• Sonuç bulunamadı

Kapalı kapılar ardındaki siyasal çalkantılar

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kapalı kapılar ardındaki siyasal çalkantılar"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Sadi BORAK

10

Rauf Beyin, Vahdettln’ln kaçışı He İlgili olarak yaptığı açıklamalardan sonra sıra halifenin seçi­ mine, yani konunun en can alacak noktasına ge­ liyor. Ortaya birçok soru ve sorun çıkıyor: a) kim seçilecek, b) Seçimden önce Vahdettln'in halifelik sıfatının kaldırıldığına dair ayrı bir fetva gerekli midir? c) Halifeye biat, yani halifeliğini tanımak İçin seçilecek kişinin Meclls’e gelmesi gerekli mi­ dir? d) Seçimden sonra halife İstanbul’da mı kal­ malı, Ankara’ya mı gelmeli? e) Fetva nasıl yazıl­ malıdır? f) önce Şeriye Encümenince mİ kaleme alınmalıdır?

Bu ve buna benzer sorunlar arasında «Halife İstanbul’da mı .kalmalı. Ankara'ya mı gelmeli?» tar tışması ağır basmaktadır. Tam üç saat sürer bu tartışma. Boğazları kurur, .nefesleri tükenir üyele­ rin. Ama gene de bir sonuca bağlanamaz tartışma­ lar. Başkanın verdiği Istlrahatten sonra tartışma­ lar gene aynı hararetle ve aynı gergin hava içinde sürüp gider. Konuşmacılar arasında halifeye bü­ yük yetkiler, hatta Meclisin ve Devletin «baş»ı ol­ masını isteyenler de vardır. Bunlardan biri de Bit­ lis Milletvekili Yusuf Ziya (Kocaoğlu) Beydir. Tar­ tışmalara da neden olan uzun konuşmasını şöyle bağlar.

Yusuf Ziya Bey — « ... islamlyette saltanat yoktur... İslamiyet halk topluluğu üzerine kurulmuş bir hâkimiyettir. Esası da şûra (meclis) ile yürü­ tülür. O şûranın tabiî reisi de halife olacak her­ hangi kişidir. (...) Halife ruhanî, clsmanî sıfatları nefsinde toplar, fakat .kayıt altında toplar. Onu ka­ yıtlayacak İse Meclistir. Bu, şeriat gereğidir. Bu­ na İman eden insanların bunun karşısında söz söylememesi lazımdır.»

Hacı Şükrü Bey (Diyarbakır - Aydınlı) — «Ha­ life yani Meclis’in reisi mi olsun?» (Gürültüler).

Yusuf Ziya Bey (devamla) — «Meseleyi, ş e rl İşlerle alakadar olan arkadaşların vicdanlarına ve İnsaflarına terk ediyorum. Yani, söz söylemek, sus mak, susmamak hakları iken susarlarsa günahı huzur-i ahirette boyunlarındadır. Bununla berabef Halifenin görevi tayin edilmeli ve seçim, gerekli ko­ şullar altında olmalıdır. Yoksa efendiler, halife bir kelime İle olmaz. Biz, Vatikan Sarayını taklit etmi­ yoruz. Bu, kesin olarak böyledir. Yoksa İslam dün­ yasında müthiş karışıklık vardır. Bunun önünü ala­ mayız. Yoksa pek fena olur.»

Halifeye geniş yetkiler verilmesini öneren bu konuşma, Meclis’in baş tacı ydptığı «Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur» ilkesine de ters düş­ mektedir. Bu öneriye ilk tepki doğal olarak Mus­ tafa Kemal Paşadan gelmiştir.

Mustafa Kemal Paşa — «Hiçbir karışıklık yoktur: merak etme.»

Yusuf Ziya Bey — «Bu benim konaotlmdlr.» Mustafa Kemal, sözlerine aevam ederek tar-ı tışması yapılan sorunları özetler, bu halifeye verilme si önerilen yetkiler konusunda da şunları söy­ ler:

Mustafa Kemal Paşa (devamla) — « ,.. Ben deniz, söyleyeceğim birkaç söze, arkadaşımın söz konusu ettiği noktadan başlayacağım. Bu Meclis. Türkiye Milletinin Meclisidir; Türkiye hal­ kının Meclisidir. Bunun sıfatı, bunun salahiyeti; yalnız Türkiye h alkının,, yalnız Türkiye Milletinin. Devletinin hissiyatına, kararlarına aittir. Bu Mec Us; kendisine, bütün İsldm dünyasını kapsayan bir kudret veremez efendiler. Onun için bu Mec v Hs’ln riyasetinde bulunacak zatın da, olsa olsa, temsil edeceği şey. yalnız Türkiye’ye alt olabilir. Halbuki, hilafet makamı, bütün İslam dünyasını kapsayan mukaddes bir makamdır.

Türkiye Devleti'nin ve halkının bu noktadaki dinî ve vicdani • vazifesi diğer İslam dünyasının dahi aynı güne gelmesine kadar bu yüksek ma­ kama dayanak olmaktır. Bütün kuvvetiyle, bütün kudretiyle onun kuvvetini, kudretini, şerefini bü- türt İslam dünyası gözünde ve İslam olmayanlar gözünde korumaktır. Yalnız kendi varlığını halife nin ellerine veremez. Veremez efendileri Ve, ver­ meyecektir efendileri

İslam dünyasında karışıklık varmış veyahut olacakmış Bu sözlerin hepsi yalandır. Kim söyle­

mişse yalan söylüyor.

Yusuf Ziya Bey (Bitlis) — «Paşa Hazretleri! Ben yalan söylemem.»

Mustafa Kemal Paşa — «Sen yolan söyleye­ bilirsin; İstidadın vardır.»

Yusuf Ziya Bey — «Katiyen söylemem ve bu­ nu kabul etmem Paşam.»

>8Ş.! :S-i ¡miMSÎ- Km :m i.

' i'':

Meclis kürsüsünde yaptığı konuşma ile Tür­ kiye’nin ekonomik bunalımını, Islâm kadınları­ nın sahneye çıkarılması, kadınların İçki iç­ mesi. Florya denilen yerde insanların çıplak denize girmesi nedenlerine bağlayan Erzurum Milletvekili Ziya Efendi. Hamdullah Suphi Ta- rıöver «Teceddüt» konulu ünlü konuşmasını bu safsatalara karşılık olarak yapacaktır,

Halife

seçimi

Mustafa

Kemal’in

istediği

doğrultuda

sonuçlandı

Mustafa Kemol Paşa — «Ben, bir defa size «yalan söyledin» demiyorum «Size bunu söyleyen ler yalan söylemiş» diyorum. Sen, kendin üzerine alındın.»

Yusuf Ziya Bey — «Bendeniz yalan söyle­ mem.»

Ve Mustafa Kemal Paşa, bundan sonra hila­ fet sorununun çlşltll yanları hakkında açıklama lorda bulunur, «işin daha fazla savsaklanmasına tahammülü olmadığını, ayrıntılar üzerinde daha fazla durulmayarak bir an önce sonuca bağlan­ masını» önerir.

Daha sonra Şer'lye Vekili konuşur ve açıkla­ maları sürüp gider. Esas mesele olan halife se­ çimi de henüz askıdadır. Bu arada, fetva üzerin­ de Şer'lye Encümenince düzenlenen tutanak ge­ lir. Tutanakta, fetva üzerinde küçük bir değişlklllî yapması öngörülmektedir. Reis fetvayı oya koymak ister. Bu defa «Fetva oylanır mı, oylan­ maz mı?» tartışması başlayacaktır. İzleyelim:

Reis V. Haşan Fehmi Bey — «Efendim, fetva­ yı oya koyuyorum. (Fetva oya konur mu? ses­ leri).

* Şükrü Ef. (Karohlsarısahlp) — «O suretle dü­ zeltilmiştir. Oylamaya lüzum yoktur.»

Reis — «Oya koyacağım şey nedîr efendim? Encümenin tutanağını oya koyacağım. Bu kabul edilirse keyfiyet tamam oluyor. Encümenin tutana­ ğını kabul edenler?... Efendim, çok rica ederim: oya koyuyorum. Oylanan hal’ fetvasını kabul eden. Şer'lye Encümeni tutonağıdır... (Gürültüler).

Ragıp Bey (Kütahya) — «Efendim tutanakta hal'e dair bir kayıt yok. Hal’e karar verilmesine dair he­ pimiz İttifak etmişizdir.»

Reis — «Müsaade buyurunu* efendim, M* «*• onu söylüyoruz.»

Mazhar Müfit Bey (Hokkârl) — «Hal'I kabul edenler diye oylayınız.»

Reis — «Efendim, rica ederim, şaşırtıyorsunuz. (Müttefikan sesleri). Efendim, tekrar oya arz edi­ yorum. Bunu.kabul edenler lütfen el kaldırsın. (Ka­ bul edilmiştir.»

Süleyman Sırrı Bey (Yozgat) — «Efendim, İn­ tihap meselesini hal edelim, ondan sonra acık otu­ ruma geçeriz.»

İsmail Şükrü Efendi (Karohlsarısahlp) — «Fa­ kat intihaba dair müzakere devam etmelidir.»

Reis — «Ediyor efendim.»

Hüseyin Bey (Elazığ) — «Efendim, müzakere yoktur.»

Reis — «Kim diyor müzakere yoktur diye?» Talat Bey (Malatya) — «Efendiler...»

Yasin Bey (Gaziantep) — «Efendim, neyi mü­ zakere ediyoruz?»

Reis — «Rica ederim, söz konusu olan mesele neydi? Onun bir bölümü bitmiştir. Ne söyliyeyim? sözlerini keseyim mi?»

Lütfü Bey (Malatya) — «Meydanda Hcl mesele vardır. Bu, gayet muazzam ve mühimdir. Onun için bu husustaki düşüncelerimi ve inançlarımı yüksek heyetinize arzedeceğim. Biraz sabredip bekleme­ nizi rica ederim. Meydanda İki mühim mesele var: Birisi hal’ meselesidir. (O bitti sesleri). Ona diye­ cek yoktur. Birisi de İntihap ve biat meselesidir. Fakat fetvada noksanlık var. (Gürültüler).

Hüseyin Bey (Elazığ) — «Fetvaya dafr söz Sözlerini keseyim mİ?»

Lütfü Bey (devamla) — «Tamamlayayım efen­ dim.» (Olmaz, o mesele bitmiştir sesleri)

Hüseyin Bey (Elazığ) — «Lütfü Bey fetvadan bahsedemez.»

Lütfü Bey (devamla) — «Hal 'sebebini noksan bırakıyorsunuz. Hal’ sebebinin noksanını söylüyo­ rum. (Gürültüler). Esasen Müslümanlar Orasında kan dökmeye sebebiyet vermesi meselesini fetva ya yazmak lâzım gelirdi. Bu unutulmuştur.»

Reis — «Buna ait söylemeyiniz efendim, çok rica ederim, başka noktadan bahsedin.»

Lütfü Bey (devamla) — «Bu, bütün Ulamlar gözünde çok mühimdir. (Gürültüler).

Hacı Mustafa Efendi (Ankara) — «Anlamamış­ sın sen.»

Lütfü Bey (devamla) — «Halife fl'llen kan dö­ külmesine... (Var sesleri). Gelelim İntihap mese­ lesine.,.»

Hacı Mustafa Ef. — «Ne yapacaksın söyleyip de efendim? Dinlemeniz yeter.»

Lütfü Bey (devamla) — «Şimdi İntihap mese­ lesi...»

Reis — «Lütfü Beyi Hâlâ o noktada mı ısrar ediyorsunuz?» (Patırdılar, gürültüler).

Lütfü Bey (devamla) — «İkincisi İntihap mese­ lesidir... Bizim burada İntihap etmekliğimiz şeriata uygun değildir. (Muvafık sesleri, patırdılar, gürül­ tüler). Sebebini İzah edeyim (Gürültüler. Esarette bulunduğu... (Gürültüler) Rica ederim. (İçtihat ser­ besttir seelerl).

Yusuf 21ya Bey (Bitlis) —■ «Ayni mukabeleyi yaparız Reis Bey; sussunlar.»

Abdülhak Tevflk Bey (Dersim) — «Reis Beyi Herkes bu kürsüden söz söyleyebilir. Niçin söz ke­ siyorlar. Söz söylemek yasak mıdır?»

Reis — «Bu şekilde müzakere edilemez ki.» Lütfü Bey (Karahlsar) — «Niye gürültü yapılı­ yor?»

Reis — «Oturalım dinleyelim ne olursunuz?» Tunalı Hilmi Bey (Bolu) — «Saçak öpmek mİ İstiyor?»

Salahattln Bey (Mersin) — «Saçağı sîzler öp­ müşsünüz. Saçak yüzü ben görmedim.»

Emin Bey (Bursa) — «Sîzler kim?»

Salahattln Bey (Mersin) — «Bazıları. (Gürül­ tüler). Ben saçak yüzü görmemişlmdir. Bazıları (Gürültüler, gürültüler)?

Ayak patırdıları, sıra kapaklan gürültüleri ve bağırtılar arasında konuşmacıların sesleri gırtlak­ larında düğümlenir. Ama, halife seçimi de Musta­ fa Kemal Paşanın İstediği biçim ve doğrultuda ya­ pılır, onaylanır. Tutanak da 80. sayfada noktala­ nır.

Gazetelere birkaç sözcükle gecen «Abdülme- cit Ef. Halife seçildi» tümcesinin oltında yatan fır tınalardan bir kesit verdik. Mustafa Kemal'in Kur­ tuluş Savaşını hangi kadro İle yaptığı, düşmandan başka nelerle savaştığı devrimler! gerçekleştirebil­ mek İçin nasıl İnsanüstü bir çaba harcadığı daha İyi anlaşılacaktır.

(2)

11

•£ • ngillzlere sığınarak yurt dışına kaçan Vah- I dettin'den sonra 18 Kasım 1922'de Hilafet ma- I kamına seçilen Abdülmecit. bu göreve başla­ yd ı henüz bir yıl üç buçuk ay kadar olmuştur. Bu süre içinde Abdülmeclt Efendinin tutum ve dav­ ranışları Anadolu'yu kuşkulandıracak bir nitelik al­ mıştır. Cuma Selamlığına Yavuz Sultan Selim gibi başına sarık sararak görkemli bir alay halinde git­ mesi. yabancı elçiliklerle temasa geçmesi, Refet (Bele) Paşa'nın Halife ile armağan alış-verişinde bu­ lunması gibi kendisine yasaklanmış hareketlerin uyandırdığı tepki, zaten allerji duyulan bu mües­ sese hakkında bir an önce bir karara varılmasını zorunlu kılmıştır. Fakat, önce kamuoyunun ve ba­ zı çevrelerin bu girişime karşı hazırlanması gerek­ mektedir. Çünkü, Kurtuluş Savaşı, Hilafet ve Sal­ tanatın kurtarılmasını slogan yaparak yürütülmüş­ tür. Oysa, Kurtuluş Savaşı başarıya ulaştıktan son­ ra Hilafetin de, saltanatın da kaldırılacağını Ata­ türk'ün çevresindekilerin kimileri bilmekteydi. Bu­ nu. savaş sürerken ilan etmek, halkı ayaklandırmak için Saray ve BabIâli'ye fırsat vermek demek olur­ du. Bu yüzden, saltanat ve Hilafetin kaldırılması İçin, Atatürk'ün deyimiyle «münasip zaman ve fır- sct» besleniyordu

Şurasını da özellikle belirtelim: Bir yandan Hi­ lafet ve Saltanatın kurtarılacağı propagandası yapı­ lırken diğer yandan da milliyetçiliğin ümmetçilikle nasıl bağdaştırılabileceği çelişkisi üzerinde duran bile yoktu.

w Şte, Mustafa Kemal'in beklediği «münasip za­ man ve fırsot» gelmişti. Kurtuluş Savaşı ba­ şarıya ulaşmış. Cumhuriyet ilan edilmişti. Milliyetçiliğe ters düşen, mistik ve metafizik esaslarla örümceklenmiş Hilafet müessesesinin la- yik Türkiye Cumhuriyeti içinde artık yeri ve anlamı kalmamıştı. Hilafetin kaldırılması girişiminden önce Ordu çevresinde nabız yoklaması yapmak gereki­ yordu. İşte, Mustafa Kemal Paşanın 1 Ocak 1924 gününde İzmir'de uygulanan «Harp Oyunlarına ka­ tılmasının gerçek sebebi budur. Mustafa Kemal, bu nabız yoklamasından olumlu sonuçla Ankara’ya dönmüş ve nice zamandır beklediği «münasip za­ man ve fırsat» artık tamamen oluşmuş bulunmak­ tadır.

Hilâfetin kaldırılması

ve tepkileri

Ş imdi, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en

önemli olaylarından biri olan Hilafetin kal­ dırılmasıyla İlgili görüşmeleri İzlemek İçin Meclis'in Dinleyiciler locasına girebiliriz. ,1924 yılı martının 3. pazartesi günü... Başkan­ lık kürsüsünde Ali Fethi (Okyar) Bey var. Kâtipler:

Kâzım Vehbi (Ergani) ve Avnl (Bozok) beyler. Oturum açılır açılm az Şeyh Saffet Efendi İle elli üç arkadaşının «Hilafetin kaldırılmasına ve Os­ manlI hanedanının Türkiye haricine çıkarılm asına dair kanun teklifi» okunur. Bu, 12 maddelik bir ya­ sa tasarısıdır, ilk sözü Rize Milletvekili Ekrem (Ri­ ze) Bey alır. Ekrem Bey, yurdun geri kalışının baş sebebi olarak bu saltanat ve hilafet müesesesl ol­ duğunu söyler ve tarihten örnekler verir.

Söz muhalefetin

E

krem Beyden sonra Gümüşhane Milletvekili Zeki Beye söz verilir. Zeki Bey T^alk Par­ tisi üyesi değildir. Bağımsız milletvekili ola« rak muhalefet yapm aktadır... Hilafetin si­ yasi bir koz olarak elde bulundurulması yanlısıdır. Uzun konuşmasının canlı noktalarını birlikte İzleye­ lim:

Zeki Bey (Gümüşhane) — « ... Bugün memleke­ tin herhangi bir tarafında iktisadi, siyasi, dahilî ve zirai meseleleri hallettik de bu vaziyetin İçerisinde yapılmak İstenilen yalnız bu mu kaldı? (Gürültüler). Bendenize öyle geliyor kİ bunun zamanı henüz gel­ memiştir ve gelmediğine de kaniim. (Çoktan geç­ miştir sesleri).

Recep Bey (Peker - Kütahya) — Ne vakit ge­ lecek Zeki Bey?

Zeki Bey (devamla) — «Hilafet OsmanlI sülale­ sine olt olup Büyük Millet Meclisi tarafından «bu hanedanın ilim, ahlâk ve İyi huy sahibi evladı İn­ tihap olunur» diye yüksek heyetinizin vermiş olan bu kararı kaldırmış olan ayrıca bir kanun tasarısı var mıdır?»

Mustafa Bey (Tokat) — «O karar ile bunun ara­ sında fark var. Ondan sonra neler oldu, haberin var mı? Uyuma!»

Zeki Bey (devamla) — «Arkadaşlar, bendeniz

İkinci Dönem Rize Milletvekili Ekrem (Rize) Bey

Hilâfetin

kalkmasına

bir tek

milletvekili

karşı çıktı

■ Gümüşhane bağımsız milletve­

kili Zeki Bey, gizli oturumda

Damat Ferit’in jurnalcisi olmak­

la suçlandı.

mutedil liberal ve bununla beraber ebedî müthiş bir «lttihad-ı İslam» taraftarıyım. (Türkçe söyle sesleri). Tarihin bu büyüklüğünü kendi milletimde görmek isterim. Benim gayem budur. Bunun İçindir ki mem­ leketimin dahilî ve haricî siyaseti namına hilafetin kaldırılmasını kabul ederek bugünkü vaziyet da­ hilinde bu müthiş kuvveti, düşmanların veyahut di­ ğer hükümetlerin kucağına atmayalım.»

İhsan Bey (Cebelibereket) — «Kuvvet nerede?» Ragıp Bey (Kütahya) — «Muhalefetin derecesi­ ne en büyük m isali...»

Zeki Bey (devamla) — «Arkadaşlar, Cumhuri­ yet (gürültüler). Bendeniz ağzımla müdafaa ediyo­ rum. Sizin de lisanınızla müdafaa etmeniz lazımdır. (Hakkın yoktur sesleri). Benim de hakkım vardır. Ben de sizin gibi bir vekilim. Bu millet kürsüsün­ de istediğimi korkusuzca söylerim. Kimseden kor­ kum yoktur.»

Ali Rıza Bey (İstanbul) — «Damat Ferit’in dos­ tusun.»

Zeki Bey (devamlo) — «Levazımdaki hırsızlardan değilim »

İhsan Bey (Cebelibereket) — «Fakat jurnalcisin. Damat Ferit Paşaya jurnal vermiş âdi bir adamsın.»

Rahmi Bey (Trabzon) — «Efendim, mebus âdi adam olamaz, rica ederim.»

Fuat Bey (Kırkkilise) — «Şahıslardan bahset­ meyiniz rica ederim.»

Zeki Bey (devamla) — « ... Yoksa biz, düşün­ düklerimizi, kendi arzu ettiklerimizi doğrudan doğ­ ruya halka kabul mü ettireceğiz?... Buna bizim hak­ kımız yoktur. Ya, halk oylaması yapmak, yahut da yeniden seçime gitmek lazımdır. (Gürültüler), (aşa­ ğı sesleri).

Ali Saip Bey (Kozan) — «Seni damat yapalım Zeki Bey.»

Zeki Bey (devamla) — «Sen varken bize sıro gelmez. Halifeyi bugün yabancı bir diyara atmak- tansa siyasi vaziyetimiz icabı acaba bu hanedandan yanındaki iki tane sırmalı uşağı ile dört tane adam­ dan mı. yoksa milletin maiyetine verdiği sekiz ta­ ne askerden mj korkuyoruz? Hâkimiyet dalma

mil-letindlr, yüksek Mecllsinlzlndlr. Bunu buradan çekip de Etlik'te bir köşke oturtabiliriz. Efendiler, bugün­ kü vaziyet karşısında hâkim iyet...

Yahya Galip Bey (Kırşehir) — «Blla kayd ü şart milletindir.» (Gülüşmeler).

Zeki Bey (devamla) — «Hâkimiyet, bilâ kayd ü şart milletin midir, hâkimiyet bilâ kayd ü şart yük­ sek Meclisin midir. Benim kanaatime göre bugün hâkimiyet bilâ kayd ü şart milletindir. Bunlar bugün­ den itibaren açıklanmalı ve anlaşılmalıdır. (Meclis de milletindir sesleri).

Talat Bey (Ardahan) — «Yahu, biz o milletin vekili değil miyiz?»

Zeki Bey (devamla) — «öyle görüyorum kİ bu­ gün verdiğimiz bir karardan ertesi günü dönüyoruz. Efendiler, bütçe müzakeresi vesilesiyle ar? etmiş­ tim ki gerek hükümet büyükleri, gerek yüksek he­ yetiniz hüküm verdikleri zaman en ziyade milletin arzusunu, fikirlerini düşünecekken ve onlara istinat ederek hüküm vermek mecburiyetindedir. Yoksa, on ların ■duygularının, hislerinin haricinde vuku bulan şeyler hiçbir şeye istinat etmez.»

Yahya Galip Bey — «Bizim hükmümüzde onlar da dahildir. Hatta, ölenlerin ruhları bile dahildir.»

Reis — Yahya Galip Bey! konuşmacının sözü­ nü kesmeyiniz.»

Zeki Bey (devamla) — «Buraya çıkar, söylersi­ niz. Bendeniz görüyorum kİ efendiler, iyi bir çığıra doğru gitmiyoruz... Memleketimin siyasi vaziyetini düşünüyorum ve bu işi bu zaman için düşünmü­ yorum.»

Yahya Galip Beye Meclis Reisi, konuşmacının sözünü kesmemesi İçin hatırlatmada bulunduğu halde onun pek aldırdığı yok. Gene oturduğu yer­ den laf atıyor:

Namuslular ve namussuzlar

ahya Galip Bey — «Biz onu üç dört sene evvel düşündük beyefendi.»

Zeki Bey (devamla) — «Tabii siz daha akıl­ lı olduğunuz için daha çabuk düşündünüz. İstanbul’da bulunduğumu söyleyen beyefendi bilsin ki — hangi zatın söylediğini bilmiyorum— bu inkı­ lap vücude geldiği zaman kendisi belki İstanbul'da bilardo oynarken biz, Erzurum, Trabzon Kongrele­ rinde milletin mevcudiyetini kurtarmak için ve onun hür bir fikirle çalışm asını temin İçin canımızı feda ederek çalışıyorduk beyefendileri Bunu bana söy­ leyen efendi, her kim İse, buraya gelsin. Ben, ka­ naatimi

söylüyorum.»-Ragıp Bey (Kütahya) — «Hayır efendiler, böyle değildir. İstanbul’da ve Vahdettin'ln sarayına de­ vam ediyordu.»

Zeki Bey (Gümüşhane) — «Efendi ben, ne Os- manoğullarına, ne de saltanat hanedanına men­ subum ve ne de başkalarının hissi İle hareket eder bir efendiyim. Ben, göründüğü gibi hareket eden bir cdamırrı. Ben casus değilim. O lakırdıyı sana iade ederim ve reddederim ve Saraya giden namussuz­ dur. Onu söyleyenler en büyük namussuzdurlar.»

Refik Bey (Konya) — «Efendim, bu tecavüzler ila nihaye devam edecek midir? Milletin bu kürsü­ sü bu kadar suiistimale müsait midir?»

Zeki Bey (Gümüşhane) — «Efendiler, biz sal­ tanata düşman değiliz, şahıslara düşmanız. Çün­ kü, bugünkü günde gördüğüm vaziyet şudur: Cum­ huriyet devam ettiği halde saltanata doğru yürü­ yor.» (Gürültüler).

Reis — «Biliyorsunuz kİ, Zeki Bey, Halk Fıkra- s ı’na mensup olmayan tek üyedir. Bunun sözlerini sükûnetle dinlemek mecburiyetindesiniz. Sinirlilik içinde bulunmak hiçbir zaman doğru değildir. Ol­ mayacak bir hal oluyor.»

Mustafa Vasfi Bey (Tokat) — «Reis Bey! S a ç ­ ma sapan söylüyor.»

Türkiye Büyük Millet Meclısi'nin İkinci Döne­ minde — Meclis Reisinin ifadesine göre— Halk Partili olmayan tek üyesi Gümüşhane Milletvekili Zeki Bey «Hilafetin ilgasına ve Hanedan-ı Osmani- nin Türkiye Cumhuriyeti Memaliki Haricine Çıkarıl­ masına Dair Teklif-i Kanunî» hakkındaki sözleri bu rada bitiyor.

Bundan sonra söz alan konuşmacılar tasarının tümü üzerinde, özellikle Hilafet kurumunun tarihin akışı içindeki yeri, fonksiyonu, zararlı ve yararlı yan. •arı üzerinde açıklamalarda bulunacaklardır.

Dört asırdan fazla sürmüş olan Hilafet kuru­ munun kökünden koparıp atacak ve yeni bir devir açacak olan bu tarihsel oturuma yarın da devam edeceğiz.

YARIN :

(3)

Kapalı kapılar ardındaki siyasal çalkantılar

--- SADİ BORAK

-

12

Zeki Beyden sonra söz alan Karahlsarısahlp (Afyonkarahlsar) Milletvekili izzet Ulvi Bey, tasarı­ nın tümü hakkındakı görüşlerini şöyle açıklıyor:

İzzet Ulvi Bey — «Muhterem arkadaşlar, dün­ yada her şev tekâmüle gidiyor. Manevi şeylerde de tekâmül v a rd ır... Hükümet denilen müessesede de şüphesiz tekâmül kanunu geçerlldlr. Efendiler biz, mutlakıyetin kanlı hükümdarlarının İdaresi al-' tında, zulmü altında yaşamaya layık millet olmadı­ ğımızı çoktan İspat ettik. Efendiler bugün, dünya­ nın en mükemmel olduğunu kabul ettiği Cumhuri­ yeti ilan ettik.

«Efendileri Biz hürriyete, cumhuriyete, halkçı­ lığa, milyonlarla insanın kanı bahasına kovuştuk. Bu kürsüde hâlâ hilafetin kaldırılmasına taraftar olmayanları gördükçe hayret ediyorum. Hayretim­ den ne söyleyeceğimi bilmiyorum. Efendiler, «Hila­ fet» diye bir mefhum, bir unvan vardır. Acaba bu nedir? Hepiniz biliyorsunuz kİ Hazret-l Peygambe­ rin vefatından sonra gelen «Hulefa-yı Raşidinse «hulefa» kelimesinden de anlaşılacağı üzere — Pey­ gamberin vekili, halifesi olmak üzere— «halife» denmiştir. (Onlar malum sesleri). Evet, şüphesiz malumdur.

«Efendiler, tarihin safhalarına geçecek değilim. Şunu demek İstiyorum ki hilafet, İmametten, hükü­ metten ayrı bir şey değildir.

Yahya Galip Bey (Kırşehir) — «O unvan, Ye- men’de on milyon Türk yemiştir. Bunu kaydedin.»

izzet Ulvi Bey (devamla) — «Eğer biz. Cumhu­ riyeti İlan ettikten sonra böyle bir ünvan mahiye­ tinde olan hilafeti bırakacak olursak bir gün mut­ laka saltanata gidecektir. Çünkü tarihte hükümet­ siz halife yoktur...»

Tunalı Hilmi

Şimdi kürsüye Zonguldak Milletvekili Tunalı Hilmi Bey gelecektir. Bu. — önce de değindiğimiz gibi— Meclisin renkli, İmanlı, İçtenlikli, İdealist ve özellikle emekçiden yana coşkun bir üyesidir. Ele aldığı konuların coşkusuna kapılarak coşar ve bu coşku İle de, bırakılsa, saatlerce konuşur. Konuyu fazla uzatması yüzünden de arkadaşları ona sık sık takılır. Oysa, uzun da konuşsa zevkle dlnlene- bilen tatlı dilli bir hatiptir, izleyelim:

Tunalı Hilmi Bey (Zonguldak) — «Arkadaşlar, gayetle kısa söyleyeceğim. (Kısa 6öyle sesleri), (Gürültüler), (ayak patırdıları), (alkışlar), (gülüş- me'er).

Bütün bu patırdılar, gürültüler ve gülüşmeler Tunalı'yı kızdırmak, dolayısiyle de coşturmak için yapılmaktadır. Buna sevgi gösterileri de diyebili­ riz. O, bütün bu tepkilere aldırmaz, sabîrla, hatta inatla sözlerini tamamlamaya çalışır. İşte gene çırpınıyor kürsüde:

Tunalı Hilmi Bey (devam la) — «Arkadaşlar, gayet kısa söyleyeceğim ve üç hatırayı söyleye­ ceğim. Küçükken okuduğum, ezberlediğim ilmü- haldekl birkaç satırı hatırlıyorum: Allah vardır. Peygamber haktır. Onun mucizeleri v a rd ır...

Yahya Galip Bey — «Canım, bilmediğin şeye ne karışıyorsun!»

Tunalı Hilmi Bey (devam la) — «Bu mucizele rl sayarken o küçük çocuk olan ben. şunu söylü­ yordum: Peygamberimiz buyurmuş kİ benden otuz sene sonra hilafet yoktur, bitecektir. Ve bu haki­ katen 30 sene sonra da bitmiştir. Bu da diyorum ki Peygamberimizin mucizesidir.

«ikinci vaka arkadaşlar, Abdülhamit devrinde mektepteydim. Buhari-l Şerif ve İbn-ı Haldun T a ­ rihi yakılacakm ış, deniliyordu. Onun tercümeleri toplanıyormuş. Zira orada hilafete ait bir hadis var mış. Bunlar Abdülhamit'in damarına basıyormuş. Koştum, İbn-I Haldun Tarihi’nin tercümesinden o hadis-i şerifi okudum, kopya ettim. Yani arkadaş­ lar, sizin gençleriniz de ilmühaberi okumamıştır. Fakat benim çocukluğumda İslamın hakikatine bi­ zim gibi küçük çocuklar bile vâkıf bulunuyordu. (Bravo sesleri). Lâkin zaman geldi, Abdülhamit İslamın o hakikatini tahtının altına gömdü ve bü­ tün dünyayı sahih bir hilafet varmış gibi aldattı ve aldandı.

«Üçüncüsû arkadaşlar, o hatırat bu mübarek Meclis'in bir açık, bir de gizil celsesinde kayıtlı­ d ır... Zeki Bey! Dikkat e t... (Gülüşm eler). Vay mil­ letimin, hatta Muhammet ümmetinin hilafet gidi­ yor diye titreyen Müslümanları...

Yahya Galip Bey — «Hayır, hayır, öyle şey yok.»

izzet Ulvi: «Hilâfeti bırakacak olursak bir gün mutlaka saltanata gidecektir.»

“O hilâfet

unvanı

Yemen’de

10 milyon

Türk yedi,,

Tunalı Hilmi Bey — «Hayır hayır. Gûya Zek! Beyin flkrlnce.»

Zeki Bey (Gümüşhane) — «Öyle bir fikir yok­ tur.»

Tunalı Hilmi Bey — «Arkadaşlar! Bir gün bun dan dört sene evvel bu kürsüden Zeki Bey gibi en­ dişe ile söz söyleyen bir arkadaşa karşı bilirsiniz kİ — biraz ara sıra atılırdım— şu sıranın arasın­ dan yarım cümle fırlattım. Altı ay geçti, açık otu­ rumda o endişeli sözü burada tekrar edince ben de tekrar ettim. Üçüncü olarak tekrar ediyorum arkadaşlar. Hilafetin ilgası deniliyor orkadaşkır. Ben, hilafetin ilgasını kabul etmiyorum arkadaş­ lar. Hilafet ilga edilmiyor. Hilafetin makamı kaldı­ rılıyor. Halbuki hilafet mevcuttur arkadaşlar. Eliy­ le Meclisi İşaret ederek İmamet de burada, hila­ fet de burada.» (Bravo, hayır sesleri).

Maddelere geçiliyor

Tunalı Hilmi Bey, son cümlesiyle hilafetin Tür­ kiye Büyük Millet Meclisi’nin tüzel kişiliğinde sak­ lı olduğunu vurgulamak istiyor. Tunalı’nın yaptı­ ğı konuşmadan sonra müzakerenin yeterliği ve maddelere geçilmesi hakkında önerge verilir ve maddelere geçilir. İlk sözü Şeyh Saffet Efendi ala­ rak tasarıyı savunur. Daha sonra kürsüye gelen Kastamonu Milletvekili Halit Bey birinci maddenin İkinci fıkrası hakkındaki düşüncelerini şöyle be­ lirtir:

Halit Bey (Kastamonu) — « ... Arkadaşlar he­ pimiz biliyoruz kİ istiklâl Mücadelesi ilan edildiği zaman halkımızın halife makamına karşı olan bağ lılığını dikkate alarak hepimiz: «Halifeyi kurtaraca­ ğız, şöyle yapacağız, böyle yapacağız» diye telki- natta bulunduk.. Hatta birçok şeyhi ve din adamları nı Meclis’e getirdik.. Bu, sırf halkın hislerine hür­ met İçindi.. Sonra arkadaşlar, ben bu istiklâl muha rebelerlnln hepsinde bulundum.. Askerlere, bütün arkadaşlarla beraber bu suretle telkinlerde bulun­ duk, «hilafet makamını bütün vatanla beraber kur­ taracağız» dedik. (Kurtarmadık mı sesleri).. Hay hay, hamd olsun kurtardık.. Böyle olmakla bera­

ber bugün halk hilafet makamı olmazsa Cuma Na­ mazı kılınmaz inancındadır.. (Hayır hayır sesleri).. Ben de o İnançta değilim..»

Tunalı Hilmi Bey (Zonguldak) — «O İnancı de ğiştireceğlz.. Bundan böyle halkı aldatmak yok..»

Halit Bey, iddiasını ve düşüncelerini kanıtlamak İçin bir süre daha konuştuktan sonra kürsüye Sa- ruhan Milletvekili Vasıf (Çınar) Bey gelir. Düşünce­ lerini şöyle açıklar:

Vasıf Bey (Saruhan) — « ... Yüksek Meclisinizi oluşturan üç yüz arkadaşın ruhunda da islaml his­ ler ve onun tecellileri vardır.. Zeki Beyin hakkı yok tur ki yalnız islaml hisleri kendi ruhunda var saya rak yüksek Meclisi, gelenekleri ve islaml hisleri sars makla suçlayabilsin.. Arkadaşlar, hep Müslümanız. Zeki Beyden Müslüman dinini, Müslüman gelenekle rini öğrenmek ihtiyacında da değiliz..

Arkadaşlar! Bir zamanlar OsmanlI tarihinde Patrona Hallilerin elinde de bu «hissiyat-ı islamiye» deyimi kullanılıyordu.. Daha idrakli olmak, böyle kutsal fikirler ve kanaatleri şahsi arzular İçin bir alet olarak kullanmamak lazımdır.. Artık bundan çekinmeliyiz.. (Bravo sesleri)

Tunalı Hilmi Bey — «Abdülhamit de o siyaseti takip etti..*

Vasıf Bey (devamla) — « ... Cumhuriyeti ilan eden bir milletin en yüksek vazifesi kendi vatanı için kabul edeceği en yüksek esas, kendi varlığını tehlikeye düşürebilecek ikiliklere meydan vermemek, saltanat İhtiraslarına meydan bırakmamaktır. Mille­ tin fikirlerinin selameti için daima sultanlığa timsal olabilecek olan bütün müesseseleri yıkmaktır.. An­ cak o zaman Cumhuriyet tamam olabilir. O zaman ancak Cumhuriyetin temeli esaslı olabilir..»

Yahya Galip Bey — «Yaşa koca hatip!..» Vasıf Bey (devamla) — « ... Zeki Bey belki o yüksek Meclis’in ruhunun yankılarından duygulana- mamıştır.. Fakat kendisini bir Türk vatandaşı sı- fatiyle davet ediyorum: Bu Büyük Meclis’e, milleti hilafet ordularına rağmen, hilafetin ihanetine rağ­ men milleti zilletten, esaretten, ölümden kurtaran bu Büyük Meclis’e, ruhî intibaı karşısında, ruhi tecel liyatı karşısında biraz daha mütevazı, biraz daha saygılı olsun..

«Gerek Zeki Bey ve gerek Halit Bey hilafetin kaldırılmasını iç ve dış siyaset itibariyle çok za­ rarlı görmüşler. Milletvekilliği hakkını elde eden arkadaşların: «iç ve dış siyasette hilafetin kaldırıl­ ması zararlı tesir yapacaktır.» dedikleri zaman öy­ le zannediyorum kİ İki sene önceki kanlı faciaları unutmak istemişlerdir. Kendileri belki unutabilirler, belki onların ruhları bu faciaların tesirlerini unuta­ bilir. Fakat arkadaşlar bu milletin kalbi iki sene önce hilafet namına Türk’ü boğazlamak İçin gelen orduları, neşredilen fetvaları unutamaz.»

Zeki Bey (Gümüşhane) — «Biz daha evvel mu­ kabele ettik. Erzurum'da, Trabzon’d a...»

Mehmet Bey (Çanakkale) — «Sustur Reis Bey, söz aldı mı?»

Vasıf Bey (devamla) «Dahili siyasetimizde za­ rarlı tehlike varsa o tehlike, hilafetin kaldırılması değil, memleket felaket çukuruna düştüğü zaman düşmanla beraber olarak —bizi boğmak için— Yu­ nan ordusu gibi hain bir orduyu «Hilafet Ordusu» diye gönderen Halife’nln yerinde bırakılmasıdır. Ancak bunu kaldırmakla memleketi bütün zararlı tehlikelerden kurtarabiliriz arkadaşlar.

Zeki Bey — «Erbabının elinde...»

Vasıf Bey (devamla) — « ... Arkadaşlar biz yal­ nız kendi varlığım ız dahilinde, kendi medeni, asri esaslara dayanarak varlığımızı kurtarmak istediği­ mizi bu açık kararı ilan ettiğimiz zaman harici siyasetimizdeki vaziyetimiz daha kuvvetli olacaktır.

« ... Arkadaşlar, milletin en kıymetli aydınların­ dan oluşan yüksek Meclisiniz bu kararı verirken en akıllı bir hareket yapmıştır. Zeki Bey zannediyor ki yanı başında kendisine arkadaşlık eden bu iki yüz arkadaşı, bu üç yüz arkadaşı şuursuz, Iz’an- sız karar veriyorlar. Bu, ne cürettir. Bu arkadaşlar gayeyi İdrak etmişlerdir, gayeyi açık olarak gör­ müşlerdir. O kutsal gayeye varmak için bu kararı vermişlerdir. Zeki Bey bu gayeyi görmekten mah­ rum olabilir. Zeki Beyin ruhu bu gaye karşısında tahassüs duymayabilir. Fakat yüksek Meclis'in de­ ğerli üyeleri mütehassis ve mutlu olarak bu kararı vermiştir ve bu gaye kayıtsız şartsız yürüyecektir ve yürümek için o engelleri çıkaranların kafalarını ezerek kırarak yürüyecektir.» (Bravo sesleri)

(4)

Kapalı Kapılar Ardındaki

Siyasal Çalkantılar

___________________________________ Sadi BORAK—

— 13 —

,1821 yılı aralı* ayı «onları.

Meclis açılalı bir bucuk yılı aşkın bir zaman geçmiştir. Bu süre İçinde Türkiye birçok kez yok olmak tehlikesiyle yüz yü­ ze gelmiştir. Batış çizgisi kenarındaki Tür ktye'ye ol uzatmak şöyle dursun Saray ve çevresi İngilizlerle elele vererek İç İsyan­ ları körüklemiş, Kuvayl inzibatiye ordusu­ nu yurt kohramanları üzerine «aldırtmış­ tır. Ve böylece yurt hayınlığının en korkun­

cunu sergilemiştir.

1921'ln a ra Irk sonları, Anadolu'nun dar boğazları aşma yolunu araladığı ve mûldeli haberlerin ard arda sıralandığı bir dönemdir. 13 eylülde Sakarya Meydan Mu­ harebesi kazanılmış, 24 eylülde Türk - Fransız görüşmeleri olumlu yola girmiş, 20 ekimde de Ankara Antlaşması İmzalanmış tır. Ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükü­ metini aydınlık yarınlar beklemektedir.

işte bu dönemde, Saray çevresinden övgülü kutlama mektupları gelmektedir Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşaya. Bun­ lardan biri, Saltanat ve Hilafetin veliahdı, yani geleceğin padişahı Abdülmeclt Efen­ didendir. Fakat, bu kara gün baykuşu ve iyi gün dostunu mektubuna muhatap say­ maz kendini Mustafa Kemal. «Meclis’e yaz, der: Milletin mümessili orasıdır.» Oraya da

yazar Abdülmeclt Efendi. «Mec!ls-i Kebir-i Millî» diye hitap eder Meclise. Bu suretle Meclisi tanıdığım da kanıtlamış olur. Bir yanda Padişah Vahdettin Meclisi tanıma­

makta ayak direrken, tahtın veliahdinin Meolls'le ilişki kurup onu tanımasının al­ tında yatan gerçek nedir?.. Meclis bu ö- nemll olayın altında yatan amacı da İrde­ leyecektir. Ve bunun için de gizil oturuma

geçer.

Meclis üyelerinden başka herkese ya­ sak olan bu gizil oturumu izleyelim.

Aifofıa itimat kızım olduğunu «enin kadar ben do bilirim ...

Padişahlar yurdu çiftlik

haline getirmiştir

Bu suretle millet daima kendi kurtu­ luşunu ve mutluluğunu veliahtlerden bek­ lemiştir. Üçüncü Sultan Selim istisna edi­ lirse, hatta Fatih de dahil olduğu halde, hiçbirisi memleketi ciddi surette düşün­ memiş, onlar memleketi çiftlik haline getir m'ıştir...»

Besim Atalay Bey geniş tarih, dil ve din kültürüyle tanınmış ünlü bllglnlerimlz- dendir. Fransızca, Arapça ve Farsçayı ana dili gibi bilir. On beşten fazla bilimsel ya­ pıtı vardır.

Meclis’te de var tabii salağından de­ lisine ve hainine kadar padişah tutkulusu bağnazlar. Onlar, Besim Atalay Beyin se­ sini kısmak için sıra kapakları ve ayak patırdılarıyla Meclisi gürültüye boğuyorlar. Ama Besim Atalay yılar cinsinden değil­ dir. Sesinin perdesini daha da yükselterek konuşmasını sürdürüyor:

BESİM ATALAY B E Y (devamla) — »Gelişen son olaylar üzerine millet hâki­ miyetini eline aldı. Sen de kanaatini söyle hocam! Millet hâkimiyetini eline aldı; kan döktü, döküyor ve dökecektir. Elde ettiği­ miz hâkimiyeti —velev kİ yüksek olsun— bir şahsa vermek, bir şahsın eline ver­ mek taraftan değiliz efendim.»

Gürültüler arasında gene sözünü ke­ siyorlar Besim Atalay Beyin:

— «Kim veriyor? Kimse vermez.» Besim Bey (devamla) — «Onlav. se­ nelerden beri bin türlü yokluk İçinde yu­ varlanan bu milletin ne vakit İmdadına koş­ muşlardır? Ne vakit hatırını sormuşlardır? Bugün bu başarıları görünce biz! soruyor­ lar, bizi yokluyorlar.»

Besim Atalay Bey haklı. Ama, kfmf politikacıların siyasi ahlakı kaypak oluyor.

■ Mustafa Kemal,

Veliahd

Abdülmecît’in

kendisine

yazdığı

mektupları,

«Meclise yaz»

diye geri

çevirmişti.

Besim Atalay Bey — «Üçüncü Selim istisna edi­ lirse, hatta Fatih dohil, bütün padişahlar memleketi çiftlik haline getirmiştir.»

“Bu Efendi Milli Mücadele

başladığı zaman neredeydi?,, •

1921 yılı aralık ayının 24. cumartesi günü... Meclis, Veliaht Abdülmeclt Efendi­ den gelen mektubu okumak ve üzerinde tartışmak üzere toplantı halindedir. Top­ lantı gizli olduğu için dinleyicilerle tutanak kâtipleri dışarı çıkarılm ıştır. Meclls'e baş­ kanlık etmekte olan Dr. Adnan (Adıvar) Bey mektubu okur. Abdülmecit, «Süleyman Şahın mezarını bu milletin azmiyle kurtar- I dığı için Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne

teşekkür ediyor.»

Mektup okunduktan sonra Mustafa Kemal kürsüye gelerek açıklamalarda bu­ lunuyor.

MUSTAFA KEMAL PAŞA — «Arkadaş­ lar! Şehzade Abdülmecit Efendi bundan evvel de bir iki mektup göndermiştir. Fakat bu mektuplar doğrudan doğruya bendeni­ zin şahsına aitti. İçinde yazılı olanlar ke­ sin olmaktan ziyade belirsiz laflarla dolu idi. Ben, kendisine gönderdiğim haberde:

«Benim şahsımın hiçbir önemi yoktur. Benim şahsımla ilişki kurmak hiçbir fayda vermez. Zatınecabetpenahileri milletimizin mümessili olan Meclisi tanımalısınız ve

ancak Meclis'le alakador olmalısınız.» Dedim. Bugün gelmiş olan mektubu doğrudan doğruya Büyük Milet Meclisi R'- yasetlnedlr. İçindekiler de — dinlediğiniz gibi— Meclisimiz, «Meclls-I Kebr-I Milli» deyimi kullanılmak suretiyle ifade olun­

muştur. (Alkışlar).»

Sarayın ve çevresinin Kurtuluş Sava­ şına ve yöneticilerine karşı takındığı ta­ vır, üzerlerine saldığı hilafet orduları, çı­ karttıkları İdam fermanlarının İzleri henüz belleklerden silinmiş ve unutulmuş değil­ dir. Bu hanedanın sonunda Türkiye’yi ge­ tirdiği nokta da bellidir. Onun İçin Salta­ nat ve Hilafet müessesesine karşı alerjisi vardır Meclis üyelerinin çoğunun... Bu a i­ lesinin belirtisini Besim Atalay Beyin ko­ nuşmasında izleyeceğiz:

BESİM ATALAY BEY (KÜTAHYA) — «...M illet, yaşamak yollarını, geleceğin! şa- hışlarda değil, kendi azim ve iradesinde aramalıdır. Kurtuluşunu da öyle. Halkın ru hunu tahlil ettiğim vakitlerde dalma, ge lecek padişahlardan, veliahtlerden, onların şöyle böyle olmasından büyük ümitlere düşmüştür.»

B ir milletvekili oturduğu yerden laf atı yor Besim Atalay Beye:

— «Allaha itimadın lazım.»

BESİM ATALAY B E Y (Devamla)’ — «Ben de hocayım, hoca efendi hazretlerll

Abdülmecit de anlaşılıyor ki siyasa sahne sinin nice Bürütüs’lerinden biri.

Besim Beyden sonra Konya Milletve­ kili Vehbi Efendi söz alıyor. Meclisin Kon­ ya'yı temsil eden iki Vehbi Efendisi vardır: Biri, Mehmet Vehbi Efendi. Soyadı Çelik. Akşehir Mahmudiye Medresesi Müderrisliği yapmıştır. İkincisi, soyadı Büyükyalvaç olan ve Konya İrfanî Medresesi Müderris­ liği yapmış bulunan Ömer Vehbi Efendi­ dir. Hangisi olduğunu kesenkes ayırt ede­ mediğimiz bu kişi, «Abdülmecit Efendiye Meclis Başkanlığınca uygun bir yanıt ve­ rilmesini» öneriyor. Onu izleyen Lazistan Milletvekili Osman (Özgen) Bey de «Ba­ kanlar Kurulu toplansın, bu. mektup üzerine nasıl hareket edilmesi gerekiyorsa ona gö­ re karar versinler ve kararlarının sonucunu bize bildirsinler» diyor.

Sivas Milletvekili Emir Paşa (Marşan) da, «mektubun yanıtlanması gerektiğini» Söylüyor. Emir Paşadan sonra Meclisin ünlü bir üyesi çıkıyor kürsüye: Şeref (Ay­ kut) Bey. Kültürlüdür, heyecanlı bir mil­ liyetçidir, iyi bir hbtiptir. Dinleyelim:

Ş E R E F B EY (EDİRNE) — « ... Efendi­ ler! 16 Mart tarihinde altı asrın bütün Türk ve İslam imanını yaşattığı İstanbul İşgal olunurken ve sizin vekilleriniz sürük­ lenirken bu efendi nerdeydi? Sizin sevk ettiğiniz Anadolu’nun imanlı evatları İzmit karşısında İngilizlerle çarpışırken ve Meh­ metçiğin kurşunu İngilizlerin kalbine gir­ diği vakit İstanbul hastanelerine gidip İn- gllizleri tebrik eden bu efendiydi. Şimdi si­ ze mektup yazan da bu efendidir.

Efendiler! Siz, azm-ü imanınızla bura­ ya toplandınız ve bir varlık yarattınız. Ve işte, Taymis muhabirine veliahd-l salta­ nat namına «Sevr Ahitnamesini tatbikten başka çare yoktur» diyen gene* bu efendi­ dir.

« ... Gene bütün ümitleri zavallı Ana­ dolu'da. Anadolu çalışacak ve İneğin sütünü efendinin haşmetine götürecek. Bu efendi, Millî Mücadele başladığı zaman nerede İdi? Biz ne vakit İstanbul'u alırız, şu karayı buradan kaldırırız... Emin olunuz bunlar Ingiliz propagandasıdır. Bundan başka sözüm yoktur.»

Şeref Aykut ünlü bir avukat olduğu kadar ünlü bir teşkilatçı ve ünlü bir ya­ zardır. Sağlam bir tarih kültürüne de sa ­ hiptir. «Trakya Paşaeli Müdafaa-i Hukuk (Arkası 9. Sayfada)

(5)

Kapalı kapılar ardındaki siyasal çalkantılar

--- SADİ BORAK

— 14 —

Dûn, Veliaht AbdüLmecit Efendinin Mec-

lis’e gönderdiği mektup üzerine ne yapılması

gerekeceği hakkında gizli oturumda ileri sü­

rülen çeşitli fikirleri izlemiştik. Bugün de Mus­

tafa Kemal konuşacaktır. Bu arada, gönderdiği

mektuplarla Anadolu’ya geçmek isteğini belir­

ten ve İnebolu’dan geri çevrilen Şehzade Ömer

Faruk Efendi olayının içyüzünü de açıklaya­

caktır. Beyanat bu bakımdan da önem taşı­

maktadır. İzleyelim:

MUSTAFA KEMAL PAŞA —

-Efendiler!

Bu mektubun yüksek

kurulunuzca okunmuş

olması bendenizce çok faydalı oldu.. Bugüne

kadar Osmanlı hanedanı ile yüksek Meclisiniz

arasında bu meseleyi müsbet bakımdan söz

konusu etmeye hiçbir vesile elde edilemiyordu

Bu mektup bu bakımdan ilk bir zemin teşkil

ettiği için faydalıdır.. Bendenizce bu mektu­

bu dikkate almak ve buna layıkı gibi makul

ve münasip bir cevap vermekte hem fayda

vardır, hem de zarar vardır. Zararı nedir?

«Bilindiği gibi yüksek heyetiniz ve bütün

millet karşılaştığı fenalığı bertaraf etmek için

çarpıştığı zaman Padişah ve bütün etrafında

bulunanlar, bu milleti bu davadan döndürebil-

mek için işbirliği yapmışlar ve millet, içine bin

türlü fesat tohumlan saçarak onlan ayaklan­

dırmışlar, onlara ihtilal yaptırmışlar ve kan

dökülmesine meydan vermişlerdir.

«Hadiseler ve Meclisinizin azmi artık mil­

lete anlattı ki bu Meclisin taşıdığı yüksek ira­

deden başka bir kuvvet yoktur, ve her halü

kârda bu iradeye tabi olmak mecburiyetinde­

dir. Başka tarafın, başka makamın iradelerinin

memleket ve millet talihi üzerinde hiçbir tesiri

yoktur.

«... Şimdi, bu mektup ve bu mektup ve­

silesiyle yazılacak cevap eğer İstanbul'a bir

kudret verecekse ve millette zihinleri bulan-

dıracaksa elbette zararlıdır. Bu bakımdan caiz­

dir ki milletin istiklali tamamen kurtulduktan

sonra bunlara girişelim. Bu bakımdan düşünü­

lecek olursa hiç dikkate almamak gerekir. Bu­

na şunu da eklemek ihtiyata uygun olur: Bu

yazmış olduğu mektupta, demin de arzettiğim

gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisini tanıyor

ve ona yazıyor, resmen de ona hitap ediyor,

orada «Meclisimiz» diyor, «Meclis-i Millimiz»

diyor. Halbuki Saltanat ve Hilafet makamında

oturan zat, henüz bunu kabul etmemiştir ve

bilakis reddetmek istiyor reddetmekle meşgul­

dür ve tanımamak İstiyor. Bu mektubu yazan

zat da onların içindedir. Ve onlar bu zata is­

tedikleri fenalığı yapabilirler. Hepinizce de bi­

lindiği gibi bir zamanlar kendisini gözaltma

aldılar, evinin içini aradılar.»

Bütün olasılıkları

didikleyen bir zekâ

Mustafa Kemal, mektubun yazılışının al­

tındaki gizli maksadı irdelemeye devam ediyor:

«Bütün bunlara rağmen açıktan açığa ve

yüksek Meclisinizce. okunmasını isteyerek bu

mektubu göndermiştir. Şu halde arzu etmiştir

ki okunsun. Demek oluyor ki kendi aleyhin­

deki şeylere karşı da ehemmiyet vermiyor. Be­

nim hatırıma geliyor ki bu mektubun içindeki-

lerden acaba

Padişahın haberi yok mudur?

Acaba Ingilizlerin malumatı yok mudur? İhti­

mal vardır, ya da yoktur. Eğer bilgileri yoksa

mektup sahibi için âdeta bir tehlike vardır.

Eğer bilgileri varsa ne demektir? Onlar da bu

yoldan, aynı yoldan Meclisi tanıyorlar gibi yo­

rumlanabilir. Onun için, eğer onların bilgisi

varsa şimdi bu mektup okunduğu vakit der­

hal alkışladınız. Eğer bu mektup açık oturum­

da okunsaydı gene derhal

alkışlayacaktınız

Bu tutum bütün millete anlatıldığı zaman on­

lar da mümessillerinin yaptıklarını yapmaktan

başka birşey yapmayacaklardı.

O halde, bu

mektubu yazmaktan maksat. Meclisimiz üze­

rine ve millet üzerine tesir yaparak uyutul­

mak üzere bulunan bir muhabbeti uyandırmak

olabilir.»

Görülüyor ki Mustafa Kemal, birkaç satır­

lık bir kutlama mektubunun altında yatan bü­

tün sinsi niyetleri didikliyor, 350 «baş»ın düşü­

nemediği olasılıkları irdeliyor ve böylece as­

keri alanda olduğu kadar politika alanında da

Gizli oturumda veliaht Abdülmecit Efen­

dinin dengesizlikleri hakkında kendi göz­

lemlerine dayanarak çok ilginç açıklama^

larda bulunan Gelibolu Milletvekili Celal

Nuri Bey...

Mustafa

Kemal

Şehzade

* •

Ömer Faruk

olayım

yorumluyor

yadsınamaz bir taktik ustası olduğunu kanıt­

lamış oluyor.

Şehzade Faruk’un Anadolu’ya

geçme girişimi ve

Mustafa Kemal’e gönderdiği

mektup olayı

MUSTAFA KEMAL (devamla) — «... Ben

Abdülmecit Efendi ile birçok kere görüştüm.

(...) Demin arzettiğim hususi münasebet ce­

reyan ederken Anadolu’ya gelmesini teklif et­

tim. Bana verdiği

cevapta-— Ben burada bazı siyasi girişimlerde bu­

lundum. Bunların neticesini bekliyorum dedi.

«Efendim,

Abdülmecit

Efendinin

oğlu

Ömer Faruk Efendi İnebolu’ya gelmişti. Ben,

kendisini iade ettim. Onun gelişinin, babası­

nın, yahut da kayınpederinin muvaffakati ile

olup olmadığım bilmiyorum. O sırada Saltanat

Cemiyeti teşekkül etmişti İstanbul’da. Etkileri

Anadolu'ya da yayılmaya başlamıştı. Tam böy­

le bir zamanda bir prensin oraya gelmesini

muvaffık bulmadım.

*

«İkincisi: Ömer Faruk Efendiyi şahsen ta-

1 ninm. Bana bazı mektuplar yazmıştı. Kendi­

siyle yakından temasta bulunan bazı arkadaş-

' larla da şifahen haber göndermişti. Bana yaz­

dığı şeylerde diyordu ki:

«Ben oraya geliyorum. Ben oraya gelir gel-

1 mez şartlarımı şimdiden tespit ediniz. Ben bu­

radan birtakım insanlar getireceğim.

Bunlar

benimle beraber kalacaklardır.»

Mustafa Kemal açıklamalarına devam edi­

yor:

«Ömer Faruk Efendinin güttüğü amaç, Ha-

1 life ve Padişah olmak. (...) Bunun mümkün

olamayacağını kendisine söylemişler. Bunu ka­

fasına koymuş. Halbuki Ömer Faruk Efendiyi

buraya getirmek, Halife veya Padişah yapmak

söz konusu değildi Belki de birçok karışık­

lıkları mucip olacaktı. Ona demiştim ki: «En

İyi vazifenizi İstanbul’da görürsünüz» Yalnız

ona demişler ki:

— Anadolu’ya geçer geçmez

emr-i vaki

yapacağız. Millet her şeyi unutur, büyük ala­

yişlerle sizi Padişah yapar.

O da bunlara güvenerek benim muvaffa-

katimi almadan İnebolu’ya gelmiştir. Ve haki­

katen İnebolu’ya çıktığı zaman

(alayişlerle

karşılanmıştır) Ömer Faruk hakkmdaki bu te­

zahüratı derhal İstanbul’a

haber vermiştir.

Yani, caiz ki Padişahın veyahut babasının mu-

vaffakatiyle gelmiştir.»

Mustafa Kemal’in bu açıklamalariyle siya­

set sahnesinin kulisinde tezgahlanan oyunların

içyüzü bütün çirkinliği ile meydana çıkmakta­

dır. «Siyaset» sözcüğü bir anlamda da «Ölüm

cezası» dır. Siyasetle sehpanın birbirine böyle-

sine yakın olduğu bir başka meslek kolu yok.

Koltuk ihtirasının, komploların, ikiyüzlülüğün

içiçe girdiği bir boğuşma alanı haline getir­

mişler siyaseti. Ve bu uğurda kimi başım ver­

miş, kimi yurdundan sürülmüş...

Celâl Nuri, Abdülmecit’in

dengesizliğini anlatıyor

Mustafa Kemal’in bu açıklamalarından son­

ra kürsüye gelen Gelibolu Milletvekili Celal

Nuri (İleri) Bey de, Abdülmecit Efendi hak­

kında çok İlginç açıklamalarda bulunmuştur,

izleyelim:

CELAL NURİ BEY — «Efendiler,

Mecit

Efendi Hazretlerini pek yakından tanırım Ken­

disi kelimenin tam manasiyle bir parça pato-

rajmanını (yanlış saptanmış, Fransızcada böy­

le bir sözcük bulamadık) kaybetmiş bir zattır.

Bugün İslamiyet lehinde bir Hoca Efendi gibi

bülbül kesilir, başkp. türlü lakırdı eder; ikinci

gün Şair Emin Bey gelir, Ergenekon’dan bah­

seder. Mademki bir gizli celsedir,

fevkalade

mühim bir şeyden bahsedeceğim.

Fevkalade

mühim olduğu için dikkatinizi

çekerim. Bir

gün bendenizi çağırdı:

— Dün zatışah&ne tahtta çıktı. Zatışahâne

hakkında uzun bir beyanatta

bulunacağım,

dedi.

Ve baştan aşağı şimdiki Padişahı methet­

ti, sonra dedi ki:

— Sansör var; O görmeden geçiremez mi­

siniz?

Pek mühim bir madde olduğu İçin olama­

yacağını söyledim. Aradan birkaç ay geçtik­

ten sonra tekrar beni çağırdı. Tabii o zaman

kızmıştı. Huzuruna çıktım. Dedi ki:

— Talat Paşanın resmini pırlantalarla yap­

tırdım, yatağımın üzerine asıyorum. Kendisi­

ne büyük hürmetim vardır... O mülakatı sen

o gün neşretseydin millet bana lanet etmez

miydi?

Ondan sonra birdenbire ayağa kalktı ve

dedi ki:

— «Bizden hayır beklemeyiniz. Çünkü, Ab­

dülmecit her türlü tereddiye girmiş bir zattı.

Bunun üç oğlu da tahtta çıktı. Bunun birisi

Sultan Murat; zırdeli oldu, tahttan indirildi

İkincisi Sultan Hamit...»

Sonra Mehmet Reşad’m da aleyhinde bu­

lundu. Vahdettin’den de söz açarak:

— «Onu da gördük, dedi. Sultan Aziz be­

nim babamdı. Nasıl öldüğünü bilirsiniz. Bira­

derim de intihar etti. Ben de sinirleniyorum.»

Bu lakırdıları söylerken büyük bir sinir

krizi içindeydi. Onun için bu mektup hakkın­

da, «Acaba İngilizler mi tahrik etti, yoksa Pa­

dişah mı, yoksa başka bir maksat mı var?» gi­

bi düşünülmemesi gerekir. Çünkü o, o dakika­

da aklına bir şey eser, yazar. Ertesi gün de

onun aksini yapar. Bu bakımdan mektuba ce­

vap verilmesini uygun görmüyorum.»

Bu satırları; saltanat ve hilafet yanlıları ve

propagandacıları, birtakım asalağın adı yanı­

na «Büyük Hakan» yakıştırmasıyle o dönem­

leri övenler okusun. Sadece onlar değil, kan­

dırmak, gerçek yoldan, akıl yolundan saptır­

mak İstedikleri körpe dimağlar da okusun da

1 bizi kimlerin yönettiğini anlasın. Birkaçı ha-

>

riç, bir sürü cahil, dengesiz, paranoyak ..

Meclis, Veliahd-i

Saltanat

Abdülmecit

Efendinin bu psikiatrik durumunu da dikkate

alarak mektubun yanıtlanmasına gerek olma­

dığına karar veriyor.

YARIN: Şehzade Faruk İnebolu’ya

nasıl götürüldü?

(6)

— 15 —

Ş ehzade Faruk Efendi İle İlgili olarak gizil otu­ rumda geçen bu görüşmelerin bir de İstanbul ve Saray yönü var: Ömer Faruk Efendinin Ana dolu’ya geçişi nasıl planlandı? Teklif kimden gel­ di, İnebolu'ya nasıl geçirildi, neden geri çevrildi? Olayın bu yanlarına da değinerek konuyu bütün- leyelim.

Şehzade Ömer Faruk Efendiyi İnebolu’ya götü­ rüp, oradan da geri getiren General Asım Gündüz’ dür. Anılarını İhsan llgaria anlatan Gündüz, bu konuya şöyle değinmektedir:

« ... Veliaht Abdülmecit'le görüşmemizden son­ ra Şehzade Ömer Faruk dalma önümüze çıkıyor ve babastyle neler konuştuğumuzu Öğrenmek isti­ yordu. Ben her defasında:

— Bu, bir nezaket ziyaretidir, diyordum. Bir gün Ömer Faruk Efendi önüme çıktı ve:

— Hocam, dedi: ben Anadolu'ya gitmek İsti­ yorum. Eğer Mustafa Kemal Paşa babam gelme­ di diye kızdı ise ben varım, ister babamın yerine beni kabul etsin, İsterse MIHI Mücadelede bir er olarak beni de kullansın. Gideceğim, karar verdim. Tam bu sıralardaydı kİ M.M. Grubu aracılığı İle Mustafa K anal Paşadan haber aldım. Paşa beni Ankara’ya çağırıyordu. Ankara'ya gitmek üze­ re hazırlık yapmalıydım. Bunun İçin rahatsızlığımı bahane ederek Harbiye Nezaretl’nden 10 günlük is­ tirahat almıştım. Akademi’dekl derslerim için de Kemal Beyi vekil bıraktım Böylece Ankara yolcu­ luğu İçin hazırlığa başladım.

Bir gün Şehzade Ömer Faruk Efendi beni gör mek üzere evime geldi. Anadolu'ya geçmek ve Mil­ li Mücadeleye katılmak hususunda ısrar ediyordu. Durumu tartıştık.

M M Grubu’ndan arkadaşlarla görüştüm: — Mustafa Kemal, Abdülmecit’i istiyordu: O gidemedi Bari oğlunu götürelim. Bu. herhalde yan Uş bit hareket olmaz, dedim.

Şehzadeyi de beraber götürmek kararına var­ dık. Hareket günümüz gelip çattığı zaman, ölümle bu kadar yüz yüze gelmiş, esaret acısı tatmış, ıs­ tırap çekmiş, gurbetin çilesini tecrübe etmiş ben dahi heyecan içindeydim. Ömer Faruk Efendi İçin vapurun ön ambarlarının altında özel bir yer hazır lanmıştı. Öyle bir hususi yer ki bir İnsan bprada ancak iki büklüm yarı yatmış vaziyette kalabilirdi. Hava, çok ince tahta aralıklarından gelecekti. Çün kü, üzeri, kolaylıkla kaldırılamayacak kalınlıkta tah­ talarla döşenmiş ve onun üzerine de ağır eşya balyaları konulmuştu. Yolda bir fırtına olsa, o bal­ yalan kaldırıp Şehzadeyi .kurtarmak cidden zordu. Karadeniz'e çıkıyorduk ve mevsim de fırtına mev­ simiydi

«Ben, Anodolulu bir koyun tüccarı olmuştum. Kılık kıyafetim öylesine ustalıkla değiştirilmişti. Adım da «Ali Efendi» idi. Yanımdaki evrakım, nü­ fus tezkerem, vizem hepsi bu isme ve mesleğe gö­ re hazırlanmıştı.

«Boğaz ve ötesi tâ inebolu açıklarına kadar General Milne'in Karadeniz filosunun kontrolü al­ tındaydı İngilizler, o günlerde Anadolu'yu malze­ me ve vasıtasızlıktan bunaltmak kararında olduk­ ları için nefes aldırmıyor kuş uçurtmuyorlardı. Ni­ tekim. hareketimizde önce öylesine sıkı iki kont­ rol yapıldı ki eşya balyelerine doğru giden memur­ ların döşeme üzerinde her attığı adım bizi heye­ candan bunaltıyordu. Nihayet hareketimize İzin ver diler.

« ... İnebolu'ya uğrayan vapurlar rıhtıma değil de açıkta demirlerler Kayıklar gelir, yolcuları alır, sahile çıkarır. Bizim de öyle oldu. İşte o anda he­ yecanımız, basiretimizi bağlamış olmalı kİ büyük bir hata yaptık Osmanlı padişahının damadı, veli- ahdin oğlu Şehzade Ömer Faruk Efendinin İnebo­ lu'ya geldiğini, yola çıkmamız sırasında olduğu ka­ dar gizli tutmamız şartken buna riayet etmedik. Ar­ tık vatan topraklarında olmanın huzuru İçinde, o balyelerin altındaki tahta bölmelerden yarı baygın çıkan genç ve endamlı şahsiyetin kim olduğunu söyleyiverdik. Bu açıklamanın sebepleri arasında, İtiraf edeyim kİ şehzadenin bayılmış olması ve te­ davisine ihtiyaç hissedilmesi de vardı. Kolay değildi. Sahilde Şehzadenin tedavisi yapılırken gelenin kim olduğu haberi bütün İnebolu’ya ne çabuk da yayılmıştı Kadın, erkek, çocuk, genç, İhtiyar sahi­ le koşuyordu. Bir anda davullar, zurnalar, serhat, türküleri gökleri inletmeye başlamıştı. Cidden şa­ şırmıştık. Ellerinde bayraklar halk sahili doldur­ muştu. Her tarafta sllahlaı patlıyordu, inebolu a- çıklarında dürbünle çevreyi gözetlediklerini görüyor d u k... Kaymakam ve diğer resmi görevliler, hepsi bu şenliğe katılm ışlardı... Bazıları da Ankara'ya telgraf yağdırıyorlardı. Kimileri de gelenin Şehza­ de Ömer Faruk Efendi değil de babası Abdülmeclt Efendi, hatta kayınbabası Altıncı Mehmet Vahdet­ tin olduğunu zannetmişlerdi. Köylülerin

«Padlşa-Şehzade Ömer Faruk Efendi'yl İnebolu'ya götüren ve Mustafa Kemal Paşa'dan aldığı emir üzerine Şehzadeyi tekrar İstanbul'a döndüren General Asım Gündüz'ün Ulvi Bey tarafından yapılmış bir karikatürü,

MUSTAFA

KEM AL,

ŞEH ZA D E

FA RU K’UN

A N A D O L U ’YA

GELM ESİNİ

İSTEMEDİ

hımız geldi» sesleri ayyuka çıkıyordu. Şaşırıp kal­ mıştık. öylesine heyecan içinde ve yorgunduk kİ geceyi inebolu'da geçirmek ve ertesi gün Ankara' ya doğru yola çıkmak kararını verdik.

«Genç şehzade kendisine gelmişti. Halkın, ken dİ davası İçin aralarına katılanlara gösterdiği bu gönülden alakayı ve sevgiyi asta beklemiyor, ü- mit etmiyordu. ( ...) Ankara'ya, Mustafa Kemal Pa- şa'ya telgraf çektim. Şehzade Ömer Faruk Efendi ile birlikte İnebolu’ya geldiğimizi, o geceyi kasa­ bada geçirerek hareket edeceğimizi bildirdim.»

Faruk Efendinin İzlenimleri

B

undan sonrasını da Ömer Faruk Efendinin ağ­ zından dinleyelim:

«Eşraftan birinin evinde öğle yemeğini hep bir arada yedik. Onlar gittikten sonra ben bahçeye İn­ miştim. Bir kanun neferi (inzibat eri) geldi; selam' vererek bir telgraf uzattı. Bu telgraf bizzat Türki­ ye Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa­ da geliyordu. Açıp okuduğum zaman beynimden vurulmuşa döndüm.»

Mustafa Kemal Paşa'dan gelen telgrafın metni gençlerimizi nhlç anlayamayacağı kadar ağ­ dalı bir OsmanlIca İle yazılmıştır. Pohpohlama de­ yimlerini bir yana itersek telgrafın özü şudur:

Makine Başında

ğ nebolu’da Şehzade Ömer Faruk Efendi Hz. ne Tel I grafnamenizl memnuniyetle aldık. Anadolu’ya gel ■ meniz; geçmişteki üzüntülü örneklerinden de anlaşılacağı gibi saltanat erkânı arasında bazı olumsuz yorumlara yol açabilir ve tam bir birlik ve

beraberlik halinde bulunan kamuoyunu yeniden ka rışıklığa düşürebilir. Bu da fevkalade sakıncalıdır. Onun için vatan ve milletin, saltanat hanedan ve erkânının hizmetinden istifade edecekleri zaman gelinceye kadar şimdilik İstanbul’da oturmanız, bi­ linen vatanseverliğiniz gereği görüldüğü arz olu­ nur.

Saygılarımla. 27.4.37 (1921) Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi

Mustafa Kemal «Bunun üzerine derhal ikinci bir telgraf çeke­ rek, «ancak vatan ve askerlik vazifesi için geldiği­ mi, siyasi bir düşüncem olmadığını arzu ettikleri takdirde beni dosdoğru cepheye sevk etmelerini ve bunu da muvafık görmedikleri takdirde beni di­ ledikleri yerde enterne etmelerini, bunu da muva­ fık görmedikleri takdirde doğru Avrupa'ya gönder­ melerine müsaade edilmesini» rica ettimse de ce­ vap verilmedi. Derin bir düş kırıklığına uğramış­ tım. O zaman 23 yaşındaydım, tecrübesizdim, tees sürüm pek derin oldu.»

Kastamonu ve havalisi Kuvayl Milliye K. Mu­ hittin Paşa da Şehzade Ömer Faruk Efendinin ge­ ri çevrilişi ile ilgili olarak İzlenimlerini şöyle belirt­ miştir:

«Dönmeyi asla İstemediğine, düşünmediğine kaniim. Nitekim beni de şaşırtan dönüşü kendisini öyle müteessir etmişti kİ tarifi güçtür. Hadisenin içyüzünü Asım Paşadan dinlediğim zaman 'keşke hiç gelmeseydi, yola cıkarılm asaydı’ diye düşün­ müştüm.»

Abdülmecit Efendinin Dedikleri

A

bdülmecit Efendi de bu konuda düşüncelerini şâ/ie açıklam ıştır: «Daha scvıra öğrendiğime göre Ankara'nın dostu olan bir yabancı, haneda na mensup bir şahsiyetin Milli Mücadele safında olmasının bilhassa İngilizler tarafından İstismar edileceğini, Anadolu'nun müdafaasına karşı nisbe- ten tarafsız davranan İtalyan ve Fransızları da aleyhimize sevk edeceğini' ihtar etmiş. Bu ihtima­ li mümkün ve akla yakın görmüştüm.»

ASIM GÜNDÜZ’e gelince o da şu yargıda bulu nuyor:

«Zannediyorum ki bu ‘hayırhah yabancı dost’ un uyarısı da tesir etmiştir. Fakat asıl manevi en­ dişe, İnebolu’da genç şehzadeye karşı gösterilen büyük tezahüratın Milli Mücadele'nin gayesi üze­ rinde husule getireceği şüphelerde toplanmıştı. Ömer Faruk Efendinin şahsiyeti anlaşıldığı andan beri telgrafhane, tebrik duygularını anlatan yüzler­ ce sevinç seslenişi ele doldurmuştu. Bu tezahürat önceden hesaplanmamış hatta beklenmemiştl.»

ŞEHZADE FARUK EFENDİ'NİN YORMU'na ge^ linçe, o da şu düşünceyi ileri sürmüştür:

«Birkaç ay sonra Millet Meciisi’nde benim İçin sorulan suale şöyle cevap verilmişti: ‘ingilizler ve­ ya Saray tarafından gönderilmiş olması ihtimaline karşı kendisini iade etmek mecburiyetinde kaldık, o esnada vaziyetler değişti, bize artık İhtiyaç kal­ madı.»

Bu bilgileri; gizil oturum tutanaktan. Asım Gün düz'ün İhsan Ilgar tarafından derlenen «Hatırala­ rım» (sf 41—45) ve Mustafa Müftüoğlu’nun «Yatan Söyleyen Tarih Utansın» (c. 4, sf. 221—234) yapıt­ larından derledik.

Şehzade Faruk olayı, yakın tarihimizi incele^ yen koskoca yapıtlarda bile birkaç satırla geçiş­ tirilmektedir. Kimileri de «Atatürk, Şehzade Faruk’ u Ankara'ya davet etmiş, inebolu'da yapılan büyük sevgi gösterilerini duyunca bu kararından vaz geç­ miş, İstanbul'a geri çevirmiştir» yargısında bulun­ maktadır. Görülüyor kİ, Atatürk’ün de açıkladığı gM bi, Şehzade Faruk Efendi, inebolu’ya getirilmeden önce Atatürk'ün onayı alınmamıştır.

Şehzade Ömer Faruk'un Anadolu’ya geçmek tutkusuna gelince, Bu sorunun, bu tutkunun altın­ da yatan nedenler İçin ancak kimi varsayım lar üze­ rinde durabiliriz:

a) Ömer Faruk, bu girişimlerinde içtenlikli ola­ bilir,

b) ikinci İnönü utkusu, Saray çevresinde Ulu­ sal direnişin kesin başarıya ulaşacağına değgin kanıları pekiştirmiştir. Kesin zaferden sonra karşı­ laşılacak sert tutumun sezinlenmesi ve herhangi operasyonun dışında kalmak,

c) Veliaht Abdülmecit Efendi Anadolul’ya geç­ meyi reddettiğine göre onun yerine saltanat ve hi­ lafet makamına geçmek.

Hangi nedene dayanırsa dayansın. Şehzade Ömer Faruk Olayı. Sarayın Anadolu’ya attığı bir paraketedir. Daha llerlkl tarihte Vahdettln’ln bir geceyarısı apar topar İngiliz himayesine sığınma­ sında bu paraketeden beklenilen sonucun alınma­ mış olmasının da payı vardır.

YARIN: Mustafa Kemal’e

karşı komplo

Referanslar

Benzer Belgeler

Ancak, Abdülmecit Efendi’nin sağlığının bozukluğunu ileri sü­ rerek bu hizmeti yapamıyacağını bildirmesi üzerine, Şehzade ö- mer Faruk Efendi’nln ve

Stanford Üniversitesi bilim insanları tarafından gerçekleştirilen güncel bir çalışma ise, yoğun zihinsel çaba gerektiren işlerde konsantre bir şekilde ne kadar uzun

Küçük yaş grubunda (7-12 yaş arası) horlama prevalansı %8 olarak saptandı ve horlayanlarda, büyük yaş grubuna göre (%42.9) daha çok sayıda çocukta (%92.3) büyük

Bir afazi tanı testi lisanın tüm özelliklerini yani konuşma, duyarak anlama, okuduğunu anlama, tekrarlama, isimlendirme, sesli okuma, yazma ve sayısal işlem yeteneklerini belli

Bu yazıda risperidon kullanımı sonrası tardif diskinezi gelişen ve ketiapin tedavisi ile 5 hafta gibi kısa bir süre içerisinde düzelme saptanan bir ergen olgu

Damar komponentinin çok belirgin olması, damarların farklı kalibrelerde ve özellikte olmaları, miksoid stroma içinde yıldızsı ve iğsi şekilli hücrelerin

619 Afyoncu, Venedik Elçilerinin Raporlarına Göre Kanuni ve Şehzade Mustafa, 40. 622 Evliya Çelebi, Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi: İstanbul, C.I, Kitap.I,

Türk dili ve edebiyatı, halk bilimi, halk edebiyatı konularındaki makale ve bildirileri; TFA, Folklor/Edebiyat, Millî Folklor, Folklora Doğru, Folklor/Halk- bilim, Motif Akademi