• Sonuç bulunamadı

Doğumunun 100. yılında Yakup Kadri Karaosmanoğlu:Yazarın aynasındaki hayat

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Doğumunun 100. yılında Yakup Kadri Karaosmanoğlu:Yazarın aynasındaki hayat"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

LJOGUM UNUN 100. YILINDA YAKUPKADRİKARAOSM ANOĞLU

ERDAL ÖZ

^ 1 1 1 " ... 1 1 'i 1 ... ' 1,11 ' ' /vl* l"V," / A ' 111

Yazarın aynasındaki hayat

13 Aralık 1974 günü öldü ■ Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 13 Aralık 1974'te öldüğünde 85 yaşındaydı. Ardında bir dolu öykü kitabı, roman, düzyazı şiirler, anı kitapları ve kitaplarla dolu çalışma odasını bıraktı. (Fotoğraf: Barış Bil)

za...

— Türe. — Gerçekçilik konusunda bir

şeyler soracaktım.

— Bu “gerçekçi”, kelimesiyle, sanıyorum ki “réaliste” falan de­ nilen yazarları kastediyorsunuz.

— Hayır, edebiyat tarihine ge­ çen “gerçekçilik akımı”nı sorma­ yacaktım.

— Bakın, ben o “réalisme” (gerçekçilik) okulunun daima dı­ şında kalmışımdır. Ve “objectif” roman yazmaktan daima çekinmi- şimdir. Kendi heyecanlarımı, ken­ di duygularımı karıştırmışımda romanlarıma. Benim romanlarım, roman türleri içinde hangi türe so­ kulacağını tayin edemediğim, ta- mamiyle şahsi romanlardır. Onun için, “réaliste” roman, yahut

“ idéaliste” rom an, yahut

“romantique” roman diyemem

hiçbirine. Ben de sizin tahmin et­ tiğiniz gibi kendi gördüğüm, ara­ larında yaşadığım, kendi karşılaş­ tığım insanları romana geçirmekle romancılık yaptım. Tabii ki hiç görmediğim, hiç bilmediğim şey­ leri hayal gücümden, muhayyi­ lemden icat edemem. Ama onla­ rı... Teknik şudur: Bir adamı alır­ sınız, bir başka adamla karşılaş­ tırırsınız, bir şey yaparsınız, bir karışım; ve oradan bir tip çıkarır­ sınız. Ama o yaptığınız karışım­ ları teşkil eden insanları yakından tammış olmalısınız. İnsan, tanı­ madığı insanlardan söz edemez. Onun içindir ki bence 20 yaşında bir romancı olamaz. Olunamaz. Çünkü hayat tecrübesi azdır, gör­ düğü insanlar azdır, başından ge­ çen, tanık olduğu olaylar azdır, yani insanı henüz tanımamıştır. Hayatı tanımamıştır. Ama yirmi yaşında bir şair, büyük bir şair olabilir. Rimbaud gibi mesela. Rimbaud gibi bir büyük şair ola­ bilir. Ama 20 yaşında, bence, bir romancının mevcut olmasına ih­ timal yoktur. Ancak o çok şairane bir aşk romanı yazabilir gibi geli­ yor bana.

— Çok şairane ya da çok birey­ ci, ferdiyetçi yani.

— Evet, yahut da çok ferdiyet­ çi. Kendi duygularını romana ak­ tarıyor. Ama eğer roman birtakım tipler yaratmak, birtakım olayla­ rın tahlilini yapmak, hayatın ve in­ sanların tahlilini yapmak ise bu­

nun herhalde tecrübeli bir insan tarafından yapılması gerekir, ha­ yat tecrübesi olan bir insan tara­ fından. Eeee, burada işin içine anılar, çocukluktan beri yaşanmış olan anılar karışıyor. Ama şu var ki, hiçbir zaman o romana nak­ lettiğimiz, tanıdığımız insanlar, hayatta oldukları gibi değildir. Biz onlara başka bir şekil veririz. Baş­ ka bir ad verdiğimiz gibi başka bir şekil de veririz.

— Şimdi siz, bazı romanlarınız­ da, roman yapısını zedeleyen bir şey yapıyorsunuz. Bir olayı anla­ tırken, romanı bir yerde kesip dü­ şüncelerinizi aktarmaya çalışıyor­ sunuz. Bu, romanı yaralayan bir şey değil mi?

— Sanırım ki yaralayan bir şey­ dir. Evet, yaralayan bir şeydir. Onun için ben size, kendi roman­ larımı hiçbir “genre”e, hiçbir

tar-— Hiçbir türe sokamadığımı söyledim. Fakat bu benim, araya girip de kendi fikirlerimi söylemek isteyişim, önüne geçemediğim bir şey. Anlaşılan, romancı olduğum kadar da bir fikir adamı tarafım var. Onu önleyemiyorum. Şimdi­ ki romanlarda, bilirsiniz, tahlil bi­ le yoktur. Oturdu, kalktı, söyledi, konuştu, geldi, gitti diye. Şimdi­

ki romanların hepsi öyledir. Ame­ rikan hikâyelerinde olduğu gibi. Hepsi öyledir. Ve bütün bu hare­ ketlerden o adamların ne karak­ terde olduğu anlaşılır. O tip yazar tahlil etmez. Oysa ben oturur tah­ lil ederim, o adamı izah ederim, ayrıca oturur izah ederim. Yalnız kendi sözlerine, kendi hareketle­ rine bırakmam. Bu da bir nakisa- dir roman için.

— Eksikliktir.

— Eksikliktir. Kusurdur. Yani ben burada kendi kendimi eleşti­ riyorum. Roman, roman, roman... Romana fikir karıştırmak tarafta­ rı değilim. Ama ne yazık ki bu ko­ nuda Marcel Proust’un benim üzerimde bir etkisi olmuştur. Marcel Proust da gayet ferdiyetçi bir adam olduğu halde, ondan sonra, bu adam, bu muharrir, bu yazar daima felsefe yapar. Hikâ­ yesini anlatırken, araya girer, bir felsefe yapar. Bu Maurice Barres- te de vardır. Eskidir Maurice Bar- res. Onda da vardır. Birçok Fran­ sız romancısında var. Bizim eski romancılarda da vardır. Halit Zi­

ya Bey’lerde filan da. Anlaşılan

buradan kalma bir şey olacak be­ nim üzerimde. Fakat “objeetif” roman zaten olmaz gibi geliyor bana. Her rornan, yazara aksetmiş olan hayattır, yazarın aynasına ak­ setmiş olan hayattır. Yazarın da kendine göre bir şahsiyeti vardır. O şahsiyet behemahal oraya geçi­ yor. Emile Zola der ki roman için:

“Roman, bir mizaç içinden geçen tabiattır.” Bir mizaç arkasından,

bir mizaç ortasından geçen tabi­ attır. Mizaç dediği bir şahsiyettir.

Artık en “naturaliste” (doğalcı) olan, “naturalisme”i kurmuş olan bir romancı bile, Emile Zola bile bunu inkâr etmezse, ister istemez, romanın sırf “réaliste”, sırf “natu­

raliste” olmasının imkânı yoktur.

Daima onun yazarından, roman­ cının kendisinden oraya bir şeyler katması gerekmektedir.

— Bakın, bir Fransız eleştirme­ ni var: Kleber Haedens.

— Evet.

— Roman üzerine bir deneme­ si var. Bir kitabı var.

— Evet.

— Adı: “Roman Sanatı." Ora­ da der ki: -Abdiillıak Şinasi Bey de aynı şeyi söylüyor- “Romanda olay, konu, ikinci, üçüncü derece­ den bir şeydir.” Sizin Yaban'da da olay neredeyse yok gibi. Olay ikin­ ci dereceye düşürülmüş, ama fikir ağır basıyor.

— Bana öyle geliyor ki, roman­ cılar... birçok eski “feuilleton” ro­ mancılar derlerdi, yani tefrika ro­ mancıları, bunlar, okuru biraz il­ gilendirmek için birtakım olaylar icat ederler. Aslında roman, ben­ ce, bir karakter resmidir, bir ka­ rakteri resmetmektir. Ve bir insa­ nı, okura, “Aaa, ben bu adamı ta­

nır gibiyim” dedirtecek kadar ger­

çek olarak göstermektir. Bunun çevresindeki olaylar, ne bileyim, olabilir de olmayabilir de. Çünkü o da yaşayan bir yaratıktır. Yaşa­ yan bir yaratık daima birtakım olayların sebebini teşkil eder. Çünkü bir tip yaratıyorsunuz, bir başka tip daha yaratıyorsunuz, bunlar kendi aralarında konuşu­ yorlar, gülüşüyorlar, darılışıyorlar, sevişiyorlar. Eee, olay dediğiniz bütün bunlar değil mi? Bunları ta­ bii romancı çıkaramaz. Ama sa­ dece bir olay hikâyesinden ibaret de roman olamaz. Sıradan bir po­ lis romanı gibi, yahut tefrika ro­ manı gibi harcıalem romanlardır onlar. Bunlar edebiyat alanına gi­ remez, bence. Biraz da başka şey­ lerden konuşalım. Kendimden yo­ ruldum.

—- Yorduk sizi, teşekkür ederiz.

Y a r ın : E şi L r n ıa n

K a r a » s ın a ııu ğ i u ,

Y a k u p K a d r i'y i

a n l a t ı y o r .

H er roman, yazara aksetmiş olan hayattır,

yazarın aynasına aksetmiş olan hayattır.

Aslında roman bence bir karakter resmidir,

bir karakteri resmetmektir. Ve bir insanı,

okura, “Aa, ben bu adamı tanır gibiyim”

dedirtecek kadar gerçek olarak göstermektir.

(2)

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

İhsan Râif Hanım’ın Hayatı ... BÖLÜM Eserlerinden örnekler ... 68. A ) Gözyaşları Kitabından Alman Şiirler

Bu menkıbenin tarihî nüvesi hakkında kesin bir şey söylemek mümkün değilse de, Türk gölge oyununun başlıca kişileri olan Karagöz ile Hacivat'ın bu

Ken­ dini dışarda tutmasını, kendini bile dışardan gözlemesini bilmiş.” (s. Benzerlik, Akın’dan yararlandığım düşüncesi­ ni doğurur muydu? Bu

tohumlarından elde edilen keten tohumu yağı, katlanabilir akıllı telefon ekranlarında hâlihazırda kullanılan cama alternatif olarak başvurulan yüksek

Veri setini toplamak ve daha kesin sonuçlar elde etmek için yemek tarifinde bulunan bileşenlere dayalı bir prosedür öngören araştırmacılar orijinal tarifte

Bu çalışmada, genel anestezi altında sol taraf endoskopik sinüs cerrahisi yapılırken, hastanın sağ gözünde pro- pitozis gelişen ve anesteziden uyandırılma sonrası göz

41 yıllık menfâ hayatının tamamı Hollanda’da geçen eski Polis Müdürü, daha Edirne’de Türk topraklarına gir­ diği andan itibaren heyecanla etrafı

Yahya Kemal gibi bir türlü kitap haline getiremediği şiir­ lerini sonunda bu yakınlarda Yeditepe yayınları arasında bas­ tırmıştı.. Huzur adlı romanından