SAM/ GÜNER'LE SOHBET
“Vizörde, güzelliği
yakalam a sanatı”
Dergimizin bu ayki konuğu, Türkiye’de fotoğraf
sanatının en önde gelen isimlerinden Sami Güner...
Özellikle ülkemizin, tabiat ve tarih güzelliklerini
yansıtan fotoğraflarıyla ünlü olan Sami Güner’le, bu
sanatın Türkiye'deki serüveni, kendisinin fotoğrafa
bakışı ve gelecekle ilgili projeleri üzerine konuştuk.
— Sami Bey, siz özellikle Türki ye’nin tabii ve tarihi güzelliklerini sergileyen fotoğraflarınızla tanını
yorsunuz■ Bu ilginizin özel bir
nedeni var mı?
— Çocukluğumun ilk on yılı, va tan özlemi içinde ve baskılar
altın-4 MAGAZİN 8/89
da geçti. 10 yaşında bu toprağa ayak bastığımda, onu gözyaşları içinde defalarca öptüm öptüm... O günden beri de Türkiye’nin güzel liklerini, duygu tellerimi titreten her görüntüsünü ölümsüzleştirmek ve herkese göstermek için sırtımda çanta, elimde sehpa dolaşıyor ve fotoğraf çekiyorum. Bu yurdu, arı ların ördükleri peteklere benzetiyo rum. Neresine baksam, sevincimi bir kat daha artıran haşmetli bir güzel likle karşılaşıyorum. Bu güzellikleri duygu ve teknik gibi iki zıt kavra mı bir potada eriterek sunmaya, Türkiye’de ve dünyada pencereler açarak göstermeye çalışıyorum. Bunları, broşür, afiş, pankart, tak vim, kartpostal gibi baskı yolları ile, dia gösterileri ve belgesel film aracılığı ile gerçekleştirmeye çalış tım. Tabiatın güzellikleri her zaman en büyük yardımcım oldu. Acının
ve hazzın içiçe olduğu hayattan canlı ve duyarlı kesitler yakalayıp, ortaya birşeyler çıkartıyor ve “ ba kın, görün biraz” diye çabalıyorum.
— 75 yaşındasınız ve son derece dinç görünüyorsunuz. Bunca gezip dolaşmak, bunca çaba sizi yormadı mı?
— Yaptığı işi seven insan yorul maz. Milyonlarca aşık gözün hül yalı bakışları altında kocamış şu güzel İstanbul’dan tutun, Anado lu’nun bozkırlarına kadar ömrüm hep aramakla geçti. Çünkü biliyor dum ki aramanın bittiği yerde, fo toğraf da biter. Fotoğrafın her da lında çalıştım, ama ağırlık noktam turizm-tanıtma fotoğrafçılığı oldu. Türkiye’nin tabii güzelliklerini, sa nat hâzinelerini, tarih zenginlikleri ni, halkın örf ve adetlerini yansıtan 50’ye yakın büyük boy kitap benim fotoğraflarımla yayınlandı. Yine 50’ye yakın ülkede açtığım sergiler de bu toprağın güzelliklerini sergi ledim.
Bunca yıl çalıştım, gördüm, ya şadım. Kendimi bir tiyatro sahnesi nin ortasında bulmuştum. Bir ro lüm vardı, oynadım. Maç bitti. Ha kem uzatmaları oynatıyor. Bitiş dü düğünü bekliyorum.
— Allah uzun ömürler versin Sa mi Bey, önümüzdeki dönem için bir tasarınız, özel bir projeniz var mı?
— Ben şiiri çok seven bir insa nım. Şiir, bana yaşam sevinci ve rir. İşte bununla ilgili bir proje var kafamda. Bazı şiirleri resimlemek istiyorum. Meselâ Yahya Kemal’in “Bedri’ye M ısralarında “İkinci kerre hayata dönmek mümkün olsa ve bana bir yıldızı bütünüyle ver seler, yine de o yıldıza değil İstan bul’a gelmek isterim” fikrini anla tan bir bölüm vardır. İşte o sekiz mısralık bölümü bir fotoğrafla an latmak isterim. Henüz kafamda böyle bir fotoğraf yok, ama araya cağım ve bulacağım. Ayrıca diğer değerli şairlerimizin ünlü şiirlerini de görsel olarak edebileştirebilir mi yim diye düşünüyorum.
Meselâ Faruk Nafiz’in “Han Duvarları” şiirini.. O yollardan belki kırk kere geçtim ve hep onu düşündüm. Nevşehir yolunda, bir tarafta kar, bir tarafta bahar, o arabacı, o han, o duvarlardaki şiir ler. Bunların resmi çekilebilir elbet te. Ama şairin duygularını yansıtan fotoğrafı çekebilmek... İşte zor olan bu.
Canlıların dünyasından ilgi çekici bir enstantane (solda) ve tezgahta halı dokuyan köylü kadınlar (üstte)
— Fotoğraf çekerken mizansen
kurar mısınız?
— Bazen. Bir misal vereyim. Bir gün nefis bir çiçek tarlası gördüm. Bir tek de kelebek var. Bende, Re- noir’ın ünlü tablosunu çağrıştırdı. Önce biraz bal aldım, bütün çiçek lere teker teker sürüp beklemeye başladım. Bir, iki derken bir sürü kelebek toplandı. Ve bir fotoğraf çektim. Çok beğendiğim fotoğraf larımdan biridir.
— Bugüne kadar çektikleriniz
içinde en çok sevdiğiniz fotoğraf hangisi?
— Hepsini çok severim. Ve hiç birini satmak istemem. Her birinin bir anısı vardır bende. Onu çekmek için uğraşırken, sanki aramızda bir şeyler olmuş, birlikte bir şeyler ya şamışızdır. Onu satarsam “Ahh ve fasız, beni paraya değiştin” diyor gibi gelir bana.
— Sami Bey, siz basit mizansen ler kurmayı bile biraz tereddütle karşılıyorsunuz- Oysa günümüz fo toğrafçılığında öyle örnekler var ki..
— Onlar içinde de güzel olanlar var elbette. Bir sürü yeni buluş, fo toğrafçılığın içine girdi. Grafik sa-6 MAGAZİN 8/89
Tabiattaki anlık olaylar fotoğrafla ebedileşir. Güner’in “Sudaki İzler” adını verdiği bu çekiminde olduğu gibi...
natı fotoğrafla birleşti. Ama ben yine de fotoğraf fotoğraf olarak kalmalı diyorum. Vizörden gördü ğümü tercih ediyorum. Güzelliği yakalamayı seviyorum. Bazen bu nun için günlerce pusuda bekledi ğim olur. Çekeceğiniz şey bazen süslenir, püslenir, size göz kırpar, işte o göz kırpışı anlarsan, “ben ha zırım” dediğinde deklanşöre basar san, fotoğrafçısın demektir.
— Siz Türkiye'de fotoğraf sana
tının gelişimini adım adım yaşamış ve buna katkıda bulunmuş bir sa
natçısınız. Hem kendi anılarınızı, hem de bu sanatın gelişim hikâyesi ni bize anlatır mısınız? Ve şimdiki
durumu nasıl görüyorsunuz?
— Fotoğraf bize biraz geç gel miştir. Ama arayı kapatmaya çalış tık. Bu işe gönül verenler yaptı bunu. Şimdi gençler gelişmeleri ya kından izliyorlar, yeni anlayışlar getiriyorlar. Ve Türkiye’yi ulus lararası alanda sözü geçen bir ülke durumuna getirdiklerini tereddüt süz söyleyebilirim. Fotoğrafçılık, mali güç isteyen bir iştir. Bu yüz den birçok yetenekli genç ziyan olu yor. Ama daha önemlisi, fotoğrafçı lık göz, gönül ve duygu meselesi dir. Bütün mali güçlüklere rağmen ufacık, basit bir makina ile ne ya pıp edip iyi fotoğraflar çekmeye ça lışan gençlere hayranlık duyuyorum. Eskiye dönersek, o yıllarda fo toğraf kâğıdı bile tahsise tabi idi. 6 /9 ’luk bir kartı bile “nasıl kullan sam da fire vermesem” diye titizle- nirdik. Ben portre çekimi ile baş ladım. Onu da tecrübeli bir usta olan Kemal Baysal’dan öğrendim. Özellikle ışık tanziminde son dere ce titiz ve yaratıcı bir insandı. Be nimle ilgilendi. Uzun yıllar birlikte çalıştık. Portre çok önemlidir. Fo
toğrafın başlangıç noktasıdır. İnsan bakmayı oradan öğrenir.
1960’larda Kadıköy’de bir klüp kurduk. Fazıl Noyan, Behiç Besler, Halûk Doğan, Rıdvan Tezel, Ta rık Gürcan, Ferit Can, Sabit Ka ramam, Cafer Türkmen ve daha birçok fotoğraf meraklısı arkadaş orada toplanır, sergiler açar, tartı şırdık. Bence o çalışmalar, Türk fotoğrafçılığının doğuş müjdeleriy di.
O yıllarda, çektiğim resimleri Ha yat Mecmuası’na verirdim. Arka kapak sürekli benim resimlerimle çıkardı. Yanlış hatırlamıyorsam Hayat Mecmuası’ndaki ilk renkli resim benim çektiğim bir Türkân Şoray fotoğrafıydı. Sonraları, Fik ret Hakan, Zeki Müren ve daha birçok ünlünün portrelerini çektim ve orada yayınlandı.
Daha sonraki yıllarda ulaşım ve turizmdeki gelişmeler ve reklamcı lıktaki atılım gelişmeyi hızlandırdı. Fotoğrafçılık, o tozlu rutubetli mer diven altlarından kurtuldu. Hem ti cari hem akademik alanda büyük gelişmeler yaşandı. Özellikle rek lamcılık çok etkili oldu bu gelişme de. İhap Hulusi’nin çizgileri, yerle rini renkli karelere terkettiler. İşte bugünlere böyle gelindi.