile birlikte medrese tahsiline başlamıştır. Daha sonra Bağdat’a giderek orada tanınmış âlim Şeyh Ruzbihânî’nin yanında tahsilini bitirerek ilmî icazet almış ve Kerkük’e dönerek babasının hizmetinde ibadetle meşgul olmuştur. Hanefi mezhebine bağlı olan Şeyh Hâlis, ayrıca Kâdirî tarikatına mensup oluşu ve Hâlisiyye şubesinin kurucusu olarak da tanınmıştır. Kâdirî tarikatının esmâ-i seb’a ile icrâ edilen seyr ü sülûk usulünü, kelime-i tevhid ve lafzâ-i celâl’e kasr ettiği (kısalttığı) bilinmektedir (Çelik, 2008: s.161–162).
Öte yandan iki meşîhat makamına oturmakla da zülcenâheyn yani iki kanatlı unvanını almıştır. İlk halifeliğini babasının samimi dostu olan Şeyh Ma’rûf Köse’ye talebe olduktan sonra, tahsilinin bitiminde ondan almıştır. Bundan sonra Abdurrahmân Hâlis, babasının yanına dönmüş ve vefatının akabinde de halifesi olarak onun yerine irşad makamına geçip bundan sonraki bütün ömrünü Kerkük’te geçirmiştir (Çelik, 2008: s. 161–
62). Şeyh Ahmed devrinin Kerkük şairlerinden Kâsımî, yazdığı bir kasidesinde hem Şeyh Ahmed’i, hem de oğlu Şeyh Abdurrahmân-ı Hâlis’i uzun uzun meth etmiştir (Terzibaşı, 1968: c. II, s. 52–54).
Bundan sonra, Kerkük’ün en büyük Şeyhi sayılan Abdurrahmân Hâlis’in şöhreti çok geniş topraklara yayıldı. Cömertliğiyle ünlü Şeyh, tekkesinde her gün fakir ve kimsesiz insanları doyurup barındırıyor, sohbetleriyle de birçok insanı irşad ediyordu. Müntesibleri arasında her tabakadan insan vardı. Talebeleri arasında valiler, paşalar ve üst düzey insanlar bulunuyordu. Hatta Sultan Abdulmecid’in haremi Sultâne Hatun, gördüğü rüyaların tesiriyle Şeyh Abdurrahmân Hâlis’in mürîdesi olmuş, ona karşı büyük bir sevgi ve hürmet beslemiştir. Hürmetini göstermek için de, İstanbul müzelerinde saklı bulunan bir Buhârî-i Şerif kitabını mühürleyerek aralarında Hazret-i Peygamber (s.a.v)’in mübarek sakal-ı şerifinin de bulunduğu hediyelerle birlikte Kerkük’e göndermiş ve irâde-yi seniyye ile Şeyh’e yüz kuruş aylık bağlamıştır (Çelik, 2008: s. 162).
17 Zilkade 1264 Cemâziye’l-Ahir 1262 Rûmî tarihli irade-i seniyyede belirtildiğine göre Şeyh’in postnişîni bulunduğu Gavsiyye Hânkâhı fakirlere ve yolculara açık bulunur ve her akşam tekkede birkaç yüz derviş ve seyyah eksik olmazdı. Bu vesile ile Şeyh Abdurrahmân tarafından verilen dilekçe üzerine ta’amiyye namıyla Bağdat’taki Şeyh Abdülkâdir Geylânî Vakfı bâkiyesinden ayda beş yüz kuruş şeyhin emrine tahsis edilmiştir. Aynı iradeden anlaşıldığına göre Şeyh’in önceden aylığı bin beş yüz kuruşa iblağ edilmiş ve camiin hizmeti için de beş yüz kuruş maaş bağlanmıştır. Bu tahsisler Sultan Mecid devrinden başlayarak çeşitli münasebetlerle yapılmıştır. Bütün bunlardan başka tekkeye devamlı olarak halk tarafından nezir ve bağış yoluyla hayli para ve eşyalar da verilmiştir (Saatçi, 1997: c. VI, s. 350).
Irak bölgesinde sayılamayacak kadar çok dergâhı, hesapsız halîfe ve mürîdânı bulunan ve şeyhliği maddî bir hayat sürmeye vesile saymayan Abdurrahmân Hâlis, taşıdığı mahlasın hakiki sahibidir. O, halkın tekkeye bağışladığı ihsanları yoksullar arasında pay eder; tekkeye devlet tarafından tahsis edilen para ile de aç ve perişan kimseleri doyururdu. Kendisinin tam bir kanaat içinde yaşadığı herkesçe bilinirdi (Terzibaşı, 1968: s. 53–54).
Şeyh Hâlis 1262/1846 yılında Kerkük’te bulunan tekke içindeki minareli camiyi yaptırır. Bir ibadet yeri olan bu tekkeyi, aynı zamanda o bölgenin edebiyat ve dinî mûsikî merkezi haline de getirmiştir. Nitekim Kerkük’ün tanınmış makam-şinasları burada dinî havalar ve yerli hoyratlar terennüm ederler. Başka illerden gelmiş olan sanatkârlar da yine
burada kendilerini gösterirlerdi. Usta bir oyuncu olan Molla Veli (Türkmen ses sanâtkârı.)*** ve masum hoyratlarıyla tanınan Hame Pîr gibi eski ses sanatkârları hep şeyhin himayesinde yetişmişlerdir (Çelik, 2008: s. 164–165).
Şeyh Abdurrahmân Hâlis’in ‘Alî, Abdülkâdir, Abdülvâhid, Rızâ ve Hasan isminde beş erkek; Fatmahan, Esmâ, Âmine, Hanîfe, Kibriyâ ve Halîme olmak üzere de altı kız evladı vardır. Zevceleri Safiye Hatun, Hatice Hatun, Sekine Hatun ve Meryem Hatun’dur. Hicri 1275/1858 senesinde 63 yaşında vefat eden Abdurrahmân Hâlis’in kabri, Tekke'deki Talabânî külliyesinde bulunan aile mezarlığındadır (Çelik, 2008: s. 165).
Abdurrahmân-ı Hâlisî’nin Şeyh Abdülkâdir Geylânî’ye ulaşan tarikat silsilesi şöyledir (Mehmet Saki ÇAKIR, 2016: c: 9, s: 44) :
Şeyh Abdulkâdir Geylânî Şeyh Abdurrezzak el-Cîlî Şeyh Osman el-Cîlî Şeyh Yahya el-Basrî Şeyh Nureddin eş-şâmî Şeyh Abdurrahmân el-Hasenî Şeyh Burhânuddin ez-Zencerî
Şeyh Muhammed Ma’sum el-Medenî Şeyh Abdurrezzâk el-Hamevî
Şeyh Muhammed Huseyin el-İzmirânî Şeyh Ahmed el-Hindî el-Lahorî Şeyh Mahmud ez-Zengenî et-Hâlisî Şeyh Ahmed ez-Zengenî et-Hâlisî
Şeyh Abdurrahmân Hâlis et-Hâlisî Kerkûkî
1.2. EDEBÎ KİŞİLİĞİ
Abdurrahmân Hâlis-i Telâbânî, edebî ve şair kişiliği ile öne çıkan biri değildir. O asıl, dini ve ilmî kimliği, Kadîriyye tarikatı içindeki yeri ve başta Kerkük olmak üzere Osmanlı’nın Irak vilayetindeki manevi hizmetleri ve sosyal kişiliği ile öne çıkar. Bu
bakımdan onun edebî yönünü, sadece telif etmiş olduğu kısa Mesnevî şerhi ve Dîvân’ındaki fazla sayıda olmayan şiirleri çerçevesinde değerlendirmelidir. Çünkü o, hayatını eser te’lif etmekle geçirmiş bir edebiyatçı olarak bilinmekten çok, mensubu olduğu Kadîriyye tarikatı içindeki konumu ve Irak vilayetindeki dinî, mânevî ve sosyal hizmetleri ile tanınan biridir. Esasen hayatını da hep bu doğrultuda geçirmiş ve öyle yaşamıştır.
Şiirlerinde "Hâlis" mahlasını kullanan Şeyh, Arapça, Farsça ve Türkçe olmak üzere üç dilde şiir yazmış olsa da, Arapça şiirleri çok azdır. En fazla Mevlânâ (Reşat Öngören, DİA, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî. Mevleviyye tarikatının kurucusu, mutasavvıf, âlim ve
şair. c: 29, s: 441-448, Yıl:2004), Nûr Alî Bahşî (Abdurrahmân Hâlîs’in talebesi, Mor
(Mûr) Ali Baba (1804-1884). Kerkük’ten kalkıp Sivas’a gelip yerleşerek burada kurduğu Kâdirî tekkesinde irşad hizmeti veren Mor Ali Baba yine Sivas’ta vefat etmiş ve kendi kurduğu tekkesine defn edilmiştir.)* ve Mağribî gibi sûfî şairlerin çizgisini tercih etmiştir. Bütün şiirlerinin toplandığı Dîvân’ını incelersek bunların hemen hepsinin istisnasız olarak tasavvufî mahiyette olduklarını görürüz. Edebî bakımdan yeterli kıymete sahip bu şiirlerin, manevî tesiri nedeni ile de halk kitleleri arasında geniş yankı uyandırdığı söylenir (Çelik, 2008: s. 165; Terzibaşı, 1968: s. 55).
Abdurrahmân Hâlis’in gerçek hüviyeti söylediği şiirlerin lafızlarında değil, doğrudan doğruya o şiirlerin içli bir gönülden fışkırmasıyla belirmektedir. Şeyh Hâlis, tasavvufun ince vasıflarını taşıyarak, derin manasını parlak manzumeleriyle anlatmaya çalışmış ve adını Türk eserlerine geçiren Kerkük’ün bu güne değin yetiştirdiği en büyük mutasavvıfı sayılmıştır (Terzibaşı, 1968: s. 47–48; Çelik, 2008: s. 161).
Şeyh, Fuzûlî (Abdülkadir Karahan, Fuzûlî, DİA, C:13, s. 240-246, Yıl:1996) ve Hâfız (Tahsin Yazıcı, Hâce Şemseddin Muhammed, DİA C: 15, s. 103-106, Yıl:1997.) gibi tanınmış büyük şairlerin edebî söyleyiş edasını; akide bakımından da Celâleddîn-i Rûmî ve diğer İslâm sufilerinin tesiri altında kalarak yazdığı şiirleriyle fenâfillah nazariyesini belirtmeye çalışmıştır. Şiiri, kalite bakımından Kerkük şiir tarihindeki birinci sınıf şairlerin şiirleriyle aynı seviyede sayılmıştır. Kendinden sonra gelen şairler üzerinde de derin izler bırakmıştır. Şiirini tahmis, tanzir ve taklit eden şairlere her zaman rastlandığı gibi hakkında medhiyeler yazmış birçok şaire de tesadüf edilmektedir. Nitekim Abdülkâdir Gulamî (Mor Ali Baba’nın oğlu Abdülkâdir Gulâmî (1854-1887)** , onun hakkında bir medhiye yazmış ve Farsça bir şiirini de tahmis etmiştir. Şeyh Hâlis’in kendi yazdığı şiirleri, yaptığı tahmislerinden daha parlak sayılır. Nitekim tahmisleri külfetli olup tahmis edeceği şiirlerin
seviyesine ulaşamamaktadır. Dil bakımından Osmanlı Edebiyatının kuvvetli tesiri altında kalan Hâlis, aynı zamanda Fars Edebiyatının tesirine fazlaca kapılmıştır. Bu sebepten şiirlerinde yerli şivenin izleri pek görülmemektedir (Terzibaşı, 1968: s. 165).
Abdurrahmân Hâlis’in şiirlerinin söyleyiş tekniğindeki şive ve eda bakımından Dîvân edebiyatının büyük şairlerini çağrıştırmasından dolayı, bazıları onun şiirlerini Fuzûlî’ninkilerle kıyaslamaya kalksalar da bu doğru bir yaklaşım değildir. Çünkü Fuzûlî, sadece şair ve ediptir. Şiir söylemek onun birinci derecede işi ve mesleğidir. Oysa Abdurrahmân Hâlis, şiiri şiir söylemek için değil, daha çok dini ve manevi mesleğinin ifasında bir araç ve bazen müracaat ettiği bir ifade vasıtası olarak kullanmıştır. Yani bazı bazı ve geçici olarak şairlik hırkasını giymiştir. Eğer şairlerin sınıflandırıldığı tabakat kitapları içinde yer almış olsaydı, adı âlim ve sufi şairler arasında anılırdı.
Edebi kişiliğinden söz ederken, şairin şarihçiliğinden de bahsetmek gerekir. Zira Dîvân’ının mühim bir kısmı, bir “Mesnevî şerhi” özelliği taşımakta ve bilinen meşhur Mesnevî şerhleri arasında anılmaktadır.
Abdurrahmân Hâlis’in şerh tekniği, kendinden öncekilerden çok farklıdır. Alışılmış stilde yapılmış eski şerhler, okuyucuyu okul ve medrese havasının dışına çıkarmadığı için, ona sıkıcı ve fazlaca teknik bilgiler olarak gelir. Oysa Abdurrahmân Hâlis’in tarzı, sanki içinde hiç medrese etkisi yokmuş gibi geldiğinden, okuyucu kendini doğrudan sözü dinlenir tesirli bir eğitimci ile baş başa imiş gibi bir dinleyici rahatlığında hisseder.
Bu bağlamdan olarak eski şarihlerin bir türlü kopamadığı, sıkıcı dilbilgisi açıklamalarının eşliğinde kelime kelime yapılan lâfzî tercüme tekniğini kesinlikle uygulamamıştır. Fiillerin ek ve köklerinden, edat ve bağlaçların ne anlama geldiklerinden, fail fiil ve mef’ul ilişkisinden de hiç söz etmemiştir. Çünkü Abdurrahmân Hâlis, sıradan ilmî kaygıları olan bir medrese bilgini olmak yerine, vaaz kürsüsünde insanları irşad etme çabası içinde olan biridir. İşte bu yüzden de onun Mesnevî Şerhi, bir lâfzî şerh olmamıştır.
Onu lâfzî şerhlerden ayıran bir diğer en büyük özelliği de, sadece bir beyti veya mısraı şerh etmez. Konu ve içerik olarak anlatımın eksik kalmaması için, alakası görülen birçok detay bilgileri de verir. Bu yüzden bir beytin şerhi, yirmiden fazla beyitle yapılmıştır.
1.3. ESERLERİ
Bilinen üç eseri vardır ve hepsi de muhtelif zamanlarda basılmıştır. Bunlar:
1.3.1.DÎVÂN
Türkçe, Arapça ve Farsça şiirlerinden meydana gelir. Aynı zamanda Mesnevî’nin ilk on sekiz beytini açıkladığı manzum şerhi de bu Dîvân içindedir ve ilk kısımda bulunur. Birinci basımı Bağdat Valisi Gözlüklü Reşid Paşa’nın oğlu Sadâret Mektubî Kalemî hulefasından Rüştî Beyin yardımıyla Zilhicce 1284 yılında Hattat Ali Sadık Hoca tarafından yazılarak İstanbul’da Rıza Matbaası’nda taşbaskı olarak basılmıştır. Dîvân’ın sonunda basım tarihini gösteren Farsça bir manzume vardır. Abdurrahmân Hâlis’in Dîvânı ile Kitabü’l-Meârif fî Şerh-i Mesnevî-i Şerif isimli eseri birlikte basılmıştır. 1–25 sayfalar arası Mesnevî Şerhi; 25–65 sayfalar arası ise Dîvân’ından ibarettir. Bu Dîvân ikinci defa Kerkük’lü Şeyh Muhammed Cemil Tâlebânî’nin yardımıyla Rebiü’l-Ahir 1367/1948 yılında Tahran’da Âfitâb Matbaasında “Cezbe-i Aşk” adıyla basılmıştır (Çelik, 2008: s. 167). Birinci basımdan bir nüsha bugün TBMM kütüphanesinde 73–7933 numara ile Hâlis Dîvânı adıyla mevcuttur.
1.3.2. KİTABÜ'L-ME’ÂRİF Fİ ŞERH-İ MESNEVÎ-İ ŞERİF
Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî’ye ait Mesnevî kitabının ilk on sekiz beytinin Farsça manzum şerhinden ibarettir. Buna sonradan iki beyit daha ilave edilerek yirmi beytin şerhi yapılmıştır. Kitap, şairin Dîvân’ı ile birlikte yayımlanmıştır. Bu risale 1326 yılında vefat eden Musul Mektupçusu Hasan Tevfik tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. Henüz yayımlanmamış olan tercüme, mütercimin aile efradı yanında bulunmaktadır (Çelik, 2008: s. 167).
1.3.3. BEHCETÜ'L-ESRÂR TERCÜMESİ
Şeyh Abdülkâdir Geylânî’nın menkıbelerini içine alan bu kitap aslen Şeyh Nur Ali Bahş tarafından Arapça olarak yazılmış, Şeyh Abdurrahmân tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. 186 sayfadan ibaret olan bu kitap 1302/1885 yılında Kerküklü Müderriszâde Muhammed Said Efendi tarafından İstanbul’da Mahmud Bey Matbaasında bastırılmıştır. Son zamanlarda Mustafa Necati Akın’ın yeni harflerle yayımladığı Behcetü’l-Esrâr’ın tercümesi tamamen Şeyh Abdurrahmân Hâlis’in yapmış olduğu tercümenin bir tıpkıbasımı olup bazı Arapça ve Farsça sözcük ve deyişlerin değiştirilmesi veya kısaltılması suretiyle meydana getirilmiştir. Mustafa Necati, kitabın önsözünde, Şeyh Abdurrahmân’ın eserini
gördüğünü ve anlaşılması güç bir dille yazıldığını ifade ederek bu yüzden tercümeyi yaptığını belirtir (İnal, 2002: c. II, s. 799).
II. BÖLÜM
B. ABDURRAHMÂN HALİS-İ TÂLEBÂNÎ’NİN DÎVÂN’I 2.1. ŞERH-İ MESNEVİ HAKKINDA GENEL BİLGİ
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Mesnevî’sinin ilk on sekiz beytini açıklamak maksadıyla kaleme alınmış Mesnevî şerhlerindendir. Müellif, şerhini Farsça dili ile ve manzum olarak yapmıştır. Eser, “Fâilâtun / Fâilâtun / Fâilun” veznindedir ve şiiri tür olarak mesnevîdir. Kısa bir hamdele, salvele ve giriş yazısından sonra, konuya hazırlık bilgilerini veren elli dokuz beyitlik Farsça bir mukaddemesi vardır. Şerh kısmı, mukaddemeden sonra başlar ve iki yüz sekiz beyittir. Şerh kısmını on iki beyitlik bir hatime takip ederek, kitabın Şerh-i Mesnevî kısmı son bulur.
Müellif eseri kaleme alış sebebi olarak, eserinin giriş kısmında, yakın dostlarının kendisine artık onun da bir Mesnevî şerhi yazması için vaktin geldiğini ve bunun gerekli olduğunu ileri sürmelerini gösterir. Kendisinin de bu istek üzerine, bir başlangıç olarak ilk on sekiz beyitle bu işe başladığını belirtir. Anlaşıldığına göre müellif, Mesnevî’yi bir bütün halinde şerh etmek istemiş, fakat şartlar müsaade etmediğinden bu çalışmayı bitirmemiş ve ilk on sekiz beytin şerhini yapmakla yetinmiştir.
2.2. MESNEVÎ ŞERHİ’NİN İÇERİĞİ VE ÜSLÛBU
Tesirli edip ve âlimlerin kullandığı bir tarz olan, yalnız mânâ ve anlama dayalı mânevî şerhtir. Bu hali ile etimolojik ve morfolojik çalışma yapanlardan ziyade, edebiyat, tasavvuf ve İslâmî ve tasavvufî kültür araştırmacılarının ilgisini çeken bir eserdir.
Eserin başlıca konusu, Mesnevî’nin ilk on sekiz beytinde anlatılan kamışlıktan koparılmış ney motifi üzerinden ruhlar âleminden, cennetten ve asıl sevgili olan Allah’tan ayrı düşmüş insan kalbinin duygularının ve inleyip sızlanmalarının tasavvuf geleneği içerisinde geniş bir şekilde ve şiir dili ile işlenmesidir. Şeyh, diğer şarihlerden farklı olarak özgün bir anlatımla, okuyucuya kendi bilgisini, duygularını ve mizacını hissettirmeden, eserin asıl sahibi olan Mevlânâ Celâleddîn’in ağzından işitiyor ve aktarıyormuş gibi bir üslupla eserini sunmuştur. Anlatımda sanki müellifin kendisi değil de, bizzat Mevlânâ Celâleddin kendi sesiyle, sözüyle ve üslûbuyla anlatıyormuş gibi bir hava vardır.
Eserin içeriği, mânâ ve mazmunların işlenişi ve anlatımın edası, bizzat Mevlânâ Celâleddin’i andırır. Ancak tasavvufla birlikte bilimi de, şiirin mesnevi türüne dökmüş bir eser olarak Senâî (Saime İnal Savi, Senâî, DİA, C: 36, s. 502-503, Yıl:2009.)-yi Gaznevî’yi hatırlatmaktadır. Şerh ve açıklamalarını tıpkı Senâî gibi, tasavvufun etkisi altında gelişip olgunlaşan sûfî felsefesindeki bilimin ışığı altında ve onun yardımı ile yapmıştır. Derî dilini kullanma biçimi, Mevlânâ’da ağırlıklı olarak Belh yöresinin şivesi hâkim olmasına rağmen, müellifin dili klasik Horasan şairlerinin dili gibidir. Yani daha kolay ve dilbilgisi kuralları ile son derecede uyumlu. Konuyu işleyişi ise, Senâî tarzındadır.
2.3. ŞİMDİYE KADAR YAPILMIŞ TERCÜMELERİ
Bilinen tek Türkçe tercümesi 1326 yılında vefat eden Musul Mektupçusu Hasan Tevfik tarafından yapılmıştır. Henüz yayımlanmamış olan tercüme, mütercimin aile efradı yanında bulunmaktadır (Çelik, 2008: s. 167). İkinci defa tercümesi ise, bu tez çalışmasından daha önce yaptığımız bir Yüksek Lisans Seminer Çalışmasının konusu içinde yer alarak tarafımdan yapılmıştır.
2.4. DÎVÂN’DA BULUNAN DİĞER ŞİİRLERİ
Müellifin Mesnevi şerhi haricinde kaleme aldığı Farsça ve Türkçe gazeller, sakinameler, muhammesler ve rubailerdir. Bunların sayıları şu şekildedir. Yazma nüshada: 25 Farsça gazel, 11 Farsça muhammes, 2 sakiname, 5 Farsça rubai. Matbu nüshada ise, yazmadan farklı olarak 6 Türkçe gazel, 5 Türkçe muhammes ve naşire ait bir Farsça kıt’a bulunmaktadır.
2.5. YAZARIN KULLANDIĞI MANZUME TÜRLERİ 2.5.1. MUHAMMES (MUSAMMAT)
Divan şiirinde beşer mısralık bendlerden oluşan musammat nazım şeklinde manzume (Muhammes, DİA, C: 31, s. 02, Yıl: 2006).
İslâm edebiyatında bendlerden kurulu nazım şekillerinin genel adı (İskender Pala - Filiz Kılıç, Musammat, DİA, c: 31, s. 233, Yıl:2006)
Sözlükte “inci dizilen iplik, gerdanlık” anlamındaki sımt kökünden türeyen musammat “inci dizisi” demektir. İlk örnekleri Hârûnürreşîd’in saray şairlerinden Ebû Nüvâs (Nasuhi Ünal Karaaslan, Ebû Nüvâs, DİA, c: 10, s. 205-207, Yıl: 1994)’ın şiirlerinde görülen ve Arap edebiyatında daha çok müveşşah adıyla ele alınan musammat,
bünyesinde kafiyedaş kelimeler ve söz bölükleri içeren beyitleri tanımlamak için de kullanılmıştır (Pala - Kılıç, Musammat, DİA, C: 31; s. 233, Yıl:2006).
Genelde beş-yedi bend olarak düzenlenen musammatların bendlerindeki mısra sayısı birbirine eşit olup üç ile on arasında tekrarlanan bu mısralara göre müselles, murabba / terbî, muhammes / tahmîs gibi adlar alır. Musammatlar bir şair tarafından başka bir şairin gazeli esas alınarak bu gazelin beyitlerine mısra ilâvesiyle de meydana getirilebilir. İlâve edilen mısralara “zamîme” denir. Bu tarz musammatlarda şair, bir başka şairin gazelini aynı ustalıkta veya daha üstün derecedeki mısralarla zenginleştirmek ve meydana getirdiği musammat dolayısıyla kendi değerini ispatlamak amacını taşır. Şairlerin kendi gazellerini musammata dönüştürdüğü örnekler de vardır. Musammat üç büyük İslâmî edebiyat içinde (Arap, Fars, Türk) yaygın olarak Türk edebiyatında kullanılmıştır (Pala - Kılıç, Musammat, DİA, C: 31; s. 233, Yıl:2006).
2.5.2. SÂKÎNÂME
Doğu edebiyatlarında içkili sohbet meclislerini ve bunlarla ilgili unsurları gerçek ve mecazi mânasıyla anlatan manzume (Rıdvan Canım, Sâkînâme, DİA, C:36, s. 13-14,
Yıl:2009).
Sâkînâmelerden sâkîliğin çok eski bir meslek olduğu, bezm meclisinde içki sunma, meclisin âdâbını düzenleme gibi görevleri içerdiği, ayrıca bu mesleğin giderek zarafet kazandığı ve sâkîlerde özel yetenekler yanında şiir ve mûsiki bilgisinin arandığı anlaşılmaktadır. İran ve Türk edebiyatlarında sâkînâmeler genellikle aruz vezninin mütekārib bahrinde “feûlün feûlün feûlün feûl” veya “feûlün feûlün feûlün feûlün” kalıbıyla yazılmıştır (Rıdvan Canım, Sâkînâme, DİA, C:36, s. 13-14, Yıl:2009).
Sâkînâmeler müstakil olarak yazıldığı gibi mesnevi türündeki eserlerin bir bölümü veya dîvânlar içinde terkibibend, terciibend ve kaside gibi manzumeler şeklinde de bulunabilir (Rıdvan Canım, Sâkînâme, DİA, C:36, s. 13-14, Yıl:2009).
Şarabı ve şarap meclislerini rindâne ifadelerle anlatan sâkînâmelerin yanında bu konuları tasavvufî olarak işleyenler de vardır. Bunlarda şarap ilâhî aşkı, sarhoşluk vecd halini temsil eder. İçki ve içkiye bağlı haller çevresinde ölümü hatırlama, öğüt, hikmet gibi konuların da işlendiği bu eserlerde rindâne bir eda ile varlık meselesi üzerinde durulur. Meyhâne ihtiraslardan uzak aşk ve şevk dolu bir yer olup aşk şarabını sunan pîr-i mugan meyhânenin mürşid-i kâmilidir. Burada şarap (mey), insanoğlunu maddî âlemin sıkıntılarından kurtaran ve onu ebedî varlık makamına ulaştıran aşktır. Tasavvufî
sâkînâmelerde meyhâne, sarhoş, sâkî, çeng, def, ney gibi kelimeler yanında şairlerin kullandığı diğer kavram ve motiflerin hemen hepsi görünen anlamları dışında tasavvufî bir mânaya bürünür (Rıdvan Canım, Sâkînâme, DİA, C:36, s. 13, Yıl:2009).
Sâkînâmeler müstakil olarak yazıldığı gibi mesnevi türündeki eserlerin bir bölümü veya divanlar içinde terkibibend, terciibend ve kaside gibi manzumeler şeklinde de bulunabilir (Rıdvan Canım, Sâkînâme, DİA, C:36, s. 13, Yıl:2009).
Müellifin kullandığı manzume türleri; gazel, rubai, muhammes ve sâkînâmelerdir. Dîvân edebiyatında ya nadiren ya da az bir örnek ile karşılaşılan muhammes ve sâkînâmelerin bu eserde yer alması, müellifin edebi üslubu ile birlikte edebi kişiliğinin de üst seviyede olduğunu göstermektedir.
2.6. DİĞER ŞİİRLERINDE İÇERİK VE ÜSLUP
Diğer şiirlerin bütünün konusu aruzun çeşitli kalıpları ile söylenmiş tasavvuf içerikli şeylerdir. Konuları işlerken şair, tasavvuf ve Divan edebiyatının hemen her türlü teşbih, kinaye, istiare ve mazmunlarını kullanmıştır. Bunlar arasında en çok kullanılan aşk-ı ilahiyi anlatan mey ve bade, şeyh ve mürşidi anlatan saki, hum yani şarap küpü, müridin kalbini anlatan kadeh ve laledir. Meyhane ve harabat kavramları ise mürşidin müridi eğittiği dergah ve tekkedir.
Üslup olarak sade ve kolay anlaşılır bir Farsça ve Osmanlı devri Türkçesi hakimdir. Söz ve anlatım basit gibi görünmekle birlikte sehl-i mümteni tarzındadır. Az sözle çok anlam ihtiva eden bir karaktere sahiptir. Divanın hacimce küçük olması Tasavvufi sözlük hazırlayıcılar ve tasavvuf araştırmacıları için aradıkları şeyleri bulmakta onlara kolaylık sağlayıcı mahiyettedir. Halis’in şiirlerinin birçok yerinde tasavvufa dair mecaz ve mefhumların gerçekte nelere delalet ettiği hemen anlaşılır niteliktedir.
2.7. DÎVÂNDA GEÇEN ÖZEL İSİMLER
Dîvânda geçen özel isimlere dair manzumelerden örnekler;
سرد هب یناوخ رب هک یهاوخ یمه رگ
نیدلا للاج انلاوم ز وَر
سرپب
“Eğer ki ders olarak okumak istiyorsan, Git Mevlânâ Celâleddin’den sor.” (56. Beyt)
شنلاِیاس ِباوج رد
2
یفطصم
ادخ ِیحو زا دومرف نینچمه
“Mustafa kendisine sual soranlara cevabında, Allah’ın vahyi ile şöyle buyurdu:” (159. Beyt)
دنک یم نوخ رپ ِهار ِثیدح ین
دنک یم نونجم ِقشع ِیاهصق
“Ney, belalı bir yolun sözünü ediyor,
Mecnun aşkının hikâyelerini söylüyor.” (212. Beyt)
اش و حبص ره اعد صلاخ دنک یم
م
ماک هب ار شیاقب دهاوخ ادخ زا
“Hâlis her sabah ve akşam dua etmektedir,
Allah’tan onun bekasının mutluluğunu istemektedir.” (278. Beyt)
تفاتب یلیل ِخر رد تنسح ِقرب زا ۀعمل
وت ِیادوس زا دش نونجم و دز نونجم رب قرب
“Senin güzelliğinin şimşeğinden Leylâ’nın yüzünde bir ışıltı parladı, Mecnun’u yıldırım çarptı ve senin sevdandan divâne oldu.” (gazel, 1)
رگا وک نآ رضخ وچ دنام نادواج ِتایح رد
عرج
ۀ
ای
دب
فجن ِیایرد ِبآ ِضیف ز
“Hızır gibi hayatta kalır o kimse ki eğer,
Necefderyasının suyunun feyzinden bir yudum bulursa.” (gazel, 4)
یلع ِیلاوت اب صلاخ هک تعاس نآ مرخ
فجن ِیارحص ِیاپ رد دوش ادیش و هلاو
“Ne mutlu o âna ki Hâlis, Alî’nin peşinden,
Şaşkın ve sevinçli Necef sahrasının eteğine varırsa.” (gazel, 4)
رای ِراونا ِوترپ لد ِروط رب هدز ات
ِصلاخ
روط وچمه دش هتخوس هتخاب ناج
“Gönül Tûr’una, yârin ışığı vurduğundan beri, Candan geçmiş Hâlis, Tûr gibi yandı.” (gazel, 11)
2
:ت شنلائاس
سدق ِحور اب شیناوخ دیؤم رگ یسیع وچمه
نآ ز دوبن رود
وا هک
م
یح
ی
تسا یفطصم ِنید
“Ona, İsa gibi Ruhü’l-kuds ile müeyyeddir dersen,
Abartma olmaz çünkü O, Mustafa dininin dirilticisidir.” (gazel, 12)
ر رد
ِه
دنب هنیمک ناقاخ وا ِنامرف
یا ه
تساون یب و ریقح رصیق وا ِناسحا ِرد رب
“Onun fermanını yerine getirmede, Hâkân aciz bir kuldur, Onun ihsan kapısı önünde, Kayser zelil ve fakirdir.” (gazel, 12)
ا سب تبل یانمت رد
ه
لد ل
اون زاب
یلبرکلا لهاک حو ّرلا
“Senin dudağını arzulamaktan nice gönül ehli, Kerbelâ ehli gibi yine figan eyledi.” (gazel, 16)
لاخ هک ره
ص
دش سنوم دوخ ِفسوی ِمغ هب
ار یئاهنت ِتشحو دهد هن ملاع ود هب
“Ey Hâlis, kim kendi Yûsuf’unun gâmı ile arkadaş olursa, Yalnızlık vahşetini, iki âleme vermez.” (gazel, 17)
ر رد
ِه
دنتخاب ار ناج قاشع یسب ناناج
تسین روصنم نیمه اهنت شهار رد هداهن رس
“Sevgilinin yolunda nice âşıklar canları ile oynadılar, Yolunda baş verense, bu Mansûr’dan başkası değildir.” (gazel,20)
مق مق یلبج یه یه میناطلس ِمرحم ام
مق مق یلبج یه یه میناوید بحاص ام
“Biz padişahın sırdaşlarıyız hey hey Cebelî kalk kalk, Biz divan sahibiyiz hey hey Cebelî, kalk kalk. (gazel, 22)
ب یا دوب نامیلس ِرهم وا ِرهم
ادخ ِرا
ینمرها ره ِتفآ زا یهن شظفح ِرهم
“Allah’ım, onun mihri Süleyman’ın mührü olsun,
Ona, her şeytanın şerrinden, muhafaza mührünü vur.” (gazel,26)
منابهر ِرید رد رگ و یصقلاا دجسم رد رگا
یقایتشلا عمد نیعلا یف یرج
یقارعلاب
تّلح ذنم امیلس
“Gözde arzulama yaşı aktı, Süleymâ Irak’a gitti gideli.” (gazel,29)
ِقرب ز
3
شوج اب صقر نک یم قشع
شون یم و زادنا دور هدنز رد درخ
“Aşk şimşeğinden heyecanla raks et,
Aklı, Zinderûd Nehrine at ve mey iç.” (muhammes,29)
ددرگ نآ دش ورف صلاخ هب دوخ
ددرگ نایع یلع رون هب دوخ
“Hâlis’te kaybolan geri döner, Nur Ali’de aşikâr olur.” (muhammes,30)
رس رب تفلاخ ِجات ارت دنداهن ات
رت لااب یکلم زو یکلف زا یبرغم
“Başına hilafet tacını koyduklarından beri,
Mağrîbî, felektekiler ve meleklerden daha yücedir.” (muhammes, 31)
وک وچ نم هانگ دنچ ره
ِه
تسا فاق
رد
پ
شی
لاون
حر
تم
ت
یهاگ
تسین
“Her ne kadar günahım Kafdağı kadar olsa da,
Senin rahmetinin hazinesi önünde bir şey değildir.” (rubai, 32)
ر رد
ِه
قداص مه و مصلاخ مه وت ِقشع
یدش هناوید وت باصق تفگ
ی
قشاع ا
“Senin aşkının yolunda hem Hâlisim ve hem sâdık,
Kassâb dedi, sen divane mi oldun yoksa âşık mı?” (muhammes,34)
دش مدآ و ملاع وزک تسا قشع
ه
ادیپ
نلاد هدرم لد تسا قشع
ار
ایحا دنک
“Âdem ve âlemin yaratılışı aşktır,
Kalbi ölmüşleri dirilten aşktır.” (muhammes, 36)
3
:ت قوذ
روح دصب وت ِقشع ِتّذل دهدن صلاخ
رود دوشن زگره وت ِیوک رس ز مساق
“Hâlis senin aşkının lezzetini yüz huriye vermez, Kâsım, senin mahallenden asla uzak olmaz.” (muhammes, 36)
وا هک منلایگ ِثوغ ِریسا نم
وا هک منآ تّمه ِملاغ نم
یب دنک ربمغیپ ِراک
ج
لیئرب
“Ben Geylân Gavsının esiriyim ki o, Ben onun himmetinin kölesiyim ki o,
Cebrailsiz peygamberin işini yapar.” (muhammes, 39)
دوش یخس
هب
ظفاح ادخ صلاخ ادخ
یوب لیخب
ظفاح ایب دونشن ادخ
“Cömert, Allah ile birlikte olur Hâlis, Allah’a ısmarladık, Cimri, Allah’ın kokusunu duymaz, gel ey Hâfız.” (muhammes,40)
درک شعبط و ابیز ِهعومجم نآ زا دروآ تسدب
لضاف گب یدشر نلاد بحاص تهزن یارب
“O güzel mecmuayı elde etti ve onu ta’b etti Faziletli Rüşdü Bey ince gönüllüler için.” (kıt’a,56)
2.8. İNCELEME KONUSU YAZMA NÜSHANIN TAVSİFİ
İncelediğimiz ve üzerinde çalıştığımız bu yazma nüsha, Konya Mevlânâ Müzesi, Abdülbâkî Gölpınarlı Kütüphanesi, Farsça Yazmalar kısmında 123 numara ile kayıtlıdır. Kitabın en sonunda bulunan ferağ kaydı yazılı sayfası mevcut olmadığından, hattatının ismini ve istinsah edildiği tarihi bilmiyoruz. Yazma, kütüphaneye 23. 11. 1963 tarihinde merhum Abdulbâkî Gölpınarlı tarafından onun şahsi kütüphanesinde bulunan diğer kitapları ile birlikte bağış yoluyla girmiştir.
Nüshada bulunan varak sayısı 37’dir. Talik yazı ile ve siyah mürekkeple yazılmıştır. Kâğıdı aharlı beyaz kâğıttır. Bordo renk bez ciltlidir. Kitabın satır sayısı on birdir. Yazılar kırmızı renk mürekkepli cetvel çizgisi içindedir. Cedvel çizgisinin sağ, sol, alt ve üstünde bulunan boşluklara kırmızı mürekkeple bazen de mavi yazı ile haşiye ve
notlar düşülmüştür. Sağ sayfaların hepsinin alt kısmında, sol sayfanın bulunan ilk kelimesi kayıtlıdır. Konu başlıkları, ayetler, hadisler ve müellifin açıklama maksadı ile aldığı beyitler de kırmızı mürekkeple yazılıdır. Kitabın başlama ve bitiş varakları ile birlikte bazı sayfalarda bağışı yapan merhum Gölpınarlı’nın Mevlevî tacı şeklindeki mavi mürekkeple özel temlik mührü basılıdır.
2.9. DÎVÂN’IN MATBU NÜSHASI
Karşılaştırmasını yaptığımız matbu nüsha TBMM Kütüphanesinde 73-3967 numara ile kayıtlıdır. Sayfa sayısı 65’tir. Burada yazma eserde mevcut olmayan altı Türkçe gazel, beş Türkçe muhammes ve naşire ait bir Farsça kıt’a da bulunmaktadır.
Kitap iki bölüm halindedir. Birinci Bölüm’de Mesnevî’nin ilk onsekiz beytinin şerhi bulunur. İkinci Bölümde ise müellifin Farsça ve Türkçe olarak kaleme aldığı diğer manzumeler bulunmaktadır. Bunlar Farsça ve Türkçe gazeller, muhammesler ve az sayıdaki rubailerdir.
Bunların sayısı şu şekildedir: 25 Farsça gazel, 11 Farsça muhammes, 2 Farsça sakiname, 5 Farsça rubai. Türkçe manzumeler ise, 6 Türkçe gazel ve 5 Türkçe muhammesten ibarettir. Kitabın en sonundaki hatime kaydından önce ise müellife övgü makamında yazılmış naşire ait dört beyitlik bir Farsça kıt’a vardır.
Kitabın sonunda “Sabık Bağdat valisi merhum ve mağfurun leh devletlu Reşid Paşa Hazretlerinin mahdumu Rüşdü Bey marifetiyle Rıza Efendi Basmahanesinde ta’b olunmuşdur. Allahım, onun müellifini ve kâtibini mübarek eyle, Muhammed ve soyu hakkı için. Muhammed Ali bin Hacı Molla Sadık Horasanî tarafından 1284 senesinin zilhicce ayında kaleme alınmıştır” şeklinde bir hatime kaydı bulunmaktadır.
2.10. YAZMA NÜSHANIN VE HAZIRLANAN METNİN İMLA ÖZELLİKLERİ
Yazma ve matbu’ nüshalar karşılaştırılarak hem nüshalar arasında kelime ve gramer düzenlemesi ve hem de her iki nüsha da günümüz imlâ sistemine yönelik düzenleme ve değişikliklerler yapıldı. Bunlardan başlıcaları:
Mısralarda geçen yâ-i vahdet alâmetinin günümüz imlâsında
یا
“î” olarak kullanılması ve buna uygun yazılması.İsmi meful kuralına göre
ه
“e”den sonra gelenناگ
çoğul eki alâmeti ileه
“e”nin kelimeden düşmesi kuralı uygulandı.Birleşik yazılan ve birbirinden farklı olan kelimeler yine gramere uygun olarak ayrı yazıldı.
Dîvânın çoğu dizelerinde kendinden önce veya sonraki kelimeye birleşik yazılan edat, bağlaç, zamir türleri ve genellikle şimdiki zaman ekini gösterir ek ve kelimeler de aynı kurala uygun olarak ayrı yazıldı.
Birbirinin yerine kullanılan iki ayrı harf, günümüzde kullanıldığı üzere yazıldı. Sıralanan maddelere göre örnekler aşağıya yazıldı.
Bazı kelimelerin imlaları değiştirilerek günümüz imla sistemine uygun hale getirildi (bknz. Farsça nüsha:
تشذگیمه
kelimesiتشذگ یمه
şeklinde ayrı yazıldı).Günümüz imla sistemine göre işaret zamiri
نآ
ileار
edatı ayrı yazıldı (Farsça nüsha:ارنآ
kelimesi
ار نآ
şeklinde yazıldı).Soru edatı olan
هچ
kendisinden sonra gelen kelimeye bitişik yazıldığında ayrı olarak yazıldı (bknz. 53. Beyit:میوگچ
kelimesiمیوگ هچ
şeklinde yapıldı).Fiile bitişik olarak yazılması gereken ekler ayrı yazıldığında bitiştirildi (bknz. 56. Beyit: هب
سرپ
kelimesiسرپب
şeklinde yazıldı).Fiilden ayrı yazılması gereken
یم
edatı fiile ayrı yazılması gereken durumlarda ayrı yazılmıştır (bknz. 60. Beyit:دنکیم
fiiliدنک یم
olarak yazıldı).Fiile bitişik olarak yazılması gereken ekler ayrı yazıldığında birleştirildi (bknz. 61. Beyit:
هب
هدیرب
kelimesiهدیربب
şeklinde yazıldı).Fiile bitişik yazılması gereken ekler ayrı yazıldığında birleştirildi ve gerekli olan imla kullanıldı (bknz. 64. Beyit:
رار هب
kelimesiرآ رب
şeklinde değiştirildi).Fiile bitişik yazılması gereken
ن
fiile birleştirildi (bknz. 135. Beyit:دننیب هن
kelimesiدننیبن
şekline getirildi).
Arapça bir edat olan
یف
ile Farsça bir edat olanب
birleştiğinde ayrıştırılarak yazılmıştır (bknz. 240. Beyit:یفب
kelimesiniیف هب
şeklinde yazıldı).İsmi mef’ullerin sonuna mastariyet
ی
’sı geldiğindeه
harfi düşerekگ
harfi getirilmiştir ve metinde bu kurala uyulmayan bazı yerlerde kurala uyularak yazılmıştır (bknz. 237. Beyit:یگ هدنکارپ
kelimesinde geçenه
kaldırıldı veیگدنکارپolarak değiştirildi).Ayrı yazılması gereken
هکیا
günümüz imlâ sistemine göre yazıldı (bknz. birinci gazel,یا
هک
).Yâ-yı vahdet ve izafet ibaresi olan
ۀ
, günümüz imlâsına göre tekillik, teklik emaresi olanیا
şeklinde yazıldı (bknz. birinci gazel,ۀرز ره
-یا هرز ره
).Fiillerden ayrı yazılması gereken یم eki ayrıldı (bknz. birinci gazel,
دودیم – دود یم
). Günümüz imlâsına göreیب
eki kendinden sonra gelen kelimelerden ayrı yazıldı (bknz. 1. gazel,دوخیب
–دوخ یب
).Birbirinin yerine kullanılan iki ayrı harf
ک
–گ
, günümüz kullanımı ile yazıldı (bknz. örn.1. gazel
رک هولج
-رگ هولج
).Cümlede bağlaç olarak kullanılan
هک
, günümüz imlâsına göre kelimeden ayrı yazıldı (bknz. 1. gazel,هکسب زا
–هک سب زا
).
Edat olarak kullanılan هب kendinden sonra gelen isimden ayrı yazıldı (bknz.1. gazel,
رانب
–هب
ران
).Birleşik olarak yazılan iki ayrı kelime birleştirilerek yazıldı (bknz. 2. gazel,
رابکی
–راب کی
). Edat olan هب birleşik yazılan isimden ayrı yazıldı (bknz. 2. gazel,رهب
– ره هب
).Birbirinin yerine kullanılan iki ayrı harf
ک
–گ
olarak yazıldı (bknz. 2.gazel,د
یدرک رک هولج
-دیدرگ رگ هولج
).Edat olarak kullanılan
هب
kendinden sonra gelen isimden ayrı yazıldı (bknz. 2. gazel,مشچب
–
مشچ هب
).İşaret zamiri olan نآ, kendinden sonra gelen kelimelerden ayrı yazıldı (örn. bknz.2. gazel,
دودعمنآ – دودعم نآ / لدنآ – لد نآ / رسنآ – رس نآ
).هب
edatı, dîvânın çoğu dizelerinde kendinden sonra gelen kelime ile birleşiktir ve düzeltilerek, günümüz imlâsına göre ayrı yazıldı (bknz. 2. gazel,و
ج
تسجب
–
وجتسج هب
). Ayrı yazılması gerekenنآ
veار
imlâya uygun olarak yazıldı (bknz.3. gazel,ارنآ – ار نآ
). Birleşik olarak yazılanیا
veهک
ayrı yazıldı (bknz. 3. gazel,هکیا – هک یا
).Kendinden sonra gelen kelimeye birleşik olarak yazılan نآ zamiri kelimeden ayrı yazıldı (bknz. 3. gazel,
هدیدنآ
–هدید نآ
).Birleşik olarak yazılan işaret zamiri
نآ
kelimeden ayrı yazıldı (bknz. 3. gazel,شوگنآ
–نآ
شوگ
).Kendinden önceki kelimeye birleşik yazılan هب edatı kelimeden ayrı yazıldı (bknz. 4. gazel,
ارحصب
–ارحص هب
).Kelimeden ayrı yazılması gereken
نآ
, ayrı yazıldı (bknz. 4. gazel,وکنآ
–وک نآ
).Dîvânın çoğu dizelerinde kendinden sonraki kelimeye birleşik yazılan
نآ
ayrı yazıldı(bknz. 4. gazel,
یرسنآ
–یرس نآ
).Birleşik yazılan iki ayrı harf, birbirinden ayrı yazıldı (bknz. 4. gazel,
مدکی
– مد کی ).Yazımda geçmeyen izafet hemzesi kelimeye yazıldı (bknz. 4. gazel,
لاعم هاگرد
–لاعم
ۀاگرد
).هب edatı kendinden sonra gelen kelimeden ayrı yazıldı (bknz. 5. gazel,
هدومنب
–هدومن هب
). Yâ-i vahdet olanئ
günümüz imlâsına göreیا
olarak yazıldı (bknz. 5. gazel,ۀیاس
–یا هیاس
).
Edat olan
هب
, kendinden sonra gelen kelimeden ayrıldı ve birbirinin yerine kullanılan iki harfک
–گ
olarak yazıldı (bknz. 5. gazel,رک هولج
یکنرب
–رگ هولج یگنر هب
).Birleşik yazılan
یا
veهک
ayrı yazıldı (bknz. 5. gazel,هکیا
–هک یا
).Birleşik yazılan iki biri sıfat diğeri isim olan iki kelime ayrı yazıldı (bknz. 5. gazel,
ماقمیلاع
–
ماقمیلاع
).Birleşik olarak yazılan iki kelime, ayrı yazıldı ( bknz. 5. gazel,
ودکی
–ود کی
).yerine kullanılan iki harf
ک
–گ
olarak yazıldı (bknz. 5. gazel,ددرک یم
...رک
–ددرگ یم
...رگ
).Kendinden sonra gelen kelimeyle birleştirilen
هب
edatı kelimeden ayrı yazıldı ( bknz. 5. gazel,یارحصب
–ارحص هب
).Kendinden sonraki kelime ile birleşik yazılan
نآ
ayrı yazıldı (bknz.5. gazel,ارحصنآ
–نآ
رحص
گ
yerineک
ile yazılan kelimeler, günümüze uygun yazıldı (bknz. 5. gazel,دیوک
–دیوگ
).Edat olan
هب
, kelimeden ayrı yazıldı ( bknz. 6. gazel,رحسب
–رحس هب
).Kendinden önce gelen kelimeye birleşik yazılan
هک
ayrı yazıldı (bknz. 6. gazel,هکسب
–سب
هک
).Günümüzde ayrı kullanılan şimdiki zaman eki olan
یم
fiilden ayrı yazıldı (bknz. 6. gazel,منکیم
-منک یم
).Kendinden sonraki isme birleşik olarak yazılan هب edatı kelimelerden ayrı yazıldı (bknz. örn. 7. gazel,
ناملغب
–ناملغ هب
/تلامجب
-تلامج هب
).Birleşik olarak yazılan
یب
eki, kelimeden ayrı yazıldı (bknz. 8. gazel,میاجیب
–میاج یب
). Her gazelde aynı birleşik yazımını gördüğümüzهب
edatı ayrı yazıldı (bknz. örn. 8. gazel,هارب
–هار هب
).Birleşik yazılan iki ayrı kelime, ayrı yazıldı (bknz. 9. gazel,
نلادبحاص
–نلاد بحاص
).هب
edatı kendinden sonra gelen kelimeden ayrı yazıldı (bknz. 10. gazel,ملاعب
–ملاع هب
).Yâ-i vahdet
ۀ
ئ
alameti, günümüz imlasıیا
ile yazıldı (bknz. 11. gazel,ۀرز
–یا هرز
). Birbirinin yerine yazılanک
ile , günümüze uygun yazıldı (bknz. 12. gazel,گ
رک
–رگ
). Birleşik yazılanنآ
veهک
ayrı yazıldı (bknz. 12. gazel,هکنآ
–هک نآ
).Kendinden önceki kelimeye birleşik yazılan üstünlük sıfatı alameti
رت
kelimeden ayrı yazıldı (bknz. 13. numaralı sâkinâme,رتبوخ
–رت بوخ
).Şimdiki zaman eki olan
یم
kendinden sonra gelen fiilden ayrı yazıldı (bknz. 14. numaralı sâkinâme,دیامنیم
–دیامن یم
).Birbirinin yerine yazılan
ک
harfi,گ
olarak yazıldı (bknz. 15. gazel,ددرک
–دد
رگ
). Birleşik yazılanنآ
veهک
ayrı yazıldı (bknz. 16. gazel,هکنآ
–هک نآ
).Şimdiki zaman eki olan
یم
kendinden sonra gelen fiilden ayrı yazıldı (bknz. 17. gazel,دنادیمن
–دناد یمن
).هب
edatı kendinden sonra gelen kelimeden ayrı yazıldı (bknz. 18. gazel,ۀویسانب –
ۀویسان
هب
).Birbirinin yerine yazılan
ک
ile , günümüze uygun yazıldı (bknz. 19. gazel,گ
رک ناکما
درک
دریکن
-دریگن رگ ناکما درگ
).Yâ-i vahdet
ئ - ۀ
alameti, günümüz imlasıیا
ile yazıldı (bknz. 20. gazel,ۀعرج
–یا هعرج
)
هب
edatı kendinden sonra gelen kelimeden ayrı yazıldı (bknz. 21. gazel,فکب
–فک هب
).Birleşik yazılan iki ayrı kelime, ayrı yazıldı (bknz. 23. gazel,
تسایردکی
–تسایرد کی
). Birleşik yazılan iki ayrı kelime, ayrı yazıldı (bknz. 24. gazel,وربوخ
–ور بوخ
).هک
bağlacı kendinden önce gelen kelimeden ayrı yazıldı ( bknz. 25. gazel,هکسب
–هک
سب
). Yâ-i vahdet- ۀ
ئ
alameti, günümüz imlasıیا
ile yazıldı (bknz. 26. gazel,ۀنتف
–یا ه
نتف
).Kendinden sonraki isme birleşik olarak yazılan
هب
edatı kelimelerden ayrı yazıldı (bknz. 28. gazel,دایب
-دای هب
).ه
“e” sesi ile biten ism-i mef’uller, kendinden sonra gelenگ
harfi ile yazıda düşer (bknz. 29. gazel,ناگ هدنام
-ناگدنام
).Birbirinin yerine yazılan
ک
ile , günümüze uygun olarak yazıldı (bknz. 30. gazel,گ
ددرک
–ددرگ
).Şimdiki zaman eki olan
یم
kendinden sonra gelen fiilden ayrı yazıldı (bknz. 31. gazel,مورکیم
–مورگ یم
).Birleşik yazılan iki farklı kelime ayrı yazıldı (bknz. 33. gazel,
سفنکی
–سفن کی
).Yâ-i vahdet
ئ - ۀ
alameti, günümüz imlasıیا
ile yazıldı (bknz. 34. gazel,ۀناسفا
–یا هناسفا
).Her gazelde aynı birleşik yazımını gördüğümüz
هب
edatı ayrı yazıldı (bknz. 35. gazel,رهب
–ره هب
).هک
bağlacı kendinden önce gelen kelimeden ayrı yazıldı ( bknz. 37. gazel,هکیا
–هک یا
).نآ
zamiri kendinden sonra gelen kelimeden ayrı yazıldı (bknz. 39. gazel,خیشنآ
–خیش نآ
).III. BÖLÜM C. DÎVÂN’IN METİN İÇERİĞİ 3.1. ŞERH-İ MESNEVÎ KISMI
4