• Sonuç bulunamadı

Şeyh Mehmed Hilmi ve Tasavvufî Görüşleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Şeyh Mehmed Hilmi ve Tasavvufî Görüşleri"

Copied!
171
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ŞEYH MEHMED HİLMİ VE TASAVVUFİ

GÖRÜŞLERİ

2021

YÜKSEK LİSANS TEZİ

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ

Cemal TÜZCÜ

Tez Danışmanı

Doç. Dr. Halim GÜL

(2)

ŞEYH MEHMED HİLMİ VE TASAVVUFİ GÖRÜŞLERİ

Cemal TÜZCÜ Tez Danışmanı Doç. Dr. Halim GÜL T.C. Karabük Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalında

Yüksek Lisans Tezi Olarak Hazırlanmıştır

Karabük Mayıs 2021

(3)

1

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER ... 1

TEZ ONAY SAYFASI ... 5

DOĞRULUK BEYANI ... 6

ÖNSÖZ ... 7

ÖZ ... 9

ABSTRACT ... 10

ARŞİV KAYIT BİLGİLERİ ... 11

ARCHIVE RECORD INFORMATION ... 12

KISALTMALAR ... 13

ARAŞTIRMANIN KONUSU ... 14

ARAŞTIRMANIN AMACI VE ÖNEMİ ... 14

ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ ... 15

ARAŞTIRMA HİPOTEZLERİ / PROBLEM ... 16

KAPSAM VE SINIRLILIKLAR/KARŞILAŞILAN GÜÇLÜKLER ... 16

GİRİŞ ... 18

1. Mehmed Hilmi Efendi’nin Yaşadığı Döneme Genel Bakış ... 19

1.1. Siyasî ve Mâlî Durum ... 19

1.2. Sosyal ve İlmi Durum ... 20

1.3. Tasavvufî Durum ... 22

2. Halvetiyye-i Şabaniyye Tarikatının Ortaya Çıkışı ve Safranbolu Civarındaki Teşekkülü ... 24

2.1. Halvetiyye ... 24

2.2. Anadolu’ya İntişarı ... 26

2.3. Şâbâniyye ... 27

2.3.1. Şeyh Şabâni Veli ... 27

2.3.2. Mustafa Çerkeşi Efendi ... 29

2.3.3. Geredeli Halil Efendi ... 29

2.3.4. Yazıköylü Mehmed Emin Efendi ... 31

2.3.5. Nevrekoblu Ahmed Rıf’at Efendi ... 33

(4)

2

1. Mehmet Hilmi Efendi’nin Hayatı ve Şahsiyeti ... 34

1.1. Tasavvuf Öncesi Hayatı ... 34

1.1.1. Doğumu, Ailesi, Evliliği ve Çocukları ... 34

1.1.2. Eğitim Hayatı ... 35 1.1.3. Meslek Hayatı ... 36 1.2. Tasavvufî Hayatı ... 36 1.2.1. Tarikata İntisabı ... 36 1.2.2. Şeyhleri ... 38 1.3. Halife Oluşu ... 40 1.4. Tarikat Silsilesi ... 40 1.5. Halifeleri ... 42 1.5.1. İbrahim Efendi ... 42

1.5.2. Yusuf Şengönül Efendi ... 45

1.5.3. Hacı Battal Efendi ... 47

1.5.4. Hüseyin Pehlivan Akgül Efendi ... 48

1.5.5. Hüseyin Seyfî (Çelik) Efendi ... 48

1.5.6. Cafer Battal (Akgül) Efendi ... 49

1.5.7.Mehmet Akgül Efendi ... 49

1.5.8. Cemal Tuzcu Efendi ... 50

1.5.9. Hacı Hasan Muştak Efendi ... 50

1.5.10. Nuri Tuzcu Efendi ... 50

1.6. Mehmed Hilmi Efendi’nin Şahsiyeti ve Kişiliği ... 51

1.6.1. Ahlâki Özellikleri ... 51 1.6.2. Tevazu Hali ... 52 1.6.3. Zühd Hayatı ... 53 1.6.4. İbadetleri ... 53 1.6.5. İrşad ve Hizmetleri ... 55 1.6.6. Cömertliği ... 56 1.6.7. Hoşgörü ve Sevgisi ... 56 1.6.8. Şemaili ... 57 1.7. Askerliği ... 58 1.8. Kerametleri ... 58

(5)

3

İKİNCİ BÖLÜM ... 62

2. Mehmet Hilmi Efendi’nin Tasavvufi Görüşleri ... 62

2.1.Tasavvuf ... 62 2.2.Tarikat ... 66 2.3. Tevhid ... 70 2.4. Tevbe ... 72 2.5. Zikir ... 75 2.6. Zühd ... 81 2.7. Seyr-ü Sülûk ... 84 2.8. Şeyh- Mürşid ... 87 2.9. Mürîd- Sâlik ... 93

2.10. Bey’at veya İntisab ... 99

2.11. Vird ... 102 2.12.Makamlar ... 107 2.13. Halife ... 113 2.14. Nefs ... 116 2.15.Kalb ... 124 SONUÇ ... 128 KAYNAKÇA ... 130 EKLER ... 139

EK-1: Şeyh Hacı Hafız Mehmed Hilmi Çoşkungil. ... 139

EK-2:Mehmed Hilmi Efendi ve Eşi Fatma Zehra Hanım. ... 140

EK-3: En Soldan Sırasıyla Mehmed Hilmi Efendi’nin Oğlu Abdi Çoşkungil, Mehmed Hilmi Efendi, onun Müridi Hasan Muştak Efendi. ... 141

Ek-4: Mehmed Hilmi Efendi’nin Safranbolu Aile Mezarlığındaki Kabri. ... 142

EK-5:Mehmed Hilmi Efendi’nin Halifesi İbrahim Efendi. ... 143

EK-6: Mehmed Hilmi Efendi’nin Halifesi Hacı Hasan Muştak Efendi. ... 144

Ek-7: Mehmed Hilmi Efendi’nin Halifesi Yusuf Şengönül Efendi. ... 145

EK-8: Mehmed Hilmi Efendi’nin Halifesi Hacı Cemal Efendi. ... 146

EK-9: Mehmed Hilmi Efendi’nin Halifesi Hacı Nuri Efendi. ... 147

EK-10: Mehmed Hilmi Efendi’nin Halifesi Mehmed Akgül Efendi. ... 148

EK-11: Mehmed Hilmi Efendi’nin Halifesi, Hacı Battal Efendi. ... 149

(6)

4

EK-13: Mehmed Hilmi Efendi’nin Halifesi Hüseyin Pehlivan Efendi. ... 151

EK-14: Mehmed Hilmi Efendi’nin Müridlerinin Toplu Çektirdikleri Fotoğrafları. ... 152

EK-15: Üstteki Görsel; birinci veya ikinci esmada erkek müridlere verilen sır takkesi ya da arakıye olarak isimlendirilen takke. Alttaki görsel de ise kadın dervişlere verilen ve başörtülerinin altına koydukları gül olarak tabir edilen sembol. ... 153

EK-16: Üçüncü Esma’da Verilen Yolcu Tacı. ... 154

EK-17: Üçüncü Esmada Giydirilen Tennure. ... 155

EK-18: Dördüncü Esma Verilen Tacı Şerif. ... 156

EK-19: Beşinci, Altıncı ve Yedinci Esmalarda Giydirilen Beyaz Taç. Aynı Zamanda Hilafet Tacı. ... 157

EK-20: Beşinci ve Altıncı Esmada Giydirilen Hırka. ... 158

Ek-21: Yedinci Esmayı Tamamlamış Kimselerden Manevi İşaret Alan Kimseye Verilen Mürşid Tacı. ... 159

EK-22: Yedinci Esmada Giydirilen Hırka. ... 160

EK-23: Sarı Beyzade Efendi’nin Safranbolu Aile Mezarlığı’ndaki Kabri... 161

EK-24: Süleyman Sırrı Efendi’nin İstanbul Yeni Kozlu Mezarlığında Bulunan Kabri. ... 162

EK-25: Elvanzade Mustafa Hulûsi Efendi’nin Çankırı/Çerkeş’te Bulunan Kabri. ... 163

EK-26: Elvanzade Mustafa Hulûsi Efendi’nin Silsile’deki Yeri. ... 164

EK-27: Mehmed Hilmi Efendi’nin Bir Müridine Verdiği Koruma Cevşeni. ... 165

EK-28: Mehmed Hilmi Efendi’nin Şecerede İsminin Zikredildiği Bölüm. ... 166

Ek-29: Mehmed Hilmi Efendi’nin Şeceresinde Halifelerinin İsminin Zikredildiği Bölüm.167 Ek-30: Mehmed Hilmi Efendi’nin Bastonu ve Asası. ... 168

(7)

5

TEZ ONAY SAYFASI

Cemal TÜZCÜ tarafından hazırlanan “ŞEYH MEHMED HİLMİ VE TASAVVUFÎ GÖRÜŞLERİ” başlıklı bu tezin Yüksek Lisans Tezi olarak uygun olduğunu onaylarım.

Doç. Dr. Halim GÜL ...

Tez Danışmanı, Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı

Bu çalışma, jürimiz tarafından Oy Birliği ile Temel İslam Bilimlerinde Yüksek Lisans tezi olarak kabul edilmiştir. 30/04/2021

Ünvanı, Adı SOYADI (Kurumu) İmzası

Başkan : Doç. Dr. Halim GÜL(KBÜ) ...

Üye : Doç. Dr. Hamdi KIZILER(KBÜ) ...

Üye : Dr. Öğr. Üyesi Eyüp AKDAĞ(KÜ) ...

KBÜ Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Yönetim Kurulu, bu tez ile, Yüksek Lisans Tezi derecesini onamıştır.

Prof. Dr. Hasan SOLMAZ ... Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Müdürü

(8)

6

DOĞRULUK BEYANI

Yüksek lisans olarak sunduğum bu çalışmayı bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı herhangi bir yola tevessül etmeden yazdığımı, araştırmamı yaparken hangi tür alıntıların intihal kusuru sayılacağını bildiğimi, intihal kusuru sayılabilecek herhangi bir bölüme araştırmamda yer vermediğimi, yararlandığım eserlerin kaynakçada gösterilenlerden oluştuğunu ve bu eserlere metin içerisinde uygun şekilde atıf yapıldığını beyan ederim.

Enstitü tarafından belli bir zamana bağlı olmaksızın, tezimle ilgili yaptığım bu beyana aykırı bir durumun saptanması durumunda, ortaya çıkacak ahlaki ve hukuki tüm sonuçlara katlanmayı kabul ederim.

Adı Soyadı: Cemal TÜZCÜ İmza :

(9)

7

ÖNSÖZ

Kur’an-ı Kerim, Allah tarafından bütün insanlığa gönderilmiş, kendisine uyanları iki dünyada da ebedi saadete ulaştıracak muciz bir kelamdır. Doğru anlaşıldığında mü’minlerin hayatını düzenlemiş ve maddi-manevi sıkıntılarını gidermiş, her dönemde Müslümanlar tarafından büyük önem görmüştür. İki cihan saadetine ulaşmak isteyen Müslümanlar, Kur’an’ın nazil olduğu ilk andan itibaren Peygamberimiz (s.a.v)’in rehberliğinde İslam’ı yaşamaya ve yaşatmaya gayret etmişlerdir. Bunu yaparken de bu dünyanın geçici nimetlerine karşın, manevi hayatını güçlendirmek ve kalıcı olan ahiret saadetine ulaşmak için zühd hayatına yönelenler, İslam’ın tasavvufi yönünü öne çıkaranlar olmuştur.

İslâm’ın bâtınî yüzü olan tasavvuf, mürşid-i kâmillerin oluşturduğu çeşitli silsilelerle günümüze kadar gelmiştir. Kur’ân-ı Kerîm ve sünnet-i seniyyeyi temel alarak, nefsi her türlü hastalıktan arındırmayı ve Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanmayı hedefleyen tasavvuf ekollerinin her biri kendi irşâd halkalarını kurarak bu görevi omuzlamışlardır. Şeriatı taviz vermeden yaşayan ve mânevi ilimlere de vâkıf olan veliler, yakmış oldukları ışık ile çevresindekilerin de mânevi dünyasını aydınlatmayı kendilerine görev edinmişlerdir. İnsanlara her türlü rehberliği yapan, onların mânevi gelişimleri için kendini adayan kâmil insanlardan biri de Mehmed Hilmi Efendi’dir. Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye çerçevesinde, insanların birlik ve beraberliğini temin etme konusunda çalışan Mehmed Hilmi Efendi, sevgi ve hoşgörüyü temel felsefesi edinmiştir.

Tezimizde konu edilen Mehmed Hilmi Efendi, tasavvuf kültürünün ve bir geleneğin bir taşıyıcısıdır. Yakın zaman sûfîlerinden Mehmet Hilmi Efendi, tasavvuf kültüründe seçkin bir yeri olan Halvetî tarikatının Cemâliyye kolunun Şâbâniyye şubesinin son dönem temsilcilerindendir. Bu tasavvuf okulu gerek Osmanlı döneminde gerekse Cumhuriyet sonrası dönemde pek çok mümtaz şahsiyet yetiştirmiştir.

Tezimiz giriş, birinci ve ikinci bölüm olmak üzere üç kısımdan oluşmaktadır. Giriş bölümde Halvetiyye tarikatının oluşumu, Anadolu’ya intişarı ve Safranbolu civarında teşekkülünden, birinci bölümde Mehmet Hilmi Efendi’nin hayatı ve şahsiyetinden, ikinci bölümde ise onun tasavvufi anlayışından bahsedilecektir. Mehmet Hilmi Efendi ile ilgili tespitlerimizi ortaya koymaya çalışırken, ailesi, sevenleri ve

(10)

8

müridleriyle yaptığımız kişisel görüşmeler, tasavvuf literatürüne dair kitaplar ve bazı orijinal metinler tezimize kaynak teşkil etmiştir.

Tezimiz tek kişinin ürünü değildir. Bu çalışma vesilesi ile tez döneminde tüm yoğunluğuna rağmen danışmanlığımızı yapmış, engin müsamaha ve desteğine mazhar olduğumuz çok değerli hocamız, Doç. Dr. Halim Gül’e, zaman ayırıp görüşleriyle yön verip yol gösteren pek kıymetli hocamız Doç. Dr. Hamdi Kızıler’e, tez konusunun belirlenmesi dâhil, daima yanımızda olup, bu çalışmada çok büyük emeği geçen Oğuzhan Kantar Bey’e, kendileriyle yaptığımız görüşmelerde samimiyetle ve güler yüzle yardımcı olan Mehmed Hilmi Efendi’nin sevenleri ve müridlerine, yakın ilgileriyle katkı sağlayan, teşvik ve yardımlarını esirgemeyen değerli dostlarım Hüseyin Bolat, Muhammed Yafes Okan, İsmail Öztürk’e, dualarını her zaman hissettiğim aile büyüklerime ve her aşamada destek olmaya çalışan sevgili eşime, en içten minnet ve şükranlarımı sunarım.

Hataları ve eksikleri kaçınılmaz olarak barındıran nâçizâne tezimizin, tâkip edecek başka çalışmalar için bir aşama, katkısı olan herkes için sadaka-i câriye olmasını, her daim ilim ve irfan yolunda olmayı yüce Allah’tan niyaz ederim. Gayret bizden tevfîk Allah’tandır.

Cemal TÜZCÜ KARABÜK-2021

(11)

9

ÖZ

Bu çalışmamız, son dönem sûfîlerinden Mehmed Hilmi Efendi’nin hayatı ve tasavvufî düşüncelerini barındırmaktadır. Mehmed Hilmi Efendi’nin hayatı ve tasavvufî düşünceleri ele alınmadan önce, onun bağlı olduğu Halvetiyye-i Şâbaniyye tarikatının ortaya çıkışı ve Anadolu’ya intişarı hakkında bilgi verilmiştir. Bunun yanı sıra Mehmed Hilmi Efendi’nin yaşadığı dönemin; siyasi, sosyal, ilmi ve tasavvufî durumuyla ilgili bilgi verilerek konunun daha iyi anlaşılması sağlanmıştır. Mehmed Hilmi Efendi’nin, Safranbolu ve civarında yaşayıp irşad faaliyetlerini de bu bölgede sürdürmesinden yola çıkarak, Halvetiyye’nin Şabânî kolunun Safranbolu civarındaki teşekkülünden de bahsedilmiştir. Mehmed Hilmi Efendi’ye kadar silsilede bulunan mürşid-i kâmillerden bahsedilerek, genelden özele bir yöntem kullanılıp son olarak konu Mehmed Hilmi Efendi’ye kadar getirilmiştir.

Mehmed Hilmi Efendi’nin hayatına bir pencere açarak hem tasavvufî hem de tasavvuf öncesi yaşantısı aktarılmaya çalışılmıştır. Bunun yanı sıra, onun ahlakı ve karakterinden bahsedilerek sosyal ve tasavvufî hayatında insanlarla ve talebeleriyle olan münasebeti de ortaya konulmaya çalışılmıştır. Özellikle tasavvufî hayatında yaptığı irşad faaliyetleri ve göstermiş olduğu kerametleri bu çalışmada yerini almıştır.

Mehmed Hilmi Efendi’nin hayatı tüm yönleriyle tanıtıldıktan sonra, bu kez onun zihin ve gönül dünyasına bir pencere açarak gönlünden diline uzanan o hikmet dolu sözleri ve tasavvufî düşünceleri, ortaya konulmaya çalışılmıştır. Mehmed Hilmi Efendi’nin bu düşünceleri ilk dönem mutasavvıflarının ortaya koyduğu tasavvufî anlayışla, ayet ve hadislerle de desteklenmiştir. Mehmed Hilmi Efendi, düşünceleriyle hem yaşadığı döneme hem de günümüze ışık tutup gönülleri yeşertmiş ve insanlara yol göstermiştir.

Anahtar Kelimeler: Tasavvuf, Halvetiyye, Şabaniyye, Şeyh Mehmed Hilmi Çoşkungil, Safranbolu, Tasavvufî Düşünce.

(12)

10

ABSTRACT

This study is about life and sufistic thoughts of Mehmed Hilmi Efendi who is one of the latter day sufis. Before discussing about his life and sufistic thoughts, it has been mentioned about how the Sa’baniyye branch of the Halvetiyye sect –to which Mehmed Hilmi Efendi was subjected, was emerged and how it evolved in Anatolia. On the other hand, it has been also mention about the political, social, sufistic and scholarly background of the era he lived in for the sake of clarity of the subject. Based upon the fact that he lived in and was active as spiritual and ethic guide in and around Safranbolu, it has been also mentioned about the organization of the Sa’baniyye branch of the Halvetiyye sect in and around Safranbolu. There was used a top-down method by stating all the sect leaders from the beginning, and Mehmed Hilmi Efendi has been lastly mentioned.

It has been tried to relay how his life was before and after the Sufism. It has been also emphasized how he interacted with his disciples and other people in his social and sufistic life by mentioning about his morals and character. In this study, it has been especially stated what he did as a spiritual and ethic guide, and what his miraculous deeds were.

After introducing his life from all the perspectives, it has been tried to explain his erudite words and sufistic thoughts coming from deep inside of his heart by opening a window to his mental world. These thoughts of Mehmed Hilmi Efendi have been supported with verses of the Koran, hadithes and the sufistic approach delivered by the prime Sufis. He has provided hope and guided people by shedding a light in both his era and today’s world through his thoughts.

Keywords: Sufism, Halvetiyye Sect, Sa’baniyye Branch, Şeyh Mehmed Hilmi Çoşkungil, Safranbolu, Sufistic Thought.

(13)

11

ARŞİV KAYIT BİLGİLERİ

Tezin Adı Şeyh Mehmed Hilmi ve Tasavvufî Görüşleri

Tezin Yazarı Cemal TÜZCÜ

Tezin Danışmanı Doç. Dr. Halim GÜL

Tezin Derecesi Yüksek Lisans

Tezin Tarihi 30.04.2021

Tezin Alanı Temel İslam Bilimleri

Tezin Yeri KBÜ/SBE

Tezin Sayfa Sayısı 169

Anahtar Kelimeler Tasavvuf, Halvetiyye, Şabaniyye, Şeyh Mehmed Hilmi

(14)

12

ARCHIVE RECORD INFORMATION

Name of theThesis Şeyh Mehmed Hilmi and His Sufistic Thoughts

Author of theThesis Cemal TÜZCÜ

Advisor of theThesis Doç. Dr. Halim GÜL

Status of theThesis Master’s Degree

Date of the Thesis 30.04.2021

Field of theThesis Basic Islamic Studies

Place of theThesis Institute of Social Sciences, Karabük University

Total PageNumber 169 pages

Keywords Sufism, Halvetiyye Sect, Sa’baniyye Branch, Şeyh Mehmed

(15)

13

KISALTMALAR

a.s. : Aleyhisselam b. : Bin, İbn bkz. : Bakınız blm. : Bölüm c. : Cilt cc. : Celle Celâluhu çev. : Çeviren

DİB. :Diyanet İşleri Başkanlığı ed. : Editör Hz. : Hazreti Haz : Hazırlayan h. : Hicri m. : Miladi ö. : Ölümü

r.a. : Radiyallahu anh s. : Sayfa

sav. : Salallahu Aleyhi Vesellem ter. : Tercüme

vs. : Vesaire yay. : Yayınları

(16)

14

ARAŞTIRMANIN KONUSU

Tezimizin konusunu; Halvetiyye tarikatının Şabaniyye kolunun Safranbolu civarında ki teşekkülü, oluşumu ve bu oluşumun içerisinde bulunan sayılı şahsiyetlerinden biri olan 19.ve 20. yüzyılda yaşamış, hem tasavvufi kimliği olan, hem de dönemin savaşlarına katılmış olan Mehmed Hilmi Efendi’nin hayatı ve özellikle tasavvufî görüşleri oluşturmaktadır. Çalışma; Şeyh Mehmed Hilmi Efendi’nin hayatı, ilmî ve tasavvufî yönlerinin detaylı bir şekilde ele alınıp son olarak da tasavvufî görüşlerinin elde edilen kaynaklar çerçevesinde öznel bir metotla incelenmesinden ibarettir.

ARAŞTIRMANIN AMACI VE ÖNEMİ

Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle beraber yeni bir dönem başlamış ve akabinde tekke ve zaviyeler kapatılmıştır. Bu kurumlar hem yetiştirdikleri şahsiyetlerle hem de yaptıkları hizmetlerle yüzyıllarca İslam’a hizmet etmişlerdir. Kurumların kapatılmasıyla büyük bir boşluk oluşmuş ve bu kurumlar üzerinden yürütülen bütün faaliyetler sekteye uğramıştır. Mehmed Hilmi Efendi bu tekkelerden biri olan Mehmed Emin Efendi’nin dergâhında yetişmiş olup aynı dergâhta da son postnişin olarak vazifesini yürütmüştür. Tekkelerin kapatılmasıyla beraber bu vazifesine gayri resmî olarak devam etmiştir. Mehmed Hilmi Efendi, hem Osmanlı döneminde yaşamış hem de Cumhuriyet döneminde yaşamış olup her şartta ve durumda tarikat yolunu sürdürüp, irşad faaliyetlerine devam etmiştir. Bir geleneği ve tasavvufî disiplini, Osmanlı’dan günümüze taşıyarak bu yolun temsilcisi olmuştur. Öne çıkan bu vasfıyla da çalışmamıza konu olmuştur.

İslam toplumlarında kendisine başvurulan, düşüncelerinden istifade edilen, insanlara yön gösteren rehberler olmuştur. Bu rehberler her şartta ve durumda insanlara yardımcı olup, toplumun en sıkıntılı zamanlarında onlara; doğruyu, sabrı ve hakkı tavsiye etmişlerdir. Onların bu tavsiyelerine uyanlar bu dünyada teslimiyetin tadına varıp ebedi hayatlarını da bu çerçeve de şekillendirmişlerdir. Devletin ve milletin el ele kalkınması için gayret göstermiş, güzel ahlakı ve ilmi yaymak için sohbetler yapmışlardır. Mehmed Hilmi Efendi de bu ender kişilerden olup iş hayatında, aile hayatında ve sosyal hayatta da örnek alınması gereken bir zât idi. Böyle bir zâtın yazılı eseri ya da risalesi olmayınca gelecek nesillere aktarılması daha da

(17)

15

önem arz etmiştir. Bu çalışmamızda onu, müridleri ve sevenlerinden dinleyip hem günümüzdeki nesillere hem de gelecek nesillere anlatıp aktarmayı gaye edindik.

ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ

Şeyh Mehmed Hilmi ve Tasavvufî Görüşleri adlı araştırmamızda öncelikle, Mehmed Hilmi Efendi’nin mensup olduğu Halvetiyye-i Şâbâniyye tarikatıyla ilgili tasavvufî eserlerden geniş kapsamlı bir tarama yaparak giriş bölümünü oluşturduk. Mehmed Hilmi Efendi’nin hayatı ve düşünceleriyle ilgili gerekli eserleri inceledikten sonra tezimiz için yeterli bilgiye ulaşamadık. Bundan dolayı farklı bir yönteme başvurmaya karar verdik. Bu noktada çalışmamız için en uygun yöntem mülakat yöntemi idi. Mehmed Hilmi Efendi’nin halifeleri, müridleri ve sevenleriyle mülakatlar yaparak, onun hakkında detaylı bir şekilde bilgi edinmiş olduk. Böylelikle yapmış olduğumuz mülakatlar tezimizin ana gövdesini oluşturmuştur.

Mehmed Hilmi Efendi’nin canlı eserleri olan müridleriyle mülakatları gerçekleştirirken ses kaydı yaparak onların bahsedeceği her detayı yakalamaya çalıştık. Müridlere herhangi bir kısıtlama yapmaksızın kendilerinden, hatırladıklarının tamamını anlatmalarını istirham ettik. Yapmış olduğumuz bütün bu ses kayıtlarını dosyalara aktardık. Dosyaların içeriğine göre başlıklar oluşturarak konu dağılımı gerçekleştirdik.

Mehmed Hilmi Efendi’nin tasavvufî düşüncelerini konu başlıkları altında ele alırken, öncelikle o konunun literatür taramasını yaptık. Daha sonra, o konunun Kur’an-ı Kerim’de ve Sünnet’te karşılığının olup olmadığını tespit etmeye çalıştık. Bu tespiti gerçekleştirdiğimiz takdir de ayet ve hadislerden örnekler verdik. Ayrıca konunun klasik tasavvufî eserlerde nasıl ele alındığına dair bilgilere de yer verdik. Bunlarla beraber, güncel tasavvufî eserlerden ve makalelerden de faydalanarak araştırmamızı destekledik. Bahsi geçen aşamalardan sonra Mehmed Hilmi Efendi’nin düşüncelerine yer verdik. Son olarak Mehmed Hilmi Efendi’nin değindiği konuların tasavvufi eserlerde nasıl ele alındığına bakıp, analizler yaparak çıkarımlarda bulunmaya çalıştık. Ön yargı ve ön koşullardan uzak bir şekilde Mehmed Hilmi Efendi’nin düşüncelerini objektif olarak aktarmaya çalıştık. Böylelikle Mehmed Hilmi Efendi’nin tasavvufî düşüncelerine ulaşıp onu anlamaya, anladıklarımızı da aktarmaya

(18)

16

amaçladık. Çalışmamız boyunca imkânlarımız ölçüsünce birinci el kaynaklara ulaşmaya gayret edip, onlardan yararlanmaya çalıştık.

ARAŞTIRMA HİPOTEZLERİ / PROBLEM

Mehmed Hilmi Efendi’nin hayatı ve tasavvufî düşünceleri hakkında sağlıklı bir sonuca ulaşmak için şu sorulara yeterli derecede cevap bulunması gerekir:

1. Halvetiyye tarikatı nasıl ortaya çıkmıştır? Bunun tespiti yapılmış mıdır? 2. Halvetiyye tarikatı Anadolu’ya nasıl gelmiştir? Anadolu’da nasıl yayılmıştır?

3. Safranbolu’lu olan Mehmed Hilmi Efendi, bu tarikatla nasıl tanışmıştır? 4. Mehmed Hilmi Efendi’nin yaşadığı dönemin tasavvufî, ilmi, siyasi ve sosyal yapısı nasıldı?

5. Mehmed Hilmi Efendi’nin hayatında tasavvufun yeri nedir?

6. Mehmed Hilmi Efendi’nin tasavvufî konulara yaklaşımı nasıl olmuştur? Yapılan bu çalışma içerisinde bu sorulara cevap aranacaktır.

KAPSAM VE SINIRLILIKLAR/KARŞILAŞILAN

GÜÇLÜKLER

Bu çalışmamızda Mehmed Hilmi Efendi’nin hayatını ve tasavvufî düşüncelerini ortaya koymaya çalıştık. Mehmed Hilmi Efendi’nin 1978 yılında vefat etmesinden dolayı kendisiyle görüşüp bilgi edinme imkânımız olmamıştır. Öncelikle bu durum, kendisiyle ilgili bilgi edinmemizi kısıtlamıştır. Araştırmamızı sınırlandıran bir diğer durum ise, Mehmed Hilmi Efendi’nin matbu ya da el yazması herhangi bir eseri ya da risalesinin olmayışıdır. Mehmed Hilmi Efendi ile ilgili bilgi edineceğimiz en büyük kaynak, onun yaşayan eserleri dediğimiz halifeleri, müridleri ve sevenleriyle yaptığımız mülakatlardır. Her nekadar bu kişiler sayıca fazla olsa da kendilerine ulaşmamız ve bizlere vakitlerini ayırmaları hususunda problemler yaşadık. Mehmed Hilmi Efendi’ye gönül vermiş sevenlerinin ve müridlerinin büyük çoğunluğu yaşlı zümre dediğimiz kişilerden oluşmaktadır. Bundan dolayı onlarla iletişim kopuklukları yaşadık. Bunun yanı sıra müridlerine yaklaşık elli sene önceki hatıralarını sorduğumuz için bu hatıralarından bahsetmekte ve sağlıklı bir şekilde onları hatırlamada güçlükler

(19)

17

çektikleri görülmektedir. Hal böyle olunca onlarla yapılan mülakatların süresini uzatmak zorunda kaldık.

Mehmed Hilmi Efendi’nin tasavvufi düşüncelerini, klasik tasavvuf eserlerinden desteklediğimiz için birçok tasavvufi eserleri tarayıp, Mehmed Hilmi Efendi’nin değindiği konulara asli kaynaklarda ulaşmaya çalıştık. Bunu gerçekleştirirken Arapça kaynakları tercüme etmemiz ve daha önceki çevirileriyle mukayese etmemiz de gerekti. Yapılan bu tarama ve mukayese çalışması da tezimiz de karşılaştığımız güçlükler kapsamında ele alabiliriz.

Bu çalışma esnasında zorluk olarak görüp üzüldüğümüz asıl husus şudur: uzun süren araştırmalarımız sonucunda Mehmed Hilmi Efendi’nin Safranbolu’da ikamet eden torununun oğluna ulaştık. Bu kişinin validesi Mehmed Hilmi Efendi’yi görmüş, onun hanesinde yaşamış ve halen hayattadır. Bu kişiye ulaşıp kendisini ziyaret ederek büyük dedesiyle (Mehmed Hilmi Efendi) ilgili bir çalışma yapacağımızı, böylelikle onun isminin ve düşüncelerinin geleceğe taşınacağını belirttik. Bu konuda kendilerinin yardımcı olmalarını istedik. Başta bu çalışmaya sıcak bakan bu kişi, daha sonraları kendisini sık sık rahatsız etmememize, nezaketimizden ödün vermememize rağmen, bizlere ulaşarak bu çalışmayla ilgili yardımcı olamayacağını ve kendisini rahatsız etmememizi dile getirdi. Bu tavrının sebebi de hala bilinmemektedir.

(20)

18

GİRİŞ

İslam dini ilk doğduğu andan itibaren medeniyetini, belli temel yapıtaşları üzerine kurmaya başlamıştır. Bu medeniyetin kurulması ve gelişmesinde önemli bir yere sahip olan tasavvuf ekolünün ortaya çıkışı da öz olarak asr-ı saadete kadar gitmektedir. Peygamber Efendimiz (sav) Cibril Hadisi şerifinde dinin üç önemli kavramına dikkat çekmektedir. Nebi (sav) bu hadisi şerifte İslam, İman, İhsan kavramlarını zikrettiğinde “ İhsan” lafzını; “Sen Allah’ı görmesen de Allah’ın seni gördüğü şuuruyla hareket etmendir” 1 şeklinde açıklık getirmiştir. Yapılan bu açıklamanın izahı içinde asr-ı saadetten sonraki dönemlerde tarikat başlığı altında teşkilatlanan tasavvuf ekolleri ortaya çıkmıştır.

Bu irfâni gelenek; güzel ahlâk, dünya hayatı ve onun içinde bulunan maddi hazlara rağbet etmeme, takva üzerine bir ömür geçirme gibi bir yaşam tarzını gaye edinmiştir. 2 Tek cümle ile ifade etmek gerekirse “insan-ı kâmil yetiştirmek, Müslümanları insan-ı kâmil mertebesine ulaştırmaktır”.3

İnsanın iç dünyasının aydınlanmasını amaç edinen tasavvufun kitâbî boyutuyla birçok tanımı yapılmıştır. Ancak toplumda bu teorik bilgilerin karşılığı pratik boyutta tarikatlarda görülmektedir. Bu pratik boyutlardan bir tanesi de Halvetiyye tarikatıdır.

Halvetiyye tarikatı, ortaya çıktığı ilk andan itibaren toplum tarafından çok rağbet görmüştür. Bu ilgi ve alakaya binaen Halvetiyye tarikatına mensup olan birçok Allah (cc) dostu yetişmiştir. Halvetiyye’nin Şabâniyye koluna bağlı olarak yetişen Mehmed Hilmi Efendi’de bu kişilerden bir tanesidir. Zira o, Osmanlı’nın son dönemleri ile Cumhuriyet’in kurulmasından itibaren ki zaman dilimi içerisinde, dönemin zor şartlarına rağmen, insanları hak yoluna davet ederek irşad faaliyetlerini sürdürmüştür. Mehmed Hilmi Efendi’nin yaşadığı dönemin siyasî, mâlî, sosyal, ilmî ve 1 Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail Buhâri, Sahîhü’l-Buhârî, thk. Halil Me’mûn Şîhâ (Beyrut:

Darü’l-Ma’rife, 2010), blm. İman: 1; Ebu’l-Hüseyn Müslim b. Haccâc en-Nîsâbûrî Müslim, Sahihü’l-Müslim (Beyrut: Darü’l-Ma’rife, 2010), blm. İman: 1.

2 Reşat Öngören, “Tasavvuf”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları,

2011), 40/119.

3 Dilaver Gürer, “Tasavvufa Giriş”, Tasavvuf: El Kitabı, ed. Kadir Özköse (Ankara: Grafiker Yayınları,

(21)

19

tasavvufî durumu göz önünde bulundurulduğu takdirde, bu çalışmanın önemi ortaya çıkacak

1. Mehmed Hilmi Efendi’nin Yaşadığı Döneme Genel Bakış

1.1. Siyasî ve Mâlî Durum

Çok uluslu bir toplum yapısına sahip olan Osmanlı, 19. yüzyılın başlarına kadar barış içerisinde yaşarken bu yüzyıldan sonra çok sancılı, yorucu ve hareketli geçirerek bozulup dağılmaya başlamıştır. Osmanlı toplumunun bu yüzyıldan sonra çözülmeye başlama sebeplerinin başında Batı’da meydana gelen siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmeler gelmektedir. 4

Osmanlı Devleti’nde; 1839’de Tanzimat Fermanı, akabinde 1856’da Islahat Fermanı, daha sonraları ise 1876’da Birinci Meşrutiyet ve 1908’de ise İkinci Meşrutiyet ilan edilerek çok köklü yeniliklere imza atılmıştı. Bunların neticesinde Osmanlı Devleti, kendisini tarih sahnesinde ön plana çıkaran maddi ve manevi değerlerden uzaklaşmış, hayatın her alanında düzeni ve kontrolünü kaybetmişti.5

Askeri ve ekonomik olarak güç kaybeden Osmanlı Devleti içinde bulunduğu olumsuz durumlardan kurtulmak için İslamcılık, Turancılık, Batıcılık, Osmanlıcılık gibi bazı fikirleri ortaya atmıştır. Ancak bu adımlarda başarısız olmuştur. Dünya savaşından sonra siyasi kimliğini de kaybeden Osmanlı Devleti 1922’de saltanatın kaldırılmasıyla beraber resmen tarih sahnesinden silinmiştir.6

Cumhuriyet’in, Osmanlı batılılaşma çizgisi üzerine kurulduğu yönündeki düşünceler ön plana çıksa da, dikkatli incelendiğinde Cumhuriyet döneminde derin kırılmalar ve radikal düzenlemeler yapıldığı görülmektedir. Bu düzenlemelerle birlikle

4 İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı (İstanbul: Alkım Yayınevi, 2006), 32.

5 İrfan Gündüz, Osmanlılarda Devlet-Tekke Münasebetleri (Ankara: Seha Neşriyat, 1983), 117; Veli

Şirin, Ana Hatlarıyla Siyasî ve Kültürel Osmanlı Tarihi (İstanbul: Marifet Yayınları, 2012), 149; Muammer Yılmaz, “XVII. Asırda Osmanlı İmparatorluğu’nun İdârî, Askerî ve Mâlî Durumu”, Türk

Dünyası Araştırmaları 121 (1999), 136; Mustafa Karabulut, “Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. Yüzyılda

Değişim Süreci, Sosyal Ve Kültürel Durum”, Mecmua: Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi 1/2 (2016), 50-54.

(22)

20

Osmanlı geleneğinden kopuşların olduğu da görülmektedir. Bu kopuşların büyük bir kısmı din ekseninde gerçekleşmiştir.7

Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte İslam dinine ait unsurlar devre dışı bırakılarak Batı’ya yönelme adı altında modernleşme projeleri yürütülmeye çalışılmıştır. Bu modernleşme projeleri, birçok noktada toplumun yapı taşlarını oluşturan İslâmi unsurlarla çatışmıştır.

Şeyh Mehmed Hilmi Efendi’nin hayatı 1868-1978 yılları arasında geçmektedir. Bu süre zarfı, Osmanlı’nın dağılma süreci dediğimiz son yılları ile cumhuriyet döneminin başlangıcından itibaren ki kısma tekâmül etmektedir. Çocukluğundan itibaren Medrese ve tekkelerde yetişmiş yaklaşık elli yaşlarına kadar da buralarda hizmet vermiştir. 1924’te halifeliğin kaldırılmasıyla beraber tekke ve zaviyelerin kapatılma süreci başlamış ve Mehmed Hilmi Efendi’nin son postnişinliğini yaptığı Mehmed Emin Efendi dergâhı da kapatılmıştır.8

Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla beraber yeni bir devlet kurulmuş ve kurulan bu yeni devlette beraberinde yenilikleri getirmiştir. Dönemin şartları ve kurulan bu yeni devletle beraber ekonomik ve idari problemlerde baş göstermiştir. Bu problemler kıtlığa sebebiyet vermiş ve birçok insan bulundukları yerlerden göç etmek zorun da kalmıştır. O, böyle sancılı bir ortamda insanların yardımına koşturmuş ve medreselerin kapalı olması hasebiyle camide ve evinde irşad faaliyetlerini sürdürmüştür.9

1.2. Sosyal ve İlmi Durum

17. yüzyıldan itbaren Osmanlı, pek çok alanda olduğu gibi eğitim alanında da reform yapma gereği hissetmiştir. Devletin en önemli eğitim kurumu olan medreselerde dini dersler olarak fıkıh, hadis, kelam vb. ile bunların yanı sıra matematik, astronomi, tıp, coğrafya, eczacılık gibi derslerde okutulmuştur. Ancak daha sonra bu fen ilimlerinin İslam felsefesi düşüncesiyle bağdaşmadığı ve aykırı olduğu

7 İsmail Kara, Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Mesele Olarak İslâm (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2019),

30.

8 Halim Gül, “Safranbolulu Halvetî-Şa’bânî Şeyhi Yazıköylü Mehmet Emin Efendi’nin Hayatı Eserleri

ve Tekkesi”, Dünden Bügüne Safranbolu’da Dini Hayat, ed. Hür Mahmut Yücer (Safranbolu: Safranbolu Araştırmaları Merkezi Yayınları, 2016), 132.

9 Yusuf Şengönül Efendi (Mehmed Hilmi Efendi’nin halifesi) ile 14.12.2019 tarihinde Gerede’de

(23)

21

düşüncesiyle eğitim sisteminden çıkarılmıştır. Bununla beraber müderrislik hususunda da liyakatli olanların bu vazifeye atanmasından ziyade babadan oğula geçen bir siteme geçince, medreselerde eğitim kalitesi azalmış, ilgi zayıflamış ve medreseler dağılmaya, sağlıklı eğitim vermemeye başlamıştır. Toplumda ciddi bir karşılığı olan medreselerin ahvali böyle olunca, her geçen gün Osmanlı’nın otoritesi zayıflamış ve güç kaybetmiştir.10

Osmanlı Devleti, 18. yy. da Lale Devri’yle beraber Batı tarzı yenilikler yapılmaya başlanmıştır. Bu tarihlere kadar her alanda batıya nazaran önde iken Avrupa’da yaşanan Rönesans, coğrafi keşifler, sanayi devrimi gibi gelişmelerle Avrupa’da sıçrama yaşanmış ve Osmanlı çok geri de kalmıştır. Durum böyle olunca, Osmanlı batının üstünlüğünü kabul etmiştir. Batının faaliyetlerini takip etmek amacıyla oraya elçiler göndermiş ve oradaki kültürü gözlemleyip rapor etmeleri istenmiştir. Bu raporlar neticesinde batı kültürü Osmanlı toplumuna mal edilmiştir. Batıya bu denli özenerek oranın kültürünü almaya çalışmakla beraber medreseler de işlevini yitirince, daha modern ve çağdaş olduğu düşünülen batı tarzı okullar açılıp o usulde eğitim verilmeye başlanılmıştır. Askeri alanda gelen başarısızlık neticesinde Avrupa’dan uzmanlar getirilerek askeri okullar açılış ve bu uzmanlar tarafından ders verilmeye başlanılmıştır. Medreselerde ki düzenin bozulması ve işin ehli olmayan müderrislerin eğitim vermeye başlaması nedeniyle medreselere olan ilgi ve alaka azaltmış ve medreseler rağbet görmemeye başlamıştır. Bir yanda medrese diğer yanda batı tarzı okulların işlev sürdüğü Osmanlı Devleti’nde bu ikili sistem, 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanununun (eğitim ve öğretimin birleştirilmesi kanunu) mecliste kabul edilmesiyle beraber son bulmuş ve medreseler kapatılmıştır.11

10 Şirin, Osmanlı Tarihi, 349; Aykut Kazancıgil, Osmanlılar’da Bilim ve Teknoloji (İstanbul: Ufuk

Kitapları, 2000), 197; Atiye Emiroğlu Bayır - Necmi Uyanık, “19. yy. Osmanlı Devletinde Modernleşme Bağlamında Din Eğitimi”, Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi 4/8 (2017), 495; Kadir Özköse, “Tasavvufun Osmanlı’daki Sosyal Hayata Tesiri”, Uluslararası Katılımlı Osmanlı Bilim Ve

Düşünce Tarihi Sempozyumu, ed. Mehmet Fatih Gökçek (Ankara: Gümüşhane Üniversitesi Yayınları,

2014), 489-490; Zeki Salih Zengin, “II. Meşrûtiyet Döneminde Osmanlılarda Medreselerin Islahı Çalışmaları”, Diyanet İlmi Dergi 34/2 (1998), 43-48.

11 Şirin, Osmanlı Tarihi, 350; Gündüz, Osmanlılarda Devlet-Tekke Münasebetleri, 118-119; Zeki Salih

Zengin, “Kurtuluş Savaşı Döneminde ve Cumhuriyet’in Başlarında Türkiye’de Medreseler ve Din Eğitimi”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 43/2 (2002), 310; Mümtazer Türköne, Osmanlı

Modernleşmesinin Kökleri (İstanbul: Yeni Şafak Kitaplığı, 1995), 53-54; Bayır - Uyanık, “Din Eğitimi”,

(24)

22

Mehmed Hilmi Efendi hem tekke de yetişip o dönemde var olan sosyal yapıyı yaşayarak yakinen tanıma imkânı bulmuş, hem de cumhuriyetten sonra tekkelerin kapatılmasıyla ve halifeliğin kaldırılmasıyla beraber farklı bir sosyolojiye evirilen bir toplum içerisinde yaşamıştır. İki asır ve bu iki asırda çağı aşan yenilikleri ve farklılıkları yakinen yaşamış olması onu değerli kılmıştır.12

Medreselerin kapatılması ve Tevhid-i Tedrisat Kanununun kabul edilmesiyle beraber Osmanlı toplumu ilmi açıdan bir çöküntü yaşamıştır. Çünkü değişen alfabe ile Latin alfabesini bilen kişi sayısı oldukça azdır. Arapça alfabesinin de yasaklanmasıyla birlikte okuryazarlık durumuda minimuma inmiştir.13

1.3. Tasavvufî Durum

Tasavvuf, 12. ve 13. asırlardan itibaren tarikatların temelinin atılması ve bu alan ile ilgili klasik eserlerin telif edilmesi ile beraber önemli bir konuma erişmiştir. Gerek devlet nezdinde gerekse toplumda ciddi bir karşılık bulmaya başlamıştır. Osmanlı’nın kurulmasıyla beraber tarikatler, parlak dönemini yaşamaya başlayıp Osmanlı Devleti’nin yükseliş dönemine denk gelen 14. ve 15. asırlarda tasavvuf zirve noktasına çıkmıştır14

16. asırdan itibaren Osmanlı’da görülen problemlerle beraber, Anadolu’daki dini hayat zamanla simgeleşmeye ve gelenekselleşmeye başlamıştır. Bu durum sonucunda zahiri ilimlerin okutulduğu medreseler ile manevi terbiyenin sürdürüldüğü tekkeler arasında da problemler oluşmaya başlamıştır. Bu problemlerin aşılması için tarikat ehli olanlar, ulamaya sûfîliği anlatarak onlarla yakınlık kurmaya çalışmıştır. Diyalogla ulemaya kendilerini ifade ederken, diğer yandan risaleler yazacak gayelerini zahiren ortaya koymaya çalışmışlardır. Osmanlı adına olumsuz giden dünya seyrinin etkileri yine tekke ve zaviyeler üzerinde de izlerini göstermiştir. Öyle ki ekonominin zayıflamasıyla, vakıflardan destek alarak hizmet yürüten tekkelerin faaliyetleri de sekteye uğramıştır. 1866 yılında, irşad etmeye ehil olmayanların mürşidlik vazifesine getirilmemesi için Meclis-i Meşâyih kurulmuştur. Ancak bu kurum tarafından 12 İlyas Bulut Efendi (Mehmed Hilmi Efendi’nin müridi) ile 15.05.2020 tarihinde Kastamonu’da yapılan

mülakat.

13 Mehmet İpşirli, “Medrese”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları,

2003), 28/332-333.

(25)

23

şeyhlerin yerleri sıklıkla değiştirilmesi sonucunda eski ve yeni şeyh arasında rekabetin başlaması, bazı şeyhlerin işleri yürütmekte sorunlar yaşaması, tekkeleri iyiden iyide zayıflatmıştır.15 Bunların dışında tarikatların çözülmesine sebep olan dâhili sebeplerde olmuştur. Tarikatların ilmi ve manevi değer kaybetmesi ve dirayetli şeyhlerden mahrum kalmaları neticesinde çözülmeler başlamıştır. Bununda Sultan III. Mustafa (1757-1774) döneminden sonra başladığını söyleyebiliriz.16 Bütün bu olumsuzluklara rağmen tarikat mensupları tekkelerde ve dahi bulundukları her alanda tasavvuf kültürünü halka ulaştırmak ve onlar dinle olan münasebetlerini arttırmak için gayret sarf etmişlerdir.17

Osmanlı’da yukarda bahsi geçen bu tür sıkıntılar yaşansa da tekke ve zaviyelerin kapatılmasına kadar fonksiyonlarını sürdürmeye devam etmiştir.

Mehmed Hilmi Efendi’nin yaşadığı dönemde, ülkemizde birçok tarikat faaliyetlerini sürdürmüştür. Bunlar; Kadiriyye, Nakşibendiyye, Halvetiyye, Mevleviyye, Bektaşiyye, Bayramiyye, Celvetiyye, Sa’diyye, Rifaiyye vb. olarak bilinmektedir18. Ancak Cumhuriyet’in kurulmasından itibaren 1950 yılına kadar, birçok konuda olduğu gibi tasavvuf açısından da çok sancılı bir süreç yaşanmıştır. Bu süreçte tekkeler kapatılmış dervişlerin giydiği kıyafetler yasaklanmıştır. Alınan bu kararlar karşısında dönemin sûfîleri hemfikir olamamış ve farklı tavırlar takınmışlardır. Kimisi sessiz kalarak gizli bir şekilde tasavvufî hayatına devam etmiştir. Kimisi ise yapılan düzenlemelere açıkça karşı olduğunu ifade ederek tepki göstermiştir. Bazıları ise alınan kararları doğru bularak tepki göstermemiştir.19

Mehmed Hilmi Efendi, gençliğinden itibaren tasavvufun ve tarikatın içerisinde var olmuş cumhuriyetin kurulmasına kadar üç farklı mürşidden ilim ve hikmet talep etmiştir. Tekkelerin kapatılmasıyla beraber çok ciddi baskı ve problemler yaşamasına

15 Gündüz, Osmanlılarda Devlet-Tekke Münasebetleri, 150; Ünver Günay - A.Vehbi Ecer, Toplumsal

Değişme, Tasavvuf, Tarikatlar ve Türkiye (Kayseri: Erciyes Üniversitesi Yayınları, 1999), 198; Aydın

Bilgin, “Osmanlı Devleti’nde Tekkeler Reformu ve Meclis-i Meşayih’in Şeyhülislamlık’a Bağlı Olarak Kuruluşu, Faaliyetleri ve Arşivi”, İstanbul Araştırmaları 7 (1998), 93-109.

16 Gündüz, Osmanlılarda Devlet-Tekke Münasebetleri, 166.

17 Necdet Yılmaz, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (İstanbul: Osmanlı Araştırmaları Vakfı, 2007), 475. 18 Mustafa Kara, Metinlerle Günümüz Tasavvuf Hareketleri (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2020), 144. 19 Mustafa Kara, Buhara Bursa Bosna Şehirler/Sûfiler/Tekkeler (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2012), 526;

(26)

24

rağmen tasavvuftan bağlarını koparmayıp eşek sırtında uzunca yollar kat ederek irşad faaliyetlerini sürdürmüştür. 20

2. Halvetiyye-i Şabaniyye Tarikatının Ortaya Çıkışı ve

Safranbolu Civarındaki Teşekkülü

2.1. Halvetiyye

İslam dünyasının en yaygın tarikatlarından biri olan Halvetiyye, Ömer el Halvetî’ye (ö.800/ 1397-98) nispet edilmektedir. Ömer el- Halveti, hazar denizi civarında bulunan Geylan bölgesinde ki Lâhin’de doğup büyümüştür. Harizm’de İbrahim Zâhid-i Geylâni’nin halifesi olarak irşad faaliyetinde bulunan amcası Ahî Muhammed Halveti’ye (ö.780/1378-79) intisap etmiş, onun vefatından sonra posta geçmiştir.21

Ömer el- Halveti, İbrahîm Zahîdî Geylanî’nin halifesi olan Ahî Muhammed Halvetî’nin müridi ve yeğenidir. Ömer el- Halveti İbrâhim Zâhid-i Geylânî’nin tesbit ettiği seyrü sülûk usulünü uyguladığı için Ahî Muhammed’in vasıtasıyla Zâhidiyye’ye nispet edilmiştir. 22

Zâhidiyye; Halvetiyye ve Safeviye olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Safeviye, İran bölgesinde Erdebil tekkesi olarak teşkilatlanmış olup daha sonra ehlisünnet çizgiden uzaklaşarak Şiileşmiştir. Diğer bir kol olan Halvetiyye ise Ömer el- Halveti vasıtasıyla kurumsallaşarak Sünni bir yapıda ortaya çıkmıştır.23

Ömer El- Halveti’nin defnedildiği bölgede, içi tamamıyla boş bir halvet odasını andıracak şekilde bir çınar ağacı bulunmaktadır. Rivayet odur ki; Ömer el- Halveti bu ağacın kavuğunda halvet çıkarırdı. Yine rivayet odur ki; mübarek zât uzlete çekilerek bahsi geçen ağacın içinde uzunca bir müddet halvete girer. Orada Rabbine kulluk ve taatte bulunur. Müridlerinin ve toplumun ısrarıyla bulunduğu halvetten çıkar. O esnada

20 Mehmet Akgül (Mehmed Hilmi Efendi’nin müridi) ile 28.04.2020 tarihinde Kastamonu’da yapılan

mülakat.

21 Süleyman Uludağ, “Halvetiyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV

Yayınları, 1997), 15/393-394.

22 Mustafa Bahadıroğlu, “İbrâhim Zâhid-i Geylânî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi

(İstanbul: TDV Yayınları, 2000), 21/359-360.

23 Mehmet Rıhtım - Mustafa Tatcı, Halvetiyye Sûfiliği (Bakü: Qafgaz Üniversitesi Qafgaz Araştırmaları

(27)

25

içinde halvet çıkardığı ağaç, Ömer el-Halveti’nin peşine takılır ve ardından yürümeye başlar. Mübarek zât, ağaca; “sana zikrullahla şeref vermeme rağmen neden sırrımı ifşâ edersin” diye serzenişte bulunur. Akabinde yerinde durmasını emreder. Bu emir üzerine ağaç, tekrar kendi yerine döner.24

Ömer el- Halveti, daha önce edinilen bilgilere göre Tebriz civarında vefat edip aynı yere defnedilmiştir. Ancak yapılan son araştırmalara göre, Bakü civarında bulunan Avahıl isimli bir köyde vefat edip aynı yere defnedilmiştir. Öyle ki Ömer el- Halveti’nin içerisinde halvet çıkartmış olduğu yüzlerce asırlık ağacın dahi bu bölgede olduğu tespit edilmiştir.25

Ömer el- Halveti vefat ettikten sonra silsile devam etmiş ve bu yolun ikinci pîri olan Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî’ye ulaşmıştır. Yahyâ Şirvânî, Şamahı’da doğup, (ö. 868/1463-64) tarihinde de Bakü’de vefat etmiştir. Halvetiyye tarikatı, Azerbeycan’da oluşup, gelişmiş ve buradan Anadolu’ya, oradan da dünyanın çeşitli bölgelerine yayılmıştır.26

XIV. asrın ikinci yarısında teşekkül eden Halvetiyye, ilk dönemden itibaren sûfilerce “Halvet’in” tasavvufun mihenk taşlarından biri olarak kabul görmesi neticesinde ismini almıştır.27

24 Rıhtım - Tatcı, Halvetiyye Sûfiliği, 24-25.

25 Mehmet Serhan Tayşi, “Ömer el-Halvetî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV

Yayınları, 2007), 34/65.

26 Uludağ, “Halvetiyye”, 15/394.

27 Uzlet; kişinin Allah’a daha iyi kulluk etmek için toplumdan kendisini soyutlayarak yalnız yaşamayı

tercih etmesidir. Bu yaşam tarzıyla günaha bulaşmaktan uzak kalacağını, Allah’a ise yakın olunacağını düşünür. Halvet ise uzletle benzer gayeyi taşımak suretiyle sûfîlerin dağ başlarında ve ıssız bölgelerde daha sonraki dönemlerde ise cami ve dergâhları da halvet için ayrılmış olan küçük hücrelerde yada odalarda 3,5,7 veya 40 günlük olarak geçirdikleri sürenin adıdır. Bu süre zarfı içerisinde yalnız başarına daha çok tefekkür ve zikrullah ile vakitlerini geçirmektedirler. Böylelikle halvet tasavvufi hayatın ana unsurlarından biri haline gelmiştir. Mutasavvıflar bu düşüncelerinin dini boyutuna kaynaklık etmesi açısından gerek Kur’an-ı Kerim’den ayetlerle gerek ise Nebi (sav) hayatından deliller getirmektedirler. Musa’nın (as) Tûr dağındaki kırk gün ki bekleyişi Kuran-i bir delil olarak mutasavvıflar sunmaktadır. Nebi’nin (sav) hayatında var olan örneklere bakıldığı zaman, peygamberimizin özellikle Mekke’li yıllarında toplumdan uzaklaşıp Hira mağarasına çekildiğini ve burada Allah (cc) ile daha yakın olduğu görülmektedir. Ayrıca Peygamberimiz (sav) ilk vahiyle muhatab olduğunda yine Hira mağarasında uzlete çekilmiş ve Allah (cc) ile daha yakından müşerref olmuştur. Ancak İslam tarihi boyunca görülmekte olan aşıra kaçma durumu halvet bahsi içinde söz konusu olmuştur. Evlerini terk edip metruk binalarda yaşayanlar ya da dağlara çekilen sûfiler olmuştur. Bu gibi bir fiiliyat içinde olan kimselere “şikeftiyye” denilmiştir. Ömer el- Halveti’ye nispet edilen “halvet” künyesiyle ilgili olarak geçmişten günümüze birçok tanımlama yapılmış ve halvetin mahiyeti hakkında ulema arasında

(28)

26

Ömer el-Halvetiyye’ye nispet edilen Halvetiyye tarikatı, Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî ile kemale erme, tamamlanma sürecine girmiştir. Bulunduğu bölgede irşad faaliyetlerini sürdürerek binlerce müntesip toplamış ve yaklaşık 360 halife yetiştirmiştir. Hemen hemen bütün Halvetiyye müntesiplerinin okuduğu Vird-i Settar’ın müellifidir. Bunun yanı sıra farklı dillerde birçok eser kaleme almıştır.28

2.2. Anadolu’ya İntişarı

Seyyid Yahyâ-yı Şirvani’ye Anadolu’dan birçok muhib ziyarete gelmiş, onun sohbetini ve feyzini görünce ona intisap ederek müridi olmuşlardır. Bu yolun Anadolu’ya ulaşmasına intişarı ise Sadreddin Hiyâvi’nin halifelerinden Amasyalı Pîr İlyas tarafından gerçekleşmiştir. Sadreddin Hiyâvi, Seyyid Yahyâ-yı Şirvani’nin mürşididir.29

Anadolu’ya ulaşan Halvetiyye burada dört ana kola ayrılmaktadır. Bu kollardan da çeşitli şubeler ortaya çıkmaktadır. Bu dört ana kol; kurucusu Dede Ömer Rûşenî olan (ö. 892/1487) Rûşeniyye, Cemâl-i Halvetî’den (ö. 899/1494) Cemâliyye, Yiğitbaşı Ahmed Şemseddin’den (ö. 910/1504) Ahmediyye, Şemseddin Sivâsî’den de (ö.1006/1597) Şemsiyye ortaya çıkmıştır.30

Cemâliyye’nin kurucusu olarak nispet edilen Cemâl-i Halvetî’nin şeyhi Pîr Muhammed Bahâeddin Erzincânî aracılığıyla Halvetîliğin ikinci pîri Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî’ye ulaşır. Kendi içinde dört alt kola ayrılmaktadır. Bunlardan ilki Şeyh Yûsuf Sünbül Sinan (ö. 936/1529) tarafından İstanbul’da kurulan Sünbüliyye tarikatıdır.

tefrikalar(farklılıklar) ortaya çıkmıştır. Ehli tarikin hemen hemen hepsi tasavvufun içerisinde halvetin gerekliliğine inanmaktadırlar. Ancak halvetin süresi ve yerine getirilmesi ile ilgili farklılıklar görülmüştür. Daha önce dünyayı tamamıyla terk etmek düşüncesi ağır basarken, daha sonraları bu düşünceden ziyade, ehli tarik olan bir sûfinin fikir dünyasında ve kalbinde dünyaya ve dünya metaına yer vermemelidir düşüncesi ön plana çıkmaktadır. Buna binaen bedenen topluma karışmalı, halk içinde Hak ile beraber olunmalıdır. Bu iki düşüncenin ışığında nefsin tezkiyesi ve kalbin tasfiye edilmesi için belli bir süre zarfında halka zarar vermekten imtina etme kaydıyla uzlete çekilme düşüncesi hâkim olmuştur. Allah ile sağlam bir halveti olan bir sûfî, benliğinden arınıp üzerinde Allah’ın fiillerini taşıyarak halk ile de iyi bir ilişki kurmaktadır. (Süleyman Uludağ, “Halvet”, Türkiye Diyanet Vakfı

İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1997), 15/386-387; A’râf 7/142; Bakara 2/51; Buhârî,

“Bed’ül vahy 3; Müslim “iman” 252; Ebû Nasr es-Serrâc, el-Lüma’, thk. Abdülhalîm Mahmûd - Tâhâ Abdülbâkī Sürûr (Kahire: Darü’l el-Kutbul Hadis, 1960), 527)

28 Semih Ceyhan, “Halvetiyye”, Tü̈rkiye’de Tarikatlar: Tarih ve Kültür, ed. Semih Ceyhan (İstanbul:

İSAM Yayınları, 2015), 699.

29 Ceyhan, “Halvetiyye”, 700-701. 30 Uludağ, “Halvetiyye”, 15/394.

(29)

27

Daha sonra kurucusu Şeyh Şâbân-ı Velî, (ö. 976/1568) olan Şâbâniyye, ondan sonra kurucusu Ahmed el-Assâlî olan, (ö. 1048/1639) Assâliyye, son olarak kurucusu Muhammed el-Bahşî olan, (ö. 1098/1687) Bahşiyye alt kolları ortaya çıkmaktadır.31

2.3. Şâbâniyye

2.3.1. Şeyh Şabâni Veli

Kastamonulu Şeyh Şabâni Veli’ye nispet edilen Şâbâniyye tarikatı, Cemâliyye tarikatının alt koludur. Şâbân-ı Velî’nin hayatına dair bilgilere ulaşmak diğer Allah dostlarına nazaran daha zahmetsiz olmaktadır. Nitekim Şabâni Veli dergâhında yetişip, aynı dergâhta postişin olarak irşad faaliyetlerini yürüten Şeyh Ömer Fuâdi’nin “Menâkıb-ı Şerîf-i Pîr-i Halvetî Hazret-i Şâbân-ı Velî” adlı eseri kaleme almıştır. Yazılan bu eser günümüze ışık tutmaktadır.

Şâbân-ı Velî, küçük yaşlarda hem annesini hem de babasını kaybederek yetim kalmıştır. Bu duruma binaen onu sahiplenmek ve onu yetiştirmek için kendisini bir hanım, evlât edinmiştir. Başlangıç eğitimini evlâtlık alındığı yerde, Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinde tamamladıktan sonra Kastamonu’da tefsir ve hadis dersleri okuyup icâzet almıştır. Buradan İstanbul’a giderek orada ilim tahsiline devam ettiği bilinmektedir.32

Şâbân-ı Velî, ilmi faaliyetlerini tamamladıktan sonra, rüyalarında vatanına davet edildiğini görmüş ve akabinde Kastamonu’ya dönmek üzere yola çıkmıştır. Güzergâhı üzerinde bulunan Bolu’da Cemâliyye kolunun pîri olan Cemâl-i Halvetî’nin halifelerinden Hayreddin Tokâdi ile karşılaşır. İlmi bir sohbete tutuşan bu iki güzîde zât, Şâbân-ı Velî’nin Hayreddin Tokâdi’ye ayetlerin tefsiri ile ilgili soruları sormasıyla iyice zirveye çıkmıştır. Çünkü Hayreddin Tokâdi, sorulan sorulara zâhiri anlamlarını vermesinin yanı sıra bâtıni anlamada işaret ediyordu. Buda Şâbân-ı Velî’de büyük etki yaratmıştı. Bunun üzerine Bolu’da kalmaya karar vermişti. Bu karar neticesinde tam

31 Mehmet Serhan Tayşi, “Cemâliyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV

Yayınları, 1993), 7/318.

32 Ömer Fuadî, Menakıb-ı Şeyh Şaban-ı Veli ve Türbenâme (İstanbul: Hazret-i Pir Şeyh Şaban-ı Veli

Kültür Vakfı Yayınları, 1998), 45-46; Mustafa Tatcı - Cemal Kurnaz, “Şâbân-ı Velî”, Türkiye Diyanet

(30)

28

on iki yıl Şâbân-ı Velî, Hayreddin Efendi’nin dervişi olarak hizmette bulmuş ve seyr-ü sülûkünu tamamlayıp halife olarak Kastamonu’ya (937/1530-31) gönderilmişti.33

Kastamonu’ya gelen Şeyh Şâbân-ı Velî, burada çeşitli mescitler de inzivaya çekilmiştir. Halkın isteği üzerine Kastamonu’nun merkezinde bulunan Honsalar Camii’ne taşındı. Halk tarafından fazlasıyla sevgi ve saygıya mazhar olan Şâbân-ı Velî’nin, keşf ve kerameti dilden dile yayılmaya başladı. Bir yangın sonucunda bu camiden ayrılan Şâbân-ı Velî, halifelerinden bir zâtın bağışladığı eve taşındı. Bu mekânda uzun yıllar irşad faaliyetlerini sürdüren Şâbân-ı Velî, 4 Mayıs 1569 da vefat etti. Vefat ettiği tekkenin bahçesine defnedildi.34

Şâbân-ı Velî, İslam’ın temel rükünlerine her zaman bağlı kalmış, imani, ameli, ahlaki söylemlerini şer’i delillere dayandırmıştır.35

Şeriata bağlılığıyla bilinen Şâbân-ı Velî, “Şeriat bademin kabuğu ise tarikat özüdür” buyurmuştur.36

Şâbân-ı Velî, dünya malına ve makamına hiç önem vermemiş, ömrünün çoğunu halvethânelerde geçirmiştir. Dünya malına değer vermemesiyle ilgili şöyle bir hadise de yaşanmıştır: Bir gün müridlerinden biri Şâbân-ı Velî ‘nin hırkasını yıkamak istemiş, mürid hırkayı alıp sıcak suya koyunca, hırka parçalanmaya başlamıştı. Bu duruma üzülen mürid, Şâbân-ı Velî’ye haber verince Şâbân-ı Velî “Biz dünyaya uryân geldik uryân gideriz” diyerek dünyaya olan bakışını dile getirmiştir.37

Şabaniyye kolu genel itibarıyla yerel bir tarikatken, bu yolun ismini ve geleneğini İstanbul’a taşıyan zat Karabaş Velî’dir. onun zamanında tarikat gelişerek kurumsallaşmıştır. Karabaş Velî, İstanbul Üsküdar’da halveti dergâhı olan Atik Vâlide

33 Fuadî, Menakıb-ı Şeyh Şaban-ı Veli, 49-50; Tatcı - Kurnaz, “Şâbân-ı Velî”, 38/209. 34 Fuadî, Menakıb-ı Şeyh Şaban-ı Veli, 55; Tatcı - Kurnaz, “Şâbân-ı Velî”, 38/209.

35 Muhammed İhsan Oğuz, Hz. Şâbân-ı Velî ve Mustafa Çerkeşî (İstanbul: Oğuz Yayınlaları, 1993), 15. 36 Fuadî, Menakıb-ı Şeyh Şaban-ı Veli, 62-63.

37 Fuadî, Menakıb-ı Şeyh Şaban-ı Veli, 53; Mustafa Tatcı, “Hazret-i Pîr Şeyh Şabân-ı Velî ve

Şabâniyye”, I. Uluslararası Şeyh Şa‘bân-ı Velî Sempozyumu -Şeyh Şa‘bân-ı Velî’yi Anma Ve Anlama- (Kastamonu: Kastamonu Ünüversitesi, 2012), 1/29-36.

(31)

29

Sultân Dergâhında şeyh olmuş ve irşâd faaliyetlerini buradan yürütmüştür. Karabaş Velî’ye, Şabaniyye’nin kolu olarak Karabaşiyye nispet edilir.38

2.3.2. Mustafa Çerkeşi Efendi

Şabaniyye’yi XVIII. yılların sonlarına doğru Balkanlar’da ve Anadolu’da, Çerkeş’te zuhûr eden Mustafa Çerkeşî temsil etmiştir. Şabaniyye mensuplarınca “Pîr-i Sâni” kabul edilen Mustafa Çerkeşi, XIX ve XX. yüzyıllarda bulunduğu coğrafyalarda adından çok söz ettirmiştir. Bu şöhreti, onu dönemin en çok ilgi gören mürşidi haline getirmiştir. Çerkeşi’nin şeriat ve tarikatla ilgili muazzam sözleri dönemin şeyhülislamlarını kendisine intisab ettirmiştir. Ona göre tarikat ve şeriat bir bütündür. Bu iki prensibi ayırmak ya da farklı göstermek büyük bir sapkınlıktır. Şayet ikisi arasında bir ölçü olacaksa bu Nebi’nin (sav) bıraktığı çizgidir.39

“Pîr-i Sâni” Safranbolu’ya bağlı çok haneli bir köy olan Zorâ’da yetişen, Halvetî- Şâbanî şeyhlerinden Şeyh Mehmed Efendi’ye intisab ederek onun yanında yetişmiş ve ondan hilafet almıştır.40 Şabaniyye tarikatı, Mustafa Çerkeşi’nin halifeleri aracılığıyla Batı Karadeniz (Safranbolu, Gerede), Orta Anadolu, İstanbul ve civarı ile Balkanlara yayılmıştır. Bazı kaynaklarda on bir, bazı kaynaklarda ise on üç tane halife yetiştirdiği belirtilen “Pîr-i Sâni, iki halifesini İstanbul’da görevlendirerek irşad faaliyetlerini o bölgede devam ettirmiştir. Batı Karadeniz bölgesinde ise irşad faaliyetlerini yürütmek adına Geredeli Halil Efendi’yi (ö. 1259-1843) görevlendirmiştir. Öyle ki yapılan bu görevlendirmeyle Şabaniyye kolunun ana silsilesi, Halil Efendi üzerinden Haliliyye künyesi altında günümüze kadar gelmektedir. Halil Efendi, Geredeli Aziz olarakta bilinmektedir.41

2.3.3. Geredeli Halil Efendi

Halvetîlik’in Cemaliyye ana kolunun alt şubelerinden biri olan Şabâniyye tarikatının silsilesinden yetişen Şeyh Halil Efendi, Gerede’de 1200/1785 tarihinde

38 Tatcı, “Hazret-i Pîr”, 1/48. 39 Tatcı, “Hazret-i Pîr”, 1/48-50.

40 Nihat Azamat, “Çerkeşî Mustafa Efendi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV

Yayınları, 1993), 8/272.

(32)

30

doğmuştur.42 Şeyh Çerkeşî Mustafa Efendi’nin tedrisatından geçen Halil Efendi, ümmî bir şeyh olmasına nazâran II. Mahmud tarafından İstanbul’a davet edilmiş, burada hadisi şeriflere, bilhassa “İnnema’l-a’mâlü bi’n-niyyât” hadisi şerifine yaptığı yorumlarla etrafındakileri şaşkına çevirdiği ve orada hazır bulunanların takdirlerini kazandığı bildirilmektedir.43 Geredeli Halil Efendi hakkında yeterli sayıda malumat bulunmasa da, O; hem Çerkeşî Mustafa Efendi’ye intisab etmesinden dolayı, hem de ümmi olmasına rağmen kendisinde var olan ledünni ilmi sebebiyle, tarikat geleneğinde adından çokça zikrettirmiştir.

Pîr Sanî olarak bilinen Mustafa Çerkeşî ile tanışıp görüşmesi ise gördüğü bir rüyanın etkisinde kalması neticesinde gerçekleşmiştir. Henüz gençlik çağındayken bir seyahat esnasında yanında bulunan arkadaşından ayrılarak Çerkeş’e, Çerkeşiyye kolunun pîri Çerkeşî Mustafa Efendi’ye intisap etmiştir. 1811’de seyr-ü sülûkünu tamamlayıp hilafetini almıştır.44

Şeyh Halil Efendi otuz altı sene irşad faaliyetlerini yürüttükten sonra, doğduğu yer olan Gerede’de 1843 tarihinde vefat etmiştir. Vefat ettikten sonra dört oğlu dergâhın meşihatında bulunmuşlardır. Bunlar; Şeyh Mesud Efendi, Hacı Osman Efendi, en küçük oğlu divanın sahibi şair Şeyh Mustafa Rûmî Efendi, Şeyh Yâkub Sıdkı Efendi dir. Halil Efendi, birçok halife yetiştirmiş ve bu halifeleri farklı bölgelerde irşad ile görevlendirmiştir. Nevrokoplu Ahmet Rıfat Efendi, Nevrokoplu Süleyman Sırrı Efendi, Çerkeşli Elvanzâde Mustafa Hulusi Efendi, Mehmet Hilmi Efendi45; bu isimler her nekadar Halil Efendi’nin halifeleri arasında zikredilse de asıl olan bu değildir. Zira zikredilen isimlere tarihsel olarak bakıldığında ortaya büyük bir tutarsızlık çıkmaktadır. Birbirleri ardınca gelen postnişinler olarak zikredilmesi gereken isimler, Halil Efendi’nin halifeleri olarak zikredilmesinden dolayı böyle bir durum ortaya çıkmaktadır.

42 Mustafa Tatcı - Abdulkerim Abdulkadiroğlu, Geredeli Mustafa Rûmî Şabânî Dîvân-i İlâhiyât

(İstanbul: H Yayınları, 2013), 1.

43 Tatcı, “Hazret-i Pîr”, 1/54.

44 Hür Mahmut Yücer, “Geredeli Halil Efendi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul:

TDV Yayınları, 2016), Ek-1/474-475.

(33)

31

Geredeli Halil Efendi’nin yetiştirdiği halifeler arasından iki isim ön plana çıkmaktadır. Birincisi; irşad faaliyetlerini sürdürdüğü yıllarda, dönemin şeyhulislamlarından olan Arif Hikmet Efendi ile Mehmet Sâddedin Efendi’nin intisap edip dergâhına vardıkları Şeyh Ömer Fuadî-i Sâni (ö. 1274/1857, bir diğeri ise ünü Nevrokop’a kadar ulaşıp oradan muhipler edinen Yazıköylü Şeyh Hacı Mehmed Emin Efendi’dir.46 Bazı kaynaklarda ise Halil Efendi’nin halifeleri arasında tasnife gidilerek “en büyük halife” unvanı, Mehmet Emin Efendi’ye nispet edilmektedir.47

2.3.4. Yazıköylü Mehmed Emin Efendi

Künyesinde de belirtildiği üzere Safranbolu’ya bağlı olan, Yazıköy’de dünyaya gelen Hacı Mehmed Emin Efendi’yle ilgili kaynaklarda yeterli bilgiye ulaşılmamaktadır. Ancak günümüze Mirâtül- Âşıkîn ve Mîzânu-l Âşıkîn gibi iki güzîde eser bırakmıştır. Herhangi bir medrese tedrisatından geçip geçmediğine dair bir kaynak bulunmasa da yazmış olduğu eserler incelendiğinde, eserlerinde ki lafız ve ibareler ile, Kur’an-ı Kerim’e ve hadisi şeriflere olan hâkimiyeti, Mehmet Emin Efendi’nin zâhiri ilimleri de tahsil ettiğini göstermektedir. Zâhiri ilimleri yanı sıra, Bâtınî (tasavvufi) ilimleri de teshil eden Emin Efendi, bu manevi eğitimine Mustafa Çerkeşi öncülüğünde başlasa da, Geredeli Halil Efendi ile beraber kemale erdirmiştir. Bunun üzerine Halil Efendi tarafından Safranbolu’da bulunan, günümüzde Hamidiye Dergâh Camii olarak adlandırılan camide görevlendirilmiştir. Bu caminin yanı başında bulunan tekkede ömrünün sonuna kadar irşad faaliyetlerini sürdürmüştür.48

Mehmed Emin Efendi, irşâd faaliyetlerinde göstermiş olduğu gayret neticesinde Halveti/Şabânî tarikatı batıya açılmıştır. Öyle ki şeyhin halifeleri, üstadlarından aldıkları feyzi Nevrekop taraflarına kadar götürmüş, bu feyz orada Mehmed Emin Efendi’ye olan sevgi saygıyı arttırmıştır. Bunun neticesinde Nevrekop’tan müridler hem Emin Efendi’yi ziyaret etmek hem de halvet çıkarmak için Safranbolu’ya gelmişlerdir.

Mehmed Emin Efendi vefat ettikten sonra en kıdemli halifesi olan Ahmed Rıf’at Efendi Nevrekop’ta olduğu için Mehmed Emin Efendi’nin postu Nevrekop’taki 46 Gül, “Halvetî-Şa’bânî Şeyhi Yazıköylü Mehmet Emin Efendi”, 126.

47 Yücer, “Geredeli Halil Efendi”, Ek-1/474-475.

(34)

32

Halveti dergâhına gönderilmiştir. Bu sebepledir ki Safranbolu bölgesindeki dervişan halvet çıkarmaya Nevrekop’a gider olmuştur.49

Evliyaullahın birçoğu kerametlerini gizlemeye gayret etmişlerdir. Ancak zaman zaman kendilerinden kerametler zuhûr etmiştir. Mehmed Emin Efendi de keramet ehli bir zât idi. Kedisinden en çok bahsettiren keramet ise şöyle zuhûr etmiştir; vaktiyle Safranbolu’lu bir tüccar hem ziyaret hem de ticaret maksadıyla Mekke’ye gider. Ancak orada işleri rast gitmeyince zor durumda kalır. Oradaki yerel halka derdini anlatınca, kendisiyle sohbet etmeye başlarlar. Nereli olduğu sorulduğunda Safranbolu’dan geldiğini söyler. Bunun üzerine yerel halk; burada senin hemşehrin Safranbolu’lu Mehmed Emin Efendi var. Biz ne zaman sıkıntıya düşsek O imdadımıza yetişir. Sen niye ondan yardım istemiyorsun der. Safranbolu’lu tüccar şaşırır. Tarif ettikleri şeyhin Safranbolu’da olduğunu Mekke’ye gelme durumunun olmadığını söyler. Oradaki insanlar söylemlerinde ısrar edince bir öğle namazında tüccar Haremi Şerife gider, Mehmed Emin Efendi’yi orada namaz kılarken görür. Namazın ardından omzuna dokunur. Tüccarı gören Şeyh donakalır ve şaşkınlığını gizleyemez. Evliyaullah Allah’ın kendisinde zuhur ettirdiği kerametinin ortaya çıkmasını istemez. Şeyhe durumunu anlatan tüccara, Şeyh bir teklifte bulunur. Şayet bu kerametimi kimseye anlatmazsan seni memlekete ulaştırırım der. Tüccardan söz aldıktan sonra gözlerini açmasını ister. Tüccar gözlerini açtığında kendisini Safranbolu’da Köprülü Cami’sinin avlusunda bulur.50

Mehmed Emin Efendi’nin daha önce zikr edilen Mir’âtu’l-‘Aşikîn ve Mîzânu’l-‘Aşikîn adlı iki risalesi vardır. Muhtevasında şiirleri barındırdığı görülmektedir. Bu iki risale Mehmed Emin Efendi’den sonra tekkenin postnişini olan, aynı zamanda Emin Efendi’nin oğlu olan Mehmet Zühdü Efendi tarafından ikisi bir arada basılmıştır.51

Emin Efendi, risalelerin başında bunları kaleme almasında ki gayesinin ne olduğunu belirtmektedir. Müridler, mürşidlerinden makam, halifelik, ya da irşad için icazet istediklerinde seyr-ü süluklarını sağlıklı tamamlamadıkları için mürşidleri

49 Sâdık Vicdânî, Tarîkatler ve Silsileleri- Tomar-ı Turuk-ı Aliye, thk. İrfan Gündüz (İstanbul, 1995),

219-220.

50 Gül, “Halvetî-Şa’bânî Şeyhi Yazıköylü Mehmet Emin Efendi”, 128. 51 Gül, “Halvetî-Şa’bânî Şeyhi Yazıköylü Mehmet Emin Efendi”, 128-129.

(35)

33

tarafından reddedilir. Müridlerde aldıkları bu ret karşısında mürşidlerinin söylemlerini kulak ardı edip heva ve hevesleri peşine koşarlar. Böylelikle gayret ve çabaları boşa gitmiş olur. İşte tamda bu noktada Emin Efendi, bu risaleleri kaleme almış, müridlerin kemallerini ve eksikliklerini öğrenmeleri ve gayretlerinin boşa çıkmamasını arzu etmiştir.52

Mehmed Emin Efendi birçok kişiyi irşad etmiş, yetiştirmiş ve hilafet vermiştir. Hilafet verdiklerinden en meşhur olanı Muînü’l- Mürîd adlı eserin müellifi olan Nevrekoplu Şeyh Ahmed Efendi’dir.53

2.3.5. Nevrekoblu Ahmed Rıf’at Efendi

Ahmed Rıfat Efendi yaptığı irşad faaliyetleriyle Şa’bâniyye tarikatının Nevrekob’ta yayılmasında etkili olmuştur. Orada bir tekkesi bulunan Ahmed Rıf'at Efendi’nin bu tekkede Safranbolu’dan dahi dervişlerin Bulgaristan’a ziyaretine gidildiği belirtilmiştir. Balkan Harbi esnasında Bulgarlar tarafından yakılarak tahrip edilen tekke bu yangın sonrası kullanılamaz hale gelmiştir.54

Ahmed Rıf’at Efendi bazı kaynaklarda Şeyh Halil Efendi’nin halifesi olarak zikredilmiştir.55 Ancak Ahmed Rıf’at Efendi Yazıköylü Mehmed Emin Efendi’nin halifesidir. 56 Kendisi birçok halife yetiştirmiş olup, bu halifelerin isimlerine kaynaklarda ulaşmakta mümkündür. Halifeleri arasından bir tanesi araştırmamızın konusu olan Mehmed Hilmi Efendi’nin intisab edip, kendisinden ilim tedris ederek manevi kültüründen istifade ettiği Süleyman Sırrı Efendi’dir.57

Süleyman Sırrı Efendi ve onun halifesi olan Mustafa Hulûsi Efendi ile ilgili detaylı bilgi birinci bölümde verileceğinden dolayı bu bölüm de bahsi geçen iki zat ile ilgili bilgi verilmemiştir.

52 Mustafa Tatcı - Musa Yıldız, Âşıklara Ayna ve Terâzi (Mir’âtu’l- ’Aşikîn ve Mîzânu’l- ’Aşikîn)

(İstanbul: Kırkambar Yayınları, 2013), 28.

53 Gül, “Halvetî-Şa’bânî Şeyhi Yazıköylü Mehmet Emin Efendi”, 137.

54 Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, thk. Mehmet Akkuş - Ali Yılmaz (İstanbul: Kitabevi Yayınları,

2006), c. 4:93-94.

55 Tatcı - Abdulkadiroğlu, Dîvân-i ilâhiyât, 3.

56 Gül, “Halvetî-Şa’bânî Şeyhi Yazıköylü Mehmet Emin Efendi”, 137. 57 Vassâf, Sefîne, c. 4:93-94.

Referanslar

Benzer Belgeler

9 Kültür seviyesi yüksek bir aileye mensup olan Şerîf Efendi’nin daha eğitiminin ilk yıllarında ikiside birer şeyhülislam ve aynı zamanda da divan sahibi

Cel ve tî ye’ye men sup bir çok flâ ir gi bi Azîz Mah mûd Hü dâ yî Haz ret le ri’nden bü - yük oran da et ki len mifl ve onun yo lun da iler le me ye ça l›fl m›fl bi ri

Bir mizah gazetesi olarak çıkmaya başlayan Karagöz, geleneksel Türk tiyatrosunun en önde gelen sanatlarından biri olan gölge oyunun baş tipini temel almış, Karagöz’ü

Their father’s acceptance-rejection level did not have any significant predictive effect on the prosocial behaviours, aggression, asocial behaviours, exclusion,

Öyleyken, Tazminat şairleri milletin uykusunu ölüm diye yazdılar, ve, milleti uyandır­ mak için, ona, «öldün» diye haykırdılar.. Vâkıa uyuyan milletleri ses

sonra bacanağı Yusuf Ziya Or- taç’la birlikte Akbaba adlı mi­ zah dergisini çıkarmaya başla­ dı. Kısa bir süre de Karagöz dergisini

Bu makalede edebi kimliği daha çok bilinmekle birlikte, tefsir dâhil İslami ilimlerin hemen her alanında eserler vermiş olan Mehmed Hafîd Efendi’nin