• Sonuç bulunamadı

3.3. SSCB’nin Dağılmasından Sonra Orta Asya ve Kafkasya’da Yeni Kurulan

3.3.2. İran’ın Orta Asya ve Kafkasya ülkeleri ile ilişkileri

3.3.2.1. İran Azerbaycan İlişkileri

İran ile Azerbaycan arasında gelişen ilişkiler ise sürekli sıkıntılı bir düzlemde ilerlemiştir. İran, SSCB’nin dağılmasının ardından Azerbaycan’ın bağımsızlığını tanıyan devletlerden olmuştur. Fakat devlet düzeyinde Azerbaycan bağımsızlığının İran içindeki yansımalarından rahatsızlık duyulmuştur (Sarıkaya, 2012: 18). Bunun en büyük nedeni Azerbaycan devletinin nüfusu 8 milyon civarında iken İran'daki Azerbaycan Türklerinin sayısının 25-30 milyon civarında olmasıdır. Nitekim İran yeni bağımsızlığını kazanan bu ülkeye karşı hep şüpheyle yaklaşmış, iki ülke arasında bir türlü güven tesis edilememiştir. Öyle ki İran, yaşanan Azerbaycan- Ermenistan çatışmasında Ermenistan tarafını tutmuştur (Yurdakurban, 2007: 33).

1992 senesinde ise Azerbaycan ve Ermenistan arasında yaşanan Dağlık Karabağ meselesinde İran’ın arabuluculuk girişimleri taraflarca memnuniyetle karşılanmış, fakat İran’ın Karabağ’ın görüşmelere taraf olarak katılması şartını Azerbaycan’a kabul ettirmeye çalışması Azerbaycan tarafında tepkiye yol açmış, bu meseleye İran’ın müdahil olması artık Azerbaycan’da istenmezken, Ermenistan’da pozitif karşılanmıştır (Cabbarlı, t.y.: 149). Buradan hareketle İran için arabuluculuk adı altında yanlı davranış sergilediği söylenebilir. İran bu tutumu ile aşağıda sıralanan amaçları gerçekleştirmek istemiştir (Veliyev, 2007: 54):

 Bağımsız ve demokratik Azerbaycan Cumhuriyeti’nin oluşumunu her ne yolla olursa olsun engellemek, onun Güney Azerbaycan’a etkisini önlemekle İran’ın toprak bütünlüğünü ve iç istikrarını korumak,

78  Kafkasya’da ve Orta Asya’da ABD ve Türkiye’nin etkisinin artmasını önlemek,

 Türk dünyasında işbirliği ve kaynaşmayı önlemek,

 Resmi ‘İran İslam devrimi ihracı’ doktrinine uygun olarak Kuzey Azerbaycan’da İran tipli İslamcı rejim oluşturmak.

3.4. AB ile İlişkiler

Rafsancani döneminde AB-İran ilişkilerinde, Rusya ile olduğu gibi bir ilerleme kaydedilememiştir. Bunda İran’ın karar alma mekanizmasında etkili olan radikal kanatın Avrupa ile diyaloğa sıcak bakmamasının etkisi büyüktür. Fakat İran’ın Kuveyt Krizi ve ardından çıkan savaş esnasında takındığı yapıcı tavır, Avrupa tarafından oldukça olumlu karşılanmış ve Avrupa’nın gözündeki İran imajında pozitif ivme kaydedilmiştir. Zaten Avrupa Birliği ülkeleri bu dönemde ABD’nin aksine İran’ın dünya kamuoyundan tecridi yerine bütünleşmesinden yana bir tutum içerisinde olmuşlardır (Yurdakurban, 2007: 37).

Avrupa Birliği Devletleri İran'ın nüfus çokluğunu ve bu nüfusun çoğunluğunun gençlerin oluşturmasını yararlanılabilecek potansiyel bir işgücü olarak görmüşlerdir. Ayrıca İran’ın Kazakistan, Türkmenistan ve Azerbaycan’la komşu olması ve bu ülkelerdeki enerji kaynaklarının Rusya’nın saf dışı bırakılarak AB ülkelerine taşınabilmesi ihtimali İran’ı cazip hale getirmiştir (Atasoy, 2008: 126).

Öte yandan 2001 yılına kadar İran ile AB arasında kayda değer bir mali işbirliği gerçekleştirilmemiştir. Şah döneminde AB ile bir anlaşma yapılmıştı ancak 1977 senesinde İslam Devrimi öncesi hükümsüz hale gelmiştir. Maastricht Antlaşması’nın 1993’te yürürlüğe girmesiyle birlikte, AB Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (ODGP) çerçevesinde 1995 yılında AB-İran diyaloğu başlatılmıştır. 1998’de ise ilişkiler, yılda iki kez toplanılmasını öngören “Yoğunlaştırılmış Diyalog” şeklini almıştır (Dağcı, 2007: 128).

79 3.5. Bölge Ülkeleri ile İlişkiler

İran'ın bölge devletleri ile ilişkileri bu dönemde bölge devletlerine eşit uzaklıkta yaklaşmaya dayanmaktadır. Bu dönemde genellikle bölge ülkeleri arasında yaşanan sorunlarda arabuluculuk rolü üstlenerek bölge coğrafyasındayapıcı ve aktif bir tutum izlemiştir. Nitekim iki komşu ülke olan Azerbaycan ile Ermenistan arasında 1993-1994 yılları arasında yaşanan Dağlık Karabağ sorununda her iki ülkeye eşit mesafede yaklaşarak yaşanan bu soruna arabuluculuk ederek çözümle sonuçlanması için çalışmıştır (Sandıklı ve Emeklier, t.y.: 429).

İran’ın Irak ile ilişkileri ise Irak’ın Kuveyt’e saldırması ile birlikte gelişim göstermiştir. Irak’ın Kuveyt’e saldırması İran-Irak ilişkileri açısından olumlu bir etkiye sebep olurken, ABD’nin bölgeye yerleşmesi gibi olumsuz bir etkiyi de doğurmuştur. Nitekim Saddam Hüseyin Körfez Savaşı sırasında İran sınırını güvence altına almak adına İran’a barış teklifinde bulunmuştur. Bu kapsamda Irak yönetimi 1975 Cezayir Antlaşması ile belirlenen sınırlara geri çekileceğini belirterek 15 Ağustos 1990 tarihinde esirlerin iadesini kabul ettiğini açıklamıştır. Buna karşılık İran, Irak’ın bu teklifi kabul ettiğini fakat Kuveyt’i işgalini tasvip etmediğini belirtmiştir(Yurdakurban, 2007: 32). Diğer taraftan iki ülke arasındaki etnik ve mezhep kaynaklı sorunlar, sınır anlaşmazlıkları ve yönetim biçimleriyle ilgili anlaşmazlıklar İran-Irak ilişkilerinin normal bir seyirde gelişmesini engellemiştir ve bugün de engellemektedir. Her iki ülke arasında kültürel yakınlık olmasına rağmen, birbirlerinden gelebilecek herhangi bir harekete karşın iki ülke de oldukça duyarlıdır. Bu durum ikili ilişkileri kırılgan, yanlış anlaşılmaya elverişli, tepkiye açık ve gerginliğe müsait bir mecraya sürüklemiştir (KashefAsl, 2009: 133).

Bu dönemde İran’ın Suudi Arabistan ve Kuveyt’le ilişkileri ise birbiri ardına patlak veren krizlerle gerilirken, ilişkilerin normalleştirilmesine katkı sağlayacak gelişmeler de olmuştur. Bu gelişmelerin en önemlisi İran’da Körfez Ülkeleri ile ilişkileri normalleştirmek isteyen pragmatistlerin devrimi ihraç etmek isteyen idealistleri saf dışı bırakması olmuştur. Körfez ülkelerinde Şiilerin giriştikleri rejim karşıtı faaliyetleri pragmatistler sahiplenmeyerek, İran’ın resmi politikasıyla herhangi bir ilgisinin olmadığını belirtmişlerdir. Pragmatistlerin bu tavrı Körfez

80 ülkelerince olumlu karşılanmıştır (Başkan, 2013: 52-53). Öte yandan 1987 senesinde hac esnasında İranlı hacılarla Suudi Arabistan polisi arasında yaşanan çatışma sonucu 400 İranlının Suudiler tarafından öldürülmesi iki ülke ilişkilerini olumsuz olarak etkilemiştir. Bu olayın ardından, büyük çoğunluğunu üniversiteli öğrencilerin oluşturduğu bir grup Tahran’daki Suudi Arabistan ve Kuveyt Büyükelçiliklerine saldırmış ve bir Kuveyt diplomatı öldürülmüştür. Olayların bu şekilde cereyan etmesi iki ülke arasındaki ilişkilerin kesilme noktasına gelmesine neden olmuştur (KashefAsl, 2009: 82). İran ile Irak arasındaki savaşın 1988 senesinde sona ermesiyle birlikte Suudi Arabistan da İran ile ilişkilerini düzeltmeye çalışmış ve dış politikasında denge politikası uygulamıştır. Suudi Arabistan, İran ile ilişkileri düzeltme yönünde bir adım atmış ve İran’a karşı yaptığı propagandaya son vereceğini ve İranlıların da diğer Müslümanlar gibi hac vazifesini yerine getirebileceğini bildirmiştir. Arabistan ayrıca, OPEC oturumunda üye ülkelerin petrol üretimi ve ihracı payının saptanması ve petrol fiyatlarının istikrara kavuşturulmasında önayak olmuştur. Suudi Arabistan’ın bu girişimleri savaş yaralarını sarmaya çalışan İran tarafından olumlu karşılanmıştır ( Asl, 2009: 84).

İran Afganistan konusunda ise dış politikada dini çıkarlarından önce milli çıkarlarına öncelik vermiştir. Dil, din ve kültürel anlamda iki devletin benzerlik göstermesi bakımından İran’ın bu dönemdeki tutumu düşündürücü olmakla birlikte Afganistan’daki iç karışıklıklarla ilişkilendirilmektedir. Diğer taraftan Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali sırasında İran Afganlara destek vermiş, fakat işgalin bitiminin ardından mezhepsel ve etnik sorunları gündemde tutarak Şiilerin remi kurumlarda en az % 20 oranında temsil edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. İran’ın topraklarındaki Sünnilere böyle bir ayrıcalık tanımazken Şiiler için böyle bir istekte bulunması çelişkili bir durumdur (Uygur, 2004). Afganistan ile uzun bir kara sınırına sahip olan İran, Orta Asya'da istikrarın korunmasına öncelik vermiştir. Afganistan’da yaşanan çatışmaların Orta Asya’ya da sıçramaması için ve bölgede bir otorite boşluğu oluşmaması adına Afganistan’daki mevcut hükümetlere destek olmuştur. Her iki işgalin ardından da, Afganistan'da ortaya çıkan kaosun Orta Asya'ya yayılması ve ideolojik olarak da İran'a karşı olan aşırı grupların bu ülkelerde güç

81 kazanma ihtimali İran için halen bir endişe kaynağıdır (www.tasam.org/tr) 06.07.2018).

İran ile Suriye arasında ise savaş sonrasında izlenilen politikalar sorun teşkil etmekteydi. Bunun sebebi İran'ın dış politikada izlediği liberal eğilim doğrultusunda diğer Arap ülkeleri ile yakın ilişkiler kurmaya çabalamasıydı. Bu durum Suriye’yi kaygılandırıyordu. Ayrıca İran’ın Irak konusundaki tutumundaki belirsizlik de Suriye’yi Mısır ile yakın ilişkiler kurmaya itmişti. Irak’ın İran ile ilişkilerini normalleştirme gayretini Suriye bir taktik olarak görüyordu. Bu nedenle bu dönem İran-Suriye ilişkilerinde bir gelişme ya da olumlu bir ivme yaşanmamıştır (Asl, 2009: 242).

3.6. Türkiye ile İlişkiler

Rafsancani dönemi Türkiye-İran ilişkilerinin seyrini belirleyen konu Sovyetler Birliğinin dağılmasının ardından bağımsızlığını kazanan yeni devletler üzerindeki çıkar çatışması olmuştur. İran bölgede rejim ihracı için çabalarken Türkiye ortak tarih, dil ve kültür birliğinden hareketle bölgede etkin olmaya çalışmıştır. Fakat hem Türkiye’nin hem de İran’ın bölgeye hakim olabilecek güçte ve ekonomik seviyede olmamaları iki ülkeyi tahminlerin aksine büyük bir politik çatışmanın eşiğine getirmemiştir. Ayrıca Rusya’nın bölge ülkeleri üzerinde yeniden etkili olması da iki ülkenin bölge üzerindeki politik etkilerini zayıflatmıştır (Yurdakurban, 2007: 33).

Diğer taraftan İran için Türkiye Batıya açılan kapı konumundadır. Rafsancani döneminde Batı ile ilişkilerde ılımlı bir politika izlediğinde dolayı Türkiye ile ilişkilerde de sert söylemlerden kaçınılmıştır. Bu sayede İran, Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik konumundan faydalanmayı amaçlamıştır (Sandıklı ve Emeklier, t.y.: 428).

İran ve Türkiye ilişkilerini hassaslaştıran konulardan birisi de Türkiye ile Azerbaycan arasındaki yakınlık olmuştur. İran’da etnik bakımdan pek çok Azeri’nin olması ve SSCB’nin dağılmasının ardından Azerbaycan-Türkiye yakınlaşması İran’ı

82 toprak bütünlüğü ve güvenlik endişesiyle tedirgin etmiştir. İran-Türkiyei lişkilerindeki önemli konulardan birisi de doğalgaz ve petrol boru hatları konusu olmuştur. Batıya ulaştırılacak petrol ve doğalgaz hattının nereden geçeceği ve buradan elde edilecek kazanç iki ülke arasında rekabete yol açmıştır (Atasoy, 2008: 131).

1990'lı yılların ilk yarısında ilişkilerde yaşanan sorunlar tabii ki bu sorunlarla sınırlı kalmamıştır. Bu yıllarda Türkiye’nin terör sorunu ile uğraşması ve İran’ın bölücü faaliyetlere destek vermesi iki ülke ilişkilerini kritik bir noktaya taşımıştır. 1996 yılında kurulan Refahyol koalisyonu döneminde ikili ilişkiler kopma noktasına gelmiş, hatta 1997 Şubatın büyükelçilerin geri çekilmesi bile gündeme gelmiştir ( Asl, 2009: 157). Ayrıca, İran’ın rejim ihracı endişesi ve bu amaçla Türkiye’de bölücü İslami terör örgütlerine maddi destek verdiği kuşkusu da ilişkileri gergin bir mecraya taşımıştır. İran da Türkiye’nin ülkesindeki rejim muhaliflerine destek verdiğini iddia etmiştir. Fakat her iki ülkenin devlet adamları ve diplomatları karşılıklı menfaatleri gözeterek zaman zaman çeşitli sebeplerle kopma noktasına gelen ilişkileri onarıcı hamlelerde bulunmuşlar, karşılıklı ziyaretler ve temaslarla ikili ilişkiler rayına oturtulmaya çalışılmıştır (Çetinsaya, www.tarihtarih.com (07.01.2019)).

Öte yandan Türkiye, İran’ın nükleer silah elde etmesi konusuna da karşıdır. Türkiye’nin bu konudaki tavrı İran’ın büyük tehdit oluşturacağından dolayı değil, İran’ın nükleer silaha sahip olmasının bölgede kaos ve istikrarsızlık yaratacağı endişesine dolayıdır. Nitekim direk nükleer silah tehdidi karşısında Türkiye’nin bir NATO üyesi olarak güvence altında olduğu varsayılmaktadır. Zaten istikrarsızlığın kol gezdiği Orta Doğu’da Türkiye, yeni istikrarsızlık kaynakları istememektedir. Bölgede güven ortamını tehdit edici faktörlerin mevcudiyeti Türkiye’nin bölge politikalarını olumsuz yönde etkileyecektir (Çetinsaya ve Köse, 2006: 4).

Özetle Türkiye-İran ilişkilerine etki eden başlıca sorunlar, Türkiye’de terörün tırmanması ve İran’ın rejim ihracı gayesiyle Türkiye’deki terörist grupları desteklediği yönündeki kaygılar ve İran’ın da Türkiye’nin rejim muhaliflerine desteklediğini ileri sürmesi, iki ülkedeki siyasal yapının farklılık arz etmesi,

83 ekonomik ilişkilerin sınır yakınlığın rağmen çok zayıf olması, Türkiye’nin İsrail’le ilişkileri ve dış güçlerin müdahaleleri olarak sıralanabilir ( Asl, 2009: 263).

84 SONUÇ

Safevilerin İran’da hâkimiyeti ele almasıyla Şii mezhebi İran’da resmilik kazandı. Bu dönemden sonra, din adamları İran toplumu ve siyasetinde de önemli bir aktör olmuş ve şahlar birçok konularda onlarla danışmak zorunda kalmıştır. 19. yüzyıldan sonra İran’da Batıyla tanışma sürecine gelinmiş ve Meşrute, demokrasi, özgürlük, bağımsızlık ve parlamento gibi kavramlar ve istekler İran toplumunda duyulmaya ve aydınlar tarafından tartışılmaya başlamıştır. Şii din adamlarının bir kısmı da bu fırsattan faydalanarak şahların gücünü kısıtlamak ve yeni bir sistemin kurulması çabasında olmuşlar. Konuşmaları ve fetvaları ile toplumda sözü geçen bu din adamlarının bazısı siyasete girerek kendilerinin de rol alabileceği bir düzen kurma yoluna gitmişler. 1925 yılında Kaçar hanedanlığının dağılması ve yönetime Pehlevi’lerin gelmesi ile bu din adamlarının gücü devlette azalmış olsa da, halk arasında olan nüfuzları devam etmiş ve yeni fırsatlar bulunca tekrar büyük dindar kesimi ayaklandırarak harekete geçirmişler. Onların çabasının Solcular gibi diğer büyük muhaliflerin gücüyle birleşmesi sonucunda, 1979’da Pehleviler yıkılmış ve İslami Devrim gerçekleşmiştir.

Yukarıda bahsettiğimiz gibi, Safevi Devletinden sonra günden güne İran’da gücü artan Şii din adamları, yüz yıllar boyunca Şeriata dayanan bir siyasi sistem kurmak çabasında olmuş ve 1979 da çeşitli etnikler, milletler ve siyasi grupların desteği ve Humeyni’nin liderliği ile İslami Devrimi gerçekleştirmeyi başarmışlar. İran Devrimi dış politikaya da etkisini güçlü bir şekilde göstermiştir. İran’ın devrimden sonraki idealist politikası 1980 Irak saldırısından sonra daha çoğaldı. Amerika büyükelçiliğindeki rehine olayı, savaşın başlaması ve İslami grupların güçlenmesi İran’ın dışişlerindeki dini söylemleri de güçlendirdi. Bu söylemlere göre, İran, devrimini ihraç etmelidir. Aynı zamanda, ‘‘Ne Batı, Ne Doğu’’ sloganı ve milli güvenlik ve istiklal kavramları İran’ın dış politikada en önemli ilkelerine çevrildi. İslami İran, devletler ve uluslararası örgütlerle değil, milletlerle ilişkisini güçlendirmek peşindeydi. Bu yolda, İran yeni stratejiler uygulayarak, özellikle bölge ülkelerinde İslami ve Şii grupları uyandırmak ve onları kazanarak kendi değerlerini ihraç etmek amacındaydı. Bu durum hem bölge devletler tarafından, hem de Batı

85 tarafından beğenilmedi ve tehdit gibi görünerek İran’ı kontrol etmeye çalıştılar. Aslında Irak’ın İran’a saldırması da bu kontrolü sağlama amacını uyguluyordu. Saddam, Batı ve bölgedeki Suriye dışında Arap ülkelerin yardımı ve işbirliği ile İran’ın bu ideolojik amaçlarını defetmeye çalıştı. Fakat 8 yıl süren savaşın başında artık İran’ın da siyasi istekleri de eskisinden uzak görüntüdeydi. Savaş sırasında İran’ın ön planda olan politikası milli güvenliğine oluşan tehditlere karşı korunmak, hem de iç ve dış güçler tarafından ortaya çıkan sorunlara çözüm bulmaktı. Demek ki, savaştan dolayı istikrarını tehlikede gören İran İslam Cumhuriyeti milli güvenliği en başta görmekteydi. Ve aynı zamanda İslam değerleri ihracı meselesi de hala devlet tarafından savunulmaktaydı. Fakat İran İslam devleti, Rafsancani dönemine gelince bu idealist söylemler en azından sözde bırakılmak zorunda kalınmıştır.

Rafsancani’nin Cumhurbaşkanlığı dönemi (1989-1997) ulusal sistemde değişim ve dönüşümün yaşandığı bir sürece denk gelmiştir. Nitekim Sovyetler Birliği dağılmış, uluslararası sistemde çift kutuplu düzen sona ermiş, yeni pek çok devlet ortaya çıkmıştı. Bu yeni düzende her devlet, uluslararası sistemdeki yerini güçlendirmeye çalışmış, dış politika vizyonunu gözden geçirme ve güncelleme gereği hissetmiştir. İran da yeni uluslararası konjonktürdeki konumu adına yumuşak güç odaklı bir dış siyaset izlemeye çalışmıştır. Tabii ki bunda Cumhurbaşkanı Rafsancani’nin ılımlı, siyasi vizyonunun etkisi yadsınamaz. SSCB’nin dağılmasının ardından kurulan yeni devletlerin ABD yanlısı tutum sergilemesinden ve buna bağlı olarak ABD’nin Orta Asya ve Kafkaslarda nüfuzunu yaymasından endişelenen İran, bu dönemde Rusya yanlısı bir politika takip etmiş, komşularıyla da uzlaşı içerisinde olmaya, iyi ilişkiler geliştirmeye dikkat etmiştir. Rafsancani döneminde devrim sürecinde kullanılan pek çok katı söylem terkedilmiştir. Bunlardan en önemlisi de İran’ı yalıtılmışlığa iten “ne Doğu ne Batı” söylemidir. Bu söylem İran’ın kendi kendine yetebileceğini, kimseye ihtiyacının olmadığını vurgulayan çok güçlü bir söylemdir. Ancak küreselleşen dünyada başat güçlerin bile izole şekilde uluslararası sistemde var olmaları, ekonomilerini geliştirmeleri mümkün değildir. En basitinden ülke ihracat ve ithalat oranları bile diğer ülkelerle olan ilişkilere bağlıdır. Dolayısıyla yalıtılmışlıktan kurtularak uluslararası siteme entegre olmak için “ne Doğu ne Batı” söyleminin bırakılması gerektiğini fark eden Rafsancani dönemi İran’ı “hem Kuzey

86 hem Güney” açılımını benimsemiştir. Bu kapsamda Güneyde Basra Körfezi’nden gelebilecek tehlikelere karşı Irak ile ilişkiler masaya yatırılarak, Irak ile bölgesel işbirliğine gidilmesi kararlaştırılmıştır. 1988 senesinde Irak-İran Savaşı’nın sona ermesi ve her ülkenin de bu savaştan çeşitli çıkarımlarda bulunması İran’ın bu hamlesini kolaylaştırmıştır. Çünkü her iki ülke de sekiz yıl süren savaşın ardından yeni bir savaş ya da çatışma ortamının oluşmasına sıcak bakmamıştır. Kuzeyde ise SSCB’nin dağılmasının ardından oluşabilecek istikrarsızlık ortamlarından, ABD’nin ve Batılı devletlerin bölgeye yerleşmesinden çekinilmiş, bölge ilişkileri ve dengeleri de bu doğrultuda kurulmuştur. Ayrıca Hazar sorunun çözülmesine öncelik verilmiştir. Dolayısıyla Kuzeyde de ilişkilerde öncelik uzlaşı ve işbirliği olmuştur. Bu dönemde devrim yıllarındaki devrim ihraç çalışmaları da tamamen terkedilmese de esnetilmiştir denebilir. Neticede dış politikada pragmatist bir anlayışın benimsendiği Rafsancani döneminde, Irak- İran Savaşı’nın getirdiği olumsuz ekonomik etkilerden kurtulmak, uluslararası sisteme entegre olmak ve sert söylemler çekiner ek ulusal çıkarları ön planda tutmak olmuştur.

Rafsancani, İran’ı uluslararası sistemde içine düştüğü yalnızlıktan kurtarabilmek için yapıcı ve aktif bir politika ortaya koymaya çalışmış ve İran’ı uluslararası sisteme dâhil etme gayretinde olmuştur. Bu strateji neticesinde devletlerarası problemlerde arabulucu rolü üstlenmeye çalışmıştır. Bu bağlamda İran, Humeyni döneminin radikal ve çatışmacı söylem ve uygulamalarından hızla uzaklaşarak, işbirliği ve uzlaşı eksenli bir dış politikaya yönelmiştir. Bu anlamda söz konusu dönem ile ilgili olarak İran dış politikasında bir kırılma noktası olduğu söylenebilir. İran'ın dış politikada yaşadığı sıkıntılardan bir an önce kurtulması gerektiğini düşünen Rafsancani izlediği pragmatik dış politika anlayışı ile İran’ı uluslararası sisteme adapte etmeye çalışmıştır

Rafsancani döneminde ümmetçilik (İslam Birliği) anlayışı da yeniden şekillendirilmeye çalışılmıştır. Ümmetçilik, İran'ın dış politikada kullandığı geleneksel bir söylemdi. Ancak Rafsancani bu söylemi daha sofistike bir yaklaşımla kullanmıştır. Müslüman devletlerle sınır ötesi bir birliğin sağlanması gerekliliği üzerinde duran Humeyni’nin söylemlerini, Rafsancani daha esnek bir dille gündeme

87 getirmiştir. Ulusal sınırların ortadan kalktığı ütopik bir İslam dünyası oluşturma görüşü yerine, ulusal sınırların da önemsendiği bir İslami dayanışma şekli benimsenmiştir.

Diğer taraftan İran dış politikasında adeta kırılma yaratan Rafsancani dış politikası geçmiş dönemin radikal anlayışının ve izolasyon politikalarının etkisinden tamamen sıyrılamamıştır. Rafsancani döneminde uygulanmaya çalışılan uzlaşmacı ve dışa açılımı öngören dış politika anlayışı konusunda ülkede tam bir konsensüs sağlanamamış, devletin çeşitli organlarında tutarsızlıklarla karşılaşılmıştır.

88 KAYNAKÇA

____, (1999). Sahifeye Ayetullah Humeyni (Ayetullah humeyni sahifesi (kutsal kitap) ), beşinci baskı. Muasseseye Tanzim ve Nashre Asare Emam Homeyni yayınevi, Tahran.

“İran İslam Cumhuriyeti Anayasası”, (1980). çev: Dr. Hüseyin Hatemi, Çağrı Yayınları, İstanbul.

“Ortadoğu’da Değişim ve Türkiye”, (2014) ed: Atilla Sandıklı, Erdem Kaya, Bilgesam Yayınları, İstanbul.

Abbasi, M., (1980). Tarihe Novine İran” (İran’ın Yeni Tarihi), Tahran, Ney Yayınları.

Abrahamian, Ervand, (2014). Modern İran Tarihi, çev: Dilek Şendil, Kültür Yayınları, İstanbul.

Akkoyunlu, Nilufer, (2011). Değişen Dünya Düzeninde İran Jeopolitiği. 38. Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi, Cilt: 1, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları, Ankara.

Benzer Belgeler