• Sonuç bulunamadı

İran İslam devriminden sonra İran dış politikasının ana hatları: 1979-1997

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İran İslam devriminden sonra İran dış politikasının ana hatları: 1979-1997"

Copied!
118
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI

İRAN İSLAM DEVRİMİNDEN SONRA İRAN DIŞ POLİTİKASININ

ANA HATLARI: 1979-1997

Yüksek Lisans Tezi

Hazırlayan

Zeynalabdin NAĞISOY

Danışman

Dr. Öğr. Üyesi: Demet Şefika MANGIR

(2)
(3)
(4)
(5)
(6)

v ÖNSÖZ

Araştırmamızın konusunu uluslararası ilişkilerde önemli bir yere sahip olan İran İslam Devrimi ve devrimden sonra İran’ın dış politikasının ana hatlarını belirlemek teşkil etmiştir. Bu çalışmanın amacı, İran’ın İslami devrimden sonra ortaya koyduğu dış politika ilkeleri ve onun bölge ve dünya ülkeleriyle olan ilişkilere etkisini incelemektir. Bu doğrultuda 1979’da Humeyni liderliği ile başlayan İran’ın dış politikası, Rafsancani cumhurbaşkanlığı döneminin sonuna kadar araştırılmış, onun hangi çizgilerde ilerlediği incelenmiştir. Aynı zamanda Şii mezhebi kimliğine dayanan İslam devriminin iki temel söylemi olan “devrim ihracı” ve “ne Batı ne Doğu” söyleminin farklı dönemlerde nasıl uygulandığı araştırılmıştır. Önceki çalışmalarda ne kadar İran dış politikası incelense de bu konuyla ilgili genel bir bilgiler verilmiş ama bu çalışmada spesifik olarak İran’ın dış politikalarının temeli olan “devrim ihracı” ve “ne Batı ne Doğu” ilkelerinin bu ülkenin dış siyasetinde olan etkisi araştırılmıştır.

Araştırmamız Giriş, Araştırmanın tanıtımı, 3 bölüm ve sonuçtan oluşacaktır. “İran İslam Devrimi” başlıklı ilk bölümde Şiilik ve İran toplumunda bu kadar etkili hale gelmesinin nasıl gerçekleştiğinden bahsedeceğiz. Araştırmanın “Humeyni dönemi İran Dış Politikası” isimli ikinci bölümünde, devrimin zaferle sonuçlanmasından sonra dış politikada yaşanan ilkesel ve söylemsel değişimlere değineceğiz. “Rafsancani dönemi İran Dış Politikası” başlıklı son bölümde ise Humeyni’nin ölümü sonrasında Rafsancani’nin cumhurbaşkanlığına geçmesiyle dış politikada eski idealist söylemlerden ziyade daha pragmatist bir dış politikanın uygulanmaya çalışıldığı ortaya konulmuştur.

Son olarak, tez aşamasında destek ve katkıları için değerli hocalarım, danışman hocam Dr. Öğretim Üyesi Demet Şefika Mangır, Prof. Dr. Metin Aksoy ve Prof. Dr. Nezir Akyeşilmen’e teşekkürlerimi sunarım. Yüksek Lisansıma başladığım yılda Konya’da tanıştığım ve son güne kadar maddi-manevi desteğini esirgemeyen İran Türklerinden değerli dostum Tebrizli Muharrem Pourbagheri’ye ve ilk okula

(7)

vi başladığım günden beri her türlü zorlukları aşarak ve kendilerinden ödün vererek eğitim almamı sağlayan saygıdeğer anne ve babama minnetdarlığımı sunuyorum.

Konya 2019 Zeynalabdin NAĞISOY

(8)

vii İÇİNDEKİLER ÖZET ... iii SUMMARY ... i ÖNSÖZ ...v KISALTMALAR ... iv GİRİŞ ...1 ARAŞTIRMANIN KONUSU ...5 ARAŞTIRMANIN SORUSU ...5

ARAŞTIRMANIN AMACI VE ÖNEMİ ...6

ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ VE VERİ KULLANMA TEKNİĞİ ...7

LİTERATÜR TARAMASI ...7

ARAŞTIRMANIN AKIŞI ...9

BİRİNCİ BÖLÜM ...1

1.İRAN İSLAM DEVRİMİ ...1

1.1. Siyasi İslam, Şiilik ve İran Tarihindeki Yeri ... 1

1.1.1.Şiiliğin bir mezhep olarak ortaya çıkması ... 1

1.1.2.Şiiliğin İran’da Gelişim Süreci ... 3

1.1.3.İran’ın siyasi ve toplumsal hayatında Şii din adamlarının (ruhaniler) etkisi5 1.1.4.Siyasal İslam’ın ortaya çıkışı ... 9

1.1.4.1.Siyasi İslam’ın tarihsel süreci ... 12

1.1.4.2.İslami Hükümet talebi ... 13

1.2.Devrimden önce İran’da öne çıkan düşünürler ve örgütlenmeler ... 15

1.2.1.Mutahhari ... 16

1.2.2.Ali Şeriati ... 17

1.2.3.Celal Ali Ahmet ... 19

1.2.4. Ayetullah Humeyni ... 19

1.2.4.1. Velayet-i Fakih ... 21

(9)

viii 1.2.4.1. TUDEH ... 22 1.2.4.2. Halkın Mücahitleri ... 22 1.2.4.3. Ulusal Cephe ... 23 1.2.4.4. Özgürlük Hareketi ... 24 1.3.İran Devrimi ... 25 1.3.1.Devrimin nedenleri ... 27

1.3.1.1.İrandaki etnik grupların hareketlenmeleri ... 29

1.3.1.2.Musaddık kabinesi tarafından petrolün ulusallaştırılması ve 1953 yılının 8 Eylül darbesi ... 31

1.3.1.3.Şah devrimi ve ya Ak devrim ... 31

1.3.1.4.Petrol fiyatlarının artması, ekonomik durgunluk ve sonuçları ... 32

1.3.2.Devrimin gidişatı ... 33

1.3.2.1. 1963 ayaklanması ... 34

1.3.2.3.1978-1979 olayları ... 35

Birinci Bölüm Değerlendirmesi ... 36

İKİNCİ BÖLÜM ...38

2.HUMEYNİ DÖNEMİ İRAN DIŞ POLİTİKASI ...38

2.1. İslam Devriminin Dış Politikaya Etkisi: Temel söylemler ve ilkelerin oluşması ... 38

2.1.1.İnkılap İhracı ... 38

2.1.2.Ne Doğu Ne Batı Politikası ... 40

2.1.3.Ulusal güvenlik ve ya Ulus üstü (tüm Müslümanları içeren) Güvenlik .... 43

2.1.4.Anayasada Dış Politika ... 45

2.2.ABD ile İlişkiler ve Rehineler Krizi ... 47

2.3.SSCB ile İlişkiler... 49

2.4.AB ile İlişkiler ... 51

2.5.Bölge Ülkeleri ile İlişkiler ... 53

2.5.1. İran-Mısır İlişkileri ... 54

2.5.2. İran-Suudi Arabistan İlişkileri ... 54

2.5.3. İran-Suriye İlişkileri ... 56

(10)

ix

2.6.Türkiye ile İlişkiler ... 59

İkinci Bölüm Değerlendirmesi ...61

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ...63

3.RAFSANCANİ DÖNEMİ İRAN DIŞ POLİTİKASI ...63

3.1. Devrim Sonrası Dış Politika Pragmatizmi ... 63

3.2. ABD ile İlişkiler ... 68

3.3. SSCB’nin Dağılmasından Sonra Orta Asya ve Kafkasya’da Yeni Kurulan Devletler ve Rusya ile İlişkiler ... 70

3.3.1. İran Rusya İlişkileri ... 72

3.3.2. İran’ın Orta Asya ve Kafkasya ülkeleri ile ilişkileri ... 74

3.3.2.1. İran Azerbaycan İlişkileri ... 77

3.4. AB ile İlişkiler ... 78

3.5. Bölge Ülkeleri ile İlişkiler ... 79

3.6. Türkiye ile İlişkiler ... 81

SONUÇ ...84

KAYNAKÇA ...88

(11)

x KISALTMALAR

ABD: Amerika Birleşik Devletleri AB : Avrupa Birliği

SSCB: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği KİK: Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi İKÖ: İslam İşbirliği Teşkilatı

ECO: Ekonomik İşbirliği Teşkilatı UAEA: Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı ODGP: AB Ortak Dış ve Güvenlik Politikası OPEC: Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilatı CIA : Merkezi İstihbarat Teşkilatı PKK : Kürdistan İşçi Partisi

(12)

1 GİRİŞ

İran tarih boyunca farklı milletlerin ve kavimlerin mesken tuttuğu bir coğrafya olmuş ve bunların hepsinden esinlenen bir değer silsilesi benimsemiştir. Özellikle İslam dininin İran’a gelişinden sonra, bu coğrafyanın kültürü ve toplumu gibi, siyaseti de dini ağırlık kazanmıştır. Bu ülke, Ortadoğu'da bulunduğu konumu gereği daima önemini korumuş ve bölgede etkili bir aktör olmuştur. Aynı zamanda İran’ın tarihi gelişmeleri ve heterojen etnik yapısı, siyasetini ve uluslararası ilişkilerini etkilemiştir. Nitekim İran’ın bu heterojen yapısı, bulunduğu coğrafya ve Şii İslam anlayışı bu ülkenin dış politika yapım sürecinde önemli rol oynamıştır. Uzun bir tarihi süreç içerisinde çeşitli imparatorluklara ev sahipliği yapmış ve resmi adı İran olarak geçmese de şimdiki İran merkezli imparatorluklar, zaman zaman Orta Asya’dan Kafkaslara kadar egemenliğini sürdürmüştür. Şiiliğin 1501’den sonra İran’da Safeviler tarafından resmi olması, bu ülkenin toplumu ve siyasetine yeni yön vermiş ve yeni bir kimlik kazandırmıştır. Kendini özellikle Osmanlı devletine karşı tanımlayan Safeviler bu kimliği oluşturduktan sonra, İran’ın gelecek tarihinde Şiiliğin siyasette ve toplumda çok önemli hale gelmesinde büyük rol oynamışlardır. Şii din adamları da mezhepleşmiş toplumu etkilemek ve yönetmekte öne çıkmış ve kralların her zaman danıştığı şahıslar haline gelmişler.

Şiilik, Safeviler’den sonraki dönemde de önemli aşamalardan geçerek bugünkü konumunu yakalamayı başarmıştır. Kaçar Hanedanlığı döneminde Şii din adamlarının politik gücü daha da çoğalmıştır. “Müçtehit”, “Ayetullah”, “Büyük Ayetullah” gibi rütbe ve derecelendirmeler bu dönemde oluşmuştur. Bu görüşe göre, Müslümanlar imamların görüşlerini kabul ettikleri gibi din adamları arasında “müçtehit” mertebesine yükselen din aliminin görüşlerini ve ya kararlarını taklit etmek ve ya onlara uymaları gerekiyordu. Bir süre sonra ise bir müçtehidin diğerinden daha bilgili olabileceği ve bu yüzden taklit edilmeye daha layık olduğu kanısına varıldı. Sonuç olarak, Ayetullah ve Büyük Ayetullah gibi rütbeler ortaya çıkmıştır.

(13)

2 Çağdaş İran tarihinde, ulemanın devletle olan ilişkilerinde üç kritik evreden söz etmek olanaklıdır. Bunlar, Tütün İsyanı, Meşrutiyet Hareketi ve İran İslam Devrimidir. Şii din adamları, ilk iki olaydan sonra yitirdiği etkinliğini, İslam Devrimi’ni hazırlayan 1963 ve 1977 olayları sırasında tekrar kazanmıştır (Başer, 1999:359).

1925 yılına kadar devem eden ve genellikle Türk kökenli olan imparatorluklar ve hanedanların içerisinde büyük nüfuza sahip olan Şii din adamları, bu tarihten sonra Fars egemenliğinde bir ulus devlet kurulması sonucunda geçici olarak kenarda bırakıldılar. Fakat toplumda halen etkilerini korumayı başarmış ve sonunda 1979 devriminde de önemli rol üstlenmişler.

Tarihi ve kültürel dayanağı İslam’dan sonraki döneme dayanan İslam Cumhuriyetinin çabası da İslami bir İran kurmanın yanında ümmet anlayışını da yaymak olmuştur. Fakat siyasi gidişat buna engel olmuş ve İran makamları itiraf etmeseler de bu hedeften sapmışlar. İran’ın 1979 yılından sonra yaptığı İslami devrim ile uluslararası sistemdeki konumu ve önemi değişime uğramış, izolasyonist bir politika içine girerek uluslararası arenada devrim öncesi yapısından oldukça farklı bir yol izlemiştir. Fakat ilerleyen dönemde küresel ve bölgesel düzeydeki gelişmeler, İran’ın izolasyonist politikasını sürdürmesini zorlaştırmış, dış politika uygulamalarını yeniden gözden geçirmesini zorunlu kılmıştır. Ayetullah Humeyni, devrimin hemen ardından İran’ın dış politikasında “Ne Doğu Ne Batı” görüşünü temele oturtmuştu. Humeyni’nin bu görüşü, uluslararası sisteme bir tepki niteliğindeydi. Bu temel prensip, çift kutuplu dünyada İran’ın ne Amerika’nın ne de Sovyetler Birliği yanında olmak istemediğinin, sadece kendi kendine yeterek uluslararası arenada var olmak isteğinin göstergesiydi. Başka bir deyişle İran, kimseye ihtiyacı olmadığını vurgulayan iddialı bir argümanla harekete geçmişti denebilir. İran’ın bu politikası, çift kutuplu dünyada üçüncü bir yolun olabileceğini de gösterir nitelikteydi. Bunun sebebi aynı zamanda tarihi olaylara da dayanmaktadır. İran, 19. yüzyılda İngiltere ile Rusya arasında yaşanan “Büyük Oyun” un önemli sahnelerinden biri haline gelmiş; 1907 yılında imzalanan İngiliz-Rus Anlaşması’yla nüfuz alanlarına ayrılarak paylaşılmıştır. Bu anlaşmaya göre üç bölgeye ayrılan İran’ın kuzeyi Rus nüfuz bölgesi, Hindistan’a bitişik olan güneyi İngiliz nüfuz bölgesi olarak belirlenirken,

(14)

3 kuzey ve güney arasındaki bölge ise İngiltere ile Rusya arasında tampon bölge olarak kabul edilmiştir (Armaoğlu, 1983:35-36). İran, I. ve II. Dünya Savaşları’nda tarafsızlığını ilan etmesine karşın bir kez daha İngilizler ve Ruslar tarafından işgal edilmiştir. II. Dünya Savaşı sırasında Tahran tarafsız bölge olmak üzere Kuzey İran Rusların, diğer bölgeler ise İngilizlerin işgali altına girmiştir ( Armaoğlu, 1983: 378-379). 1942 yılında imzalanan ittifak antlaşmasıyla bu işgallerden kurtulmayı başaran İran, Soğuk Savaş döneminde bir başka meydan okumayla karşılaşmış ve iki kutuplu “Yeni Oyun” un hegemonik aktörleri ABD ile SSCB liderliğindeki bloklar arası mücadelenin kesişim alanında yer alarak, Doğu ve Batı Blokları arasında denge kurmaya çalışmıştır. Bu tarihi süreç ve en azından çağdaş tarihte İran’ın özellikle Rusya ve İngiltere’nin siyasi ve askeri nüfuzunun altına geçmesi, bir çok insanları ve özellikle mezhebi kesimi onlara karşı tavır koymakta ve hatta karşı çıkmakta ısrarlı kılmıştır. 1960dan sonra ortaya çıkan itirazlar ve ayaklanmaların sloganlarına baktığımızda, bu siyasetin gelecek yıllarda ne kadar önemli olduğunu görmek hiçte sor değildi.

Fakat ilerleyen dönemde İran bu devrimci söylemini devletin bekası ve çıkarları gereği yumuşatmak, esnetmek zorunda kalmıştır. Çünkü dönemin ve dünya yapısının gerekleri bu izolasyonist politika ile hareketi zorlaştırmaktaydı. 1988 yılında İran-Irak Savaşı’nın Birleşmiş Milletler öncülüğünde bir ateşkesle sonlanması, 1989 yılında Humeyni’nin ölümü ve hemen bu olanların ardından Soğuk Savaş döneminin sona ermesi, İran politikasında sarsılmalara yol açmıştır. Bilindiği üzere Soğuk Savaş sürecinin sona erişi sadece İran dış politikasını değil, pek çok devletin dış politika anlayışını değişime uğratmıştı. Çünkü çift kutuplu dünya söylemleri son bulmuş, “Yeni Dünya Düzeni” söylemleri başlamıştı. Bütün devletler bu bahsi geçen “Yeni Dünya Düzeni”ndeki konumlarını sağlamlaştırma gayesindeydi. Savaştan yeni çıkan İran da savaşın sebep olduğu sorunları ve savaşın açtığı yaraları sarmakla meşgul olmuştur. Dolayısıyla uluslararası arenadaki hızlı değişim ve İran’ın savaşın etkilerinden henüz sıyrılamamış olması İran’ı hazırlıksız yakalamıştır. Yine de tüm yaşananlara rağmen Ayetullah Humeyni’nin ardından Rafsancani’nin cumhurbaşkanı olmasıyla dış politikada yeni bir dönem başlatılmıştır.

(15)

4 Rafsancani, uluslararası sistemde dönüşümün yaşandığı bir süreçte göreve başlamıştır. Gelişen olaylar ve Rafsancani’nin vizyonu İran dış politika anlayışını şekillendirmiştir. Bu bağlamda öncelikle İran-Irak savaşının ekonomide yarattığı negatif etkinin acilen ortadan kaldırılması ve İran ekonomisinin yeniden canlandırılması gerekliydi. Bu nedenle Rafsancani, kalkınma planında uluslararası pazarlardan mali yardım sağlamak ve yabancı yatırımcıları teşvik etmek gibi konulara öncelik vermiştir (Efegil, 2012: 66). Bunun sonucunda Rafsancani ister istemez pragmatist bir politika izlemek zorunda kalmış ve en azından görünümde devrim ihracı gibi devrimin idealist sloganlarından uzaklaşmaya yönelmiştir.

Araştırmamız Giriş, Araştırmanın tanıtımı, 3 bölüm ve sonuçtan oluşacaktır. “İran İslam Devrimi” başlıklı ilk bölümde Şiilik ve İran toplumunda bu kadar etkili hale gelmesinin nasıl gerçekleştiğinden bahsedeceğiz. Araştırmanın “Humeyni dönemi İran Dış Politikası” isimli ikinci bölümünde, devrimin zaferle sonuçlanmasından sonra dış politikada yaşanan ilkesel ve söylemsel değişimlere değineceğiz. “Rafsancani dönemi İran Dış Politikası” başlıklı son bölümde ise Humeyni’nin ölümü sonrasında Rafsancani’nin cumhurbaşkanlığına geçmesiyle dış politikada eski idealist söylemlerden ziyade daha pragmatist bir dış politikanın uygulanmaya çalışıldığı ortaya konulmuştur.

(16)

5 ARAŞTIRMANIN KONUSU

Araştırmamızın konusunu uluslararası ilişkilerde önemli bir yere sahip olan İran İslam Devrimi ve devrimden sonra İran’ın dış politikasının ana hatlarını belirlemek teşkil edecektir. Devrimin zafer tarihi 1979 yılı sonrası İran dış politikasını araştırma ve analiz yapmanın zorluğu aynı zamanda daha açık ve belirgin araştırma ortaya koymak adına 1979 yılından 1997 yılına, yani Rafsancani döneminin sonuna kadar yaşanan gelişmeler ve izlenen politikalar baz alınarak inceleme yapılacaktır.

İran, İslam Devriminden sonra Humeyni’nin başa geçmesiyle dış politikasında köklü değişimlere gitmiştir. Şah zamanında Batı yanlısı olarak izlenen politika, devrimin zaferinden sonra ‘‘Ne Batı Ne Doğu’’, ‘‘İnkılâp İhracı’’, ‘‘Ulus üstü Hedefler’’ gibi dini idealist söylemlerle yer değiştirmiştir. Humeyni’nin ölümünden sonra Rafsancani’nin iktidarı ele almasıyla gelişen süreçte oluşan idealist söylemlerin yerini pragmatist politikalar almıştır.

ARAŞTIRMANIN SORUSU

Araştırmanın temel problem sorusu “İslam Devrimi’yle birlikte oluşan siyasi söylem ve ilkeler dış politikada nasıl karşılık gördü ve ilerleyen süreçte nasıl uygulandı?” olacaktır.

Araştırmanın alt başlık sorularını şu şekilde kategorize edebiliriz:

1- Şiilik tarihi süreç içerisinde İran toplumu ve siyasetinde nasıl bir rol oynamış ve İslam devrimine uzanan yolda etkisi ne olmuştur?

2- Devrim sürecinde öne çıkan siyasi hareketler ve gruplar hangileridir ve hangi etkileri olmuştur?

3- İran devriminin altyapısını oluşturan olaylar nelerdir?

4- Devrimden sonra, İran’ın bölge ve dünya ülkeleriyle ilişkileri nasıl bir değişime uğramıştır?

5- Humeyni’nin ölümünden sonra Rafsancani’ni dış politikada pragmatizme iten faktörler nelerdir?

(17)

6 6- Rafsancani döneminde hayata geçirilen pragmatist politika dünya ve bölge

ülkeleri ile ilişkilerde kendini nasıl göstermiştir?

ARAŞTIRMANIN AMACI VE ÖNEMİ

Bu çalışmanın amacı, İran’ın İslami devrimden sonra ortaya koyduğu dış politika ilkeleri ve onun bölge ve dünya ülkeleriyle olan ilişkilere etkisini incelemektir. Bu doğrultuda 1979’da Humeyni liderliği ile başlayan İran’ın dış politikası, Rafsancani cumhurbaşkanlığı döneminin sonuna kadar araştırılmış, onun hangi çizgilerde ilerlediği incelenmiştir. Aynı zamanda Şii mezhebi kimliğine dayanan İslam devriminin iki temel söylemi olan “devrim ihracı” ve “ne Batı ne Doğu” söyleminin farklı dönemlerde nasıl uygulandığı araştırılmıştır. Önceki çalışmalarda ne kadar İran dış politikası incelense de bu konuyla ilgili genel bir bilgiler verilmiş ama bu çalışmada spesifik olarak İran’ın dış politikalarının temeli olan “devrim ihracı” ve “ne Batı ne Doğu” ilkelerinin bu ülkenin dış siyasetinde olan etkisi araştırılmıştır.

İran bölgede önemli bir role sahiptir ve bu ülkenin dış politikası tüm komşularını dolaylı veya dolaysız yollarla etkilemektedir. Özellikle 1979 İslam Devrimi'nden sonra, bölge ve dünyadaki İslami ve Şii hareketleri destekleme yoluyla devrimi ihraç etme politikası, ister istemez bir çok ülkeni yakından etkilemektedir. Bu yüzden İran’ın dış politikasının temel ilkelerinin incelenmesi ve onun hangi süreçler ve yollar ile işlemesi, aynı zamanda bu siyasetin farklı dönemlerde değişimi ve dönüşümünü incelemek büyük önem taşımaktadır. Çıkarlarını ve ulusal güvenliğini devrim ihracı sloganı altında, farklı ülkelerde belli Şii gruplara destek vererek tanımlamakta olan İran’ın ‘ne Doğu ne Batı’ ilkesinin de ne kadar uygulana bildiği, zaman içinde hangi değişikliklere maruz kaldığını araştırmakta bu çalışmanın temel amaçlarındandır. Bu doğrultuda 1979’da Humeyni liderliği ile başlayan İran’ın dış politikası, Rafsancani cumhurbaşkanlığı dönemi de araştırılmış, onun hangi çizgilerde ilerlediği incelenmiştir.

(18)

7 ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ VE VERİ KULLANMA TEKNİĞİ

Konumuza uygun olarak bu araştırmada tarihsel araştırma yöntemi kullanılacaktır. Bu yöntemle araştırmamızda geçmişteki bir olayın durumu ve bu olayın mevcut durum üzerindeki etkilerinin incelenmesi ve geçmişin eleştirel bir şekilde tanımı ve analizi yapılmaktadır. Tarihsel yöntem, araştırmanın sistematik olması, verilerinin analiz ve sentezinin yapılması ve değerlendirilmesi, geçmiştekiler hakkında sonuçların çıkarılmasını içerir. Bu yöntemi kullanarak önce İran’ın tarihi, siyasi ve mezhebi süreci ve devrime götüren durumu ve koşulları inceleyip, daha sonra mümkün olduğunca, bu gidişatın arka planını ve nedenini açıklamaya çalışılmıştır.

Böylelikle çalışmada veri toplama tekniği de belgesel kaynak derleme olacaktır. Derleme tekniği, araştırmacının konusuyla ilgili mevcut kaynakların incelenmesi yoluyla veri elde etme yöntemidir. Kaynaklar denince akla ilk etapta yazılı eserler gelmelidir. Bunlar; kitap, makale, gazete, belge, tutanak, anı, biyografi vb.dir. Tarama yöntemi belli bir amaca dönük olarak kaynakları bulma, okuma, not alma ve değerlendirme işlemlerini kapsar.

Araştırmamız hem teorik hem de olaylara dayanan bir çalışma olup saha kısmı bulunmamaktadır. Araştırma bünyesinde öncelikle Türkçe ve yabancı dillerde yayımlanmış makale, kitap, köşe yazısı, akademik tezler ve bu alanda yapılmış bilimsel toplantıların (sempozyum, kongre vs.) metinleri elde edilerek gerekli literatür taraması yapılmış olacaktır.

LİTERATÜR TARAMASI

Bu çalışmada, İslami devrimden sonra dış politikaya yön veren söylem ve ilkeler çalışıldığından, araştırmanın bir bölümünü devrimi oluşturan tarihsel altyapı oluşturmuştur. İlk olarak, İran toplumunun Şiilikle tanışması, Şiiliğin burada yerleşmesi ve topluma, aynı zamanda siyasete yön verecek bir biçim alması gibi bilgileri edinmek için İhsan Dağı’nın “Ortadoğu’da İslam ve Siyaset”, Alev E. Başer’in “Ortadoğu’da Modernleşme ve İslami Hareketler”, Kenan Çamurcu’nun “Firuze Köprüde Üçüncü Cumhuriyet: Velayet Demokrasisinden Demokratik

(19)

8 Cumhuriyet’e İran” isimli kitapları esas Türkçe kaynak olarak kullanılmıştır. Aynı zamanda, Montgomery Watt’ın “İslami Hareketler ve Modernlik”, Olivier Roy’un “Siyasal İslam’ın İflası” Türkçe çevirili eserlerinden yararlanmıştır. Bu kaynaklar, yukarıda da bahsettiğim gibi, Şiiliğin İran toplumuna etkisi, Siyasal İslam’ın ortaya çıkışı ve İran’da devrimden sonra İslami bir hükümet kurmağa giden sürecin anlaşılması bakımından yararlı olmuştur. Burada değindiğim Türkçe yazılmış veya Türkçeye çevirili eserlerle birlikte, Farsça ve İngilizce kaynaklardan da araştırmanın bu bölümünü tamamlamak için istifade edilmiştir. Emadeddin Bagi’nin “Tavallode Yek Engelab, Zemineha ve Avamele Peydayeshe Engelabe İran (Bir İnkılabın Doğuşu, İran İnkılabının Zemini ve Sebepleri)”, Ali M. Huseynizadeh’in “Eslame Siyasi der Engelabe Eslami (Siyasi İslam İslami İnkılapta)” gibi kitaplarda İran devriminin zeminini oluşturan etkenler ve nedenlerden, bununla birlikte Siyasi İslam’ın İslami devrimdeki rolünden bahsedilmiştir. Nikki R. Keddie’nin “The Roots of the Ulema’s Power in Modern Iran” isimli kitabı ve “Iran: Change in Islam; Islam and Change” adlı makalesinde, ulemanın (Şii din alimlerinin) İran’da politik güce dönüşmesi ANLATILMIŞ ve devrime giden yolda katkılarına değinilmiştir.

İran Devrimi’nin nedenleri ve devrim sürecini araştırdığımız aşamada, Tayyar Arı’nın “Basra Körfezi ve Ortadoğu’da Güç Dengesi”, Vahap A. Kaya’nın “Karizmatik Liderlik ve Toplumsal Değişim” kitapları devrim sürecinde ve ondan önce önemli rol oynamış farklı görüşlerden olan siyasal örgütleri ve devrime ve devrimin zaferine götüren olayları anlamamızda önemli kaynak oluşturmuştur. Aynı zamanda, Mohammad Khoshcherhre’nin “Chera Der İrane 57 Enghelab Shod (Neden 1979’da İran’da Devrim oldu?)” eseri devrimin nedenlerini ortaya çıkarmamızda araştırmamıza ışık tutmuştur.

İkinci ve son bölümlerde devrimin başarıya ulaşmasından donra dış politika ilkelerinin değişime uğraması, bu değişimin dünya ve bölge ilkeleriyle ilişkilerde kendini nasıl gösterdiği ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu doğrultuda, başta ingilizce makale ve kitaplar olmak üzere, çeşitli türkçe ve farsça kitap, makale ve tez yayınlarına başvurulmuştur. Örnek olarak, Richard Cottam’ın “Goodbye to America’s Shah: The United States and Iran’s Revolution” makalesi ve “Iran and United States: A cold War Study” kitabı, Dilip Hiro’nun “Iran under the Ayatollahs”,

(20)

9 Shireen Hunter’in “Iran and the World:Contiunity in a Revolutionary Decade”, Ruhollah K. Ramazani’nin “Sudure Enghelabe İran: Ehdaf ve Vesayel (İran İnkılabının İstihracı: Hedefler ve Araçlar)”, İlter Türkmen’in “Türkiye Cumhuriyeti’nin Ortadoğu Politikası” kitapları gösterilebilir.

Aynı zamanda araştırmada, İran konusunda daha önce çalışılmış, N Asl Kashef’in “1979 Sonrası İran'ın Orta Doğu Politikası ve Bölge Ülkeleri ile İlişkileri”, Marziyeh Mokhtarpour’un “İslam Devriminden Sonra İran’ın Dış Politikası”, Emil Veliyev’in “Soğuk Savaş Sonrası İran’ın Güney Kafkasya Politikası” gibi çeşitli tezlerden de faydalanılmıştır.

ARAŞTIRMANIN AKIŞI

Araştırmamız Giriş, Araştırmanın tanıtımı, 3 bölüm ve sonuçtan oluşacaktır. “İran İslam Devrimi” başlıklı ilk bölümde Şiilik ve İran toplumunda bu kadar etkili hale gelmesinin nasıl gerçekleştiğinden bahsedeceğiz. Çünkü kanımıza göre Şiilik, İslam devrimine sebep olan olaylara önemli derecede tesir göstermiş bir etkendir. Şiiliğin İran’da yerleşmesi ve Safeviler döneminde resmi mezhep statüsü kazanmasından sonra “ulema” sınıfı ortaya çıkmış ve İran tarihinde önemli olaylara öncülük etmiş ve yön vermişlerdir. Aynı zamanda bu bölümde, Siyasi İslamla birlikte İslam devrimine sebep olmuş önemli nedenler ve olaylara değinerek devrim sürecini de ele alacağız.

Araştırmanın “Humeyni dönemi İran Dış Politikası” isimli ikinci bölümünde, devrimin zaferle sonuçlanmasından sonra dış politikada yaşanan ilkesel ve söylemsel değişimlere değineceğiz. Bilindiği gibi, 1979 yılında devrimin başarıya ulaşması ve Humeyni’nin İran’a dönüşünün sonrasında “İslam Cumhuriyeti’ne “evet” veya “hayır”” seçenekli referandum yapılmış ve %98 oranıyla “evet”le sonuçlanmasından sonra İran İslam Cumhuriyeti kurulmuş ve her alanda değişim gerçekleştiği gibi dış politikadan da yan geçmemiştir. Yeni dış politikanın ana hatlarını “Ne Doğu Ne Batı”, “Devrim İhracı” ve “Ulusüstü Güvenlik” gibi eski dış politikadan tamamen farklı söylemler oluşturmuştur.

(21)

10 “Rafsancani dönemi İran Dış Politikası” başlıklı son bölümde ise Humeyni’nin ölümü sonrasında Rafsancani’nin cumhurbaşkanlığına geçmesiyle dış politikada eski idealist söylemlerden ziyade daha pragmatist bir dış politikanın uygulanmaya çalışıldığı ortaya konulmuştur. Bu bağlamda dünya ve bölge ülkeleri ile olan ilişkilere değinilerek devrimden sonra dış politikada oluşan söylemlerin uygulanıp uygulanmadığı da açıklanmaya çalışılmıştır. Aynı zamanda bu dönemde Sovyetler Birliği’nin dağılması sonucunda iki kutuplu dünya düzeninin bitmesiyle uluslararası ilişkilerde görülen değişiklikler İran dış politikasından da uzak kalmamıştır. SSCB’nin çöküşü sonrası kurulan yeni devletlerle ilişkiler dış politikada yeni meydan okumalara yer açmıştır.

(22)

1 BİRİNCİ BÖLÜM

1.İRAN İSLAM DEVRİMİ

1.1. Siyasi İslam, Şiilik ve İran Tarihindeki Yeri

İslam toplumları tarihsel olarak iki genel dini, siyasal ve kültürel eksen etrafında gelişmişlerdir. Bunlar Sünni ve Şii İslami geleneklerdir. Şii Müslümanlar günümüz İslam topluluklarının %10’nu oluşturmaktadırlar. Demografik olarak İran, Şii Müslümanların en yoğun yaşadığı ülke konumundadır (Dağı, 2002: 45).

Aynı zamanda, siyasal olarak İslam’ın birbirinden tamamen zıt iki kullanımıyla karşı karşıyayız. Kimilerine göre İslam, geleneksel olarak statükoyu meşrulaştırıcı ve koruyucu bir işlev taşırken, diğerleri İslam’ı kitlesel protesto ve hatta devrim ideolojisi olarak değerlendirmektedir. Tarihsel olarak Sünni siyasal gelenek halkın siyasal otoriteye itaati üzerine kurulmuştur. Tarih boyunca Sünni âlimlerin birçoğu, siyasal gücü elinde tutanlara halkın itaat etmesi gerektiğini vurgularken adil olmayan bir yöneticinin idaresinin kargaşadan daha iyi olduğu tezine dayanmışlardır. Bu da yönetimi İslami söylem çerçevesinde meşrulaştırılmasına yol açmıştır (Dağı, 2002:28). İslam’ın yeni kavramında modern devrin ürünü siyasi İslam unvanıyla şekillenmektedir ve geleneksel İslam’ın karşısında dayanmaktadır. Geleneksel İslam dünya ve ahireti tanımlamasına rağmen aslında sultanın ve ya kralın işine hiç karışmaz ve ya sadece kralın yaptıklarına dini meşruiyet kazandırmaktaydı.

1.1.1.Şiiliğin bir mezhep olarak ortaya çıkması

Kelime anlamına bakarsak “Şia” Arapçada, misafiri uğurlamak, peşinden gitmek, teşyi etmek, taraftar olmak anlamlarını veren “teşyi”, “müşayaa” kelimesinden türediğinde “teşayu”da ayrılmak, fırkalaşmak manalarında kullanılır. Kuranı Kerim’de “Şia” kelimesi fırka, taraftar, parti anlamında kullanılmış ve tenkit

(23)

2 edilmiştir. Bu kelime kutsal bir anlam taşımamaktadır. Taraftar olan, başkasına uyan manalarını verir (Atay, 1983:17).

İki mezhep arasında farklılıklara bakarsak, bu ayrım siyasi nedenlerden kaynaklanmaktadır ve Hz. Muhammed’in vefatından sonra görülmüştür. Anlaşmazlık, Hz. Muhammed’den sonra halife olarak iktidara gelecek kişi üzerinde farklı nedenlerden dolayı ortak noktada buluşulamamasından ortaya çıkmıştır. Bir grup, Hz. Ebu Bekir tarafındaydı ve onun seçilmesinin gerekli olduğunu savunuyorlardı. Diğer bir grup ise, hem Peygamber’in damadı hem de amcasının oğlu olması sebebiyle, Hz. Ali’nin bu göreve daha layıklı olduğu görüşünde birleşmiştiler. Bu hakkın kendisinden alınıp Hz. Ebu Bekir’e verilmesinin entrika sonucunda gerçekleştiğini ve haksızlık yapıldığını bildirmekteydiler. Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir’in halifeliğini kabul etse de, taraftarları itirazlarını sürdürdüler. Bunlar, Şia-i Ali (Ali’nin taraftarları) olarak İslam tarihine düştüler (Hüseyin, 2011:58).

Şia inancında en önemli noktalardan biri Hz. Ali’den sonra onun soyundan gelen 11 imamın varlığının kabul edilmesidir. Son imam olan Hz. Mehdi’nin kaybolduğuna inanılmaktadır ve onun Müslüman toplumunu zulümden ve adil olmayan yönetimden kurtarmak amacıyla tekrar döneceği beklenilmektedir (Özbilgeç, 2007:25).

Şiilik de kendi arasında 3 ana kola ayrılmış bulunmaktadır. Bunlar, taraftar nispetinde sayıları daha az olan Zeydiyye ve İsmailiyye Şiileri ile en çok İran’da bulunan ve diğer ülkelerde de (Örneğin, Azerbaycan, Irak gibi) en yaygın Şii mezhebi olarak bilinen Ca’feriyye’dir. Ca’feriyye veya diğer adıyla Caferiler, Hz. Muhammed soyundan olmak üzere Ali ile başlayarak devam eden On iki İmam’a, dolayısıyla İmamiye doktrinine inanan kimselerdir. Bu yüzden, ilerleyen bölümlerde “İmamiye” kelimesi de ara ara kullanılacaktır. Mezhep adını, Altıncı İmam Cafer’üs-Sadık’tan almıştır (Özbilgeç, 2007: 25-26).

(24)

3 1.1.2.Şiiliğin İran’da Gelişim Süreci

691 yılında Müslüman Arapların İran’a girmesinden sonra İran, İslam İmparatorluğu’nun eyaletlerinden biri haline geldi. Bu dönemden itibaren İslam, İran’da yayılmaya ve hâkim din konumuna gelmeye başladı. XI. yy.da Selçuklu egemenliğine giren İran toprakları, uzun süre Türk kökenli hanedanların yönetiminde kaldı (Rustamov, 2010:32).Altı yüzyıllık bir süre içinde İmamiye (Caferiye) Şiileri küçük gruplar halinde İslam coğrafyasına dağılmışlardır, bunların içinde İranlılar kadar Araplar da bulunmaktadır. 1501’de, daha sonra Şah İsmayıl’ın İran’ın büyük bir bölümünü fethedip İmamiliği İran’ın resmi mezhebi haline getirince büyük bir değişiklik meydana geldi (Watt, 1997:184). 16. yüzyıla, diğer bir deyişle Safeviler devletine kadar Kum ve birkaç şehir hariç Şiilik İran’da hâkim mezhep değildi. Hatta bu döneme kadar İran’da Sünni mezhebi daha yaygındı. Belirttiğimiz gibi, Safeviler’in İran’da başa geçmesiyle Şiilik İran’ın ulusal dini haline geldi. Bu durum Safeviler’e, rakip Osmanlı İmparatorluğu karşısında merkezi bir devlet kurmak için gerekli olan ideolojik temeli sağladı (Rustamov, 2010:35).

Bu durum giderek İmamiye taraftarlarının, önemli İmamiye türbelerinin bulunduğu Irak’taki büyük kitle ile başka bölgelerdeki küçük gruplar dışında, İran’da toplanmalarına yol açtı, bu arada İran’daki Sünniler azalmaya başladı. Aynı zamanda İran İmamiye İlmiye sınıfının bir merkezi haline geldi ve hukuk, ilahiyat gibi alanlarda gelişmeler oldu. Safeviler, 1722’ye kadar İran’ı yönetmeyi sürdürdüler ve o tarihe kadar İmamiye çok iyi bir örgütlenmeye gitti.

Şah İsmayıl İran’ı fethettikten sonra başka yerlerdeki Şii ulemanın oraya gelmeleri çağrısında bulundu ve tüm bu kişiler şüphesiz ona dayanıyorlardı. Bununla birlikte, giderek kendilerini devletin önemli bir unsuru haline getirdiler. Görev almadıkları örfi hukuk mahkemeleri bulunsa bile, Şeriat mahkemelerinde görev alabiliyorlardı. Pek gelişmemiş bir din kurumu vardı, zira “Sadr” diye bilinen mahkemede ulemanın bir temsilcisi bulunuyordu ve Şeyhülislam unvanına sahip baş hukukçuyu aday gösteren bu kişiydi (Watt, 1997: 187).

(25)

4 Safeviler’den sonraki kısa bir dönem İran, Afgan gruplar tarafından kargaşa alanına çevrildi ve bu durum ve Nadir Şah’ın yönetimi ele almasıyla(1736-1747) son buldu, ama İmamiye siyasi güç olarak zayıflasa da hâkim mezhep olarak kaldı. Yüzyılın sonlarına doğru iktidara gelen ve 1924’e kadar devam eden Kaçar Hanedanlığı İmamiye ulemasının desteğine ihtiyaç duydu ve bundan dolayı destek gösterdi. (Watt, 1997:184).

Kaçar Hanedanı’nın hüküm sürdüğü dönemde ulemanın politik gücü daha da artmıştır. On sekizinci yüzyılın sonlarında, Irak’taki İmamiye müntesipleri içinden “Usuli” okul adıyla bilinen yeni bir okul ortaya çıktı. Bu okulun düşüncelerine göre, Müslüman toplulukları müçtehitler ve müçtehit olmayanlar olarak iki gruba ayrılıyorlar ve bazı ulemanın içtihat hakkı olduğunu, sıradan Müslümanların da imamların görüşlerini kabul ettikleri gibi müçtehitlerin (içtihat yapanların) kararlarını taklit (müçtehit olmayanların müçtehidi izlemesi) etmek ve ya onlara uymaları gerekiyordu. Daha doğrusu her Müslüman, kendisine uyacağı bir müçtehit seçmeliydi. Kaçarların yönetimi altında Usuli Okulu hâkim hale geldi ve ulema yitirdiği güç ve ayrıcalıkların çoğunu yeniden elde etti (Hüseyin, 2011:64).

On dokuzuncu yüzyılın ortalarına doğru başka bir gelişme daha oldu. Bir müçtehidin bir başka müçtehitten daha bilge ve bilgili olabileceği, bu yüzden taklit ya da takip edilmeye daha layık olduğunun farkına varıldı, bundan sonra tüm İmamiyet taraftarlarını bağlayıcı resmi hukuki görüş (fetva) bildirmeye yetkili tek “taklit kaynağı” (merci-i taklit) bulunması gerektiği fikrine ulaşmak için kısa bir adım kalmıştı. Evrensel bir biçimde olmasa da geniş çapta merci-i taklit olarak kabul edilen ilk kişi Necef’te yaşamış ve 1850’de vefat etmiş olan Şeyh Muhammed Hasan’dı. Ona, genel bir kabul görmüş İranlı Şeyh Murtaza Ensari (1800-1864) halef oldu. Onun ölümünden bu yana her zaman tek merci’ olmamıştır, en sonuncusu 1961’de yaşamını yitiren Ayetullah Burucerdi idi. Ama zaman zaman bir grup kıdemli ulema ittifakla taklit kaynağı olarak kabul görmüştür (Watt, 1997:187-188).

Şii din adamlarının derece ve sırasının başında müçtehitler geliyordu, bunlardan kıdemli hocalara Ayetullah ve önemli durumlarda büyük Ayetullah

(26)

5 (Ayetullah-ı Uzma) denmeye başladı. (Ayetullah Allah’ın işareti anlamın gelir). Bazen bir piramidin tepesinde yüce bir taklit kaynağı bulunuyordu. Bu rütbe ve derecelenme tarzına resmi olmayan bir çeşit uzlaşma yoluyla ulaşılmıştır. Nihai sonuç, 1978’e geldiğinde, Ayetullahların düşüncelerini ve emirlerini hızla tüm ülkeye yayabilecek güçlü bir duruma sahip olmaları olmuştur (Watt, 1997:188).

1.1.3.İran’ın siyasi ve toplumsal hayatında Şii din adamlarının (ruhaniler) etkisi

İran’ın son 150 yıllık siyasi düşünce tarihinin iyi kavranılması İran Devrimi’yle ilgili aklımızda soru işareti bulundurmamızı engellemek açısından büyük önem kesp etmektedir. Çünkü sözü geçen tarihten başlayan İran’daki siyasi gelişmelerle İran Devrimi arasında çok yakın ve bir birini tamamlayan ilişki mevcuttur (Gulam, 1991:49). Burada en belirleyici ve önem taşıyan unsur, devrimin seçkin kesimini oluşturan Şii din adamlarının rolüdür. Onlar, İran’da Şiiliğin yayılmasından sonra hep potansiyel bir elit grubu teşkil ede gelmiştir. Bu potansiyel İran Devrimi ile birlikte, fiili bir siyasi güce çevrilmiştir. Bu grup, 1979’daki başarısını, yani halkın güven ve bağlılığını hiç zorlanmadan elde etmeyi, halkın birçok kesimiyle çeşitli dini ve sosyal ilişkilere sahip olması nedeniyle başarmıştır. Devrim öncesinde iyi oturtulmuş, yarı örgütsel, geleneksel ve dini bağlantıların varlığı din adamlarının devrim sürecinde diğer aydın grupların önüne geçmesinde avantajlar sağlamıştır (Gulam, 1991:50).

Çağdaş İran tarihinde, ulemanın devletle olan ilişkilerinde üç kritik evreden söz etmek olanaklıdır. Bunlar, Tütün İsyanı, Meşrutiyet Hareketi ve İran İslam Devrimidir. Şii din adamları, ilk iki olaydan sonra yitirdiği etkinliğini, İslam Devrimi’ni hazırlayan 1963 ve 1977 olayları sırasında tekrar kazanmıştır (Başer, 1999:359). Şimdi bu tarihi olaylara değinelim.

Rusya ve İngiltere arasında süregelen İran pazarı üzerindeki siyasi ve ekonomik hegemoni çekişmesi 19. yüzyılın ikinci yarısında İngiltere lehine değişmiş ve İran İngiltere’nin etki alanına girmiştir. 19. yüzyıl boyunca İran’ın yönetim

(27)

6 kademelerine kadar sızabilen İngiltere, yüzyılın sonlarına gelindiğinde ülkedeki pek çok işletmeyi tekeline almayı çoktan tamamlamıştı (Çamurcu, 2000:117). Bu gelişme de, İran’daki geleneksel el sanatları ve ticaretin Batı rekabeti karşısında hızla gerilemesine yol açmıştır. Batı’nın sanayi mallarının hiçbir engelle karşılaşmadan İran piyasasına girebilmesi, özellikle İngiliz ve Rus tüccarlarına tanınan ayrıcalıklar ve kapitülasyonlar İran’ı Avrupa tüccarlarının karlı ticaret alanı haline getirmiştir. Bu olay sonucunda tepki olarak İran’da din adamlarının siyasetle ilişkisi artmış ve ulemanın giderek daha etkin biçimde politik tavır almasına sebebiyet vermiştir (Kaya, 2013:288). Tabi ki bu etkinin artmasında, İran toplumunun din ve mezhep ile olan derin bağının büyük rolü vardı. Din adamlarının doğru veya yanlış fetvalarına bakmayarak onlara inanan toplumda, din adamları ister istemez siyasete de girerek yön vermek veya güç peşinde de olmuşlardır.

Bu dönemde, Şahlar, Avrupa’dan yaptıkları ithalatı ve oraya yaptıkları gezileri finanse etmek için Avrupalılara çeşitli imtiyazlar tanımışlardır. 1872 yılında, İngiliz uyruklu Baron de Reuter adında birine oldukça geniş ayrıcalıklar tanınmış, bu durumda özellikle pazarcıları etkilemiş ve sonuç olarak da pazarcılarla din adamları birleşerek bu ayrıcalığın kaldırılmasına çalışmışlardır (Watt, 1997:189).

Geleneksel esnaf ve tüccar kesimi ile aydınlardan oluşan muhalefet siyasal etkinliğini gösterecek bir diğer gerekçeyi 1890’da bulmuştur. Bu tarihte Nasrettin Şah’ın İngiliz olan Majör Talbot’a İran’da tütünün üretim, satış ve ihracını 50 yıllığına vermesi siyasal protestoların başlamasına neden olmuştur (Kaya, 2013:289). İran’daki ilk kitle hareketi olarak kabul edilen ve İran tarihine “Tütün İsyanı” olarak da geçen bu olayda ulemanın da etkisi olmuştur. Ulemanın bu olaylardaki rolü esnaf ve zanaatkârlar ile aydın sınıfın ötesinde bir anlam taşır. Zaman’ın önde gelen müçtehitlerinden Mirza Hasan Şirazi, İngiliz tekeli tarafından üretilip satıldığı sürece tütün kullanımının haram olduğu yönünde bir fetva vermiştir. Bu fetva öyle etkisini göstermiştir ki, kraliyet mensubu kadınlar bile tütün tüketiminden kaçınırlar (Hüseyin, 2011:57).

(28)

7 Bu olay, Kaçar Hanedanı’nın son günlerinde ulemanın kuvvetli bir siyasi güç olduğuna işaret etmesi bakımından önemlidir. Ayrıca, ulema ile dâhili ticaretle uğraşan kitleler arasındaki dayanışma da bu olaylar yoluyla güçlenmiş olmaktaydı. Kitleler müçtehitlerin çağrılarına tüm yürekleriyle cevap vermişlerdi, bu ise halk arasında müçtehitlerin itibarının artması anlamına gelmekteydi. Hepsinden önemlisi, bu gelişmeler ulemayı halkın sorunlarını benimseme ve politik otoriteye kafa tutma hususlarında gelecek için hazırlamış olmaktaydı (Kaya, 2013:289). Gerçekten de Şii din adamlarının siyasi hayata dâhil olmaları on dokuzuncu yüzyılda yabancılara verilen siyasal ve ekonomik imtiyazlara karşı düzenlenen protesto hareketlerinde üstlendikleri rollerle ön plana çıkmıştır (Watt, 1997:189).

İran ulemasının İran’daki yabancı nüfuzuna verdiği tepki benzersiz biçimde halk arasında yankı buluyordu. Bu tepkili çıkışlar hiç kuşkusuz “İran” ve “İranlılık” bilincinin oluşum sürecini belirlemiş, bu bilinci oluşturan politik aktör olarak ulemayı iktidarın gizli ortağı yapmıştır. “İranlılık” bilincini, İran’daki siyasal birliği ayakta tutan ve bunun da yaklaşık bir yüzyıl sonra İran İslam Devrimi gibi dünya dengelerini sarsacak büyük ve köklü değişime yol açan sosyo-politik zemin saymak yerinde olacaktır (Çamurcu, 2000:118).

20. yüzyıl içinde Şii din adamlarının belirgin bir siyasal etkinlik gösterdiği önemli dönemlerden biri de mutlak monarşinin sınırlandırılarak parlamenter monarşiye dönüştürme çabalarının yer aldığı Anayasa hareketi dönemidir (Kaya, 2013:290). Elbette Ruhanilerin büyük bir kısmı seküler ve insani yasalara dayanan parlamento kurulup, monarşinin zayıflamasından ziyade, Şii din adamlarının da rol alabileceği bir mezhebi sistemin kurulmasını savunmaktaydılar. Tütün İsyanından sonra ulema, Meşrutiyet tartışmaları sırasında bir kere daha ön plana çıktı. Burada temel etken, batılı düşüncelerden etkilenen İran aydınlarının ülkeye meşrutiyeti getirme çabaları olmuştur. Ancak, İran’da aydınların Şah’a karşı ulemadan yardım istemeleri olayların seyrini değiştirmiş ve başarı şanslarını artırmıştır. Meşrutiyet protestoları zamanı, bir vaizin tutuklanması ve buna karşı çıkan öğrencilerin öldürülmesi ulemayı daha da hiddetlendirmiştir. Tabatabai ve Bihbihani öncülüğünde bine kadar ulema Kum kentine gitmiş ve Şah vaatlerini yerine getirinceye kadar

(29)

8 Tahran’a dönmeyeceklerini bildirmişlerdir. Hemen ardından da, bazı tüccar ve mollalar Tahran’a yakın olan İngiliz Elçiliği’nin kışlasına sığınmışlardır. Bu hareketi binlerce kişi izlerken, laik aydınlar da ulemaya meşrutiyet düşüncesini kabul ettirmişlerdir. Başka bir deyişle, ulemanın etkin eylemlerinin yarattığı ortamı, kendi istekleri yönünde kullanarak amaçlarına ulaşmayı denemişlerdir (Başer, 1999:361).

Fakat Şah’ın gücünü sınırlama konusunda aydınlarla Şii din adamlarının arasında büyük çelişkiler vardı. Aydınlar, seküler ve çağdaş hukuka dayalı parlamenter bir sistemden yanaydılar. Amma mollalar, ne kadar Meşrutiyet’e destek olsalar da, genellikle gerici ve meşrue bir meşrutenin getirilmesine savunuyorlardı.

Kaçar döneminin (1779-1925) sonlarına doğru İran’daki siyasal düşünce, Osmanlı ve Mısır’da var olmayan farklı bir özelliğe sahipti. Bu farklılık, İranlı Şii ulemanın 1906 Devrimiyle sonuçlanan Anayasa hareketi lehindeki güçlü tavrıydı. Bu mücadelede sadece özgürlükçü aydınlar değil, başta Şeyh Fazlullah Nuri olmak üzere pek çok ulema da krallık iktidarına getirilecek hukuki kısıtlamaların temel yararlarından şüphe duymamışlardı. Diğer taraftan, Milli özgürlük ve ülkede bir hukuk düzeninin tesisi konusunda girişilen mücadelede Osmanlı Türkiye’si ve Mısır’daki dini cemaatler arasından çıkan çok az sayıda aydın, aynı yönlendirici konuma ulaşabilmişlerdir. Bu fark, Muhammed Reşid Rıza gibi Şiiliğin ateşli tenkitçileri tarafından da kabul edilmiştir (İnayet, 1995:298).

Rıza Han’ın, 1921’de Başbakan olarak, sonra da 1924’de Kaçarların ülkeden kovulması üzerine Rıza Şah olarak iktidara gelmesi din kurumunun gücünde ciddi bir gerilemeye yol açtı. Rıza Şah, modernleşmeyi hızlandırdı: Batı tipi eğitim teşvik edildi, Şeriata dayanmayan yeni yasalar çıkarıldı ve bunları uygulamak için yeni mahkemeler kuruldu, çeşitli yardım hizmetleri laikleştirildi. Bizzat bu tür değişiklikler din kurumunu zayıflatırken, onun üzerindeki devlet denetimini artıran başka önlemler de alınıyordu. Giderek ulema Pehlevi rejimine muhalif hale gelmeye başladı (Watt, 1997:189-190). Fakat bu dayatılan reformlar sadece yüzeysel biçimde kaldı ve köklü değişikliklere neden olamadı. Meşrutiyetle gelen siyasi ve anayasal haklar ve özgürlüklerde tamamen kısıtlandı ve yeni bir monarşi sistemi kuruldu.

(30)

9 İran’da Şahlık rejimini hedef alan dini muhalefet iki ayrı gruptan oluşmuştur. Bunlardan ilkini geleneksel bir dini eğitim almış olan ve bu eğitimleri doğrultusunda geleneksel işlevlerini ifa etmekte olanlar oluşturmaktadır. İkinci grubu ise Batılı eğitim alarak modern ve geleneksel fikirleri bir İslami üslupla birleştiren kişiler oluşturmaktadır. İlk grubun en önemli figürlerini Humeyni, Şeriatmedari ve Talekani teşkil ederken, ikinci grubun önde gelen isimleri Bazargan, Şeriati ve Beni Sadr’dan oluşmuştur (Keddie and Richard, 1981:240). Bunlardan ileride daha detaylı bahsedeceğiz.

1.1.4.Siyasal İslam’ın ortaya çıkışı

Din Batı modernitesinde dünyevi işlerden ayrıldı ve toplumu idare etmek artık akla dayanarak yapılmaktaydı. Fakat İslami toplumlarda seküler yenilikçiler, Kemalistler ve Batıcı düşünürlerin ortaya çıkmasıyla bir paradoksal süreç oluşarak siyasi İslam’ın yaranışına sebep oldu. Siyasi İslam Batıyla etkileşime girmekten Batıya karşı olarak ve İslami hükümet oluşturmağa kadar farklı anlamlara girmişti. Hatta İran’da liberal ve Marksist renkler de almıştı. Amma 1970’lerde Humeyni liderliğiyle ortaya çıkan İslami hükümet oluşturarak ve dini demokrasi adıyla sunulan İslami Devrim Fekaheti-İslam idi (Cemşidirad ve Penahi, 2013:6-7).

Daha genel ve tarihsel bir perspektiften İslamcı hareketlerin çağdaş biçimiyle 19. yüzyıldan itibaren Batı medeniyetinin İslam dünyasına yönelttiği siyasi, askeri ve toplumsal baskılara karşı şekillenen bir hareket olduğu söylenebilir. İslamcı siyasal hareketin doğuşunda, ideolojik yapısında ve toplumsal tabanında ‘‘Batı karşıtlığı’’ mevcuttur. Afgani, Raşit Rıza ve Muhammed Abduh’un ilk İslamcı tepkilerinde bu açıkça ortadadır. Aslında siyasal İslam’ın 19. Yüzyıldaki öncüleri Batı sömürgeciliğinin İslam dünyasına girişini protesto eden ve bu süreci durdurmak için Müslüman kitleleri İslami kimlikleriyle harekete geçirmeye çalışan sömürge karşıtı aydınlardır. 20. Yüzyılın başlarında Mısır’da Müslüman Kardeşler hareketinin başlaması da İngiliz yönetimine karşı duyulan tepkilerin İslami bir ifadeye ve talebe dönüşmesinin sonucudur. Kısaca, 19. Yüzyıl sömürgeciliği İslam toplumlarına topyekûn ve ortak bir siyasal tavır almalarını gerektirmiş ve siyasal içerikli bir İslami kimliğin oluşmasına zemin oluşturmuştur (Dağı, 2002:34). Bunların yanı sıra siyasal

(31)

10 İslam birçok Müslüman’ın gözünde müsamaha edilemeyecek düzeylere ulaşan devlet kademelerindeki yolsuzluk, suiistimal, rüşvet ve devletin baskısına karşı bir reaksiyon olarak da kitlesel bir destek görmüştür. Müslüman toplumlardaki mevcut eşitsizlik ve sosyal adalet sorunları İslam’ın eşitlik ve adalet prensipleri ile karşılaştırılmakta, toplumsal ve bireysel rahatsızlıklar İslamcılık yoluyla siyasal bir ifade kazanmaktadır (Dağı, 2002:35).

İslamcılar siyaset sorununu, İslam’ın bütünsel ve kapsayıcı bir düşünce olması ilkesinden hareket ederek ele almaktadırlar. Toplumun Müslümanlardan oluşması yetmemektedir, temelleri ve yapısı itibariyle İslami olması gerekmektedir. Bu yüzden “Müslüman” olanla “İslami” olan arasında bir ayrım yapmaktadırlar (Roy, 1995:56).

Roy’a göre, “İslamcılık, İslam’ın modernleşmeye ya da çağa ayak uydurmaya gerek duymayan kâmil bir evrensel sistem olduğu şeklindeki klasik bakış açısını yeniden ele alır, fakat bu modeli modern bir nesne olan topluma uygular, daha doğrusu modern terimlerle tanımlanmış bir topluma (yani toplumsalın, siyasalın ve ekonominin alanlarının farklılaştığının kabul edildiği bir topluma)” (Roy, 1995:58).

Modern dünyada İslam’dan “Geleneksel İslam”, “İslamcılık”, “İslami Hareketler”, “İslami Köktencilik”, “İslami Uyanış”, “İslami Radikalizm” ve “Siyasi İslam” gibi kavramlardan yola çıkarak çok farklı yorumlar elde edilmektedir.. Bu kavramların hepsi dini kimliğin İslami toplumlarda ön plana gelmesini göstermektedir. Bu durumun kökenini 1990’lı yıllardan sonra daha çok görmekteyiz ve çoğu İslam düşünürü İslami değerlere dönmek ve toplumsal hayatta dinin rolünün yeniden canlanmasını vurgulamaktaydılar. Mesela, Humeyni’ye göre İslam sadece ibadet değil ve ya İslami ritüelleri uygulamak değildir, ona göre İslam, siyasetten uzakta değildir (Humeyni sahifesi, 1999:107). Humeyni başka bir yerde böyle söylemektedir: İslam tamamen siyasettir, İslam’ı kötü tanıtmışlar, modern siyaset İslam’dan kaynaklanmaktadır (Humeyni sahifesi, 1999:65).

(32)

11 Batılı yazarlar ise uzun yıllar İslam’ın siyasal rolünün olamayacağı kanaatinde olmuşlardır. Onlardan yalnız, Lewis, İslam’ın her zaman siyasal bir potansiyel taşıdığını ve fakat bunun İran Devrimine kadar Batılılar tarafından fark edilmediğini, oysa Müslümanların kimlik, tutum ve davranışlarında İslam’ın temel referans olarak alındığı kanısında olmuştur (Dağı, 2002:23).

Siyasi İslam farklı bakış açılarından değerlendirilebilir. İlk olarak, Siyasi İslam’ı, Orta Doğuda ortaya çıkan ulus devletler krizine bir tepki olarak görebiliriz. Diğer taraftan, Hantington’un tezine dayanarak Siyasi İslam’a medeniyetler çatışması için bir başlangıç olarak bakabiliriz. Bu anlamda İslam, bir tarafta, Hıristiyan ve Yahudi medeniyetleri de karşı saflardadır. Başka bir açı, Siyasi İslam’ı bir yeni güç olarak olumlu değişimlere yol açabilecek ve İslam’ı, slogan değil, çözüm olarak görmektedir. Bu bakış açısı İslam’ı, bir okul olarak dinden ve dini ritüellerden ziyade, siyasal İslam’ı, bazı Müslüman ülkelerde olan sekülerizmden ayırarak yeni bir güç olarak görmektedir. Bu yorumu daha çok İslamcı gruplar tarafından seküler hükümetlerini deviren Müslüman ülkelerde ve İslami grupların kendi amaçlarını hükümetlerle işbirliği yapmakla elde edilebilen devletlerde görmekteyiz (Ehtishami, 1999:9).

Geleneksel Sünni İslam’ın statükoyu meşrulaştırıcı işlevine bir tepki olarak siyasal İslam, bölgesel ve uluslararası sorunlara oldukça radikal tavırlar geliştirmiştir. Milliyetçilik ve sosyalizmin Ortadoğu’da çekiciliğini kaybetmesiyle İslam, herhangi bir muhalefet hareketinin sosyal ve ideolojik çerçevesini sunabilecek tek kaynak haline gelmiştir. 1970’lerdeki bölgesel gelişmeler ve özellikle İran Devriminin zaferi, baskıcı siyasal rejimlere ve bölgede aktif olan uluslararası güçlere karşı bir başkaldırı ideolojisi olarak İslam’a yeni bir işlev kazandırmıştır (Dağı, 2002:36).

Özetle, yerel bir kimlik ve adalet anlayışı, bütün dış ideolojik ve siyasal etkilere reddiye olarak siyasal İslam sosyal, ekonomik ve siyasal krizlere İslam toplumlarının geliştirdiği tepkileri olduğu kadar getirdiği cevapları ve çözümleri de temsil etmekte ve bölgede oldukça etkin bir siyasal ideoloji olmaya devam etmektedir.

(33)

12 1.1.4.1.Siyasi İslam’ın tarihsel süreci

Siyasi İslam, Müslüman pragmatistler ve düşünürler tarafından modern zamanlarda ve özellikle iki kutuplu sistemin çöküşüyle yeni dünya düzeninde çok tartışılan konulardan biri olmuştur. İslamcılık, ideolojik ve güvenlik, stratejik ve kültürel açılardan liberal kapitalizm sistemine meydan okumaktadır ve yenidünya düzeni ve gelecek için uluslararası ilişkilerde milli, bölgesel ve küresel düzeyde eşit olarak adaletli şekilde sorunların çözümüne yol göstermektedir. Seyit Cemal Asadabadi, Muhammed Abduh, Seyit Muhammed Raşit Rza, Abdurrahman Kavakebi, Hasan Al Bennan, Ebu Ali Modudi, Abulhasan Naduvi, Seyit Qutb ve Ayetullah Humeyni ve b. modern dünyada İslamcılığı yaymaya çalışan liderlerden olmuşlar. Asadabadi (1822-1897) tahlillerini ve yaptıklarını daha çok İslami gaflet ve cahilliği eleştirmek yolunda sarf ederek bu yolla İslamcılığa çalışmıştır. Muhammed Abduh (1849-1905) da İslam dünyasının gerilemesinden endişe ediyordu. Raşit Rza (1935) İslam dünyasının çalışmaması ve pasif durumundan çok kızgındı. Bunlara göre yenicilik ve Batı taklidi hem kabul olunamaz bir şey hem de yetersizdi (Bedi, 2001:86).

Siyasi İslam, 19. ve 20. yüzyıllardan sonra ister istemez Batı ile bakış açısı ve epistemolojik olarak karşı karşıya durmuştu. Geleneksel İslam, İslami toplumlarda ve bu toplumların yapılarında, değerlerinde ve normlarında güçten ve hükümetten uzak durmuştu. Fakat Batı ile karşılaştığından sonra zaman ve mekân zorunluluklarından dolayı siyasi olmaya ve toplumun bütün alanlarında düşünce ve pratik olarak kendini göstermek zorunda kaldı.

İslami Hükümet ve onu kurma yolundaki çalışma düşüncesinin geçmişi, Ehl-i Sünnet dünyasında Osmanlı halifeliğinin düşüşüne dayanır. İslam’ın ilk yayılış günlerinden bu düşüşe kadar Müslüman topraklarda bilfiil İslami yasalar egemendi. Daha da önemlisi İslam tarihi boyunca halifenin varlığı büyük bir dini ve manevi dayanaktı. Bu dayanak, Müslümanlara huzur veriyor ve ayrıca hatırlatıyordu ki,

(34)

13 İslami ilke, ölçü ve yasalar onların tüm yaşam boyutlarını ilgilendirmektedir (Camii, 1985:281).

1924 yılında hilafetin kaldırılması, Müslüman düşünür ve âlimlerden bir kısmını, Raşid Rıza’nın ifade ve görüşüyle, “Bu zamanda İslami güçlerin, güçlerinin yettiği derecede” hilafeti diriltme çabasına itti (Camii, 1985:283).

Birçok âlim ve mezhebi aydına göre İslami hükümet, İslam hilafeti ve onun devamından başka bir şey değildi (Camii, 1985:284). Hilafetin düşüşüne kadar bu düşünce pek anlaşılmadı. Önceki halife ve sultanlar, her ne kadar fasık ve zalim olsalar da halk arasında yaygın olan dine karşı tavır almamışlardı. Hatta birçok durumda onların menfaati, dini yaymalarını gerektiriyordu. Bu nedenle o dönemler her şey dinle ve dini mirasla uyum içerisindeydi.

Fakat bu durum modern tarihte büsbütün değişmişti. Bilimsel, düşünsel ve sınaî değişimler, kapalı mezhebi toplumun açılımı, geri kalmışlık, yabancıların topyekûn hegemonyası, iktidar sahiplerinin ve nüfuzlu kimselerin genelinin sömürgecilere doğrudan ya da dolaylı olarak bağımlılıkları yeni koşullar oluşturdu. Din, topyekûn baskı ve saldırıya maruz kaldı. Sorun sadece İslam toplumunun İslamiyetinin en son sosyal, siyasal ve askeri abidesi olan Osmanlı hilafetinin düşmesi değildi. Bundan daha da önemlisi durumlar temelden değişmiş olup, doğal olarak Müslümanlar, olayların oyunuyla her şeylerinin alındığını hissediyorlardı (Camii, 1985:284).

1.1.4.2.İslami Hükümet talebi

Böyle koşullarda gözler yeni bir kavrama çevrilmişti: İslami Hükümet kavramı. Elbette bu kavram yeni değildi. Fakat hâlihazır çağdaki şekliyle belirginleşmesi ve dini-siyasi bir ülkü olarak yansıması yeni bir meseleydi (Camii, 1985:285). İslami hükümet, İslami yasaların yürürlükte olduğu hükümet demektir. Buna göre İslamileştirmek demek, İslami yasaların bütün bireysel ve sosyal işlere yaymak ve egemen kılmak demekti (Camii, 1985:289).

(35)

14 İslamcılığın bu aşaması geçen on yıllarda ortaya çıkmıştır ve iki önemli özelliğe sahiptir:

1- İslam’ın aşırı derecede siyasileşmesi

2- Bu aşırı siyasileşmenin yardımıyla İslam’ın sırf savaş ideolojisinden çıkarak güce ulaşma ideolojisine dönüşmesi. Bu düşüncenin de son durağı İslami hükümetin kurulması olacaktır.

Bu konu, ivedilikle çeşitli sınıflardan birçok taraftar kazandı ve kabul edilebilir, köklü ve ittifak edilen siyasal bir ülkünün yokluğunda İslami toplumların en önemli siyasal ülküsü haline geldi. Bu arada bu olayın benimsenmesine ve genelleşmesine yardım eden pek çok başka bir takım değişim ve olaylar da meydana geldi (Camii, 1985:285).

Bu dönemden sonra bir çok İslam ülkelerinde İslamcı Partiler kurularak halkın oylarını almak için özel ekonomik ve toplumsal programlar sunmaktaydılar. Geleneksel İslam’ın Siyasi İslam’a dönüşmesinin en önemli sebebi ve noktası 1924 yılında Türkiye’de Hilafetin bitmesi ve yeni Batıcı, modern ve laik bir hükümetin kuruluşu idi. Atatürk taraftarları Hilafeti kaldırmakla İslam’ın ve devlet iktidarının bin yıldan fazla tarihe sahip ilişkisi son buldu. Hilafetin lağvı İslam’ın politik aktivleşmesine sebep oldu (Sait, 2000:74). Artık bundan sonra İslami hareketler, hükümet ve gücü hedefleyerek İslami değerlere hizmet vermek için tek yolu Müslüman topraklarında İslami hükümetlerin kurulmasında görüyorlardı. Böylelikle, İslami hükümet ve şeriat uygulaması İslamcıların ilkin hedeflerine çevrildi. İran İslam Cumhuriyeti, Humeyni liderliğiyle Orta Doğuda Şii Siyasi İslam’ı kurmaya başladı. Humeyni”nin Şii Siyasi İslami düşüncesinin temelleri bunlardır:

1- Dinin boyutlarının yaygın olması 2- Din ve siyasetin ayrı olmaması

3- Batı sömürgeciliği ile yaranan yeni İslami devletler Müslümanların geri kalma sebebi olması

(36)

15 Siyasi İslam din ve siyasetin ayrı olmamasından kastettiği İslam’ın kendisinin siyaset ve devletçiliğe göre yaygın teorilere sahip olmasıdır. Özellikle, Vahiy’e dayandığı için başka insan aklına dayanan siyasi teorilerden daha üstündür. Siyasi İslam modern toplum oluşturmasına çalışarak hem de Batı medeniyetinin pozitif yönlerini alarak onun olumsuz yönlerinden uzak durmaya çalışıyor (Huseynizadeh, 2007:18). İslamcılar Müslümanları siyasi gericiliklerini batı sömürgesinden kaynaklanmasını düşünerek İslam ümmetinin hassas konularına dokunarak Müslümanların geri kalma sebeplerini açıklamaya çalışıyorlar (Reva, 2000:23). Modern İran’da Siyasi İslam’la gücün ilişkisini tanımlama konusunda yeni kavramlar ortaya çıktı. Örneğin, liberalizmle İslam Karışımı, Sosyalizmle İslam karışımı ve Şii fıkıh.

1.2.Devrimden önce İran’da öne çıkan düşünürler ve örgütlenmeler

İran’da gerçekleşen devrime toplumsal bir hareketin topyekûn başarısı gözüyle bakılmalı ve bu şekilde değerlendirilmelidir. Çünkü devrimin gerçekleşmesinde her bir grup, birey ya da örgütlenmenin, mevcut rejim karşısında duruşu önemli olmuştur. Devrimin yaşandığı tarihe kadar farklı ideolojiler etrafında bir araya gelen gruplar, devrimin başarıya ulaşmasına katkı sunmuştur. Ancak başarının elde edilmesinde özel olarak iki ismin, Ali Şeriati’nin ve bundan sonraki cümlelerin merkezinde yer alacak olan Ayetullah Humeyni’nin kuşkusuz yeri farklıdır.

Devrime başta Humeyni olmak üzere, bir geleneği olan ulema önderlik etmişse de, İran’da genç aydın kesimden pek çok kimseyi Ayetullah Humeyni’nin liderliğini cesaretle takip ve kabul edişe hazırlayan Şeriati devrime büyük katkı sağlamıştır. Şeriati sosyoloji, tarih ve dinler üzerinde yetkin çalışmalarda bulunmuş düşünce metoduyla da geniş bir gençlik kitlesini İslam’a çekebilmiştir. Eserlerinin hemen hemen tamamında direkt olarak çağdaş İran’ın, siyasal, sosyal ve ekonomik problemlerine atıfta bulunan Ali Şeriati, devrim için Humeyni’den sonra gelen en önemli şahsiyet olarak kabul edilmiştir.

(37)

16 Humeyni ve Şeriati’nin İslamiyet’le ilgili anlayışlarının birbirini tamamladığı düşünülmektedir. Humeyni’nin halk üzerinde, Şeriati’nin ise daha çok aydın kesim üzerinde etkili olduğu yaygın bir ifadedir. Humeyni’ye halkın adamı, ömrünü halkın dertlerine çare arayarak geçiren lider olarak bakılırken, kullandığı dildeki sadelik yoluyla halka bütünleşmiştir. Diğer taraftan, Şeriati bir akademisyendi ve entelektüellerin anlayabileceği İslami sembolizm yolunu seçmişti. Bu nedenle bu iki liderin ideolojileri, toplumun farklı kesimlerini etkilemişti (Kaya, 2013:306-313).

1.2.1.Mutahhari

Mutahharinin felsefi, toplumdal ve siyasi düşüncesinin ana temelini onun dört büyük siyasi ve felsefi okullara olan eleştirilerinden anlamak mümkündür. Marksism, Nasyonalism, Fanatizm ve iltikat (Mutahhari, 14-17: 2014).

Mutahhari, Humeyniye yazdığı bir mektubunda Şeriati ve Halkın Mucahitlerinin düşüncelerinin nüfuzunun uyarısında bulunarak onlardan uzak durulmanın gerektiğini vurguladı. Mutahhari, Ocak 1980’de Humeyni tarafından beş kişilik “Devrim Konseyi” üyeliğine seçildi. Rafsancaninin “Hatıralarım” kitabında yazdığına gore Mutahharı bu konseyi vasıtasiyla inkilabı sapmış akımlar ve devrim ideolojileri doğrultusunda olmayan cereyanlardan arındırmaktı. Mutahharinin görüşlerine dikkat etiğimizde bu sapmış akımlar, Sol, Mucahitler ve Şeriati olduğunu anlamak çok kolaydır

(http://www.bbc.com/persian/lg/iran/2009/02/090210_ir_motahari.shtml(10.07.2019). Murtaza Mutahhari Velayet-i Fakih'i şöyle anlatıyor: "Velayet-i fakih konusu, hukukun kendisinin devletin başında olması değil, kendisi pratik olarak yönetilmekte ve yönetilmek istemektedir. Fakihin rolü islam ülkelerinde, İslam'a ve taahhütlü olarak, onu bir ideoloji gibi kabul etmek ve bir ideolog olmaktır, eğer halk bir ideoloiye inanırsa ister istemez o ideolojiinin ideologlarına önemli yer verecek ve aslında, ideoloji ideolog olan şahısların gözetimi altında olacak. Seçilen veya iktidarda olan kişi de hakim olan ideolojiden saptığı zaman idolog tarafından veya taraflarından uyarılacaktır (Mutahhari, 1980: 256-257).

(38)

17 1.2.2.Ali Şeriati

Humeyni’nin İran devrimindeki ağırlıklı konumuna rağmen, 1979’daki İran Devrimi’nin gerçekleşmesiyle sonuçlanan zeminin hazırlanmasını sağlayan düşünürün Ali Şeriati (1933-1977) olduğu kabul edilir (Watt, 1997:192).

Ali Şeriati, 1933 yılında İran’ın doğu bölgesinde yerleşen Mezinan köyünde bir din adamının ailesinde doğmuştu. Onun çocukluk döneminde artık Batılı değerler İran toplumuna etkisini göstermekteydi ve gençler de bu değerlerle yetişiyordu. Bu durum ulema ile İran gençlerinin arasına mesafe koyuyordu ve ulema gençliğe uzak konumdaydı, yani onlarla iletişim, onlara ulaşmak konusunda beceriksizlik örneği teşkil etmekteydi. Gençlerden ziyade, ulema İran aydınlarından da kopuk bir vaziyet içerisindeydi.

Böyle bir durumda, Şeriati’nin İslam Devrimine en önemli ve yadırganamaz etkisi, aydın değerlerini İslami düşünceyle uygun hale getirmek yoluyla laik eğitim görmüş gençlerin İslami düşünceyle tanışmasına ve onlarda bu bilincin şekillenmesine muvaffak olmasındadır. O, Batı’da eğitim görmüş bir aydın olarak, toplumun genç kısmıyla iletişim kurabilmekte başarılı olmuş ve onları Humeyni’nin dinsel-siyasal önderliğini kabule hazır hale getirmiştir. Diğer bir deyişle, ulema ile İran gençliği arasında bir köprü rolünü oynamıştır (Başer, 1999:328).

Şeriati’ye göre, İran’da mevcut sosyal ve politik hastalıkların temelinde Batı taklitçiliği yatmaktaydı. Dini inanca yeni bir yorum kazandırmak suretiyle, Batı’dan gelen kültür emperyalizmi ile ülkeye hâkim olan diktatörlüğe karşı çıkabilecek bir güç yaratılmalıydı. Daha, önemlisi geniş halk kitleleri asırlardır süregelen pasifist dini anlayışın yarattığı uyuşukluktan kurtarılmalıydı. Şeriati’ye göre her zaman, her toplumda idare eden ve baskı yapan ile idare edilen ve ezilenler vardı. Buna bir son vermek amacıyla insanların maddi çıkara dayanan yaşam biçimini terk etmeleri ve sınıfsız bir toplum için mücadele vermeleri gerekmekteydi. Ona göre, böyle bir mücadele imana ve güçlü bir ideolojiye dayanmalıydı ve İslamiyet bu ihtiyacı

(39)

18 karşılamaktaydı. Marksizm’den etkilenen Şeriati’nin yorumuna göre, İslamiyet toplumun sınıflara ayrılmasını değil, sınıfsız bir toplum kurulmasını emreder (Tülemen, 1998:99).

Şeriati’nin etkisiyle kurulan örgütler, İran İslam Devrimi’ne fiilen katıldıkları gibi, eşgüdüm ve iletişim bakımından da etkin roller üstlenmişlerdi. Bu itibarla, kısaca da olsa, bunlara değinelim:

1- Hareket Örgütü: 1978 yılında gazeteciler tarafından örgütlenmiş ve halkı seferber etme görevini üstlenmiştir.

2- İran Halkının İslami Hareketi: Profesyonel orta sınıfa mensup kimseler tarafından yönetilen bu hareketin bazı üyeleri daha sonra Bazargan hükümetinde görev yapmışlardır.

3- Militan Müslümanlar Hareketi: 1978 yılında kurulan bu hareket de Devrim’de etkin roller üstlenmiştir.

4- İslami Organizasyon Şurası: Adı geçen bu hareketin etkinlikleri hakkında fazla bir bilgi bulunmamaktadır.

5- Liberal İslami Parti: 1978’de kurulmuştur. Daha çok İran içindeki ve dışındaki profesyonellerin oluşturduğu bir parti olup, amacı, İran’da İslam’ın hayata geçirilmesini sağlamaktı.

6- Emel grubu: 1970’li yıllarda İmam Musa Sadr tarafından kuruldu. Emel grubu ile bundan sonra zikredilecek olan hareketler ulemadan da destek görmüşlerdir.

7- İran Halk Cumhuriyetinin Devrimci Organizasyonu: Bu organizasyonun üyeleri, Şah’ın devrilmesinden sonra kurulan çok sayıda komite ve mahkemede görev yapmışlardır.

8- Kurtuluş hareketi: Bazargan yönetimindeki bu gruba ilk hükümeti kurma görevi verilmiştir.

Bunlar yanında, Ebu-Zer Grubu, Gerçek Şiiler Grubu, Allah-u Ekber Grubu, el-Fecr Grubu, Ve’l-Asr grubu gibi küçük grupları da zikretmek gerekir (Hüseyin 1988: 181-183).

Referanslar

Benzer Belgeler

Özellikleri: Hakkâri yöresi yün iplikle örülen iş eldivenleri tek parmaklı veya üç parmaklı olmalarıyla dikkat çeker.Bu tür eldivenlerin örgüsünde iki tarafı sivri

Propriyanın diğer kısımlarında yaygın mo- nonükleer hücre infiltrasyonları, nötrofil lökositler ve değişen derecelerde bağ doku artışı, bazı olgularda

Dönem Ortak Ticaret Komitesi Mutabakat Zaptı 27.04.2009 Türkiye-İran Sınır Ticareti Ortak Komitesi 6.. Dönem KEK Toplantısı Mutabakat Zaptı

Fars ostanı tarım bakımından zengin bölgelerden biridir ve buğday, yem mısırı, domates, karpuz, arpa, elma, üzüm, tatlı ve ekşi limon, portakal, hurma, nar, mandalina

Üçüncü bölümde; Soğuk Savaş dönemi İran dış politikasını, bu dönemde yaşanan İran ve bölge ülkeleri için önemli bir kırılma noktasını oluşturan İran İslam

Kazakistan’ın üye olduğu diğer bir bölgesel oluşum olan Orta Asya İşbirliği Teşkilatı (CACO) ise üye ülkeler arasında bazı konularda görüş birliğine varılamaması ve

Uluslararası ilişkilerde temel aktörlerin davranışlarını açıklamak için birçok teori geliştirilmiştir. Özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde bu aktörlerin

P(x)=x 3 +ax 2 +bx+c çok terimlisinin (x+1) 2 ile bölünebilmesi için gerek ve yeter şart f(a,c)=0 fonksiyonu ile verildiğine göre, bu fonksiyonun aoc dik koordinat