Hayatı
Eserleri
MUSAHİPZÂDE CELÂL K
| gençliğinde — .
Celâl Bey (Mahmut
Celâlettin) 1284 (1868) senesi
,
Ağustos aymda Cihangir’de doğmuştur. Babası Gazhane
|
Başkâtibi Musahipzade Mehmet Ali Bey, dedesi Üçüncü
I
Selim’in Musahibi bestekâr İzzet Şâkir ağadır.
Tophanedeki Firuzağa sübyan mektebini bitirdikten
sonra, gene Tophanedeki Fevziye Rüştiyesinde, sonra da
Süleymaniye civarmdaki Numunei Terakki İdadisinde oku
|
|
muştur.
a1305 senesinde Babıali Tercüme Odası Kâtipliğine ta-
j
yin edilmiş ve aynı zamanda Hukuk Mektebine de devam
|
İ
etmiştir. Hususi olarak tarih ve edebiyatla da meşgul olan
j
I
Celâl Bey o devirde oynanan Othello, Bel Elen Operası,
|
Maskot, Madam O Kamelya gibi Avrupa tiyatro eserlerini
jtakip etmiştir. Sohbet ve musiki hevesini dedesi Şakir Ağa
dan, o devrin hususiyetleri ni de küçüklüğünden beri ih
tiyar akrabalarını dinlemekle öğrenmiştir. Gençliğinde sa
j
dece kendi zevkleri için ortaoyunu oynayan arkadaşları
j
arasında bulunup temaşa sanatının ak törlük cephesini de
j
tetkik etmiştir. O devirde okunması yasak olan Vatan-Si-
|
J
listre, Zavallı Çocuk gibi eserleri okumuş, Manakyan ti-
jI yatrosunda oynanan telif, tercüme ve adapte eserleri
ta-{
kip etmiştir.
Meşrutiyetin ilânından sonra Celâl Esat ve Salâh Cim
j
I
coz Beylerin yazdıkları (Selimi Saüs) piyesini gördükten
sonra üç perdelik (Köprülüler) piyesini yazarak
(1912)
de
Manakyan tiyatrosuna götürmüş ve çok beğenilmiş
j
j
tir. İlk yazdığı ve ilk oynanan eseri (Köprülüler) dir. Bun
J
I
dan sonra tarihin gölgesi altında hayal meyal seçilen halk
|
hayatını ve belediye işlerine kadıların baktığı devri gös
teren eseri (İstanbul Efendisi) (1913), Şarkılı bir komedi
J
«Macun Hokkası) (1917), Macun Hokkası’nı
(Yedekçi,)
|
(Lâle Devri), (Kaşıkçılar), (Atlı Ases),(Demirbaş Şarl)
>
İ
takip etmiştir. (Lâle Devri)ni Tamburi Suphi Bey tekrar
t
|
klâsik Türk musikisi tarzında bestelemiş ve o senenin ra
i
mazan ayında ilk defa kadınların da gece tiyatroya gelme
lerine müsaade edilerek piyes tekrar son şekli ile sahneye
I
konmuştur.
1917’de Üsküdar Defterdarlığında vazife almış, 1923’
|
I
de müddeti tamamladığı için tekaüt olmuştur. Ayni sene
ı
bir Serpuş kolleksiyonu yapmak üzere Evkaf Müzesine de
vama başlamıştır. (Fermanlı Deli H azretlerini (1924) yaz
|
i
mıştır. Üç yıl sonra 1927 de Fermanlı Deli ilk defa Darül-
bedayi sanatkârları tarafından oynanmıştır. Bundan son-
I
ra Evkaf Müzesinden alâkasını kesmiş ve her yıl bir eser
I
j
vermek gayesiyle çalışmalara başlamış ve (Aynaroz Kadı-
}
sı)nı yazmıştır. Bir taraftan da Şehir Tiyatrosunda oyna-
|
nan Avrupa eserlerini takip etmiş ve bunların hepsinde
{
J
kendi milletine ait hususiyetler sezmiştir. (1928) de (Ka*
|
;
fes Arkasında) komedisini, sanatkâr zümresinin hor görü
i
j
lüp ıztırap çektiklerini gösteren
(Bir Kavuk Devrildi)
{
(1929), şeyhin kerametine bağlanıp, dini, kızılbaşlığa ka-
I
dar götüren mürşit taslaklarını tasvir etmek için de (Mum
I
Söndü)yü (1930) yazmıştır. Bunları (Pazartesi-Perşembe)
j
(Gül ve Gönül), (Balabanağa) piyesleri takipi
etmiştir.
Bu arada bazı arkadaşları kavuksuz cübbesiz piyes yaz-
|
masını teklif etmişler, böylece İstanbul’un imarı mevzuulu
|
(Selma) dramını yazmıştır.
Devamı sayfa 6 da
j
Eserlerinden
BEDİA MUVAHHİT, V. RIZA ZOBU
M irî malı deniz ..
NEMİKA — Olmaz anne, olmaz. E- fendi babam madem ki şıkkı san’ı defterdarı oldu, artık bu nohut oda bakla sofa üç odalı kührap evde oturulur mu? RAKIMA — Doğru... Nemikacığıın,
şıkkı sani defterdarı, şanü şere fi var... bu sülüklü mahallesin de... kümes gibi evde oturulmaz, yirmibeş, otuz odalı konak lâ zım.
SEV ADİ — Üzülme anne, bunların hepsi olur ama vakit ister. NEMİKA — A kardeş, babam def
terdar oldu, bunların hepsi lâ zım.
SEV ADİ — Evet ama abla, daha he nüz üç gün oldu, bu dedikleriniz
para ile olur.
RAKIMA — Bizden evvelki defter darların konaklan, yalıları baba Larmdan kalmadı ya... onlar na sil yaptılarsa efendi baban da öyle yapacak.
NEMİKA — Öyle ya
SEVADİ — Efendi babam da öyle yapacak ama işi biçimine getir mek lâzım... hoppadan olmaz anne.
RAKIMA — Aman sen de... padişa hın malı deniz onu yemiyen do muz!...
— Pazartesi, Perşembe Komedi 3 perde.
MİS'-'N — Çok münasip sultanım haremler, selâmlıklar... size
îâ-<Bir Kavuk Devrildi» de (1£38)
yık koca koca ahırlar, arabalık lar.
KIRTAS — E ... söyle bakalım, kaça
olacak?
MİŞON — Aman sultanım, sizinle pazarlık mı edeceğim... aman, aman...
RAKIMA — (Perde arkasından) ek
sik olma Bazirgân.
SEVADİ — (Yavaş sesle Tavik’e)
ne iyi adam.
TAVİK — Evet öyledir, mali kanı na malik bir Bazirgândır. KIRTAS — Eksik olma... teşekkür
ederiz. Ama borcumuzun mik tarını anlasak...
MİŞON — (Defteri göstererek) bor
cunuzu bu deftere yazar, mü hürlersiniz.
KIRTAS — Evet, sonra.
MİŞON — Bir iş olur, yaparsınız . o zaman bozarız.
KIRTAS — Anlamadım ne işi? MİŞON — Aman efendim, anlamı-
yacak ne var... yalnız bizim ar pa işi borcunuzu temizler (tor
badan kâğıdı çıkarır).
__ Pazartesi, Perşembe Komedi 3 perde.
TAVİR — Evet işte ihalenamesinde bir batmanı beş akça yazılı. MİŞON — Doğru Tavik Efendi, fa
kat şimdi yapacaksınız beş bat mam bir akça... işte bu kadar, beşi bir yapacak.
KIRTAS — A... nasıl olur?
MİŞON — Konağın borcunu nasıl temizleriz sultanım? (Güler) — Pazartesi, Perşembe Komedi 3 perde.
Eserlerinden
(Soldan)
GAZENFER ÖZCAN, GÜL GÜLGÜN, R EŞİT BARAN, KEMAL TÖZEM, GÖNÜL ÜLKÜ «Mum Söndü» de f 1963)
TAVİK — Merak etmeyin efen dim. Öyle işler beceriyor ki... meselâ bendenizle Temellük Çe- iebi’nin Mişon Eskinazi vasıta- sile birlikte takip ettiğimiz i r lerden yalnız biri husul bulursa on bin altın alacağız.
RAKIMA — Onbin altın mı, aman Tavik efendi bu iş nedir? TAVİK — Efendim Frengistan kra
lı, kayınpederi Stenislas Le- çinski nam zatı Lehistan'a kral yapmak istermiş.
TAVİK — Evet efendim, bu adamı Lehistan'a kral yapmak için Rusya’ Nemçe çasarlarile bi zim harp etmemiz icap ediyor. — Pazartesi, Perşembe Komedi
3 perde.
TAVİK — Amin efendim, eğer er kânı devlet Nemçe ve Rusya ça- sarlarıle cenge karar verirlerise onbin altın alacağız.
— Pazartesi Perşembe, Komedi 3 perde.
KADRİ — Efendim bukâğıt ne oldu acaba?
TAVİK — (Hiddetle) Ne istersin be adam, acelen ne (yazar)? KADRİ — Kerem edin efendim. . ta
mam elli sene oldu (içini çeker) böyle gelip gidiyorum.
TAVİK — Bre adam... işimi bıra kıp seninle mi uğraşayım? AVKİ — Evet... evet ya Pazartesi
yahut Perşembe gelirsin... kâ ğıdını buluruz, nereye havale er dilecekse ederiz... işte bu ka dar.
KADRİ — (Mahzun, mukadder) Ben topunuzu Allah’a havale ettim (gider).
TAVİK — Of aman.
AVKİ — (Gülerek) ne ise atlattık gitti.
TAVİK — Evet... evet mümeyyiz Efendi ömrünüze bereket. AVNİ — İcabı maslahat bunu ikti
za eder, işte böyle deFi leyyinle savarsın gider.
TAVİK — Ah mümeyyiz efendi di lenci bir olsa şekerle beslenir demişler.
AVKİ — (Gülerek) atlat gitsin... at lat gitsin.
TAVİK — Bazıları öyle sırnaşık ki. AVKİ — Memur olan hamul olmak,
sabur olmak, ehli hâcetur her birine bir gûna lisan kullanıp tedviri Ümur etmeli.
AVKİ — Şu kırtasiye usulü olmasa halimiz harap.
TAVİK — Y a... ya mümeyyiz efendi, her kim icat etti ise Allah razı olsun.
AVKİ — Değil mi ya... bu defter ler, tomar tomar kâğıtlar olma sa idi eshabı mesailini savsak lamak için ne bahane bulurduk. — Pazartesi Perşembe, komedi 3 perde.
TAVİK — Tarafı devletten ihsan o- lan pastırmayı tatsan göğsünü gere gere alır. Padişahın malı deniz derler... yemiyen... SAVADİ — (Sözünü keserek) de
ğilim ya?
— Pazartesi Perşembe, Kome di 3 perde.
Ve devlet dolabı
*HAYRET — Sadrazam olacağım ak lımdan bile geçmezdi. Rüyada görsem hayra yormazdım. Ne- şati, kudretlû efendimiz nasıl olupta mührü hümayunu benim
boynuma taktı, şaşıyorum. HAYRET — Amenna, amenna. Ama
Neşati, bunca yıldır kudretlû efendinin çomarlarile uğraştım. Zevkimde, safamda yaşadım. Devlet umuruna akıl erdiremi yorum.
NEŞATİ — A benim canım efendim, hepsi kudretlû efendimizin hiz meti değil mi? Kâh şu kâh bu hizmette istihdam buyururlar. Hemen devletlû efendimi Mev lâ muaffak bilhayr eylesin. Dün kilâbı hümayun ile, bugün umu ru idarei memeleket ile meşgul olursunuz efendim.
HAYRET — Devlet umuru kolay şey değil.
NEŞATİ — A benim canım efen dim, hiç üzülmeyin. Kurulmuş bir dolaptır, nasıl olsa çevrilir. — Bir Kavuk Devrildi, Komedi
3 perde, 3 tablo.
LEM’İ — A Yakup Efendi bu nedir? Ha... Harput’ta Serez’de... Bile cik’te... Filibe’de... San’a da yapmadığın kalmadı.
Binaena-lâzalik , bu d efa da A ynaroz’da y ap tığ ın iş n ed ir?
YAKUP — Aman velinimetim... bu kefere ve fecerenin tezviratma itimat buyurmayın.
LEM’İ — Onbeşbin düka altınını cebir ve istimal ederek almış sın. Binaenalâzalik ispat ede rim diyor, ne yapacaksın? Bu rezalet nedir ha? Aldın mı söy le? bu onbeşbin düka altınını aldın mı?
YAKUP — Aldım efendim, fakat LEM’İ — (Kemali hayretle) itiraf
ediyorsun ha... aman yarabbi onbeşbin düka altınını aldın ha... (Zahıde’ye) işıdiyor musun Zahitetünnisa aldım diyor, bu rezalet şayi olursa...
YAKUP — Velinimetim, endişe bu yurmayın... bu keferenin tezvi ratma inanmayın, müsterih o~ lun. Hilei makule ile meselesi ne tevfik ettim.
EDA — Ah bu meseleler... Ah bu bu meseleler...
LEM’İ — Huzuru muhakemede ol keşiş ile yanyana murafaa edile ceksin... Binaenalâzalik bu da vayı nasıl deFe kadir olacaksın. ZAHİDE — (Kulağına söyler, kese yi gösterir, yavaş sesle) Efen di beşyüz LEM’İ — (Hayretle keseye bakar,
yumuşar)
YAKUP — Velinimetin huzurunda beşyüz şahide... beşyüz şahit da
ha getirse yine ispat edemez. LEM’İ — Pek âlâ... Sadereyn efen
dilerle bu iş müzakere edilsin.. ŞEM’İ — Haydi karagöz başlıyor.
— Aynaroz Kadısı, Komedi 3 perde.
Şehirde Beyim...
NUMAN — (Ciddiyetle) Varsın fa kir olsun! Elverir ki namusu, gayreti olsun! kimseye minnet etmeden iki kulaç iple ekmek parası çıkarmak namuslu, ça lışkan adamların harcıdır. NUMAN — (Gülerek) kızım bm
çarıktan görüyor musun? Se. nin kocan (istihza ile) bu kos koca Doğancı başı hazretleri .. yirmibeş sene evvel Divrik’ten İstanbul’a teşrif buyurdukları zaman ayağında yırtık dizlikle İşte bu eski çarıkları vardı... ben onu iyi ketenci ustası yap- mıya çalıştıkça bu... atmaca ile kuşbazlık etmekten bir türlü vazgeçemedi... e... işte... takdiri İlâhi... Doğancı başı oldu... NUMAN — (Gülerek) bu İstanbul
ne tuhaf memleket? Anadolu’ dan, Rumeli’den İstanbul’a dö külenler biraz tüyünü tüsünü düzünce kendinden sonra gelen lerle Rumelili ise çıtak Ana dolulu ise hödük diye eğlenir ler. Eğer böyle sizin gibi arka sını bir yere dayamış, daire ve debdebe sahibi oluverirse yok mu? Vay efendim vay... Zade gan taslağı kesilirler (kahkaha).
— Yedekçi, 3 perde.
Kövde Ağam...
MUHTAR — Zaten kaç gündür mü dürden bakaya için emir geli yor, Yusuf’u ve senin koca ihti yarı sevdiğimden para içini sizi sıkıştırmadım. Sukıştırnıadım ama... benim elimden bir şey gelmez ki.
KEZİBAN — Ağa halimizi bili yorsun. Biz nereden para bulur,
veririz. Kocam sığıtmaçlık ede rek, ben, Yusuf, Gülsüm renç- berlik yaparak çalıştığımız hal de... kamımızı doyuracak ek mek bulamıyoruz. Biz de para nerede?
T
---!
Hayatı ve
es
erleri
5- sayfadan devam
Basılmamış ve oynanmamış eserleri:
Çok yakın arkadaşı olan Şükrü Erden (Genç Osman)
faciasını piyes haline getirmek için elde mevcut bütün ta
rihleri tetkik ederek, vak’anın ana hatlarını tesbit etmiş
I
ve Celâl Bey’e piyes yapmak için birlikte çabşmalarmı ri
ca etmiş, 1937 senesinde (Genç Osman) ı yazmışlar.
Bu olay Celâl Bey’de (Cem Sultan)’ı yazma arzusunu
J
uyandırmışsa da kaneva şeklinde kalmış.
Musahipzade Celâl, 20 Temmuz 1959 günü Üsküdar’
I
daki evinde vefat etmiştir.
(Soldan) KEM AL TÖZEM, ZİHNİ RONA, MAHMUT MORALİ «Bir Kavuk Devrildi» de (1960)
gidip vaaz da mı dinlemiyor sun? Kürsü şeyhler, tekkeler a- leyhine köpürüyor... bundan cü ret alan softaların şurada bu rada tekkelere hücum ettikleri, ni de mi işitmedin? Evini tekke yapmak istediğini duydum... başına dert mî açacaksın?
TAVİK — Anladım, dur bakayım, müsvedde yapayım (yazar), me- maliki Osmaniye sahiline uğra yacak herhangi bir Anglosakson tüccar gemisinin hamulesini is tediği iskeleye serbestçe ihracı na müsaade buyurulmasî babın, da...
MİŞON — E, ehemmiyetsiz bir iş bakalûm.
TAVİK — (Gülerek) caizesiz ol maz ha,
MİŞON — Orası kolay canım. MİŞON — Hah... yaşıyasm, malla
rı nereye isterlerse çıkarsınlar, işte bu kadar.
TAVİK — (Yazar ve okur). — Pazartesi, Perşembe.
SAİP — Ooo... bir plân için on bin lira! mühim para... muvafakat etmedin mi?
AZMİ — (Eğlenerek) Şapçıoğlu Jak Efendi yahut Amerikalı Mister Şapici cenapları plânlarımı ele geçirip beni açıkta bırakamıya-
caklır...
yapacaklarını bilmiyorlar.
SALİM — Bir zaman Frenk padi* şahlan, telli dibalanmızı, ya nardöner canfeslerimizi, sevai. lerimizi şenlik günlerinde vezl- rü vüzerasma giydirir, ikram ederlermiş. Şimdi o güzelim ku maşlarımızın kalpını, taklidini Frenkler, gemiler dolusu geti rip memleketimize döküyor lar, yok pahasına satıyorlar. — Bir Kavuk Devrildi Komedi
Güzel Anadolu
REFİ — Ne diyorsun hanım bugün Anadolu’da yıkılmış bir ev yap mak, sebil, çeşme yapmaktan sevaptır. Şimdi sen bunlardan kendine açma. Gülsüm’e, nişan lısı gelsin de ansızın haber ve relim. O zaman daha çok sevi nir.
Eserlerinden
MUHTAR — Demincek dedim ya .. kan koca ikiniz de bunamışsı nız. Şu kızı yeğenim Şüleyman’a verseniz, size tarlalarımdan bir tarla göstersem, tohumluk ver sem, benim öküzlerimle sürse, niz, mahsulden size birşey ayı rır, veririm. Benim yanımda be raberce yuvarlanıp gidersiniz. Bilmem ki sîzdeki akıl nedir?.. KEZİBAN — Bu sözler çok edildi.
Biz... iki kile ekine kız satan al çaklardan değiliz. Kız Yusuf'u Yusuf da kızı seviyor. Bunları Birbirinden ayırmak günahtır. Gülsüm, Facia 4 perde) HAŞAN — (Muhtara doğru yü rüyerek) Ağa sen bizi ne sanı yorsun, biz bir kaç yüz seneden beri namusu ile, mertliğile bu yurda hizmet eden Cebecioğul- lan soyundanız, soyumuzda na musu lekelenmiş bir adam yok- tur. Hey Muhtar Ağa, İstanbul’ da hizmet ettiğin paşanın en r rile köyümüze muhtar oldun. Eskiden ayağına giyecek çank bulamazken bizden çaldığın pa ralarla bize zenginlik taslıyor sun ha? Efendilerine verdiğin hediyelerle üzerimize zulmü da vet ediyorsun. İşte senin hazır ladığın her türlü belâya göğüs geriyorum. Ne yapacaksan yap. Ağa, geç kaldınız... İşte yeğe nim Yusuf soy evlâdı olduğun dan iftiradan numusuııu kurtar mak için nişanlısı Gülsüm’ü bı rakıp asker olmağa gitti. (Ku lübenin kapısından dinleyen Gül süm düşer, bayılır)
— Gülsüm Facia 4 perde —
Türbede Evliyam
NUMAN — Evet... evet ama... hak tan hakikatten bihaber müşir taslağı geçinen birçok babalar Senin gibileri cennete değil, ce henneme götürür.
GANİ — Aman töbe de! Numan e- fendi töbe de! Ehli tarika söz söylenmez.
NUMAN — Gani Ağa, bu hayâlatı bırak... mürşit istersen kendi ne, vicdanını rehber et... hakkı bulmak istersen böyle bulur sun ... üst tarafı masaldır. Sen tedaviye muhtaçsın... biliyorum. Pilavcı Baba tekkesinde sana ne yaptıklarım pekâlâ biliyo rum. Sana mücerret ikrarı ver dirip malını tekkeye vakfettire cekler, sonra da seni bu alil vu- cudüıde tekkenin taş hücresin de erbain çıkartarak ahirete
gönderecekler.
CANİ — Kuzum Numan Efendi, Pilâvcı Bobo’ya dil uzatma NUMAN — Ne gafilsin- Pilâvcı Ba
ba dediğin kafası kesilecek bir zorbadır. Vaktile Nasuh Paşa oğlunun Sanca leventlerinden- di, İstanbul’da yangınlar yağma Iar yapan haydudun biri... Şim di derviş kisvesine bürünmüş alemi iğfal ediyor.
GANİ — E ... kırk yıl günahkâr... bir gün tövbekâr.
NUMAN — A canım! hiç camilere
NUMAN — Cahil kadın! Bu mez- hepsiz, imansız zındık kızılbaş herifin hokkabazlıklarına inanı yorsunuz! Halbuki kendisi uy durma! Bu kurduğu tekke de uydurma! Türbesi de uydurma! Size telkin ettiği şeylerin hepsi yalan! Hepsi küfür.
GANİ — (Büyük bit aptallık ve ve hayranlıkla) destur efendim, destur... bu gece âlemi manam da Dede Sultan zuhur etti... mü barek elleri ile bana üç defa sus ya GANİ! Sus ya Gani! Sus ya Gani! buyurdular.
— Mum söndü, Komedi 5 perde.
Çirkin Batı
TAVİK — Peki bu İngiliz tüccarları ne istiyor?
MİŞON — İngiliz tüccarları değil, İngiliz tüccar gemicileri. TAVİK — Pekâla söyle bakalım. MİŞON — İsterler ki Anglosakson
tüccar gemileri getirdikleri, mal lan Osmanlı limanlarına çıkar sınlar.
TAVİK — Bütün sefaini ecnebiye mallanm Osmanlı Umanlarına ihraç ederler. Acaip... Anglo saksan gemilerine mümanaat, mi ediyormuş?
MİŞON — Yok canım, çıkarıyor Iar... gümrük olan iskelelere çı karıyorlar.
TAVİK — İşte pekâlâ, daha ne isti, yorlar?
MİŞON — İstiyorlar ki, gümrük ol mayan iskelelere çıkarsınlar... anladın mı, hangi iskele isterse canlan, orada çıkarsınlar...
SAİP — Ma parol... şaştım mon. şer... hiç ummazdım.
AZMİ — Bizi sevmiyen, dilimizle konuşmak istemeyen bu kozmo politlerden ne beklersiniz... bala nız evime kadar gelmişler de haberim yok.
AZMİ — (Bahçeyi göstererek içini çeker) ah... şu kozmopolitler, yurdumuzun bu bal yapmaz a- rıları, bize iğnelerini sokup ka nımızı emmek için sokulurlar .. — Selma Dram 3 perde.
REVNAKİ — Hayır ola mesele ıe- dir?
SALİM — Ne olacak Frengistan’da dokunan kumaşlan bir takım muhtekirler memlekete sokup hem halkı, hem de kemha esna fım ızrar ediyorlar.
SALİM — San’atı yıkmak için ne
REFİ — (Ayağa kalkarak) Nasıl hoşlanılmaz hanım, bir gari bin, bir bikesin yüzünü güldü rüp sevindirmekten büyük dün yada bir zevk var mıdır? Zaval lı Anadolu... Balkan sırtların da, Tuna kıyılarında, Yemen çö lünde kanı damla damla akıtı lan Türk, her türlü refah ve sa adeti elinden gaspedilerek sefa lete mahkûm edildi. Bu zaval lılar için Tanrının ihsan ettiği nimetler bile esirgenir. Orada toprak renginde sararmış çehre ler, kendi haline ağlayan yaşlı gözlerden başka bir şey görme yiz. Bir zamanlar naraları gök leri titreten o kahramanların ka
sabaları, köyleri viraneye dön dü. Biçarelerin kulübeleri du mansız, tarlaları insansız kaldı. Türkün şerefini yükselten
Ana-DeVamı sayfa 1? de
Eserlerinden
şayia 7’den devam
dolu halkını güldürmek borcu- muzdur. Asırlardan beri onla rın yüzü gülmüyor. Benim Gül- süm’e, Yusufa edeceğim yar dım bir sadaka değildir ve bir minet de beklemem Hanım, böyle bir şeyi hatırıma getirir, sem hicabımdan yere geçerim. Zira bir kardeşin kardeşe, bir babanın evlâda ettiği yardımlar bir insanlık borcudur.
— Gülsüm, Facia 4 perde. SAİP — Ne yapalım moıışer bu
memlekette sosyete hayatı baş ka türlü olamıyor
AZMİ — Niçin olmasın?... Köyü müzde eski ve yeni birçok ki bar ve münevver insanlar var. SAİP — Bırak Allahaşkıııa On
larla ne konuşulur? Salon eğ- lencelerinden anlamazlar, kağıt oyunlarından sıkılırlar. Bizim kiler işte böyle... aman şu her şeyi iptidai memleketten öyle bıktım ki
AZMİ — Eveı, Avrupa'ya nazaran belki iptidai, fakat (boğazı gös tererek) tabiatın bahşettiği .ıu güzellikleri Avrupa’nın neresin de bulabilirsiniz? Müsaadenizle bu noktai nazan kabul edemiye ceğim. Avrupa’yı görüp memleke timizden tiksinmek meziyet de ğil, bu tabii güzellikleri medenî görgü ve bilgilerle imar etmek hünerdir. deiHl mi efendim’ SAİP — Ne yaparlarsa »ansınlar..
sizin imar işi sebebine iki se
nedir Avrupa'ya gidemedim... Ooof... artık pek sıkıldım n- saf edin mimar +>e\
Selma, Dram 3 perde
SELMA — Bilmem. Anadolu'yu de- diğıniz gibi bulmadım... üç yıl dır orada yaşıyorum. Evet Av rupa memleketleri gibi göz ka maştıran, gösterişli, mamurele ri yok. Fakat Anadolu’nun her dağında, ovasında, suyunda ha vasında insanı çeken öyle sa mimi bir kuvvet var kı, bin yıl lık aşinalar gibi insana candan güliimsiivor,
(Selma, Dram 3 perde)
AZMİ — Ben hayatta daima haki kate doğru yürüdüm. Hayal He meşgul olmadım. Çünkü refah içinde büyümedim. Hayatımı, istikbalimi, hakikate doğru yü rümekle kazandım zengin ev lâdan gibi nâzı niam içinde, şi ir ve hayal ile meşgul olmadım. Benim şiirlerim bakımsız kal mış güzel yurdumun hazin des tanları havalim de onun imar ve ihyasıdır Bütün hayatımın biricik zevki de budıır.
AZMİ — (Müteessir) «ezan, dil sen o vıkık, kerpiçten kulübe lerde oturan çıplak ayaklı K a dınlan, görsen ne temiz, ne viik sek ruhludurlar. Bu memleke tin derdde d'v'an. derdile ölen o Anadolu kö'-ü'ısünü bilsen.. bilsen Rezzan.
— Selma, Dram 3 perde
ONUÇ
Kişisel ArşM e rae IstanDul Belleği T a ha To ros Arşivi