• Sonuç bulunamadı

İstanbul Festivali'nde üç konser yöneten Oxford Şehir Orkestrası'nın sürekli şefi Cem Mansur:müzik, her şeyle yüz yüze gelmenin yolu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İstanbul Festivali'nde üç konser yöneten Oxford Şehir Orkestrası'nın sürekli şefi Cem Mansur:müzik, her şeyle yüz yüze gelmenin yolu"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SAYFA

2

CUMHURİYET 2

KÜLTÜR

İstanbul Festivalinde üç konser yöneten Oxford Şehir Orkestrasının sürekli şefi Cem Mansur:

NİLGÜN TOPTAŞ

Aya İrini’nin loş, rutubetli ve harika bir akustiğe sahip olağanüstü atmosfe­ rinde Bükreş Filarmoni Orkestrası ve Londra Pro Musica’nm provasını izliyo­ ruz. İki farklı ülkeden ve kültürden gelen orkestra ve koro arasında iyi bir uyum kurulmuşa benziyor. Şef otuzlu yaşlar­ da, üzerinde blue-jean ve keten gömlek var, saçları kıvır kıvır ve uzun. Orkest­ rayı yönetirken hareketleri zaman za­ man rock müzik eşliğinde danseden bir genci anımsatıyor. H aydn'm ‘Yaradılış’ oratoryosu bu mekanda bir kat daha et­ kileyici. Şef koroyla İngilizce, orkestray­ la Fransızca konuşuyor. Fransızca söz­ ler, ‘bayan birinci kemanın’ inanılmaz derecede mekanik sesiyle Romence’ye çevriliyor. Şakalaşma ve gülüşmelerle geçen prova sonunda bitiyor.

Müzik yaşamını Londra’da sürdü­ ren, genç ve sempatik orkestra şefimiz

Cem Mansur biraz tedirgin sanki. Artık

pek röportaj yapmak istemediğini çün­ kü basında kendisi ve eşi Lale M ansur’la ilgili gerçekdışı sansasyonel haberlere yer verildiğini ya da kendisiyle yapılan söyleşilerde, söylediklerinin eksik ve yanlış yansıtıldığını belirtiyor.

M ansur’un müzik yaşamı da bir hayli ilginç. 6 yaşında ailesi tarafından piyano derslerine başlatılıyor ancak derslere olan ilgisizliğini, piyanonun başında uyuyup kalmaya vardırınca, ‘müziğe ilgi duymadığı’ düşünülüp müzik eğitimin­ den vazgeçiliyor. 13 yıl sonra, mühendis­ lik eğitimi için gittiği İngiltere'de, yani 19 yaşındayken aniden müzisyen olmaya karar veriyor ve bir yıllık sıkı bir çalı­ şmadan sonra 20 yaşında müzik eğitimi­ ne başlıyor.

İstanbul Devlet Opera ve Balesi ile İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nda şeflik görevinde bulunan Cem Mansur, 1989’dan bu yana Oxford Şehir Orkest- rası’nın sürekli şefliğini yapıyor.

- Niçin dışarda çalışmayı seçtiniz, Tür­ kiye’ye dönmeyi düşünüyor musunuz?

Benim Türkiye'yle ilgili çalışmalarım.

kendi grubumla ya da konuk topluluk­ larla festivale gelmek şeklinde oldu son birkaç yıl içinde. Bunun şu anda değiş­ mesi için bir sebep görmüyorum. Bence bir sanatçı belli bir düzeyde kariyer ya­ pabilecekse, çok doğal birşey onun ulus­ lararası platformda kendini geliştirmeyi araması. Fakat benim ayrıca zaten öyle bir sıkıntım da yok ‘herkes gidiyor, ne olacak bu memleketin hali’ filan gibi klasik beyin ihracı edebiyatı tartışma ka­ tegorisine girdiğimi sanmıyorum. Çün­ kü Türk müzik kurumlarından beni ara­ yan soran zateıı yok. Olsa da, benim çalışmam zaten şp anda uluslararası dü­ zeydeki orkestralara yavaş yavaş erdiği­ ne göre seçimim orada kalmak ola­ caktır, sanatsal açıdan.

- ‘Hissettiklerinizi yansıtabilecek dü­ zeyde’ orkestralarla çalışmak istediğinizi dile getiriyorsunuz. Türkiye'deki orkest­ raları bu açıdan nasıl buluyorsunuz?

Türkiye'deki orkestralar hakkında fazla bilgi sahibi değilim. Türkiye’de çalıştığım zamandan bu yana ben çok değiştim,onlar da değişmiştir belki. Be­ nim ‘kesin yapmam, elimi sürmem’ gibi bir tavnm yok. Şu anda böyle bir şeye çok ihtiyacım yok ama bir yerden bir teklif gelirse de tabii ki “ kesinlikle yap­ mam ’’ demem.

- Belki dışarda yaşamayı, oradaki ya­ şam tarzını seçiyorsunuz.

Yoo, bu tamamen sanatsal. İngiltere’­ de ‘ne zaman geldin, niye geldin’ dedikle­ ri zaman ‘Sanatsal sığınma istedim’ de­ miştim.

- Yoksa ‘küçük akvaryumda büyük balık’ olmaktan mı çekiniyorsunuz?

Hayır, büyük balık olmanın sakıncası yok ama, akvaryum fazla küçük. Bir başka röportajda da söylediğim gibi, Türkiye’de büyük adam olmak çok ko­ lay, en rahatsız edici olan da bu. Çünkü klasik müzik gibi, insanın gerçekten ol­ gunlaşması ve yetkinliğe ermesinin yıllar sürdüğü, hatta belki hayat boyu birşey- ler öğrenilen bir meslekte, çok çabuk bü­ yük adam olup çıkmanın korkunç deza­ vantajları var.

‘Ben şuyum, buyum, oldum” .. Türki­ ye'de insanın bunu hissetmesi de çok ko­ lay. Az orkestra var, az şef var, belli isim­ ler ortada. Kral olup çıkmak çok kolay. Bununla tatmin olanlara birşey demiyo­ rum, olsunlar. Fakat benim istediğim bu değil, istediğim kendimi dünya stan­ dardında en iyi dereceye göre ölçmek.

- Mühendislik eğitimi için İngiltere’ye gitmeyip eğitiminizi Türkiye'de sürdür- seydiniz belki müzisyen olmazdınız. Çün­ kü dediğiniz gibi ‘Türkiye’de müzik in­ sanın karşısına çıkmıyor..’

Kendiliğinden çıkmıyor. İngiltere'de ise yeteneğiniz, bir eğiliminiz varsa, ka­ çamıyorsunuz bir yerden karşınıza çıkı­ yor. En azından potansiyel bir yeteneği­ niz varsa o keşfediliyor. Türkiye'de eği­ tim alanında yapılacak çok şey var.

İstanbul, Ankara, İzmir’de çok önemli sorunlar var. Bir de Anadolu’yu düşün­ düğünüz zaman nasıl keşfedilecek insan­ lar?

- Şefin hissettikleri, düşleri orkestranın çaldığının ötesinde olabilir mi, duyduk­ larınızı tam olarak alabiliyor musunuz?

Orkestranın çaldığı şey zaten şefin gö­ rüşüne uygun ya da yakın şeylerdir. Her şefin kafasında o eserin ideal bir ses- lendirilişi, yorumu vardır. Birlikte çalıştığı orkestranın, koronun kalitesi, o kişilerle iyi anlaşıp anlaşamaması, elin­ deki prova miktarı, prova şartlan gibi birçok unsura göre kafasındaki ses imajının yüzde yüzüne yaklaşmaya çalışır. Sonuçta tınlayan sesin kafasında­ ki sese yakın olması da yeterlidir başarılı bir konser vermiş olması için. En iyi şart­

doğrultusunda olduğunun farkına vardığım için onu geliştirdim.

-Niçin şef olmayı istediniz, insan niçin şef olmayı ister, mesela yönetme isteği mi yönlendirir..?

Yoo, yönetme öyle güç anlamında de­ ğil. Dışardan öyle görünüyor olabilir, bazı kişiler için de öyle olabilir. Benim için ‘müzisyen olacaksam şef olurum, patron olurum’ gibi şeyler söz konusu değil. Benim için yönetme isteği değil, müzik repertuarının enginliğini görüp onunla haşır neşir olma isteği var.

- Repertuarınızı nasıl oluşturuyorsu­ nuz?

Repertuar doğal olarak kişinin müzik ilgi alanı doğrultusunda belirlenen bir- şeydir. İnsanın, daha çok ilgilendiği bes­ teciler ve dönemlere ait eserler var. Bu yıl

çok orada, Lale’nin işinin daha çok bu­ rada olması.. Haliyle iki tarafta birden yaşıyoruz. Ben tabi daha çok oradayım.

- İstanbul’u özlüyor musunuz?

Evet »birçok şeyini özlüyorum.

- Yemeklerini?..

Herşeyden önce..

- Yemek büyük sorun galiba dışarda..

Yoo. Ben yemek pişirmeye çok me­ raklı biri olduğum için.. Ama birtakım şeyleri özlüyor insan. Denizi özlüyor, gerçek bir denizi..

- Hangi yemekleri yapabiliyorsunuz ya da yapmayı tercih ediyorsunuz?

Bildiğim yaptığım klasik şeyler var ama çoğunlukla kendim uydururum. Yine de kötü olmadığını söyleyenler var, eksik olmasınlar.

- Yaşam felsefeniz nedir?Karmaşıklı­

için dua dediği yerde, trompet ve davul­ larla verilen korkunç bir iç çekişme ve savaş müziği diyebileceğimiz şeyler var. Ve, ‘D ona nobis pacem - tanrım bize hu­ zur ver’ şeklindeki sözlerin üzerine gelen müzik bu. O sözleri, sadece müziğe uyar­ lamasının ötesinde haykıran, ümitsiz bir biçimde birşeylere sarılan kitleler olarak da müziğe uyarlıyor. Verdiği mesaj çok açık bence, ‘öyle kiliseye gidip de ‘Dona nobis pacem’ demekle bu dünyada barış olmayacak, o kadar kolay mı?’ diye m üt­ hiş bir sorgulama var. Bu bence eserin en çarpıcı yönü. Şu da çok önemli, bütün müzik tarihinde ‘amen’ diye süregelmiş bir vurgu var. Beethoven bunu çeşit çeşit müziğe uyarlıyor ve bir yerde ‘amen’i is­ yan edercesine, ‘bir işi duayla halletme’ anlayışına isyan edercesine kullanıyor.

Kasımda yine Türkiye’ye gelecek olan Cem Mansur, yapmak istedikleri açısından kendisini henüz yolun başında hissediyor. (UĞUR GÜNYÜZ)

larda yüzde yüze ulaşılabildiğini sanıyo­ rum. Ama bugün dünyanın en büyük orkestralarında çalışan, dünyanın en ünlü şeflerine sorun yine kafasındaki sesi yüzde yüz alabildiğini söyleyemeyecek­ tir.

- Siz sanki geleneksel şef imajına uymu­ yorsunuz. Tam tersine yumuşak, sevimli ve canavakın bir görünümünüz var..

Disiplin ne demektir, bağırıp çağı­ rmak mı? Değil.

Bir prova disiplini vardır. Birlikte ça­ lıştığınız insanlar profesyonelse o asgari disiplini onlardan beklersiniz zaten. Onun olmadığı anlarda da ufak tefek uyanlarla ya da bazan şaka yollu uyan­ larla da sağlanabilir di­

siplin. Bence insan yaptığını bildikten sonra ve orkestra da belli bir profesyonellik olgunlu­ ğuna erişmişse, disiplin büyük bir sorun olmaz. Ama Türkiye’de ça­ lıştığım süre içinde en büyük sorun disiplindi, yani çalışmaya başla- yamıyorduk, temel pro­ va disiplinin yokluğun­ dan. Ama bence sonuç almak ve birlikte çalıştığınız insanlann çalışmadan bir haz duy­ ması, yorumdan ikna ol­ muş olması bence en bü­ yük başarı şef için. Bunu sağlamanın kaç şef var­ sa o kadar yöntemi vardır.

- Müziğe piyanoyla başlamışsınız, bir piya­ nist olmayı ya da başka bir enstrüman çalmayı is­ temediniz mi?

Hayır. Piyanoya belli bir seviyede bir süre de­ vam ettim tabi haliyle fakat müziğe başladık­ tan kısa bir süre sonra, iki yıl gibi bir süre içinde, asıl yapmak istediğimin ve yeteneğimin şeflik

festival için program oluştururken ilk konserimizde solist Midori’nin çalacağı konçertoya uyacak eserler seçmek ge­ rekti.

Bu iki koro eserini seçerken de daha önce İstanbul’da seslendirilmemiş olan ve benim çok önemsediğim iki eser ol­ masını istedim. Beethoven’in Missa So- lemnis’i zaten herzaman yapmak istedi­ ğim bir eserdi. Bunu biryerden yapmaya başlamak istedim.

- Londra’daki yaşantınız nasıl geçiyor, kendinizi artık Londralı mı hissediyorsu­ nuz?

Yoo. Biz hem orda hem burada otu­ ruyoruz bir yerde.. Benim işimin daha

kların ve bilinmezlerin çözülmesi ve açı­ klanmasından mı yoksa ‘dinle, nefes al ve mutlu ol’ görüşünden mi vanasınız?

Bilhassa ben çok sorgulayan biriyim. Hayatın anlamını.. Müzisyenler hakkı­ nda genel bir kanı vardır ‘ayn biryerde, bu dünyayla "pek bir alakalan yoktur, olup bitenden soyutlanmış bir hayat yaşıyorlar” gibi., belki bazı insanlar böy­ le yaşıyorlar fakat ben bunun çok yanlış olduğuna inanıyorum. Bence bir müzis­ yen de toplum içindeki herkes gibi belli bir işlevi yerine getiren ve belli sosyal so­ rumlulukları olan bir kişi. Sadece dün­ yada olup biten herşeyi sorgulamak on­ ları anlamaya çalışmak ve içinde ya­ şadığımız dünyayla elin­ den geldiği kadar barışık bir hayat yaşamak her­ kes kadar müzisyenin de sorumluluğu. Fakat dünyadaki herşeyle yüz- yüze gelmenin yolu ola­ rak ben müziği seçmi­ şim.

- Müzikle bu işleri nasıl yerine getiriyorsu­ nuz?

Beethoven'in ‘Missa Solemnis’ adlı eseri bir Mes. Her pazar günü ki­ lisede yapılan Mes ayi­ nini birçok besteci müzi­ ğe uyarlamış. Ama Beet­ hoven bunu sadece mü­ ziğe uyarlamakla kalmı­ yor, sorguluyor her cümleyi, sözü sorgulu­ yor, her lafı her sesli har­ fi değişik açılardan mik­ roskopla inceliyor ve kilisenin belli konularda belli bir şekilde dua çö­ zümleri getirmiş ol­ masını da sorguluyor. Missa Solemnis’in her sayfası bunlarla dolu. Fakat en çarpıcı örneği son bölümde, sayfanın başına ‘iç ve dış barış için’, yani insanın içinde ve dışında banş, huzur

Sanki o sözü, inanan bir kişinin söyleye­ ceğinin tam tersi bir biçimde söyletiyor koroya. Bu da bir çeşit sorgulama. Bu lafın arkasında ne var, tapınma mı? Me­ sela ilk bölümde ‘amen’ acınma, merha­ met isteyen bir biçimde kullanılıyor, is­ yanla ilgisi yok.

Toplumsal bir yakarış mı yoksa kişiy­ le tann arasında -hiç bir dinin dogması­ na bağlı olması şart değil- kişinin kendi ilişkisi mi, çok özel birşey mi? Bunu da sorguluyor. Ben de bir müzisyen olarak bu gibi eserleri seslendirerek bu mesaj­ ları insanlara iletmeye ve bu yolla katkı­ da bulunmaya çalışıyorum.

- Dışarda yaşayan bir sanatçı olarak ül­ kemizin sorunlarıyla ne derece ilgileniyor­ sunuz ve bu yönde bir girişim olsa toplum­ sal ya da çevresel konularda katılır mısınız, yoksa bu tür bir tavır yapınıza aykırı mıdır?

Yoo kesinlikle aykırı değil, beni ra­ hatsız edecek olan şey, belli bir mesajı vermek isteyenler tarafından kullanı­ lmak istenmek.

Fakat ben kendim inanıp birşeyi yap­ mak istedikten sonra, bir yerde bir is­ mim veya bir gözönündeliğim varsa onu kullanın.

Türkiye’de ahlak ve toplumsal ahlak veya sosyal değerler konusunun tekelin­ de olduğuna inanan bazı basın organ- lannın insanı kullanmaya çalışması so­ runu vardır. O son derece rahatsızlık ve­ rici birşey. Sanatçının elinde olmalı nasıl, nekadar kullanılacağı. F akat bir kişi bi­ raz gözönünde olursa hemen kullanı­ lmak istenebiliyor. Bu geçmişte çok ra­ hatsız etmişti beni.

- Türk bestecilerine repertuarınızda yer veriyor musunuz, bu dışarda nasıl bir tep­ ki alıyor?

Türk bestecilerle sadece iki plak yaptım. Ingiltere’de benim çalıştığım or­ kestra özellikle gişe baskısı altında olan bir orkestra.

Bu durum da izleyicinin bildiği şeyleri, çalmak gerekiyor.

Fakat elinde iyi devlet desteği olan ve gişe kaygısı taşımayan bir orkestranın başında olsam tabii ki daha çok Türk eseri yapmak istiyorum.

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

PUAN SIRA PROGRAM ADI ÖĞR... SIRA PROGRAM ADI

Eğer sistem ile ortam arasında sürtünme varsa bir süre sonra titreşim hareketi sonlanır.. Bu harekete sönümlü salnım (titreşim)

maddesinde ise, ilgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasının üst makamdan,

MMO İstanbul Büyükkent Şube Başkanı Eyüp Muhçu, eylemde yaptığı konuşmada, toplandıkları yerin Kalam ış Antik Kenti’nin bir parçası olduğunu belirterek, Kadıköy’de

• Taslak planın uluslararası standart plan dilinde ve imar yasası koşullarına uygun olarak hazırlanması sonucu öneri plan oluşturulur.. • Öneri plan işveren birim

Halk sa ğlığını hiçe sayan ve uluslararası GDO’lu ürün ve tohum patenti tekellerinin güdümünde olduğu aşikâr olan AKP hükümeti, tar ım alanında yürürlüğe soktuğu

Ma’ruzu çâker-i kemineleridir, Islah-ı Medarisi İslamiye Cemi- yeti Hayriyesi’nin taht-ı idaresinde (yönetiminde) bulunan Konya’da kain (bulunan) Sami Bekir Paşa

Günlerden bir gün bir köpek dağa tırmandı. Dağda bir tapınak vardı. Tapınağın içinde bin ayna vardı. Köpek içeri girince bin tane köpek gördü. Korkarak