tatil
sohbeti
MİLLİYETİ
K A S IM 1992 P A Z A RK
LASİK müzik yaşamının klasik kalıpları dışında bir keman us tası karşımızdaki: ProfesörSaim Akçıl... Asil tavırlı ama mütevazi,
insan aşığı bir sanat adamı...
Kumkapı’da çok sesli ve çok rakılı bir akşamdayız birlikte. Vakit yaşamın ortası. Esmer kemancı hüzzam ve ni havent çalıyor. Profesör Akçıl o kırk yıllık sadık arkadaşı“ keman” ın doğu dan getirdiği hüzünlü ezgileri yudum- luyor rakı eşliğinde. Kemanı çekip, bir ara o da çalıyor nihaventten. Esmer kemancı yorumunu yapıyor:
-Abim iyi çalıyor, iyi çalıyor da Batı çalıyor...
Saim Akçıl kemanı akort etmeye yelteniyor. Esmer Mozart atılıyor:
-Yapma abi akordunu bozacaksın! -İyi ama bunun “ mP’sesi yok. -Sizin “ mi” bizde“ fa” olur abim... Kumkapı’nın alaturka dünyası Konservatuar dünyasına uymuyor. Notaları ayrı.
-Efendim Kumkapı’ya sık sık gelir misiniz?
-Konserlerden sonra zaman za man stres atmak için arkadaşlarla bir likte ineriz, burada hayat okulundan yetişmiş sanatçılarla birlikte çalar söyleriz.
-Kumkapı’nın notasız çalan ke mancılarında iş var mı sizce?
- Ooo hem de nasıl... Geçenlerde bir yarışma yaptık. Ben çaldım, mey hanenin kemancısı çaldı. Arkadaşlar ikimize oy verdi. Yarışı ben ikiye üç kaybettim...
CAZ GİBİ BİRŞEY
-Arkadaşlarınız size espri yapmış olmasın?
-Hayır bana torpil bile yaptılar. Be nim onlar gibi Türk müziğinin ruhunu vermeme imkan yok. O yarım tonlar, o cambaz parmaklar... Onların müziği ustadan çırağa aktarılan, yüreğin no talarından süzülen birşey... Aynen caz gibi...
Kumkapı’da başlayan sohbet da ha sakin bir ortamda başbaşa sürü yor:
-Saim Bey siz şarkıcı olacak yerde bir yanlışlık sonucu klasik keman vir tüözü olmuşsunuz...
-öyle oldu... Efendim biz Biga'nın Dimetoka( şimdiki adı Yeşilçay ) kö- yündeniz. Benim babam hafızdı... An nem kuranı ezbere bilir, ben de Kur'an dersleri alırdım. Böyle bir aileyiz. O sı rada düğünler için Biga'dan çalgıcılar gelir, biz peşlerine takılıp onlara sesi mizle eşlik ederdik. Benim sesim gü zeldi. Ağzımdan o günün moda Türk müziği şarkıları düşmezdi...
-Peki o zaman klasik müzikle aranız?
-Efendim radyoda klasik müzik başladı mı düğmeyi kapatmak için yarışan klasik ailelerdeniz tabii
-O günlerin bir esprisi vardı. Köylü radyocuya gitmiş, bana bir radyo ver amma içinde Necbin Aşkın olmasın demiş. Necip Aşkın malum o günlerin ünlü klasik müzik virtüözlerinden...
-Biz de aşağı yukarı öyleyiz. İlko kul bitti, ben öğretmen okuluna gir meye hazırlanırken babam bir gün ga zeteden kestiği ilanlaçıkageldi."işte” - dedi“ Tam sana göre okul. Şarkıcı
okuluymuş”Ben tutturdum ille o okula
gideceğim, şarkıcı olacağım... Ba bamın şakası cidiye bindi. Apar topar İstanbul’un yolunu tuttuk... Ve apar to par sınava ... Beni büyük bir salona aldılar. Rahmetli Ferdi Statzer piyano da bir tuşa basıyor benden aynı sesi
çıkartmamı istiyor. Ben piyanoyu ilk Kumkapı akşamında eşi Gaye Akçıl ve esmer Mozart’la
sesliliği görürüm. 11 kişilik ekip çok sesli müzikte olduğu gibi sürekli açılıp kapanır. Hangi melodinin, hangi ar moninin nereden gireceği, nereden çıkacağı belli değil. Müzik gibi futbol da belli kurallara bağlı ama yaratıcılı kla zenginleşen, sürprizlerle dolu bir olay. Orada da kombinezonlar var. Enstürümanlar gibi oyuncuların bir- birleriyle ahenkli bağlantıları var.
Müzik futbolla çok
benzeşir
...
ikisinde de
kurallar yaratıcılıkla
zenginleşir. Tek fark
konserlerin sonunda
taşlı sopalı kavga
olmayışıdır.
-Ve maçın sonunda da konserler deki gibi alkış var...
-Evet ama bir fark da var. Hiçbir zaman konser sonrasında izleyiciler arasında taşlı sopalı kavga olmaz. Barış ve dostluğu simgeleyen çok önemli bir olaydır müzik... Geçen yıl İtalya’da Vivaldi festivalinde bir kli şede Vivaldi'nin eserlerini çaldım. Ben bir İslam ülkesinden geliyordum, bir klişede çalıyordum, dinleyiciler Fransız, Alman, İngiliz dört bir millet ten... Kimi musevi, kimi hristiyan. Ama orada herkesin yüreği müzikte birlemi yor, ne din, ne ulus farkı kimseyi ilgi lendirmiyor. Evrensel duygunun ev rensel sesidir müzik.
-Efendim rahmetli Fazıl Ahmet Ay- kaç’ın tespitidir. Bir adama gel seni orkestraya kemancı yapalım derseniz ben o işi yapamam der de, gel seni hükümete bakan yapalım derseniz gözü kapalı kabul eder, diyor. Peki so nuçta bizim politikacıların müzikle il gisi nedir acaba?
-Diğerleri olumlu olumsuz tavır takmmamıştır ama Turgut özal müzik konusunda taraflı davranmıştır. Tur gut Bey ve hanımefendi devr-i iktidar
larında evrensel sanat değerlerinin temsilcileri yerine tek sesliliğin tem silcilerini yanlanna almış toplumun gözünde onları yükseltmişlerdir.
-Acaba toplurnun beğenisi o yön de diye mİ Tatlıse s’lerle, Yüksel Uzel’- le, Coşkun Sabah |a falan içli dışlı ol dular.
-Kendi beğen ileri de o yöndedir canım.Bir anımı aktarayım. Birkaç yıl
önce Reşat Paşa Konağının açılışında benden müzik yapmamı istemişlerdi. Konağın açılışını Turgut Bey yaptı, sonra çevresindekilere bir masaya oturdu. Ben piyanist arkadaşımla bir likte Schubert’in en güzel eserlerinden birinin icrasına başladım. Fakat baktım Turgut Bey'de en ufak bir ilgi yok. Masaya gelip giden garsonlarla konuşuyor, çevresindekilerle şakalaşıyor. Müziği üçüncü dakikada kesip oradan ayrıldım.
-Sizin konseri yanda kestiğinizi anladılar mı?
-Farkında bile değillerdi... özal mantığı ile soruyoruz:
-Efendim klasik müzikten anla mazsa ne kaybeder insan?
-Bir toplum evrensel müziği anlar sa çağdaş uygar ülkeler arasında daha sağlıklı, daha saygın bir yere sa hip olur. Anlamazsa ne olur? Heykel den, resimden, şiirden, edebiyattan .felsefeden de anlamayabiir insan... Hiçbir şey olmaz, yer içer ve uzun ömürlü de olur. Ama insan ruhunun ve kültürün evrensel dünyasının dışında kalır. Bunu bir kayıp saymazsanız me sele yok.
70 YILLIK GENÇ MÜZİK________
-Türkiye’de klasik müziğe ilgi ar tıyor mu azalıyor mu sizce?
-Artıyor... Konserlere giderek daha çok sayıda genç insanın geldiğini görüyoruz. Eğer müziği yayarsanız ilgi de artacaktır. Geçenlerde Kartal sanat merkezinde lise öğrencilerine konser verdik. Aralarında imam hatip okulu öğrencileri de vardı. Konserden sonra ışıldayan gözlerle bana gelip, dinle dikleri müziğin bantlarını nereden bu labileceklerini sordular. Müziğin kon serlerle, radyo televizyonla gençlere taşınması lazım. Onlar bu müziğin ruhuna inmeye hazır bekliyor.
-Klasik müzik 70 yıldır devletçe destekleniyor ama etkisi yine de sınırlı kaldı, öyle değil mi?
-Ancak 70 yıl gibi uzun sayılma yacak bir geçmişe rağmen katedilen yol yine de çok önemlidir. Türkiye Ak deniz’den Japonya’ya kadar uzanan çizgide klasik müziği kurumlaştırmış ender ülkelerden biri ve tek İslam ülke sidir. Pekçok besteci yetişmiştir bu sü rede, değerli icracılarımız, orkestra şeflerimiz vardır. Müzik okullarımız or kestralarımız vardır. Çağdaş dünyaya doğru önemli bir köprü kurulmuştur.
Bu sohbet çeşitlemesi için Saim Akçıl’a teşekkür ediyoruz.
kez orada görüyorum. Ama istediği sesi de veriyorum. Bir ara “Siz tek
tuşa basıyorsunuz ama ben iki ses du- yuyorum”dedim. Meğer tek parmağı
ile iki tuşa birden basarmış. Sonunda sınavı kazandım.
-önünüzde şarkıcılık yolu açıldı...
-Evet, ben şarkıcı olacağım diye sevinçten uçuyorum. Ekrem Zeki Un hocam, Allah rahmet eylesin, sınav dan sonra parmaklanma şöyle bir baktı, elime kemanı tutuşturdu...Bu da ne, ben şarkıcı olacağım, diye tepki gösteriyorum hâlâ... Burada şarkı yok, keman çalacaksın, demezler mi? Günlerce isyan ettim, babama mek tuplar yazıp, ben yanlış okula girmi şim alın beni buradan, diye tutturdum. Ama boşuna. Zamanla klasik müziğin o doyum olmayan zengin dünyasına girdim. Hayatımda ne isabetli bir yanlışlık yaptığımı o zaman anladım.
-Köyde nasıl karşılandı konser vatuar öğrenciliğiniz...
-Babama sık sık takılırlardı, oğ lunu çalgıcı mı yaptın, bir hafıza ya kışır mı, diye... Rahmetli babam bun ları umursamaz “Ben cumhuriyet
hafızıyım”derdi; onu anımsıyorum. -Sonra uzun yıllar İtalya, Almanya ve Hollanda da çalıştınız, baş kemancı ve solist olarak konserlere çıktınız... Başarılar kazandınız. Çok zengin anı larınız olmalı
-İlginç yıllardı tabii... Hele Alman ya’da bir kitabı dolduracak kadar anım vardır.
-Mesela?
-Almanlar özellikle konser son raları benim Türk olduğumu öğrenin ce pek şaşırır“ Aaa siz de Türk müsü
nüz ?"diye hayretle sorarlardı. Ne di
yeyim? Merak etmeyin benden de be terleri var, derdim...
Gerçi dalında sivrilmiş kişilere saygı gösterirler ama zaman zaman Alman usulü esprilerlerle de karşı laşırdık tabii... Bir Polonya seyahatin de trende karnımız acıkmış. Alman müzisyenlerden biri espri yaptı:
“Arkadaşlar, aramızda bir Türk var, salam yapıp yiyelim...”
Ben de “Valla dedim, ben de sizin
için aynı şeyi düşündüm ama sonra vaz geçtim. Malum bizde domuz eti yasaktır”
-Saim Bey günün moda konusuna değinmezsek olmaz . Futbolla aranız nasıl?
-İleri derecede meraklısıyım. Be şiktaş’ı tutarım. Ama hepsini al kışlarım...
-Futbolcuların da klasik konser lere geldiği olur mu?
-Pek görmedim...
-Futbolla klasik müzik arasında benzerlik var mıdır acaba?
-Bence vardır... Ben futbolda çok
PROFESÖR SAİM AKÇIL
İstanbul Belediye Konservatu arından 1959 yılında mezun oldu. Roma’daki ihtisas kurslarından sonra Köln Devlet Yüksek Müzik Okulunu bitirdi. İtalya, Almanya ve Hollanda’da değişik orkestralarda on beş yıl süreyle başke- mancılık ve solistlik dahil çeşitli görevlerde bulundu. Halen İstan bul ve Mimar Sinan Üniversiteleri devlet konservatuarlarındaaşağıda Melih Aşık’lâ...
MELİH AŞIK
Bir evrensel din ve dildir müzik
A liSİR M EN
DÜNYADA BUGÜN
İHANET
GAZİANTEP-G
AZİANTEP, Hürriyet Caddesi’ndeki Milliyet Bürosu karşısında, Devlet Hastanesi’nin tam önünde kaldırımatezgâh açmış üçkâğıtçı. Erketesi yolun
üstünde gelip geçeni gözlüyor. Uyanık geçi
nen safındurlar, “karayı bulup, parayı alma” hevesiyle toplanmışlar bastırıyorlar parayı.
Büro şefimiz Atilla Karaduman soruyor: - Bu çağda nasıl da kanıyorlar, bu adama? - Şaşacak ne var ki diyorum, Ankara’daki
koca adamlar Talabani ile Barzani’nin bizim davamızın takipçisi olacağına inandıktan son ra, sokaktaki gariban, bu üçkâğıtçıya neden inanmasın ki?
Aslında, özellikle Uğur Mumcu, belgeleriy le Talabani’nin de Barzani'nin de, gerçek yüz lerini koymamış mıydı ortaya?
Aklı başında kim, bu iki yanar-döner liderin PKK’ya karşı bizim yanımızda yer alabileceği ne inanabilirdi ki?
Gerçi, Kürtler arasındaki iç çatışmalar, za man zaman onların birbirlerine girmelerine, karşılıklı olarak birbirlerinin gırtlaklarına sarıl malarına neden oluyor. Bir zamanlar, Talaba ni ile Barzani de, can düşmanlarıydılar.
Ama bütün bunlar, Talabani’ye TC’nin kır mızı pasaport vermesini, ona bel bağlamasını gerektirmezdi.
Ama o günlerde Ankara’da gaflet ve dala
let, dizboyuydu.
Şimdi, uyanış başladı.
Şimdi, Peşmerge-PKK sözde çatışmasının gerçek yüzü ortaya çıktı.
Şimdi ihanet, bütün açıklığıyla gün yüzüne serildi.
Buna ihanet bile denmez.
Neden Barzani, Türkiye Cumhuriyeti’nin davasını savunsun ki?
Neden, Iraklı Kürt ayrılıkçı Talabani, Türki yeli Kürt ayrılıkçı PKK karşısında Türkiye’nin yanında yer alsın ki?
Bunları yapmadıkları için onları ihanet ile suçlayamayız.
Burada söz konusu olan; ihanet değil, iş letmedir.
Evet Talabani ile Barzani, Ankara’da bi nlerini fena halde işletmişler, gırgırlarını ge çip dolaplarını çevirmişler, istediklerini elde etmişlerdir.
Barzani ile Talabani kimi sarakaya aldılar, kimi saf bebe gibi İşlettiler dersiniz?
Hangi akıl, kendi Kürt’üne şefkat gös termeyenlerin, Irak’ın Kürtk’üne TC’nin kırmızı pasaportunun verilmesini açıklayabi lir?
Hangi akıl, Çekiç Güç’ün ardındaki Sev- res’ci ABD’nin (Lozan’ı resmen kabul etme
m iştir Washington) Misak-ı Milli sınırlarını ko
rumak için ülkemizde üs kurduğuna inanabi lir?
Çekiç Güç’ün helikopterlerinin, PKK’ya yardım ettiği haberlerini duymayan kaldı mı?
Ortada ciddi bir tehlike, açık bir kasıt olma sa Genelkurmay Başkanı, görülecek yabancı helikopterler için “vur” emri verebilir mi?
Bu yürekliliği gösteren, görevinin gereğini gözünü kırpmadan yerine getiren Güreş Pa- şa’yı candan kutlarız.
Ama, sivilin şaşkınlığı, politika üretmedeki beceriksizliği, aymazlığı karşısında, salt şehit lerinden dolayı içi yanık askerin yürekliliği neye yarar ki?
Çekiç Güç ile irak’taki, “dülgerbalığının dülgerliği kadar federe” Kürt devletinin yöne ticileri el ele vermişler, Ankara’da birilerini İş leterek, amaçlarına doğru yürüyorlar.
Ve manzarayı gören bizler kızıyoruz. Haklı
olarak “ihanet” diye haykırıyoruz. Oysa
bilmemiz gerekir ki, Türkiye Cumhuriyeti’ne Amerikalı, İngiliz, Fransız, Irak Kürt’ü ihanet edemez. Bir devlete ihanet, ancak kendi va tandaşından gelebilir.
Ve kimi zaman ihanet, çok yükseklere ka dar tırmanabilir...
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi