• Sonuç bulunamadı

2.5. Bölge Ülkeleri ile İlişkiler

2.5.4. İran-Irak Savaşı

Irak, Şubat 1979'da İran devriminden sonra ortaya çıkan kargaşa ortamından yararlanarak 18 Eylül 1980'de Cezayir anlaşmasını tanımadığını açıklamıştır. Bu açıklama ile sekiz yıl sürecek İran- Irak Savaşı başlamıştır. Ancak, savaşın çıkmasının görünürdeki nedenlerinden çok, asıl nedenleri şunlardır (Erkmen, 2000:201-202):

- İran Devriminin Irak'taki rejimin istikrarını tehdit etmesi,

- İran'ın, muhalif Şii Iraklılara ve Kürt ayrılıkçılarına destek vermesi –

Irak'ın, İran ile arasındaki sorunları bir anlaşmayla çözüme ulaşabileceğini düşünmemesi; Saddam Hüseyin'in 1975 Cezayir anlaşmasını kendisi için bir

57 başarısızlık olarak görmesi, mecburiyetten imzalaması ve koşullarından memnun olmaması

- Irak'ın, İran'ın devrim sırasında ordusunun zayıfladığını ve özellikle komuta kademesindeki subayların birçoğunun bir şekilde bertaraf edildiğini ve SSCB'nin kendisine sattığı ileri teknoloji ürünü silahların İran'da bulunmaması nedeniyle kesin ve çabuk bir zafer kazanabileceğini düşünmesi

- Saddam'ın, İran'ın 1980'de Irak yönetiminin düşürülmesi için çağrı yapması nedeniyle İran tarafından Cezayir anlaşmasının ihlal edilmiş olduğunu değerlendirmesi

- Irak'ın, Arap Dünyası'nda Mısır'ın Camp David anlaşmasını imzalamasıyla boşalan liderliği doldurmak istemesi ve bunun için ani bir zafere ihtiyaç duyması (Asl, 2009:107-108).

Tam bu ortamda, Irak-İran savaşı, bir sınır paylaşım sorunu biçiminde patlak vermiştir. Irak-İran kara sınırı ve Şattü’l Arap nehri sınır anlaşmazlığı, Osmanlı devleti zamanında başlamış ve 400 yıldan fazla bir sürede devam etmiştir. 1913 tarihli Osmanlı devleti ve İran’da hakim olan Türk kaçar hanedanı arasındaki İstanbul protokolü, nehir ve kara sınırını düzenlemiş, ancak Lozan Antlaşması ile Türkiye Irak’tan çekilince nehir İran-Irak sınırı haline gelmiştir. Irak, önceleri tek başına denetim altında tuttuğu bu suyolunu, İran’ın Kürt hareketinden desteğini çekmesi karşılığında 1975’te bu ülkeyle paylaşmak zorunda kalmış, ancak Bağdat yönetimi bu düzenlemeyi hiçbir zaman kabul etmemiştir.

Irak ile İran arasında Şii-Sünni anlaşmazlığı, Şattü’l Arap sınır sorunu ve rejim farklılığına dayanan ayrılıklara ek olarak Kürt sorunu ve Huzistan Arapları sorunu da bulunmaktaydı. İran Kürtlerinin bağımsızlık hareketlerine karşı çıkılması ile İranlı Kürtler Irak sınırında kendilerine yerleşim olanağı bulmuşlardı. Irak yönetimi ise, İran Kürtleri ile Irak Kürtleri arasındaki bağın kesilmesi yolunda bir politika uygulamış ve 1979’da İran’daki bazı Kürt köylerini bombalamıştır. Benzer

58 biçimde İran’daki Huzistan Arapları da, 1925den sonra İşgal olduklarını düşünerek, Humeyni rejimi sonrasında bağımsızlık istemişler, buna karşı çıkan İran yönetimi ile Huzistan Arapları arasındaki çatışmalarda (Şattü’l Arap’a yakın bölgede) Irak, ayrılıkçılara önemli yardımlarda bulunmuştur. Bu dönemde Irak’ta 1979 yılında iktidara gelen Saddam Hüseyin’e yönelik iç muhalefetin (Dava Partisi) arttığı ve yönetim karşıtı faaliyetlerin Saddam tarafından sertlikle bertaraf edilmesine gidildiği de hatırlanmalıdır. Söz konusu gerilim konuları nedeniyle 1979’da sınırda başlayan çatışmalar, 22 Eylül 1980’de şiddetlenmiş ve Saddam Hüseyin Şattü’l Arap nehrinin her iki yakasının da Irak’a ait olduğunu ileri sürerek İran’a savaş açmıştır. Irak’ın saldırılarını Huzistan üzerinde yoğunlaştırmasının nedenleri bu bölge nüfusunun çoğunluğunun Arap olması, Şattü’l Arap suyolunun her iki yakasına da egemen olma isteği ve bölgede zengin petrol yataklarının bulunması olarak sıralanabilmektedir ((Dedeoğlu, 2002:77-78). Şatt-ül Arap suyolunun paylaşılması ve denetimi iki ülke arasında tarihsel bir sorun olarak kökeni Osmanlı dönemine kadar dayanmaktadır. Dicle ve Fırat nehirlerinin Basra’nın kuzeyinde birleşmesiyle meydana gelen ve Körfez’e kadar 185 km uzunluğunda bir suyolu oluşturan bu nehre Araplar Şatt-ül Arap adını verirken, İranlılar Arvand nehri ismini kullanmaktadır. Körfeze dökülürken yaklaşık 2 km’lik bir genişliğe sahip bulunan bu suyolu üzerindeki, Irak’a ait Basra ve İran’a ait Hürremşehr(eski Arapça adıyla al-Muḥammarah), Abadan(eski Arapça adıyla Abbadan) liman kentleri savaştan önce olduğu gibi savaştan sonra da ekonomik ve stratejik değere sahip yerleşim merkezleridir. Şatt-ül Arap suyolunun kontrolü, Osmanlı İmparatorluğu ile İran Şahlığı arasında da uyuşmazlık konusu olmuş, bu doğrultuda 1823 ve 1837 Erzurum antlaşmaları yapılmış ise de sorun yine de tam olarak çözülememiş ve Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünden sonra İngiltere’nin desteğiyle kurulan Irak krallığı ile İran Şahlığı arasında sürtüşme devam etmişti. 1937 yılında ilgili tarafların katılımıyla gerçekleştirilen antlaşma ile Şatt-ül Arap’ın denetimi önemli ölçüde Irak’ın eline geçmiş, ne varki İran, bu antlaşmayı bir türlü kabul edememiş ve sürekli olarak denetimin kendinde olmasını savunmuştur. İran, Irak’ta 1958 ve 1968 darbeleriyle yönetimi tamamen ele geçiren Baas’ın Körfez devletleri üzerindeki olumsuz etkisinden ve darbeler dolayısıyla zayıf durumundan yararlanarak 1969’da 1937 antlaşmasını tek taraflı olarak feshetmiş ve Şatt-ül Arap’ın denetiminin kendisine ait

59 olduğunu açıklamıştır. Diğer taraftan İran, bunu Irak’a kabul ettirebilmek için ABD’den aldığı silahlarla askeri kapasitesini geliştirirken bir taraftan da bu ülkenin kuzeyinde yaşayan Kürtlere silah ve cephane yardımı yaparak Irak’a karşı ayaklanmalarını desteklemeye başlamıştır. İki ülke arasında 1975 Martında imzalanan Cezayir Antlaşması ile başta Kürt sorunu ve suyolunun denetimi sorunu olmak üzere pek çok sorun çözüme kavuşturulmuştu. Ancak Saddam zorunlu şartlar altında imzaladığını iddia ettiği bu antlaşmadan hoşnut değildi. Dolayısıyla, Irak 1979 Şubatında gerçekleşen devrimden sonra ortaya çıkan kargaşa ortamından yararlanarak 18 Eylül 1980’de Cezayir Antlaşmasını tanımadığını açıkladı. Irak’ın İran’la ilişkilerinin gerginleşmesine neden olan olaylar zincirinden en önemlisi, 1980 Şubatında devrimin yıldönümü dolayısıyla Tarık Aziz’e suikast ve Müstansiriyah Üniversitesine saldırı olaylarıydı. Irak Dışişleri Bakanı, bu olayların Dava’nın Kum’da bulunan liderleri tarafından ve Irak hükümetini yıkmak amacıyla planlandığını, bunun da İmam Humeyni’nin emriyle gerçekleştiğini ileri sürdü. Saddam ve Baas’ın ileri gelenleri Dava’nın Irak’taki eylemlerinin Humeyni ile doğrudan bağlantılı olduğu üzerinde duruyorlardı. 1980 Nisanına gelindiğinde, Bağdat ile Tahran arasındaki ideolojik ve psikolojik savaş tamamen kızışmıştı. Bu olayların etkisiyle Iraklı Şiilerin lideri Bekir el-Sadr ve kız kardeşinin idam edilmesi üzerine iki ülke arasındaki ilişkiler daha da gerginleşti (Arı, 1998:179-182)

Benzer Belgeler