• Sonuç bulunamadı

Dağlarca'ya çiçekler

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Dağlarca'ya çiçekler"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

YEDİRENK

UĞUR KÖRDEN

Dağlarca'ya Çiçekler

Kültür Bakanlığınca her yıl verilen “Kültür ve Sanat Bü­

yük Ödülü’’nün bu yılki sahibi Fazıl Hüsnü Dağlarca.

Büyük şairimiz, geçen yıl sekseninci yaşını doldurmuş­ tu. Bakanlığın bu gecikmiş ödülü, aslında, her yönden sa­ hibini bulmuş sayılır. Dağlarca, bir şairi şair yapan gerçek özün sağlam bir karakter olduğuna inanıyordu. Ayrıca,

“karaktersiz şiir de olmaz”diyordu. Ona göre şiirin ana­ yurdu, şiirin doğduğu yer ‘insan’dı.

Nice şiire imzasını atan şair, sınırlarını belirtmekten çe­ kinmemişti. “İnsan ne yapsa, ne yazsa, ne kadar kitap ya-

yımlasa, yaptığı iş b ir büyük önsözden başka nedir?”

Belki, Dağlarca’ya sayısız ödül verilse bile hepsinin or­ tak gerekçesi tek başına bu söz olabilir.

Vaktiyle, Orhan Burian, onun için “Pythia” demişti. Delphoi’nin başrahibesi, kâhin Pythia. Kutsal buhurdanın etkisiyle yarı kendinden geçmiş bir durumda, hiç kimse­ ye benzemeyen sözler söyleyen bir Dağlarca. “O, şairlik

hilâtını Nâzım Hikmet’ten daha büyük b ir alçakgönüllülük ve daha büyük azametle giymiş tek şairdir”diyordu Buri­ an, 1946’da.

Gerçi, o yıllar, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın birinci dönemi­ nin (1935-45) sona erdiği zaman dilimiydi. Yalın ve des­ tansı bir dille gerçekleştirdiği verim: Havaya Çizilen Dün­

ya, Çocuk ve Allah, Daha, Çakırın Destanıve Taş Devri. Askerlikten ayrılmış bile olsa, silahını bırakmış değildi. En büyük silahı da akıl duyarlığıydı. “Ben askerim, Türk-

çeyi askerlerimden öğrendim ” demişti. Şiirini de bir karın­

ca gibi, deli bir böcek gibi Sivas’tan ya da Erzurum’dan kalkıp İzmir’e ulaşan genç askerlerin çocukça özlemlerin­ den, bakışlarından, sonsuza açılmış hayretlerinden çekip çıkanyordu.

Belirli bir geçiş sürecinin ardından, 1955’ten başlayıp gü­ nümüze ulaşan yeni döneminin boy verdiğine tanık olu­ ruz. Artık, şiiri koklayarak bulmaktadır şair -kendi terimle­ riyle. Öte yandan, Dağlarca, “Karşı-Dağlarca”yı doğur­ muştur sanki. “İnsan, ancak öğretilerden dışarı çıktığı za­

man şiir yazabilir”der. Ona göre “Şairler, önce doğaya kar­

şı, sonra topluma karşı‘Hayır!, diyen insanlardır.”

“Usla, yürekle büyümüş gündüzler geceye karşı. ” Ohalde, Dağlarca’nın gözünde “sözcük, insan başkal­

dırısının ta kendisiydi. ” “Karşı yaşamak”da buydu zaten onun kafasında.

Kültür Bakanlığı’nın ödülünden önce, devlet ona hiç yak­ laşmadı mı? Elbet, yaklaştı; zaman zaman aradı büyük şa­ iri. Sözgelimi, Asılmışisimli şiiri Varlık’ta yayımlandığı za­ man. Suçlandı, sonra aklandı. Bu, Dağlarca’ya 1949’da hak görülmüş “devlet”ödülüydü.

Arkasından, Aksaray’da açtığı kitapçı dükkânı dönemin­ de cama yapıştırdığı duvar şiirleri nedeniyle birbirini izle­ yen uzun süreli soruşturmalar, toplama kararları, mühür­ lemeler geldi. Üzünçlerle yaldızlanmış, süslenmiş, yeni bir ödül.

Doğal ki 12 Mart günlerinde, askerlerin eski bir askere hak gördüğü “ö dü l”üde unutmamalı. Dağlarca’nın on beş askerlik yılı içinde edindiği, parasını ödediği, evde bulun­ durma ruhsatını taşıdığı “Kırıkkale” için Sağmalcılar Ce- zaevi’nde geçirmek zorunda kaldığı on beş tutuklu gün ödülü.

Son olarak -dileyelim, son olsun ârtıkl- Ankara Birinci Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki yargılanma. Tümdergisinde yayımlanan, Türk askerlerinin Amerikan helalarını temizle­ mesine karşı çıkan, İkili Antlaşmaların yüklediği bu zorun-

uluktan yakınan şiirinin yargılanması, suçlanması süreci. Yaşamın zengin karmaşası içinde, nasıl şiirler belirli bir parçayı oluşturmaktaysa birbirini izleyen yıllar içinde ken­ dini gösteren “devlet ödülleri”de aynı bütünün bir başka parçası.

Dağlarca şiirinin büyüleyici özü, yaşadığı zamanın olan­ ca nirengi noktasını birer zengin kabartma gibi kendisine özgü öğelere dönüştürerek Türkçe söze yeni anlamlar ka­ zandırdı, kazandırmakta. Uygarlık öncesi bir hava, bir tat, sanki onun şiirini şimdiden bir çeşit klasiklik duygusuyla sanp sarmalıyor.

“Kişi yaşamının b ir biriyle ilişkisiz ya da uzaktan ilişkili panltıları”r\\konu edinen, büyük Divan şairinin en çok kul­ landığı aruz ölçüsüyle yazılmış Şeyh G alib’e Çiçekler (1986) gibi Dağlarca’ya da gönül ve ömür dolusu çiçek­ ler!..

Referanslar

Benzer Belgeler

İstanbul surlarının ehemmiyeti nazarı dikkate alınarak, bunların muhafazası kati surette lcabeden kı- sımlarile yıkılması icabeden kısımla­ rının tesfoiti

Onun için sa­ bahın en erken saatinde gidilir, kurna kapılır, yıkanılır, yemek yenilir, göbek taşında saatlerce dinlenilir ve akşam eza­ nına kadar, hava

Ruffini’den yüz yıl kadar sonra Niels Henrik Abel (1802-1829) be- şinci dereceden polinomların kök- lerinin cebirsel olarak her zaman bulunamayacağı üzerine bir ma-

Subsequent vertebral angiography revealed that this delayed enhancement was related to contrast extravasation from a torn anterior meningeal branch of the right vertebral

İstanbul için yeni olan fu­ arın TÜYAP Sergi Sarayı’nda gerçekleşi­ yor olması hem katılımcı hem ziyaretçi açı­ sından farklı bir etkinliği olacak.. — Daha

Oysa Bakanlar Kurulu Turgut Özal'ın tarikatçı annesi­ nin Süleymaniye Camii avlusuna gömülmesi için karar ve­ riyor, kadın gömülüyor, Aziz Nesin, göm ülm esine izin

Otobüsün camında Yılmaz Güney, duvarlar boyu Yılmaz Gü­ ney, kahve ocağının yamacında Yılmaz Güney, manavın dük­ kânında Yılmaz Güney, gezgin

Muhterem Vahap Ko­ ca Memi, bnnu amcasının el yazi- sile görünce, kendi tarafından ya­ zıldığını zanneder, ve böyle zan­ netmesi için de sebep var: