sel ile biılikte.
; BAYAR’ın
i
vasiyeti
ÖLÜMÜNDEN sonra ailesinden herhan
gi birşey istemeyen Bayar, üç maddeden
oluşan vasiyetini kime bıraktı?
ZORLU ve Polatkan’m idam edildiklerini,
Menderes hakkmdaki kararın da yerine ge
tirildiğini öğrenince İnfaz Savcısı’na ne söy
ledi ve sonra ne yaptı?
YASSIADA’dan İmralı’ya asılmaya gider-
j ken arkadaşlarıyla ne konuşuyordu?
H
a pish a n e d e n
e ıküktan sonra evinde
gözetim altında tutulurken duygulan ney
di?
14 M a y ıs ’tan itibaren
gazeteniz GÜNEŞ’te
GÜNEŞ S AY FA 9
Dünden • Bucründen
14 MAYIS PERŞEMBE
---
1
---T
ürkiye yönetiminin "S e - çeneksiz ik tid a r” ın ege menliğinde olduğu bir dönemde, Hilton Oteli’ nin balo salonunda kok teyldeyiz. İğne atılsa yere düşmeye cek cinsten bir kalabalık var. ithal par fümle, Havana piirosu ve çoğunluğu yabancı adı taşıyan yiyeceklerin koku su birbirine karışıyor. Yapay gülücük ler, saygı sunmalar, sözüm ona özlem gidermeler... Hariciyeci üslubuyla “ Vaay beyfendiciğim , nerelerdesi niz? Vallahi göreceğim iz g eldi"le r.Bütün gazeteciler, günün, ekonomi yi ilgilendiren önemli bir haberi nede niyle Sanayi ve Ticaret Bakanı'nın pe şinde, onun yanında da, İstiklal Mar- şı’nı paltosu omuzundayken dinleme siyle ününe ün katan bir “ devlet ada m ı!” Genişleyen halkaya girmeye ça lışan işadamları, birbirleriyle yarış makta
Kadın gazeteci, Sanayi Bakanı’na önemli haber konusunda bir şey sor mak için bekleyişte. İki politikacı ve işadamlarının söyleşileri es verince “ Sayın B a kan !..” diyecek oluyor, ama olmuyor, sözlerine laf karışıyor. Haber önemli, gazeteci de diretmek te kararlı. “ Sayın B a ka n !...”
Bolu'da minicik kafaları, beyinleri örümceklenmiş büyüklerince sıktırılan Kur'an kursu öğerencilerinin törenini iz lemesiyle de tanınan bakan, “ Ne is tiyorsun kızım? Çekil b e !” buyurdu. Nasıl olduysa oldu, Sanayi Bakanı da, “ Ne var kızım ?” diye sorma gereği ni duydu.
Tanıdığı bakanların sayısını anımsa- yamayan, ama özellikle İnönü ve Ba- yargibi “ Devlet adam ları"nın muha taplarına “ hanım"sız, “ bey” siz, hele hele “ siz” siz hitap etmediklerini hiç unutmayan "K iz'ın , kan Deynıne sıçra mış. Fakat kendini tutmayı başarıp ko nuştu:
“ Sayın Bakan, size iki kez teşek kür ederim . Önce, lü tfe d ip zaman ayırdığınız iç in sonra da bana Kızım’ diyerek iltifa t e ttiğin iz iç in .”
Bakan, bu sözlere karşılık vermedi, soruyu yanıtladı, gazeteci, haberini yazdırdıktan sonra düşünmekten ken dini alamadı. Cnlar bana “ kızım ” de yince, ben de kendilerine “ baba” ya da “ am ca” deseydim acaba ne olur du?
ana tonton diyorlar” diyen Baş ak n geldi. Şimdi de, sanayici, işa- oarr;, bürokrat ve çok acı ki (kişilikh- ri herkesçe bilinen) bazı gazetecilerin “ Ben buradayım” diye kendini gös terme yarışı başladı. Tonton’un asık yüzlü koruma görevlilerinin davranış ları, dünya bizden sorulur havasında.
Başbakan, kalabalığı yara yara sa lonun dip tarafına doğru ilerlemekte. Bu sırada da bir zamanlar müsteşarlı ğını yaptığı ağası gibi, herkesin elini sık mayı, adıyla ve de “ Sen” diye hitap ederek hatırlarını sormayı ihmal etme mekte.
LU E soruyorsun da
herkesi güldürüyorsun.
Bana da sor bakalım
Dalgalanma durulmaya dönüştü. Göz göze gelinirse, sıcacık bakış ve saygı esirgeniyormuş izlenimi edinil
mesin diye, yüzler güleç mi güleç. Gazeteci para babalarına, dönemin moda terimi “ O rtadirek’ten ne anla dık erini, bu sınıftan olsalardı, T ürki ye'nin içinde bulunduğu ortamda ne sil geçineceklerdi?” diye soruyor.
, anıt, bakışların çivi çakarmışçasına sabitleşmesi ve bir kahkaha!
Kahkaha sayısı artınca Başbakan’ın dikkatini çekti. Gazeteciyi yanına ça ğırdı, “ Ne so ru yorsun ki herkesi g ü ld ü rü y o rs u n ? Bana da s o r bakalım" dedi. Konuşmaya başlamış tı ki, ayakları yerden kesilerek birden bire hoop diye kendini salonun öteki ucunda buldu. Yaklaşık yirmi beş yıl dır bu işi yapıyordu. Artık sinirienmeme- yi, o elde değil ya, sinirlense de ken dine hakim olmayı öğrenmişti. Salo nun giriş bölümünde ayağı yere değ diği anda, kendisini buraya savuran ların polisler olduğunu fark etti, için den bir lahavle çekip sakince ve sa bırla, yaklaşık on dakika sonra Baş- bakan’ın yanına ulaştı.
— Bu ne biçim korum a Sayın Başbakan? Ben çok korum a (aslın da başbakan diyecekti ama o an bu nu söylemesine çalıştığı yerdeki konu mu engeldi. Çok görmüştü, deneyimi boldu. Biri onurunu korumaya kalksa keyiflerinin gıcırının kaçacağını hesap layanlara, dersini eline verip ezberlet tiriyorlardı) gördüm ama, böylesine ilk kez rastladım , diyerek üzüntüsü nü dile getirecek oldu.
Başbakan’ın yanıtı: “ Eeee, ne ya palım, onlar da vazifelerini yapıyor la r d ı ! Söyleyecek bir şey yoktu, ol sa da gereksizdi! Partisi gibi kendisi ni de “ Seçeneksiz” gören bir adama ne denirdi ki?
Radyoevinin önünden geçerken, şöyle bir içeri giriverip rastlantıyla ön ce ses sanatçısı olan, ardından da as- solistliğe değin yol alıp okur yazar bir insanın yılda kazanamadığını gecede cebe indirenlerden değildi o. 1980’li yılların Türkiyesi’nde birdenbire star duruma gelen, ailesini geçindirmek için özel sektör ve kamu kesiminde yıl lar yılı dirsek çürütmüştü. Sonra da bir gün oturmuş, “ Neden olm asın?” ka rarına vararak, önce parti kurmaya, ardından da liderliğe soyunmuştu. Ar kası nasıl olsa gelir ve Başbakan olur du. Oldu da. Şimdi burada durması için gamalı haç görünümü veren, ya ni dört görüşten oluşan partisini sağ lamlaştırması gerekliydi. Bu da nasıl olurdu? Aman da söze bakın hele. Na sıl olacak, 1960’tan bu yana tüm sağ partilerin yaptığı gibi. “ 46 şafağında yola ç ık tık " şarkısını, kırk yıldır ken dileri terennüm eden ve başkalarına da söyleten eski DP’lilere yaslanarak.
O deneyimsiz değildi. Uzun yıllar Başbakanlar yanında bulunmuştu. 55'ini geçtikten sonra Başbakan ol muştu. Eski hataları yapmamaya ça lışacaktı. Eski Başbakanlar gençti, de neyimsizdi.
Bir hatayı gerçekten de yapmadı.
1 0 2
.
Y A Ş
günü kutlamasında saat 22’ye
yaklaşıyordu. Foto muhabirlerinin kapı yönüne
seyirttikleri görüldü. Gelen, gazetecilerin
ablukasında kaldığı için Bayar oturduğu yerden
göremiyordu. Yanındaki gazeteciye “Kim
geldi?” diye sordu. İstanbul Valisi Nevzat Ayaz
olduğunu öğrenince 102. yaşım hiç mi, hiç
umursamadan gazetecinin kolundan tuttu ve
ayağa kalktı
1987 başında Houston’da geçirdiği by-pass ameliyatından sonra TRT Te- levizyonu’ndan yayımlattığı "A n k a ra'daki Bakanlar Kurulu Toplantısı’- nı ABD 'den yönetm e s h o w u ” nda “ dünyanın en deneyim li başbakanı o ld u ğ u n u ” açıklayışını makaslattı.
★ ★ ★
Türkiye’nin üçüncü Cumhurbaşka nı Celal Bayar, ölümünden iki yıl ön ce (dava arkadaşlarıyla birlikte do ğum gününü kutluyordu. Tarihi Pera Palas Oteli’nin alt salonu tıklım tiklim de Üçüncü Cumhurbaşkanı’na göre o gün TRT Televizyonu da bir (cemile) de bulunmuş, Celal Bayar’ın 102. ya
şı dolayısıyla program hazırlamıştı. Bayar, kokteyle bu programı izlemek amacıyla erken geldi. Otel görevlile rinin televizyon karşısına yerleştirdiği koltuğuna gömüldü ve bildiği yaşamı nı, olumlu-olumsuz hiçbir tepki göster meden izlemeye koyuldu.
Televizyonla ilgili anıları oldukça yüklüydü. Bu aygıtı ilk kez 1954 yılın da Cumhurbaşkanı’yken gittiği Ame rika’da görmüş, “ Biz ne zaman ger- çe k le ş tire b iliriz ? ” diye düşünmeye başlamıştı. (İlim Çin’de olsa git) buy
ruğuna içtenlikle inanıyor, dünyanın öteki ucundaki bir olaydan, dört duvar arasında hem de görüntüsüyle haber
dar olmaktan, kendisi gibi herkesin mutluluk duyacağına kesin gözüyle bakıyordu.
Herkes gibi Bayar’ın da beklediği günler soninda gelmişti işte. Gelmişti ama Bayar, kamerayla ilk kez bir ha pishane avlusunda karşılaşacağını hiç düşünmemişti.
Yassıada’da bir gün kendisini ve ar kadaşlarını odalarından çıkarıp sıraya dizmek istediler. “ Ne o lu y o r? ” diye sormasıyla, kamerayı görmesi bir ol du. Görevliler, “ Çekim yapılacak” dediler. Tepki gösterdi, “ Kabul e tm iyo ru m ” yanıtını verdi. (Tarihe bir belge bırakılmak istenildiği) söylenil- diyse de, dinletilemedi. Çünkü durum hiç de aslına uyaun değildi. Buraya böyle, Anadolu Kulübü’nün Büyüka- da daki yazlığına gelir gibi, üstelik de erinden albayına saygı duruşuyla se lamlanarak ve de rahat bir konumda getirilmemişlerdi.
Onuruna dokundu. Pantolonunun kayışını çıkardı, boynuna doladı. Ya şamına kendi elleriyle son vermek is
S U N U Ş
T
ÛRKİYE’ rıin Üçüncü Cumhurbaşkanı Ce lâl Bayar'ın tarafıma bıraktığı “ vaslyeti” nikamuoyuna duyurmayı bir ödev bildim. Bu nu ailesine; yakınlarına ya da herhangi bir si yasal arkadaşına değil de, bana bırakmasının nedenini ise, biliyorum. Belki, söyleşi sırasında yeri geldiği için öyle konuşma gereğini duy du.
“ Size vaslyetlmdlr. Yazmazsanız iki elim mahşere kadar yakanızda kalır. Ben ölün ce yazacaksınız değil mi? Söz veriyor mu sunuz, yazacak mısınız?” şeklindeki sözleri ve o andaki davranışı, ölümünden sonra tam üç ay kulaklarımdan çıkmadı ve gözlerimin önünden gitmedi. Sonucunda da yazmaya ka rar verdim. Bunu yaparken amacım, eski si yasal kadronun aksine, kamuoyu yönünden küllenmeye yüz tutmuş bir konuyu, " 2 7 Ma yıs olayı” nı yeniden gündeme getirmek de ğildir. Yaptığım “ İnsanlık anlayışım"ın kanıtı, belgesidir.
Bu yazı dizisinde Sayın Bayar’ ı tanıdığım kadarıyla (insan) yönüyle anlatmaya çalıştım.
Celâl Bayar’ ın 104 yıllık yaşamının 54 yılı dev let hizmetinde, 80 yılı da siyasette geçti. Bu konumdaki bir insan siyasetten ne denli arın- dırılabilinirse, ben de yazdıklarımda bunu o ölçüde yapabildim.
Kendisiyle nasıl tanıştığımız ve lütfettiği de yimiyle (dost oluşumuz) dizide anlatıldığı için, burada ayrıntıya girmeyeceğim. Yalnız şunu söyleyeceğim: Benim siyasal görüşümün ken di paralelinde olmadığını biliyordu!
Yazmaya oturduğumda aMıma, siyaset sah nesinde Bayar’ la işbirliği yapmış eski politi kacıların da görüşlerini almak geldi. Onunla buluşmalarında neler konuştuklarını dönemin de çok dinlemiş, yazmıştım ama, “ Bayar"ı
insan olarak nasıl tanırsınız?" diye hiç sor mamıştım Şimdi onun da sırası gelmişti. Eski görevlerindeki sıralarıyla Sayın Ferruh Boz- beyll, Süleyman Dem lrel, İhsan Sabrl Çağ- layangll, Sadettin Bilgiç, ANAP İstanbul Milletvekili ve Yassıada'daki avukatı Orhan Er- güder'e birer mektup yazıp, bu konudaki anı larını bana bildirmelerini rica ettim. Yüzyüze görüşmeyip mektup göndermemin nedeni, daha uzun süre düşünme olanağı bulmaları içindi. Mektubun sonunu “ böyle bir anınız vardır, yazmaya zamanınız olmayabilir. Bu nu da bildirmenizi rica e d e r ...” diye bağla dım.
Tek yanıt Bozbeyll'den geldi: “ Sayın Ba yar’ la politika dışı hiçbir anısı yok” tu.
Bu çalışmam sırasında en yakın yardımı ise (Bayar’ın Evren'e yazdığı mektubun suretini vermemeleri dışında) kızı ve damadı Sayın
Nllüfer-Ahmet Gürsoy çiftinden gördüm. Ba na evlerini, arşivlerim ve albümlerini açtılar. Kendileriyle birlikte Sayın Hayrettin Erkmen, Baha Akşit, Gültekln Başak, Mehmet Daim Süalp, Selma Sedet, Turhan Dilllgil, Özel Şahingiray ve Hıfzı Oğuz Bekata'ya teşek kürlerimi sunarım.
Yazılarda geçen “ kadın gazeteci” ve
“ gazeteci” benim. Kendimden "b e n , ben”
diye söz etmemek için, böyle demeyi uygun buldum. Bir de, özellikle genç kuşak okudu ğunu kolayca anlasın diye, eski sözcükleri, tümcelerin anlam değiştirmemesine titizlikle özen göstererek günümüz diliyle yazdım.
Bu yazı dizisi “ genç mes!ektaşlarıma” ve “ yeni politikacılara" armağanımdır.
N alân S e ç k in
Bayar, Cumhurbaşkanlığı döneminde İzmir Orduevi'nde verilen bir Cumhuriyet Bay ramı balosunda, salonda bulunanların bayramlarını kutluyor. Karşısında oturan lar sağ baştaki Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü Erdelhun, onun solundaki Avru pa güzelimiz Günseli Başar... (Fotoğraf: C .B . albümü)
tiyordu, kurtarıldı. Cezaevi doktoru ve sanık hekim arkadaşlarının yardımıy la hayata döndürüldü. Fakat bu tab loyu son nefesini verinceye değin hiç unutmayacaktı. Konu her açıldığında, yakınlarına ve arkadaşlarına, “ Bizi
m aym un g ib i oynatm ak İste d ile r”
diye yakınacaktı. Olayın merak ettiği yönü de, çekimi yapmak isteyen yurt dışından gelen bir TV ekibi miydi (Türkiye’de TV başlamamıştı), yoksa sinemalarda göstermek amacıyla ka mera kullanan Ordu Foto Film Merke zi görevlileri mi? Bunu, özgürlüğüne
kavuştuğunda kendisini ziyarete ge len Yassıada’daki bazı görevliler de bilemeyecekti.
Yıllar yılları kovaladı, Türkiye’de te levizyonun siyah-beyazından sonra renklisini, hatta 2. Kanalı’nı da gördü. Ve de bu süreçte siyasi hayata be raber başladığı dostları bir bir gidiyor lardı. Yalnız Türkiye'de değil, dünya da da en eski devlet adamı ve politi kacıydı. 100 yıllık yaşamının, 54 yılı devlet hizmetinde, yaklaşık 78 yılı da siyaset sahnesinde geçmişti.
Kendi deyimiyle, TRT çiler, ikide bir kapısını çalmaya başladılar. “ Ata
tü rk ’ü anlatır m ısınız?” , “ Türkiye nasıl k u rtu ld u ? ” , “ C um hu rlye t’in ilanı nasıl o ld u ? " soru ardından so
ru ve bir de “ Çok kısa olsun lütfen t” O yaşta bir insanı, havaya sok da, bırak ne söylerse söylesin. Sonra sen istediğin eksiltmeyi, yapıp, kurgunu ta mamla, dilediğin ölçüde yayımla. Doğ rusu bu değil mi? Olur mu hiç? Cum huriyet Bayramı programını falanca bankaya, TBMM’nin, yani Türkiye'nin kuruluşunun kutlandığı 23 Nisan Ulu sal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı da filancasına yaptıran TRT mi ger çekleştirecek bunu?
TRT’ciler en çok da 1983’ün 10 Ka- sım’ında güldürmüş ve kızdırmışlardı
Celal Bayar’ ı. Akşam saatlerinde her
zaman olduğu gibi kabul odasında ko nuklarıyla sohbet ediyordu, “ Seni
sevm ek m illi b ir ib a d e ttir” dediği A ta tü rk ’ü anlatıyordu. Birden, “ Ata tü rk ’ün A n ıtk a b ir’e n akliyle ilg ili film i su n u yo ru z” anonsunu duydu. “ A ta tü rk” adını duyunca ilgilenip din
lememek olmazdı. Elini kulağına gö türüp dikkat kesildi ve yüz yaşına al dırmadan yerinden fırladı! TV’nin kar şısına yürümeye başladı. O ne, fonda
kendi sesi vardı. 10 Kasım 1953'te
A ta tü rk ’ün Etnoğrafya Müzesi’nden,
Anıtkabir’e nakli dolayısıyla yaptığı ko nuşması yayınlanıyordu.
“ Y u rtta şla rım !” diye başlıyor ve
şöyle diyordu:
“ O, büyük b ir askerdir. O, emsal siz b ir devlet adamı, m üstesna b ir inkılapçı ve manevi gıdasını, mem leketine hizm et aşkını, içinde yetiş tiğ i cem iyetten, bu m illi İlham kay nağından alan b ir d â h id ir.
[ARAŞTIRMAMIŞLAR,
öğrenme gereği
duymamışlar, tembeller,
diyebilircü. Öyle söylemedi
“Komünist bunlar” demeyi
yeğledi
Büyük devlet adamı A tatü rk, sal tanatın ve ona bağlı müessesefe- rin tam am iyle çürüdüğüne kaniydi. Onun içindir ki, m illi hakim iyete da yanan, kayıtsız şartsız m üstakil b ir Türk devleti kurm ak karannı verdi.”
Nutuktan alıntılar yapılmıştı. Fonda ki sesin sözleri şöyle noktalanıyordu: “ Atatürk, sen bizdendin, seni Ha
life yapmak,, padişah yapm ak iste yenler oldu. İltifa t etm edin. M illi ira
de yolunu seçtin.
Bit ki hakiki yerin, daim a inandı ğın ve bağlandığın T ürk M ille ti'n in m in ne t dolu sinesidir.
N ur içinde y a t.”
Spikerin sesi duyuldu:
— Sayın s e y irc ile r, Ulu ö n d e r A ta tü rk ’ün A n ıtka bir'e .n akli dolayı sıyla Cum hurbaşkanı İsmet İnönü' nün yaptığı...
Celal Bayar, çok sinirlendi. “ Araştırmamışlar, öğrenme gere ğini duymamışlar, te m b e lle ri” diye
bilirdi. Öyle söylemedi, “ Kom ünist
b u n la r” demeyi yeğledi.
Pera Palas’ta doğum pünüyıe ilgili programı ekrandan izlerken, olumlu- olumsuz hiçbir yorumda bulunmama sının da bir nedeni olmalıydı.
Elini öpen, kendisini kutluyor, uzun ömürler dileyip saygılarını sunuyordu. Bu arada da bazıları, gazetelerde ken dilerinin de resimleri çıksın diye, ikin ci kez el öpmekte herhangi bir sakın ca görmüyorlardı!
Nitekim, kimin çağrılısı ve oraya na sıl geldiği belli olmayan eskilerin sıra kızı, günümüzün “ a s s o lis t” lerinden biri de, bir şamatayla salona girdi ve
Bayar’ın elini öpüp yeni yaşını kutla
dı. O hiç yüz vermedi. Sonra yanında ki gazeteciye dönüp “ K im bir bu ha
nım ?” diye sordu. “ Şarkıcı ... e fe n d im ” yanıtını alınca, açılan du
dakları arasından sadece “ h ıı” sesi duyuldu.
Bu yüz vermemenin ve “ hıı"nın ge rekçesini Bayar hiç kimseye açıkla mayacak, fakat gazeteci, bu yazı di zisi için arşivini tararken, o sesin ne anlama geldiğini, çok iyi anlayacaktı!
Saat 22.00'ye yaklaşıyordu. Foto muhabirlerinin kapı yönüne seyirttik leri görüldü. Gelen, gazetecilerin ab lukasında kaldığı için Bayar oturduğu yerden göremiyordu. Yanındaki gaze teciye, "K im g e ld i? ” diye sordu. İs tanbul Valisi Nevzat Ayaz, olduğunu öğrenince, 102. yaşını kutladığını hiç mi hiç umursamadan gazetecinin ko lundan tuttu ve ayağa kalktı. Çünkü ciddiyet anlayışı bakımından gelenin yaşı 53’müş, 43 ’müş, birşey farket- mezdi. Gelen bir valiydi ve vali, Türk Devleti'nin İstanbul'daki bir numaralı temsilcisi, Celal Bayar da Türkiye’nin Üçüncü Cumhurbaşkanı’ydı!
Hilton ve Pera Palas Oteli 'nde gö rülen tablolar kıyaslandığında, "Keşke
Sayın Bayar'ın (dava arkadaşları) dı- şınaaKiler de burada o lsa yd ıla r" di
ye düşünmemek olanaksızdı!
Y A R I N
K IS IT LIL IK SIKINTISITaha Toros Arşivi