~77 u? U r
İk in ci A b d ü ifco m id 'in bir cum a se lâ m lığ ın ı ta sv ir eden bu resim M ü n if Fehim'indir.İKİNCİ ABDDLHAMİDİN CUMA SELAMLIKLARI
★
Yakın Tarihin bu her Cuma yapılan merasimi,
aşağıki yazıda pek güzel anlatılmıştır
★
Yazan : Sermed Muhtar Alus
Bizim çocukluk zamanımızda konak ların meşhur piyano ustaları Madam
Pons Komendinger, Makrik Papazyan, kart Matmazel Mari Megakya, talebele rine Cerni’nin metodunu bellettikten, «Bir bakirenin duası», «Kuş cıvıltısı», «Briakabrak» gibi acemi harcı parçalan meşk ettirdikten sonra cafcaflı hava o- larak bir marşı meşkettirirlerdi.
Piyano satıcısı Ernest Komendingerin bastırdığı notalarda adı «PrusyalInın
Parise duhulü» idi... Ne dersiniz? günün birinde «İzmir marşı» olup çıkıvermez mi?
Tanrının her Cuması, kuşluk vakti, Davutpaşa kışlasından mızraklı süvari Ertuğrul alayı, Serasker kapısından Ni şancı, itfaiye taburları, Kasımpaşadan Bahriye silâh endazları, Tophaneden topçular, başlarında muzika, Yıldızı boylamadalar...
Aksaray, Beyazıt, Bahçekapısı, Köprü,
Galata gibi kalabalık yerlerde bandola rı, ya bu marşı, ya «Çeçen kızı» m, ya da «Sevdim seni, semtin neresi» yi tut tururdu.
Eski Hakanlar Cuma namazını eda sa dedinde bu gibi şatafatlı alaylara ya naşmazlarmış. İkinci Mahmud akima e- since yaptırırmış. Büyük oğlu Abdül- mecid lıâkeza...
İşi anane haline sokan Abdülaziz... Öyle ya, haftada bir olsun teb’a ve zir- destanına arzı didar etmek lâzım değil mi?... Her cuma, başka bir camiye re van. Ayak karadakilere atla, araba ile, deniz aşırılara saltanat kayığile...
Afcdülhamid ilk yıllarında biraz amca sını taklit etmiş, malûm a, evham kum kuması, gölgesinden korkanlardan ve «Vücudu âleme rahmet!»... Yolu kısalt mak, gidip gelişi çabuklaştırmak için burnunun dibine camiyi kurdurmuş.
Selâmlık ona büyük bir angarya; zira sarayından dışarı adımını atmak ölüm... Cuma yaklaşıyor diye hafakanları ayak lanıp sabahları sabahlamada.. Ya tatlı canına kıyıveren olursa? Gelsin nezirler, adaklar, Ebülhüdada, istihareler, tefe’ül- ler, teşbihler, tütsüler ve sadra şifa ve rişler...
Şimdi gelelim selâmlık resmi âlisine: Her sınıftan, alay alay asker, Yıldız daki ikinci fırkaya mensup kıtaat, Ar navut taburları, fesli, sarıklı Arap zu- haf taburları yolun iki tarafında boy dan boya...
Aşağıdan yukarıdan sokak başları tu tulmuş... Yasak!,
Zillullahı görecek müminler ve tab’a nerede?.. Kuş bile uçurulmuyor. Hacca gitmek için Kafkasyadan, Buharadan, Türkistandan gelen, Halifeyi görmeğe seğirtmiş. Müslümancağızlar, itile kakı- la, tâ nerelerden soldan geri edilmişler..
Yalnız belli başlı paşalarla Beyler ha- zaratınm, elçilerinden kartı olan ecne bilerin arabalarına, asker zincirlerinin arkasına sıralanmak cevazı var.
Camiin dış avlusunda silsilei meratip üzere erkân: Yaveri ekrem müşirler, ya veri fahrî birinci ferikler ve ferikler, yanlarında cicibicilerini takmış takış tırmış, kolağası, yüzbaşı, mülâzım, hün
kâr çavuşu üniformalı bacak kadar mahdumları, torunları; arkalarında ni şanları konulacak çantaları taşıyan a- ğaları (Sonra bunlar da aradan delilen mişti y a !)..
O esnalarda bir gacırtı gucurtu: Kum arabaları ve tanzifat onbaşıları ve ame leleri... Güzergâh sıkı fıkı süpürülmede, kürek kürek kumlar serpilmede.
Şevketlûnun girdiği binaya, bindiği vapura zâtı hümayununa mahsus bay rağın asılması kabilinden, bu da geçe ceği yolun alâmeti. Fakat asıl maksat ortalığı taramak, lâğım mağım, kumba ra mumbara konmuş olmasın...
Karşı şeddin üstünde de bir faaliyet tir gidiyor. Orası misafir ecnebilerin m akam ve aralarına katışabilmek bin- bir.ka.yde bağlı.
Dört beş gün evvel sefarete bir istida verilecek. Bu, saraya yollanacak. Cuma gelince istida sahiplerinin hepsi sefa rethanede toplanacaklar. Yanlarına bir tercüman katılıp Yıldıza varacaklar.
Dediğimiz şedde, önü tahta parmak lıklı bir taraçaya çıkacaklar.. Setresi sırmalı, nişanlı bir memuru mahsus, e- linde liste, tercüman mösyönün nezdin- de mukayyet bulunan isimleri bir bir karşılaştıracak. Eni konu yoklama... Mevcutları kontrol..
Ardından köşkümsü yere geçilip der hal paltolar, pardesüler çıkarılacak ve ikişer metre aralı durulacak... Elleri ce be sokmak, dürbün, hele fotoğraf bu lundurmak zinhar caiz değil.
Ön, ard, hafiyelerle pıtrak...
Ezana beş dakika kala sarayın cümle kapısı açılır, başta Kızlarağası, arkasın dan «makamı mehdi ulya» denilen ana lık, yani Abdülmecidin dördüncü kadı nı, sonra sultanlar, gözdeler, saraylılar, ıstablı âmire arabalarında zuhur eder lerdi.
Lândoların perdeleri yarıya kadar. İç- lerindekiler yaşmaklar, feraceler, pır lantalar içinde. (Daha evvelleri bu ha tunlar şevketpenahın peşi sıra gelirler miş).
Müezzin Efendi minarede, «Allahuek- ber, Allahuekber!» diye ezana girişince hünkârın arabası çıkar, «Hamidiye mar
şı» gürlemeğe başlardı:
Ey velinimeti âlem, şehinşahı cihan Tahtı âli bahtı Osmaniye verdin izzü
şan Güftesi Hacı Emin Beyin, bestesi mı zıka feriki Necip Paşanın, armonisi de Guvatelli paşanın olan mahud marş.
Körüğü yarı inik fayton çıkardı (Ri vayete göre körüğün içi çelik zırhla kap lı imiş).
Abdülhamit, başında kulaklara kadar fes, sırtında sarı düğmeli lâcivert ka put, yazsa içinde bej rengi elbise.. Ni şan, madalye filân yok. Al al yanaklar, zifirî kara bıyık, sakal (Genç ve sıhhat li görünmek için boya kullanır, allık sü rer derlerdi).
Karşısında, mabeyni hümayun müşü- rü Gazi Osman paşa, onun vefatından sonra Serasker Rıza paşa... Koca göv delerde, daracık yerde, el pençe divan' üzereler; işkence çekmedeler...
Şehriyar, «Padişahım çok yaşa» say haları arasında, etrafa temennahlar ça ka çaka, ecnebilerin bulunduğu setin önünden geçerken iltifatlı selâmlar bez- lede ede camiine varırdı.
Ortalık yirmi dakika, yarım saat tıs... Rumeli ve Anadolu Kazaskeri payeli imam Efendiler, «Euzü» yü tutturarak imametteler; namazı kıldırıyorlar. Ge rideki bendegân rükû, sücut. tahiyyatta! Velâkin başları fırıl fırıl... Bir zuhurat var mı, yok mu?
Bu esnalarda makamı mehdi'ülyanm, sultanların, gözdelerin bandoları, kata- naları çıkarılıp yedeğe alınmış halde, camiin iç avlusuna dizilmişler...
Nihayet angarya tamam. Berzahın yarısını atlatmış olan Sultan Hamidin yüreği az buçuk rahat velâkin dönüşü var... Şaşkın şaşkın, kanburu çıkık, ta katsiz, parmaklığa yaslana yaslana mer mer merdivenin sekiz, on basamağını
★
336
ağır ağır ifterdi.
Atları da, kendi de mutlaka demiri- kinden başka bir fayton hazır.. Bir ta raftan da seyisler âdet üzere bir kaç binek beygiri yanaştırmışlar.
Hünkâr arabaya binip yanma sevgili şehzadelerinden birini alır, artık karşı sına kimseyi oturtmaz, terbiyeleri yaka layınca dört nalla sarayın yolunu tu tardı.
İster namizaç, ister esirifiraş olsun, her cıfma selâmlığa çıkacak. «Ölüm ha linde mi», «ahirete mi vardı» kuşkusu nu ayaklandırıp milleti veliahde biat mı ettirsin?
Otuz iki yıllık saltanatında ancak iki üç kere selâmlık yapmamış. Bunlardan biri de 1906 senesinin 10 Ağustos günü. Birdenbire ağır surette rahatsızlanmış!
Arnavut taburlarındaki efrat arasın da bir şamatadır gidiyor:
— More padişah babamız mefat mı etti?.. Canına mı kıydılar?.. Tahta baş kasını mı oturttular?
Meram anlıyan beri gelsin! Selâmı şahane tebliğine ve dağılmaları irade sini ihtara koşan fırka kumandanı pa şayı dinliyen kim?.. Nihayet baş tüfekçi Tahir Paşa araya girip allem ediyor, kallem ediyor, hakan da pencereden gö rünüyor da patırdı yatışıyor..
Etrafta bunca tekayyütlere, kılı kırk yarmalara rağmen 21 Temmuz 1905 ta rihinde, cami avlusunun ense kökünde öyle müthiş bir bomba patlamıştı ki..
Su uyur, düşman uyumaz. Bilmem ne reden bir fayton getirmişler. İçinde müthiş bir cehennem makinası.. Olan bitenden haberi olmıyan arabacıya bir düğme gösterip:
— Fotoğraf resim çekecek, padişah tam geçerken üstüne bas! Demişler.
Arabacıcağız, araba, atlar havada, etrafa kelleler, kollar, bacaklar yağma da..
★
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Ta h a T o r o s Arşivi