CUMHURİYET
Y a z a n :
H a ş a n
-
 H Y ü c e l
]
Ölümünün yıldönümü, artık ba sit bir anma töreni halinden çıkıp millî ve manevî bir şölen kıymeti ni alan Mevlânamız, neden bu ka dar içten ve bu kadar yaygın ve derin olarak müşterek vicdanda yer alıyor? Bunun sim , bir kaç noktadan aranmalıdır. Birincisi, o- nun itiraz götürmez şekilde Türk olulundadır. «Hind dili söylüyo rum ama aslım Türktür.» demesini bile kâfi bir milliyet ilânı saymak mümkün İken onun şeceresi, haya tı, farsçası, Mesnevi’de ve Divan-ı Kebirde Türkleri öven yazıları bu hususta ayrı ayrı birer kuvvvetli delildir. «Sarahat karşısında dela
lete itibar yoktur.» kaidesine vu rursak apaçık «Türküm» demesini aydınlıkla, nuranilikle, hinduluğu da gece ile ve karanlıkla yorumla mağa kalkmanın akla, mantığa ve hakikate uymadığım görürüz. Mev lâna, her türlü İlmî usul kuralına vurulursa vurulsun, düpedüz, su katılmamış Türktür. Türkün, Tür kü sevmesinden daha tabiî ne ola bilir?
Mevlâna, Türktür, ama nasıl bir Türk?
Mevlâna öylesine bir Türktür ki, onda ilim ve aşk birikirine karış mış; bütün bilgisi, hilkat ve ulû- hiyet önünde eriyip varlığı sadece aşktan ibaret kalmıştır. Türk, se veni sever. Mevlâna, baştanbaşa bir aşk alevidir. Divan-ı Kebir’deki gazellerinden hangisini okusak o alevin içine girmiş oluruz. Yanarız. Şi’rinin ritmi, öyle çekici, öyle sü rükleyici, öyle kendi içinde yok edicidir.
Şair demek Öyle elıl-i hâle
B
a a ■ ■>u t u n
Şııhe ve Ajanslarda
21
Aralık
A kşam ına k a d a r açtırılacak
hesablar
İrâs-ı nakısadır kemâle
Ziya Paşanın bu beytinde gör düğümüz gibi şiir, onda İlâhî bir renk almıştır. Dostu Şems, Mevlâ- nanın şiirlerinde ancak bir remiz dir. Allaha aşkının kâmil bir kul da temerküzüdür. Divanına «Di- vân-ı Şems-ül-Hakayık» adı ve rilmesi sadece böyle tefsir edilebi lir. Olur olmaz kimselerin birbirine âşık olmasının özleyişleri sanılma- malıdır. Tebrizli Şems, esasen yan mağa hazırlanmış semavî bir cirme düşen bir kıvılcım olmuştur. O ka dar!.
Mekalâtmdaki şu sözler o kıvıl cımdan saçılan ışıklardır:
«Marifet, kaillin Allah ile olma sıdır. Diriyi öldür ki, o cesedindir. Ölüyü dirilt ki, o, kalbindir. Ha zırı gaib et ki o, dünyadır. Gaibi hazır kıl ki o, âhiredir. Van yok et ki, o, hava ve hevestir. Yoku var et ki, o da niyettir. Marifet gönül de, şahadet dilde, hizmet âzadadır. Eğer cehennemden kurtulmak is tersen taatte bulun. Eğer şefaat is
tersen niyet e t Eğer Mevlâyı ister sen ona teveccüh eyle ki, o saatte bulasın. Beni tanıyan beni bulmağa kasdeder. Beni istiyen beni arar. Beni arayan beni bulur ve benden başkasını istemez.»
Dini ve ibadeti makineleştirmiş olanlar, bu sözlerle dini ve ibadeti aslına, yani Allah sevgisine götür mek davasında olanı tutmadılar. O- nu ancak Mevlâna anladı ve takdir etti. Bugün her zamandan daha çok, daha anlayışlı bir davranışla Mevlânadakl Allah aşkına gönül vermiş bulunuyoruz. Onu severek Allahı sevme terbiyesini alıyoruz. Daha doğrusu onunla Allahı sevi yor ve sevmesini öğreniyoruz. Mev lâna ,bizim Tanrılık yolunda bü yük terbiyecimizdir. Sevilmez mi? Mevlâna, şi’ri, musikiyi ve raksı ibadet haline getirmiştir. Her ne ki Allah için yapılır, o ibadet değil midir? Her ne ki Allah İçin değil dir, velev şekli ibadet olsun, o is yan sayılmaz mı? Bu büyük ha kikati hiç kimse, onun kadar hayat
1 ve hareketlerde bütün insanlığa göstermiş değildir. Mevlâna, gü zelde, iyide, kemalde Allahı bul muş ve duymuştur. İnleyen Raba- bm sesini onun gibi duyan, nasıl coşmadan durabilir? O ses, bir hatif sesi olunca onun geldiği ta rafa varlığı götürmekten başka ne yapılabilir?
Sema’ için Şems der ki:
«Hal ehline Hakkın tecellisi se- ma’da fazla olur. Onlar kendi var lıklarından ayrılırlar. Sema’, onla rı başka âlemlerden de ayınr ve Hakkin cemaline eriştirir. Sema’, haram, mubah ve farz olmak üze re üç kısımdır. Manevî bir halin zuhuruna vasıta olmıyan Sema’, haramdır. Öylesini yapanın eli, ayağı cehennemde azab görür. Du yarak yapılan sema’da el açmış olan da elbette Cennete gider. Mu bah oan .riyaset ve zühd erbabının semaidir ki, onlara rikkat verir, gözyaşı döktürür. Farzolan semaa gelince, bu, hal ehlinin semaidir; 'beş vakit namaz, ramazan orucu ve zaruret halinde yemek, içmek gibi farzdır. Zira onlar bunsuz yaşıya- mazîar.»
Ne garlbdlr kİ Mevlâna, öldüğü günde yeniden doğuyor. 1273 ten buyana geçen 681 yıl içinde bir sa niye bile ölmedi. Bunu, ölmüşün dirilmesi sanıp da tenasüh batıl İtikadile tefsir edeceklere şaşma- lıdır. Bir insan topluluğunun, hat tâ bütün insanlığın Büyük Haki kate olan özleyişini bu derece kuv vetle İfadeye muktedir olmuş bir ruhun sahibi ölebilir mi? Ölmek elinde midir? Onun için Mevlâna, bu mana ile ne ölmüş, ne de öl- dürülebilmiştir. Ömrü onun yüce nefesini içe içe bugüne varanlar da öylece diridirler. İlâhî aşkın lez zetini ondan tadanlar, bugünlerde onun ebedî karargâhına sefer etti ler. Doya doya onun civarımla içli ve duygulu demler sürdüler. Çün kü orası, âşıklarm kâbesidir. Han gi eksik insan oraya giderse nok sanını tamamlar, kâmil hale gelir. Kâbet-UÎ uşşak bûşed în makam Her kİ nakıs fimcd inea şüd tamam
YILBAŞI HEDİYENİZ
★ Yeniden 100 liralık bir hesab açtıracak olanlarla
ir Tasarruf hesabı mevcud müşterileri mizden
1955
senesiiçin hazırladığımız takvim
ceh defterlerini Bankamızdan
almala
rını rica ederiz.
TÜRKİYE K R E D İ
HAZIRDIR
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Ta h a T o ro s Arşivi