.*au
Cumhuriyet
□ Nadir Paksoy, edebiyatım ıza son günler de katılan gezi kitaplarını tanıtıyor... 7. sayfada □ M uzaffer B uyrukçu, Ö zd em ir in ce ’nin ‘N e Altın N e G ü m ü ş’ünü tanıtıyor 8.sayfada
□ Se n n u r S e ze r’den Anna S e g h e rs kitap ları ... ...10.say fa d a
□ Yaratıcılıkta, ‘Denge’ ilkesinin gerçekleştirdiği edebi tu r roman konusunu Prof. Dr. Gürsel Ay taç inceledi...11. sayfada
Adı yirmi yıl
boyunca ağır ceza
koridorlarında
çınladı
Nihat
Behrem
Nihat Behram’ın ilk şiiri 1967, son şiiri
1997 tarihini taşıyor. Bu otuz yıllık sürede
yirmi kitabı yayımlandı Nihat Behram’ın.
Bunlardan o n u şiir kitabı. Halkın
Dosdarı, Militan ve Güney dergilerini
çıkaranlar arasında da yer alan Nihat
Behram 12 Eylül döneminde
vatandaşlıktan çıkarıldı. 17 yıllık bir
sürgünlük döneminden sonra yeniden
Türkiye’ye döndü. Behramın yapıtları
toplu olarak yayımlanmaya başladı.
ZEKAl BOSTANCI
D
enizleri asanlar, o kuşağın şairi Nihat Behram’ın da şiirlerini yakmak istiyordu. 12 Mart darbeci lerince hazırlanan “teslim olmazlarsa hakların da vur em ri” çıkarılacak kişiler arasında Nihat Behram adı da yer alıyordu. Nedeni: “Hayatımız Üstüne Şiir ler”. A. Behramoğlünun yönetiminde çıkardıkları ve sıkıyönetimce yasaklanan “Halkın Dostları” dergisinin sorumlusu olarak tutuklanmış, aylarca cezaevlerinde kalmıştı. Cezaevinden çıkar çıkmaz yayımladığı ilk şiir kitabı “Hayatımız Üstüne Şiirler” nedeniyle tekrar tu tuklanmıştı. Sıkıyönetim koridorlarında başkaldırı ya nı sıra, Behram’ın sesinde dönemin şiiri de yargılanı yordu. M ahirlerin, Cihanlar’ın, Ömerler’in idamlar eşi ğinde bekleyen Denizler’i kurtarmanın bir çabası ola rak tünel kazıp kaçtıkları Maltepe Askeri Cezaevi’nde onlarla birlikte yatıyordu. O kendi silahıyla sesleniyor du: İlkin “Yalnız Değiller” şiiri çıktı. Mahirler Kızılde- re’de düştü. İdamlar geldi. Behram “Üç Dağa Ağıt”ı yazdı. Ve diğerlerini... Yayımlanır yayımlanmaz yasak landı şiirleri. Behram’m o dönem yazdığı şiirleriyle ya kalananlara, “silahla yakalanmış” muamelesi yapılıyor du. 12 Mart faşizminin mahkeme salonlannda yakılmak istenen şiir de vardı. “Bu bizim hayatımız” diyerek ha yatımızı, şiirlerini okuyarak savunan şair de.1974 genel affından sonra, bir dönem yine A. Behra- moğlu ile birlikte “M ilitan” dergisini çıkaran Behram, 975-76’da “Vatan” gazetesinde yazarlığa başladı. Da rağacında, işkencelerde, katliamlarda gördüğü arka daşları adına onlara verdiği sözü tutar gibi bir gazete
cilikti. Yazıyı şiirden süzer gibi bir gazetecilikti. Kendi döneminin, kuşağının yüreği olmuştu ve hesap soruyor du. Hayattan süzdüğü şiirle, şiirden süzdüğü dizi yazı larıyla hesap soruyordu. Şiirle yoğrulmuş bu ses geniş kitleleri kucaklıyordu. Bu dönem ürünlerinden biriydi “ Darağacında Ü ç Fidan ”. 1976 Mayısı nda asılışlarının dördüncü yılında insanlar birbirlerine gazetelerde çı kan bir duyurudan, “Darağacında Üç Fidan”ın duyu rusundan söz ediyordu. Öyle ki, daha duyuruların ya yımlandığı günlerde bile “Vatan” gazetesi elden ele do laşmaya, bulunmaz olmaya başlamıştı. “Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin înan’ın son günleri, son sözleri, mektupları, yaşanılan, infaz gecesi...” Baskıcı güçlerin ağır gözdağlarıyla sürdürdükleri yasaklanna karşı, bu başkaldırı, halktan olan, yurtsever olan herkeste coşku yaratmıştı. O dönemi yaşayanlann unutamayacağı anı larından birinin adıdır “Darağacında Üç Fidan”. Beh ram, yazı dizisi yanı sıra, bir başka kavganın daha çağ rışım yapıyordu: “Halk düşmanı güçler tarafından in tikam duygularıyla alınmış infaz kararlan yasal değildir! Deniz Gezmiş davasına yeniden bakılmalıdır! ”
Yirmi yıl öncesinin günlerinde kavraması güç bir ey lem, demokrasi adına ölümü göze alırcasına cesur bir başkaldınydı bu. Bedeli ne olursa olsun, inandığı her şeyi, hiçbir yasak ve cezayı hesaplamadan yazacağını duyuruyordu Behram.
Duyurulardan birine bir başka acı damlamış». Di ziyi bekleyen okur için hiç de önemi olmayan, yazarı için ağır bir acı damlasıydı bu. Behramoğullarını ta nıyanlar, annelerinin onların duyarlığına biley taşı ol duğunu bilirler. Dizinin duyuruları annelerinin ölüm haberiyle birlikte çıkıyordu gazetelerde. Belli ki Beh ram, annesinin son günlerinde, darağacmda can ve ren arkadaşlarının son günlerini yazıyordu. Acılardan isyanlara ulanan duygularda kim bilir neler ne kadar etkiliydi?
Bir başka “ayrıntı”, dizinin yayımlanacağı Vatan ga zetesindeki “küçücük” bir değişiklikti: Basın tarihin de ilk, belki de tek örneği olan bir değişiklik: Dizinin duyurularıyla birlikte gazetenin künyesine bir cümle eklenmişti. “8. sayfadan sorumlu yazıişleri müdürü: Nihat Behramoğlu” yazan, ürünün her türlü
H. VASFİ UÇKAN
O K U R L A R A
“Nihat Behram, 1960 sonrasının Tevfik Fikret, Nazım Hikmet, Ahm et A r if çizgisinin ve genel olarak toplumcu Türk şiirinin mirasçısı, sürdürücüsü şairlerdendir. Bu dönem şairleri, hu miras ve motivasyonun yanısıra, Türk şiirinin 1960-60 yıllan arasında biçim alanında kazandığı yenilikleri de özümleyip geliştirdiler. Bu, yaşanılan çalkantılı günleri heyecan ve kaygıyla izleyen yeni bir şiirdi. Nihat Behram bu tarzın en dinamik şairlerindendir: M uhalif Tutumunu bırakmadan, doğa, aşk, yaşama sevincini inceliklerle, halk kültürünün imgeleriyle örerek 197O’li yılların şiirine ivme
kazandırdı. Nihat Behram yakın dönem yazarlarımız arasında en çok siyasal suçlandırılmaya uğramış isimlerden, belki de en başta geleni. ’’ Otuz yıla sığdırılmış yirm i kitabıyla sevgiyi,
umudu, acıyı, direnci, inceliği kısacası insan duyarlığını yansıtan Nihat Behram, 12 E ylül döneminde Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatandaşlığından çıkarıldı ve on yedi yıllık bir sürgünden sonra yurda döndü. Kitapları toplu olarak yayımlanmaya başlayan Nihat Behram’ı çeşitli yönleriyle tanıtmaya çalıştık sizlere. B ol kitaplı günler!... TURHAN GÜN A Y
K İ T A P
İmtiyaz Sahibi: Berin Nadi o Basan ve Yayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.S. o Genel Yayın Yönetmeni: Orhan
Erinç o Genel Yayın Koordinatörü: Hikmet çetinkaya c-Yazıişleri Müdürleri: İbrahim
Yıldız o Sorumlu Müdür: Fikret İlkiz <> Yayın Yönfetmeni: Turhan Günay o Grafik Yönetmen: Dilek llkorurc Reklam: Medya c
A
lev Coşkun Cumhuriyet’te ve Cumhuriyet Kitap ekinde çıkan yazılarını Sepetteki Laleler adlı kitabında top lamış. Güzel bir ad koymuş kitabma, albeni si olan bir ad. Kitabın sunuşunda da, “...Ki tap, kimi güncel olaylar üzerindeki tepkileri ni, kimi tarihsel yaklaşımları ve kimi toplum sal, siyasal ve sosyal konulan verme çabasın dadır’ diyor.Bir siyasal parti ya da hükümet kaygısı ol madan tamamen yansız, demokratik ve ob jektif ölçülerde ele alman, araştırılan sorun lar ve olaylarla, bunların nedenlerini niçinle- rini irdeleyen, eleştiren yerine göre vurucu, yerine göre açıklayıcı deneme niteliğinde ya zılar bunlar. “Bugün gazete, yarın çöplük” demeye getiren kimi politikacılarla, politika ya soyunmuş olanlara ve yandaşlarına “Alın, siz de okuyun” dedirtecek türden.
Sepetteki Laleler için İlhan Selçuk da, “...Uygarlığın beşiği, halkların harmanı, din lerin ve mezheplerin kavşağı Anadolu, 20’nci yüzyılın ilk çeyreğinde ‘Yedi Düvel’in payla şım savaşma meydan okudu. Bu kanlı karga şayı özünden yakalayarak modem çağın ‘Gordium’unu çözen Mustafa Kemal Ata türk çıkmasaydı, bugünkü Türkiye yoktu” diyor ve doğru olanı bir kez daha vurguluyor. Kafalara vururcasma... Evet, bugünkü Tür kiye yoktu. Ama anlayana.. Ve arkasından “...Bu kitabın yalnız geçmişe değil, geleceğe dönüklüğü yazarm kullandığı mantık eytişi minden doğuyor” diye ekliyor.
Alev Coşkun’un sunuş yazısmda belirttiği gibi kimi güncel olaylar, kimi toplumsal, si yasal ve sosyal konularm işlendiği, örneğin “Genç Cumhuriyet, Eski Muhalefet, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat, Siyaset Bilimi Açısın dan Darbelerin Anatomisi, Laiklik Nedir, Demokrasi Nedir, Kavranılan Yerli Yerine Oturtalım, Mustafa Kemal, Güneydoğu Ve Çözümler, 27 Mayıs ve 1961 Anayasası, Eko nomide Bu Dufuma Nasıl Gelindi” ve öteki yazılar. Tümü okunduktan sonra her zaman olduğu gibi “takkeyi” önümüze koyup biraz düşünmek gerekiyor. Birazcık... Ama görül düğü gibi bizim yalnızca çenemiz düşüyor, düşünmek yerine.
Bugünkü koşular
“27 Mayıs Hareketi” adlı yazıdan bir akn-tı yapalım, “...Politikaya ilk askeri kanşma 27 Mayıs 1960’da oldu. 27 Mayıs aydınlanma felsefesine inanan, Atatürk cfevriminden ya-na olanların, karşı devrim kıpırdanışlarıya-na (Arapça ezan, ‘Siz hilafeti bile geriye getire bilirsiniz’ gibi söylemler, Anayasa dilinin Os- manlıca’ya dönüştürülmesi, Halkevlerinin kapatılması, CHP’nin mallarına el konulma sı, Köy Enstitülerinin kapatılması gibi... ” kar-
ı, genişleyen ve giderek yoğunlaşan bir tep inin ürünüdür...” (30)
î ;
kı:
“Bugünkü Koşullar” adlı ara başlıklı yazı da ise, “...Bugünkü koşullar çok değişik. Ne 27 Mayıs’a, ne 12 Mart’a, ne de 12 Eylül’e benziyor. Bugün adeta toplumsal bir hesap laşmayla karşı karşıyayız. Atatürk devrimle- rini benimseyenlerle, karşı devrimciler arasın daki bir hesaplaşmadır bu...” (33) diyor ve ye rinde bir değerlendirme yapıyor.
Gelelim “Bu Kadar Yeter, Dinle Bayan Çil ler” başlıklı yazıya.. “Siyaset yaşamına ‘Ku ran’ı öperek’, ‘ezan, bayrak’ diyerek giren, daha sonra da ‘camiyi Avrupa’ya taşıyacağız’ deyişini yumurtlayan Bayan Çiller, dini zaten siyasete alet etmenin türlü-çeşitli örneklerini sergiliyordu.” (25) Ve sürdürüyor, “...Siyase ti dine alet etmek isteyen birçok politikacı bu ülkeden gelip geçti. Ama Büyük Atatürk’ün dediği gibi, bu ülke ‘Şeyhler, dervişler ülke si’ olmayacak.” (27)
Şimdi de “Onurlu Bir Devlet Memu rumdan bir alıntı yapalım. Bayan Çiller’in babasından söz ediyor Alev Coşkun. “...O Necati Çiller ki, gazetecilik yaptığı dönemde Kuvayı Milliye’nin ilkelerini savundu. O Ne cati Çiller ki, yıllarca hizmet ettiği Atatürk Cumhuriyeti’nin onurlu bir devlet memuruy du. Atatürk ilkeleri için çaba harcadı. Atatürk karşıtı hareketlere hiçbir zaman hoşgörüyle bakmadı. Her zaman karşı geldi.” (27) diyor. Demek Bayan Çiller Atatürk ve devrimleri
Alev Coşkun un yazılan bir arada
Sepetteki Laleler
konusunda baba Neca ti Çilîer’i hiç dinleme miş, hiç önemsememiş onu. Yazık... Baba Ne cati Çiller’in yattığı yer den başım kaldırıp da kızının neler yaptığım görmesini, neler söyle diğini duymasını ne ka dar isterdim.
Özünde birbiriyle ilintisi olan Sepetteki Laleler’den kısa örnek ler bunlar. Bu örneklerde hep Atatürk, Ata
türk devrimleri, Atatürk ilkeleri, Kuvayı Mil liye sözleri geçiyor. Kitaptaki yazıların çoğun da böyle bu. Çoğu yazılarında bu düşünce egemen yazarın. Atatürkçü düşünce.
Atatürk denilince, devnmlerden söz edilin ce başım eğip bir şeyler mırıldanan, kimi za man açıkça, “...Ama efendim...Lâkin...” diye rek, kemküm edenlerin de okumalarım ister dim Sepetteki Laleler’i...
Cumhuriyetimizin 75. yılında cumhuriye te ve demokrasiye karşı Türkiyemiz’de neler oluyor, neler olmuş, nerelere gelinmiş. Faili meçhul siyasal cinayetler, mafya, uyuşturucu mafyası, silah kaçakçılığı, Susurluk, çeteler, enflas yon, laiklik, irtica, türban, başörtülü eğitim, Atatürk büstlerine saldın vd. Bun lardan bazıları 1946’lar- dan bu yana sinsice arta rak sürüp gelmiş, bazıları ise 10-15 yıldır ortaya çık mış. Ve hiçbirine tam ola rak engel olunamamış, iş te Türkiyemiz’de gelinen nokta bu.
Okumalı Sepetteki La leler’i. O deneme tad ın
daki yazıları. Ve her za
man olduğu gibi “takke yi” önümüze koyup biraz düşünmeliyiz. Birazcık... Artık “.. .cak.. .cuk.. .’la za man öldürmek geçti, geç ti. ■
Sepetteki Laleler- Siya sal ve Toplumsal Yazılar / A lev Coşkun/ Çağdaş
Yayınlan/ 207 s. Alev Co$kun, güncel, toplumsal, siyasal ve sosyal olayları işlemiş
kitabında.
Türkkaya Ataöv'ün
kitabı M acarca'da
P
rof. Dr. Türkkaya Ataöv’ün Irak’a am bargoyu ve bunun Türkiye’ye büyük zararım inceleyen araştırması Ma carca’ya çevrilerek Buda peşte’de küçük boy bir ki tap olarak yayımlandı. Bu günkü Birleşmiş Milletler sisteminde etkin bir dene tim ve denge bulunmadı ğından, birtakım cezalan dırma önlemleri, yalnız ba zı rejimleri hedef alarak, Güvenlik Konseyi’nin en güçlü aktörünün girişimiy le tek yanlı olarak gerçekle- şebilmektedir. Prof. Ata öv’ün Irak’a BM adına ha reket eden Amerika'nın (Devletler Hukukuyla da önemli ölçüde çatışan) yo ğun askeri müdahalesini az bilinen gerçeklerle öne çı kararak anlatan ve ayrıca yedinci yılına girmiş olan ambargonun görünüşte he def alınmayan Türkiye’ye de yalnız ekonomik değil, siyasal ve toplumsal yönler den de pahalıya patladığını gözler önüne seren araştır ması, geçen yıl, Viyana’da yayımlanmıştı. Özeti Avus turya’daki BM merkezinde okunmuş olan bu araştırmaGüvenlik Konseyi’nin en güçlü devletin dış politika tercihlerinin bir aracı duru muna sokulduğunu incele mekte, Irak’a müdahalenin birtakım gizlerini açıklar ken, ambargonun Devlet ler Hukukuyla çatıştığı noktaları ve bu arada Tür kiye’nin kayıplarının da te lan edilmeden sürüp gitti ğini anlatmaktadır.
Kitaba kısa bir sunuş yazmış olan Inssbruck Üni versitesi Felsefe Bölümü Başkanı ve günümüzün ön de gelen siyasal felsefecile rinden biri olan Prof. Dr. Hans Köchler. “Ataöv’ün araştırmasının bugünkü uluslararası ilişkiler meka nizmasının anlaşılması yö nünden özel bir önem taşı dığını ve yüzyılımızın sonu na yaklaşırken, kuvvete da yalı dünya siyasetinin kla sik düzeyde bir örnek olay çalışmasını oluşturduğu nu” belirtmekte, Türkiye’yi Irak’a uygulanan ambargo da olumsuz yönde en fazla etkilenmiş ülke olarak gör mektedir. BM üyelerinin karar verme durumunda olan kişilerinin Ataöv’ün incelemesini gereği gibi
dikkate alacaklarını umdu ğunu” söyleyen Prof. Köchler, BM gibi evrensel bir örgütün en etkili üye devletin dünya çapında he-
emonya siyaseti uğruna urban edildiği bugünkü ortamda Ataöv’ün kitabı nın uluslarının geleceğin den sorumlu kişilerce dik katle okunmasını önermek tedir.
Kitabın Macarca’ya çev rilip yayımlanmasının bir nedeni, Irak’a ambargonun hedef seçilmeyen Türki ye’ye de zarar vermesi gibi, eski Yugoslav cumhuriyet lerine 3.5 yıl uygulanan ambargonun da komşu Macaristan’a yaklaşık 7 milyar dolarlık bir zarara
atlamış olmasıdır. Kitaba ir Macar bilimcisi olarak kısa bir “Son Söz” yazan Bilimler Akademisi üyesi ve Şopron Üniversitesi Dünya Ekonomisi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Judit Ba- lâzs, Ataöv’ün çalışmasını “mükemmel bir inceleme” olarak nitelemekte, Ameri ka'nın Irak’a bir kez daha müdahalesini dünya den geleri açısından çok zararlı görmektedir. Irak’a ambar gonun Macaristan’a da ba zı kayıplar verdirdiğini kaydeden Macar bilimci Yugoslav ambargosunun ülke ekonomisine daha büyük darbeler vurduğuna dikkati çekmektedir. ■
Kapak konusunun devamı...
luluğunu tek başına yükleniyordu. Bir bakıma, “suçsa, böyle suça gelecek ceza varsın gelsin” diyordu. Gazete kün yesinde bir satırla “küçücük”de geçse, ta şıdığı anlam büyüktü d u değişikliğin. Sa
dece Behram’ın yazdığı günlerde, basm tarihimizin “sıradışı bir örneği” olarakyer alıyordu künyedeki bu değişiklik. Bu da savcıların gözünden kaçmıyordu. Savcı ların ağır ceza istemiyle açtıkları dava id dianamelerinde “bilerek suç işlemenin” kanıtı olarak sık sık vurgulanacaktı.
“Darağacında Üç Fidan” dizisi onse- kiz gün sürdü gazetede. Hemen her gün toplatma karan yiyerek sürdü. Dizi nede niyle istenen cezalar kısa zamanda yüz yı lı buldu.
Dizi süresince sağa basm ihbar, saldın ve küfür kampanyası açtı. Darağacında can veren Denizlerin, onların hayatı çev resindeki yasak ve sis perdesini yırtan Behram’ın şahsında, Türkiye’nin tüm yurtseverlerini, aydınlarım, halkım, ger çek hukukçularım küfür sağanağına tutu yorlar, aydınlık arayışına kin kusuyorlar dı. Yazı ve küfürleri iddianamelere kanıt oluyordu. Fakat, bir ucundan bir ucuna Türkiye’de halk sahip çıkmışü yazarına. Vatan gazetesi, dizi nedeniyle binlerce mektup aldığını yazıyordu. Okur mek tuplarında, binlerce insan Behram’ın yaz dığı her şeyi imzalamaya hazır olduğunu bildiriyordu. Denizler’in suçsuzluğun dan, inifazlann haksızlığından kuşkusu ol mayan tek kesim Türkiye’nin gerçek sa hibi olan halku.
Gazetedeki dizi, onsekizinci gün Beh- ram’ın “Çarpışarak” şiiri ve Denizler’in
Adı yirm i y ıl boyunca ağır ceza
koridorlarında çınladı
Nihat Behram
posterleriyle bitti. Biter bitmez, kitap ola rak çıktı vitrinlere. Cağaloğlu yokuşu, ki tabı yasaklanmadan almak için May Ya yınlan önünde kuyruk oluşturan kitapçı lara tanık oldu.
Sıradışflık
Basıldığı ilk ay, altı basım yaptı kitap. Kitapla birlikte yeni bir “sıradışılık” da ha sergiliyordu Behram: Kitabının tüm gelirini, düşüncelerinden ötürü cezaevle rinde yatan yurtsever devrimcilere bırak tığını açıklıyordu. Kitabının gelirini ay rım gözetmeksizin, değişik devrimci ku ruluşların cezaevlerindeld temsilcilerine iletmeye başlamıştı.
Ve savcılık iddianameleri kitaba da re kor hızıyla yetişti. Yayınevi ve kitabın ha zırlandığı dizgiciler, basımevi, ciltciler po lis ekiplerince basıldı. Kitaba ilişkin tüm malzemeler, dokümanlar, belgeler de da hil her şeye el konuldu. Yazar hakkında “suçun tekrarı” olarak ağır cezalarda ye ni davalar açıldı.
Behram, “Darağacında Üç Fidan”la Vatan’da başlattığı bu gazetecilik çizgisi ni aynı çarpıcılıkta yeni dizilerle sürdür dü. Denizlerin yaşamları ardından Di yarbakır işkencehanelerinde öldürülen I Kaypakkaya’yı, “Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit”i yazdı. Sonra “Zindan Zindan
îçinde”yi sonra “Sol Kendini Anlatı- yor”u. Tüm dizilerin kaderi aynıydı. Yaz dığı sayfanın sorumlusu yine yazan, yazı ların çıktığı sürece toplatma ve yasak ka rarları, açılan yeni ağır ceza davalan...
Ve Behram’ın gazeteciliği, 1 Mayıs 1977’ye dek sürdü. Evet o ünlü güne: Taksim meydanında onlarca halk evladı nın katledildiği “1 Mayıs Katliamı”na dek. O gün Behram, o güne dek tirajım sırtında taşıdığı gazetesi tarafından işin den atıldı.
Nedeni bir başka ibret konusudur: 1 Mayıs gününe ilişkin Vatan gazetesi de olayı “değişik sol
güçlerin çatışması” olarak, “Maocu-Le- ninci çatışması Tak- sim’i kana buladı” anlayışıyla
yorumlu-Î
ordu. Tüm günlük ıasın o gün olaya iliş kin aym yorumu ya pıyordu. Katliam içinden sağ kurtulup gazeteye dönen Behram, yazışma “Faşist Darağacında Uç güçlerin katliamı” di- Fidan / Nihat ye başlamış, “surlar Behram / Gendaş ve yüksek binalardan A.Ş./208 s.
polisin başlattığı ateşle Taksim’de halkın Katledildiğini” yazmıştı. Gazete yönetimi Behram’ın yazısını koymamakta, Beh ram’sa yazısının yayımlanmasında dire nince, yönetim Behram’ın işine son ver diğini açıklayarak, gazeteye polis çağır mıştı.
İstanbul seni seçmeyecek Behram’ın işine son veren gazetenin ömrü sürmedi, okuru terk etti gazeteyi. Emil Galip Sandalcı “kalem bıraktığını” açıklayarak Behram’a destek verdi. Beh ram’sa, 1 Mayıs katliamında çektirdiği ve katliamcıları gerçek yüzleriyle sergileyen filmiyle Anadolu’yu dolaşmaya çıktı. Bir çok kentte düzenlenen büyük gösteriler de bu filmi gösterip konuşmalar yaptı, şi irler okudu.
Şiiriyle, şiirden süzülmüş yazılarıyla sürdürdü mücadelesini.
Mahkemelerinde yargılandığı, cezaev lerinde yattığı, işkencehanelerinden geç tiği 12 Mart kanlı döneminin sıkıyönetim ^ komutam sivil elbise giymiş, İstanbul
Be-Gurbet / Nihat
Behram / Gendaş A.Ş./430 s.
Yalın Yürek/ Nihat
Behram / Gendaş A.Ş./472 s.
Nihat Behram, Daniel John Bendlt (Solda, üstte) ve vargas Llosa ile İspanya da, 1987.
|\lhat Behram ın şıırj
ATAOL BEHRAMOĞLU
1
960’taki ileri yönde bir siyasal ikti dar değişikliği, Türkiye toplumu- nun yaşamını tümden etkiledi. O za mana kadar tabu olarak belletilen, kül türün her alanındaki Marksist kitaplar birbiri arkasına Türkçe’ye çevrilmeye başladı. 1962’de kurulan Türkiye İşçi Partisi yoluyla, sosyalist, antiemperyalist fikirler, ilk kez Türkiye toplumunun bü tün katlatma yığınsal ölçülerde yayıldı ve Türkiye aydını, ülkesinin tarihinde ilk kez emekçi halkla omuz omuza değdi.1950-60 arasında yönetimi elinde tu tan emperyalist yardakçısı siyasal parti nin iktidarı sırasında, Türk ekonomisi nin yanı sıra, Türk kültürü de büyük çö küntüye uğramıştı. 20. yüzyıl Türk şiiri nin büyük ustası Nâzım Hikmet’in ki taplarını okumak yasaktı. İlerici T ürk ya zarlarının birçoğunun ya kitapları yasak lanmış, ya da bu yazarlar öldürülerek, hapse atılarak susturulmuşlardı. Bu yıl larda Türk şiirinde biçimci akımlar ege men oldu. Nâzım Hikmet’in büyük top lumcu şür geleneği, 1950 yılında ölen Orhan V elinin yaşama ve topluma dö nük şiir geleneği bir yana bırakıldı. 1950- 60 arasında Türk şiirinde yaygınlık ka zanan biçimçi şiir akımları Türk edebi yatına imge, sözdizimi, vb. alanlarda ye nilikler getirdiler. Fakat bu şiir gitgide yozlaşmaya sürüklendi; toplumdan, do ğadan ve genel olarak yaşamdan uzakla şarak, söze, insansız bir eşyaya boğuldu. Çöküş, 1960 ertesinde daha belirginlik kazandı.
Şiire 1960’larda başlayan genç şairler, kendilerini gittikçe hızlanan bir siyasal eylemin, sosyalist-antiemperyalist kav- anın tam ortasında buldular. Bu yeni oşullarda, yeni bir şiir doğdu. 1960 son rasında yazılan ileriye dönük Türk şiiri nin gönel, belirgin özelliği, bu yılların çarpıtıntısını taşımasıdır. Coşku ve kay gı dolu, yürek gibi atan, dinamik bir şi
irdir bu. Bu özelliğiyle 1960 sonrası Türk şiiri, bir dönem öncesinin, biçimci edil gen şiirinden kesinlikle ayrılır. 1960 son rasının ileriye dönük şairleri Nâzım Hik met’in ve genel olarak toplumcu Türk şi irinin mirasçısı, devam ettiricisi oldukla rı gibi, Türk şiirinin 1950-60 arasında özellikle biçim alanında kazandığı yeni likleri de özümleyip geliştirdiler ve böy- lece Türk toplumcu şür tarihinde özgün bir dönemi oluşturdular.
Nihat Behram, 1960 sonrasmın bu tür şairlerindendir. Kendilerini birleştiren genel özelliklerin yanı sıra, 1960 sonra sının belli başlı şairlerinin her biri özgün bir şür kurdular ve kurmaktalar. Nihat Behram’ın şiiri inceliklerle doludur. Toplumsal ve bireysel yaşamın duygula rı onda bir bütünlüğe ulaşmıştır. Doğa üstüne incelikli, ayrıntılı imgeler, şürinin belü başlı özelliklerin dendir. Türk ede biyatında aşk üstüne en güzel dizeleri söyleyebümiş şairler arasındadır. Doğa, aşk ve yaşama sevinci, onda toplumsal bir savaşçı olmanın kaygısıyla büenmiş, kaynaşmıştır. Şiirlerini 1972 yılında Ha
yatımız Ü stüne Şiirler adlı kitabında top
ladı. Kitabı yayımlandığı sırada, genç şa ir, siyasal bir suçlandırılmayla hapistey di. Kitap, yayımlanışından az sonra ya saklandı ve şairi için yeni bir soruşturma açıldı. Bir yıl süren bir yargılamadan son ra kitap geçenlerde beraat etti. Nihat Behram da iki yıla yakın bir tutukluluk tan sonra geçenlerde serbest bırakıldı. Devrimci, içtenlikli, ince, aydınlık ve yo ğun şiiriyle Nihat Behram, Türk şiirine yeni tatlar, yeni açüımlar getiren şairler arasındadır. ■
Bu yazı, A. B eh ram oğlu 1974 yılın da S o v yetler B irliği'n de b u lu n d u ğu sırada, L etonya Yazarlar B irliği E debiyat d erg i sin d e Nihat B eh ra m ’m şiirlerin i yayın a hazırlayan çe v ir m en v e şair Û. Ber- zinç'in ö n e risiy le yazılm ış v e bir özeti, söz k onusu d e rg id e şiirlerle birlik te
ı---;--- ;---• “ lediye Başkanlığı’na aday olmuştu. Seçi min yapılacağı günü yaşayanların unuta mayacağı bir başka anısıdır. “İstanbul Se ni Seçmeyecek” diyordu Behram. İstan bul’u, İstanbul’da düşen arkadaşlan adı na seslendiriyordu.
“Darağacında Uç Fidan” kitabı sayfa sayfa, kitapta yer alan şiirleri dize dize, id dianamelere fişlenmiş mahkeme mahke me dolaştırılıyordu. 1980 darbesiyle, dos yalan tekrar sıkıyönetim mahkemelerin de toplanmıştı. Nihat Behram yurt dışına çıktı. Hakkında tutuklama kararlarıyla arandığı bu dönemde, “yurda dön, teslim ol” çağrışma uymayınca, 1985 yılında “TC vatandaşlığından çıkarıldı”. Kitapla rı yasaklandı. Acıdır ki, tüm bu süreçler boyunca, aydın katlar ruhsuz, yankısız kaldı. Yüreğini, acıları sevinçlere doğru seslendirmeye adamış, yurduna halkına aşık bir şairin “vatana ihanet” suçlamasıy la vatandaşlıktan atılması karşısında, öf kelenen, titreyen ve bu duygusunu dile getirenlerin sayısı çok azdı. Bir şairin, ay dınların vatandaşlıktan atılmaları dünya da daha büyük tepki yaratmıştı.
lüıat Behram Türkiye'de 1980’de başlayan sürgünlüğü 17 yıl sür dü Behram’ın. Bu süreç içinde dünyanın her köşesinde dolaşıp şiirlerini okudu, konuştu, yazdı. A. Benramaoğlu ve arka daşı Yılmaz Güney’in özgürlüğe kavuş malarım sağladı. Türkiye’nin demokratik ortama kavuşması için çalıştı.
1988 yılında “Darağacında Üç Fidan” yeniden basılıyordu. Yasaklara karşı çı kan onurlu bir eylem olarak basılıyordu. “Yurt Kitap-Yayın” adıyla yayınevi kuran Unsal Öztürk, yayın yaşamına bu kitaba, bu kitabın şahsında bir anlayışa sahip çı karak başlamak istemişti.
Kitap, “Yürekleri Şafakta Kıvılcımlar” adıyla yayıma hazırlanmıştı. İmhalardan, baskınlardan elde kalmış bir nüshasından dizgisi yapılmış, filmleri çekilmiş, baskı ya verilmişti. “Nihat Behram Türkiye’de” diye bir de sembolik bant-poster hazırla mıştı Ü. Öztürk.
Adını 12 Eylül zindanlarındaki direniş te ölen Mehmet Fatih’ten alan, küçük bir çocuğun göğsündeki bu banda çektirdiği fotoğraf Behram’a ulaştırılmıştı. “Sürgün lük günlerimde yurdumdan aldığım en
güzel armağan” diyordu Behram bunun için. “İn şam onuruyla dik tutan, tüm acıla rının karşılığını ödeyen bir arma ğan”..
Ve “Darağa cında Üç Fidan”ı bu yayımlama gi rişimi de, bekle nenden çabuk şiddeti üzerine çekmişü. Anka ra DGM Savcılı ğı, o dönem ba- sımevlerine yer leştirdiği ajanlardan aldığı ihbarla harekete geçmiş, mahkeme ka rarlarına, yazık emirle re bile gerek duyul- maksızın, savcı, sözlü emirle polisi harekete geçirmişti.
Matbaa seri operas yonlarla basıkp basım
Ataol Behramoğlu ve Nihat Behram Militan Dergisini çıkardıkları yıllarda, 1975.
TEVnK FİKRET
yc
hazırlıkları yapılan kitaplara, tüm malze melere el konulmuş, Ü. Öztürk ve arka daşları DAL grubunda günlerce sürecek
S
' kenceli sorgulara aknmıştı. Bu kitaba, aha yayımlanmadan, basımı sırasında matbaada el konul masına da böylece tanık oluyorduk.
N. Behram, kitabı nın bir kez daha bu şekilde yasaklandığı nı, yurtdışından bir yazısı için 2000’e Doğru dergisine te lefon ettiğinde öğ renmişti. Behram’ın o anla duyarlığıyla yazıp dergiye geçtiği yazı, Avrupa bası mında da geniş yan kı uyandırmıştı. “Yüreğimi Dişleye rek Yazıyorum”
baş-lıklı bu yazıda Yü- Nihat Behram kitaplanndan ötürü ağır
reğım ağzımda ateş cezada yargılanıyor, 1977.
parçası. Yalazla rını yutkunuyo rum. içimde yan gın. Bilsem ki ba ğırınca Zürih ya nacak, yansm yansın yansm di ye ölesiye bağıra cağım. Baskılara bağışıklı, acılan kanıksamış sus kunlar utansın!” diyordu: İsviçre ve Al man basınmda yer alan yazı, bir çok kuruluş ve kişiyi harekete geçirmişti. Başta Al man Yazarlar Birliği olmak üzere kitap ’ saklamalarına ilişi birçok tepki iletilmişti Türkiye’ye.
İstanbul’da davası halde, Anka- M ’nin emriyle kitap bir kez daha yar gılanmaya başlamıştı. Kitabı Unsal Öz türk ve N. Benram’a fotoğrafım yolladı ğı Mehmet Fatih’in babası Av. Hüsnü Ök- tülmüş savunmuş ve 1991 yılında davala
rı beraat kararıyla sonuçlanmıştı.
12 Eylül karanlık döneminin “vatan daşlıktan atma ka rarlarının geri alın ması ve vatandaşlık haklarının iadesiyle, Behram 17 yıl süren politik sürgünlük dönemini noktala yıp, 27 Mart 1996’da yurduna geri döndü. Döndü ve havaalanında “Darağacında Üç Fidan” nedeniyle hakkında verilen tu tuklama kararıyla gözaltına alındı.
Bir süre sonra be raat kararları ve da
valarının zaman aşımıyla düşmesi nede niyle serbest kalan Behram, kitaplarının yeni basımları için çalıştığı günlerde, 1997 Kasımı’nda, havaalanında tekrar ve yine aynı gerekçeyle, “Darağacında Üç Fidan” nedeniyle hakkında verilen tutuklama ka rarının polisçe bilgisayara bir kez daha iş lenmiş olması sonucu gözaltına almıyor du.
Yasaklarla boğuşmak
Kitabım kaleme aldığından yirmibir yıl sonra Behram, bir yanı trajik bir yanı ko medi bir biçimde adliye Koridorlarında “Darağacında Üç Fidan” için ifade veri yordu.
Avukadan Namık Kemal Behramoğlu ve 1972’den bu yana Deniz Gezmiş da vasının uzman avukatlarından olan Or han izzet Kök’ün bir kitap ve yazarının özgürlüğü için verdikleri hukuk savaşı nın yaşı 21 yıla ulaşıyor. Kitap ve yazan ımı beraat ve serbestlik karan, yazılışın dan 21 yıl sonra İstanbul Cum. Savcılı ğı’nca onaylamyordu.
Özellikle 12 Eylül Darbesi sonlarında türeyen ve kendini “geçmişin duygu mi rasına yönelik yağma”da şekilleyen bir anlayış var ki, gelecek kuşaklara ahlak dersi olması açısından bu noktanın altım da çizmek gerekiyor: Kendi konusunda, 1976’daki çıkışını, çıktığı gündeki derin liği ve ödünsüzlüğüyle 20 yıl yasaldarla boğuşarak sürdüren “Darağacında Üç Fi dan” aynı konunun bolca işlendiği kuru luşlar ve “araştırmalar”da, gerek ruhsuz aydın tavrı ve gerekse çıkarcılığın sekte- rizmin, yardakçılığın tipik bir örneği ola rak, egemen güçlerinkinin ikizi bir sansür yedi.
ilk yayımlamşımn 22. yılında “Darağa cında Üç Fidan” yirmiiki yıl boyunca sür dürdüğü özgürlük mücadelesinin bu öy küsünü de eklenerek, işte yine okurunun karşısında. Yine yeni kuşaklara, inancın ve direncin, haksızlığa başkaldırının, ha yatı ve halkı sevmenin, umudun, sevginin ve suçsuzluğun, dostu ve düşmanı seç menin, fedakârlığın ve hesap sormanın, düşüncenin ve duyarlığın el kitabı ola rak...
Yazarıysa, yıllar sonra dönebildiği yur dunda, şiirini, şiirden süzdüğü mücade lesini kaldığı yerden sürdürüyor: “Yeni den Kendi Şehrimde” . ■
RBhat Behram'la yanıtlan üzerine
O
n y e d i y ı l p olitik sü rçü n ola rak yu rtd ışm d a yaşadınız. Siz c e sü rgü n ya şa m ın ın d ild ek i etk ileri n elerd ir?- Bilindiği gibi 1980 döneminde ül kemden uzak yaşamak zorunda kaldım. Doğmakla benim olan haklarım gasp edildi. Bir şair ve yazar için sürgünde olmak, balığın su dışında, çiçeğin dalın dışında olması gibidir. Sözgelimi, “Fırat boylarında at üstündeyim ’ derken, bu ifadeyi şiire bir etno bilinçle, bir ata bi linciyle yerleştirirsiniz. Derin anlamı kendiliğinden vardır. Sürgünde başka bir nehir kıyısında yaşarken, şiirinizde ki o nehir adı turistik olur.
Sanatçı yurdundan uzakta olduğu za man, birçok yeni kavramı derinleştirir: “Hasret” gibi. Sürgünde kafanın içinde şekillendirdiğin dünyada yaşarsın. Yani yurdunu sanal bir şekilde yeniden ku rarsın. Acı olan budur.
Bu biraz daha derinleşince çevrende ki konuşmalar Türkçe gibi gelir. Denge- levemezsen psikolojik dünyanda sarsın tılar yaşarsın. Sürgün şair ve yazarların tarihine baktığınız zaman bunun derin izlerini görebilirsiniz. Mesela Tchu- kolsky, Nâzım, Puşkin...
Sürgünde özgür gibi görünen bir tu- tuklusun, sadece hücre çok büyüktür. Yahya Kemal“Istanbul ufukta görün meden kalbimde göründü” demiştir. Ben de dönerken bu dizede nasıl bir de
rin duygu olduğu nu yaşadım. - Ü lkedeki e d e b iya t orta m ın d a n ayrı o lm a n ın s o ru n ların ı n a sıl ta şıdın ız ? - Yurtdışındaki
ilk aylarım soluk suz şiir yazdığım dönemdi. Tıpkı
Türkiye’de olduğu Fırtınayla, Borayla gibi sonra nicelik Denenmiş Arkadaş- olarak azalma ol- lıklar/ Nihat Behram du. Seyrekleşme / Cem Yayınevi oldu, ama yoğun -laşma da oldu.
Sonra roman girdi araya. G u rbet roma nımın yazılımı 2-2,5 yıl sürdü. Bu ro manla şiirin kesildiğini söyleyemem. Şi irsel olanla ‘gurbet’ teması harmanlan dı bu kitapta. Hatta 10’a yakın şiir yer almıştır onda. Sonradan bu şiirleri şiir kitaplarıma aldım... Ülkemde edebiyat ortamından belli bir kopuş zorunlu ol du.
Ancak ülkeye olan duyarlılık vurtdı- şından daha bir başka oluyor. Belki söy lediğinizin tersi gibi gelecek ama, bağ lantı arttı, ilgi arttı. Kulağımız hep Tür kiye’deydi. ü lkeyi sorunlarıyla birlikte taşıdık oralarda. Ben kendi payıma ora lara kültürel olarak dahil olup erimeyi düşünmedim hiç. Roman yazmak,
ko-D İ ıy n L İC f jR i 1(1) Hayatımız Üstüne Şiirler / Nihat Behram / Cem Yayınevi Dövüşe Dövüşe Yürünecek Nihat Behram / Militan Yayınlan
nu-tema bir yana Türkçe’yi daha geniş olarak kullanmak içindi belki de. Nite kim ardından ikinci romanım L a n etli
Ö m rün K ırla n gıçla rı (Kız A li) geldi.
Üretmekle, Türkçe’ye olan bağlılığım ve duyarlılığımda direndim.
- Uzun y ılla r son ra d ön d ü ğü n ü z d e e d e
b iyat orta m ın ı n a sıl buldunuz, d eğ işen n e y d i?
- ilk gözlemim kuşaklar ayrımının de rinleştiğini görmek oldu. Kuşakların birbirine devrederek ve dilde, kültürde bazı değişimlere uygun olarak çatışarak sürdürdükleri yenilenme bilinci yerine ayrı ayrı varolma gibi bir kopukluk için de olduklarını gördüm. Şiir için söyle yecek olursam, şöyle ya da böyle moda
olan, modalaşmaya çalışan eğilimlerle il gilenmedim. Öteden beri kendi duygu ve düşünce ırmağımda yaşadığım için yine o ırmakta bir damla olmayı sürdür düm. “Bir dam la” diyorum, çünkü o ır makta Karacaoğlan, Nâzım, Enver Gök çe, Ahmet Arifvar, öte yandan Neruda, Lorca var. O ırmağın rengine uygun ola nı merak ettim.
- Yakınlık bu la bildiğin iz un su rlar o ld u
m u ?
- Kendi geleneğini soluyanları, med-
yatik ilgileri olmayanları yakın buluyo rum. Sessiz ve derinden gelenleri...
- Toplu yapıtlarınız hızlı b ir s ü r e çte y a
yım la n m a ya başlandı. D arağacında Üç Fidan ad lı b e lg e s e l anlatınız 22 y ı l son ra tek rar basıldı, G urbet adlı rom anınızın y e n i basım ı ya pıldı v e 30 y ılı kapsayan şi ir serü ven in iz Yalın Yürek adıyla to p lu ca b ir kitapta y e r aldı. 20-29 M art g ü n le ri arasında d ü z en len en 1. U luslararası İs ta n b u l K itap Fuarı h a d a vet edildiniz. Bu k onuda n e le r sö y ley ecek sin iz ?
- Yurdumda uzun yılların yasağından
sonra kitaplarım la birlikte olmaktan mutluyum. Ancak içimdeki burukluğu da ifade etmeden geçemeyeceğim. Ya sak karşısında duyarsızlıktı bu. Bir sıkın tım da bazı sol grupların kültürel gerili ği oldu. Ne onlara ne de edebiyat orta mının sürdürücülerine yaranabildim. Şi irimin antolojilerden dışlanması ortada. Ama gerek yayın bakımından, gerekse kitle bakımından yeni bir kucaklaşma nın mutluluğunu yaşıyorum. Kitapları mın seri olarak yayımlanması da ayrıca anlamlı. ■
Nihat Behram şiirinde tarihsellik
M
odem eleştiri yolunda ilerleyen sü reç bizde ideolojilerden dana çok ideolojik kıstasların son derece da raltıcı etkisiyle kültürel kopuşlar doğurdu. Felsefi yöntemler kullanılmadan yapılan eleştiri denemeleri bağlanılan dünya görü şüne uygun edebiyat anlayışını -eski yeni- edebiyat yapıdannda Kayserili’nin gömü sü (*) gibi önsel olarak arayıp edebiyat ya- pıdannı ve giderek edebiyat varlığımızı, an layışının olası varlığı veya yokluğuna göre kamplara ayırmıştır.Söz konusu şiir olduğunda, bu kamplaş- tırma gayretleri şiirimizi tarihsellik ilkesinin dışın da bir yargılama ile karşı karşıya bırak mıştır.
Şiirin tarihsellik ilkesi en yakın ifadeyle tarihsel koşulların etkinliğinin kabul edil mesinden gelir. Octavio Paz, Yay ve Lir (El Arco y La Lira) adlı felsefi denemesinde bunu şöyle açıklar: “ İki yönden şiirin tarih - sel olduğu sonucuna varılır: Birincisi, top lumsal ürün olması; İkincisi, tarihselliği aşan, fakat etkisini halihazırda sürdürebil mek için tarihin içindeyeniden can bulma ya ve insanlar arasında yinelenmeye gerek sinim duyan bir yaratım olması” (Puede concluirse que el poema es histórico de dos maneras: la primera, como producto soci al; la segunda, como creación trasciende lo histórico pero que, paraser efectivamente, necesita encamar de nulvo en la historia y repetirse entre los hombres, sf. 187).
NttıatBetıramşRrseHiği Bu denemenin konusu Nihat Behram’ın şiirsel etkinliğidir. (Şairimizin otuz yılı bu lan bir şiir serüveni olduğunu belirtmeli yiz.) Tüm denemeler gibi, şiir üzerine de nemeler de itici gücünü bize bir ütopyamı zı anımsatan şeyden, ya da en azından ben zersiz ve tekran olmayan bir ânı yakalamak özlemimizden alır. Bu şey, bu an Nihat Beh- ram’ın son şiiri “Tükeniş’in Eşiğinde Ayak lanma Çağrısı”dır, hem o hem de onun okunduğu andır.
Bu şiir son yıllarda tarihsel kanıt olan şi irlerin sürgün olduğu konusundaki izleni mimi güçlendirdi. Toplum ve şiir arasında uyuşmazlığın egemen olduğu dönemlerde şiirsel ses başka amaçlar doğrultusunda ipotek altına girer. Sözgelimi tüketim amaç lı.
Nihat Behram bu şürinde daha önceleri yaptığı şiirle tarih düşmek (tarihsel kayıt) hakkının ötesinde şiirin tarihsellik ilkesini anımsatıyor. Sadece anımsatmakla kalmı yor, bunun bir göstergesi oluyor. Yani bu şiir, hem bir “toplumsal ürün ” hem de “ta rihselliği aşan, fakat etkisini halihazırda sür dürebilmek için tarihin içinde yeniden can bulmaya ve insanlar arasında yinelenmeye gereksinim duyan bir yaratım”dır. Yine bu şiir Nihat Behram şiirselliğinin bir destanı dır.
Kolektif blnç
Destan için kolektif bir bilinç oluşumu nun gerekli olduğu bilinir. Şairimiz uzun yıllardır devrimci, romantik bir tinin ateş
liliğinde şiirinin paylaşılıyor olmasının bu kolektif bilinci oluşturduğunun sezgisine sahip. Doğrudan etik önermeler ve ahlaki anıştırmalarla ivme kazanan şiir, salt bun ları ifade etsin diye kâğıda dökülmemiştir. Onun önemi şiirsel ses ile tarihselliğe yap tığı vurgu, düpedüz tarihsel kanıt olması dır.
Nihat Behram şiirinin toplumsallığı ve aşkınlığı tarihin ey lem iy le güç kazanmıştır hep. Tarihin eylemi kahramanlıktır. Tarih macera olduğu için bu böyledir. Kahraman sonsuz yaşama özlem duyduğundan zama nı anlamlı anlar yığını yapmak peşindedir; benzersiz ve tekran olmayan bir an yaratır, bunu bizzat tarihin eylemiyle yapar, bu an yaratıldığında ise tarih doğar. Burada şiir sel ses’in tarihselliğe ulaşmasının sun, şi irin tarihin içinde yeniden can bulması ve insanlar arasında yinelenmeye gereksinim duyulan bir yaratım olmasıdır.
Behram’ın tarihle güncellik ilişkisi bakı mından tarihsel kayıt hakkını kullandığı önceki şiirleri (1970-1980 arası) muhaliftir. Ancak denememizde tarihsellik bağlamın
da özgürleşmiş m uh alif t i n e göndermeler yaptığımız açıktır. İşte bu noktada tarih selliği doruğa ulaştıracak bir kavramdan söz etmeliz. Bu kavram poesis'tir. Sezgisel, doğrudan ve bilgiye karşılık gelen bu dü şünce formuyla ruhun kendi varlığının di lini yansıtma gücünü ifade edirz.
Felsefi yöntemi olmayan eleştirimiz şa irin etik ilgisine de tinsellik dışında bakmış tır. Bu bakış ahlaklılık ilkesidir; felsefi ol madığı için etik ile ilgisi yoktur. Şüre bir ah laklılık manzumesinin şıklarıyla bakılır, şu nu şunu yerine getiriyorsa etik tutarlılık içinde kabul edilir. Sosyaüstik eleştiride ma neviyat, tin, ruh hep dinsel veya spritual çağrışımlar olarak algılandığı için sanatçı daki muhalif vicdanın özgürleşmesi günde me gelememiştir. Bedel ödemek, ödün ver memek vb. gibi ahlaklılık içinde değerlen dirilecek felsefi içeriği zayıf deyimler kul lanılmıştır.
Şair muhalif olmakla logosu ortaya çıka rır, kafa tutar. Ama etik ilgisini doğru orta ya koyabilmesi için toplum adına onu aş ması gerekir. Bu çaba iki yolla birlikte
mümkündür. Birincisi; eleştiri, İkincisi; po esis. Birinci yolla muhalif eleştirisini orta ya koyar, ikinci yolla muhalif vicdan çilede ki tin-güç’le özgürleşir, böylece anlamını tarihin tüketmediği sözcüklerle kendini ifa de eder.
“Tükenişin Eşiğinde Ayaklanma Çağrı sı” tükeniş çağında anlamım tarihin tüke temeyeceği özgürleşmeyi başarmış bir şiir dir. (Nihat Benram’m bana bu şiiri oku duktan sonra “tükenişin eşiğinde” ibaresi ni çıkartmaya karar verdiğini belirtmeli yim. Bu harika sezgi logos a tutsak olma manın ilginç bir örneğidir. Başlığı ilk haliy le belirtmem, tarihsellik ilkesine doğrudan, şiddetli bir vurgu yaptığı içindir.)
Logos’u ortaya koymak, kafa tutmak: Tükenişin eşiğinde; “ayaklanma çağrısı” logos’u aşmak: işte şiir! işte toplum ve şiir arasındaki uyuşmazlığı ortadan kaldırma ya ve gerçek şiir kamuoyunu oluşturmaya yönelik şiirsel ses. ■
O K ayserililer’in göm ü söylentilerin e düş kün olduğu, halk kaynaklarında sıkça geçer.
Dört kitabıyla Perihan Mağden
Dehlizlerde
dolaşan bir
yazar
“Refakatçi”nin de ikinci
basımının yapılmasıyla, şimdi
Perihan Mağden’in
yayımlanmış tüm kitaplarını
piyasada bulmak mümkün.
Artık cesaretinizi toplayıp
Mağden’in dehlizlerine
inebilirsiniz. Kaybolmaktan
korkuyorsanız, kılavuzunuz
emrinize hazır.
A H M E T G Ü N G Ö R E N KılavuzA
slında bu kılavuzu kaleme alırken yalnızca “Haberci Çocuk Cinayet- leri”ni aydınlatmayı amaçlıyor dum. Kendi açımdan, balıklama dalmış olduğum bu dehlize bir fener tutmaktan başka bir niyetim yoktu. Yeni ipuçları bulmak için, sizin de dipnotta bulacağı nız diğer kaynakları araştırmaya, bunla rı birbirleriyle yüzleştirmeye koyuldum. Böylece, içinden görece daha kolay yıkı labilecek bir dehliz, karmaşık bir labi rente dönüştü.Labirent
Şimdi ben bu labirentte, ancak feneri min ışığıyla görebildiğim noktalar üstü ne bir şeyler söyleyebilirim. O da ancak hipermetrop gözlerimin ve yanlış reçete ye göre yapılmış gözlüklerimin göstere bildiği kadar olur. Sizi en baştan uyarma lıyım, aslında bu yolculuğu kendiniz yap malı ve kendi kendinize ışık olmaksınız. Ben yine de, işgüzârlıkla üstlendiğim kı lavuz görevini yerine getireceğim, bun dan kaçtığımı sanmayın.
Kapı
Ben, kendi hesabıma, Mağden’in giriş kapısını Haberci Çocuk Cinayetleri’nde buldum (bu kitabı bundan sonra kısaca HÇC diye anacağız). HCÇ’nin, ikisi
kı-Perihan Mağdenîn yayımlanmış tüm kita pları piyasada
sa biri uzun üç öyküden oluştuğu söyle nebilir. Bu öyküler aynı anlatıcının aktar dığı ve aralarında göndermeler bulunan tek bir anlatı biçiminde de düşünülebi lir. Her durumda vurgulanması gereken, anlatıcının gerçeklik düzlemiyle okuyu cu arasına koyduğu mesafenin iç tutar lılığıdır. Her şey polisiye bir öykünün gerçekçiliğiyle akıp gidiyor gibi, ama olay örgüsü -gerçeküstü ya da gerçekdı şı demiyorum- gerçekötesi bir yapının ekseninde oluşuyor. Bu yapı, Haberci Çocuklar müessesesidir ve dehlize ini şin bütün tadını oluşturan da -kendi da mak zevkimce- budur.
HÇ Tele-Kurye AŞ
Bu, şehir meclisinin gözetiminde yö netilen bir tür posta ya da kurye şirketi. Ama gündelik hayatımızda karşılaştığı mız bu kuruluşlardan tek farkı, haberci çocukların, şehrin seçme spermleriyle kendine özgü bir tüpbebek yöntemiy le yaratılmaları. Ayrıca hepsi tıpatıp bir birine benziyor, sarı kıvırcık saçlı, berrak mavi gözlü ve gamzeli (...) dizlerinde dü ğümlenen eflatun sarı çizgili bir panta- lon, pomponlu beyaz çoraplar, fiyonglu rugan ayakkabılar, üstüne ise yine aynı eflatun kadifeden manşetlerinde ve ya kasında kolalı beyaz danteller olan kısa bir ceket... (HÇC, s.31). Üstelik kaç ya şında olursa olsunlar 7/8 yaşında görü nüyorlar.
Şehir Meclisi, dedektif ve diğerleri Şimdi bir de bu çocuklar birbiri ardı- sıra ölü bulunuyor. Şehir meclisi üyeleri de, şehrin ünlü sabafı Mösyö Jacob, Kurtbilgini, Uşak Wang Yu, haberci ço cuk annesi Esme, olaylan çözme zorun da kalan, zoraki dedektif-anlatıcı da ve hatta ben de tüm bu ölümlere seyirci ka lıyoruz. Onları önlemeye değil de, anla mını çözmeye çalışmaktan başka bir şey gelmiyor elimizden.
Ya siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?' Çocukluğun trajik sularında... “Refakatçi” adlı romanda da, 12 ya şında, uyurgezer, içki problemi olan, da hi ressam bir çocuğun göz göre göre ölü müne refakat ediyoruz. (Birinci çoğul şa hıs konuşuyorsam, bir okuyucu olarak kendimi ve bizatihi refakatçi olan anla tıcıyı kastediyorumdur. Birlikte cürüm işliyoruzdur.)
Nasıl bir ölüm istiyorsanız öyle olsun ! Gerçek ya da fiziksel bir ölüm, orta iki den ayrılan çocukların intiharları, sevgi li okullarımızda devlet dersinde öldürü len çocuklar (bkz. ecebaba), anne baba ların şefkatle işledikleri cinayetler ya da ölüp giden, yeniden ele geçirilmesi ola naksız kendi çocukluğumuz...
Birer yetişkin olarak hepimiz en azın dan kendi çocukluğumuzun katili değil miyiz?
Karga'mn notu
Kılavuzunuz olarak size bu mütevazı ipuçlarını vermekle yetiniyorum. Bu iki anlatı dışında, Mağden’in şiirlerinde ve denemelerinde, Babasız Kızlar B alo la rında ve daha birçok yerde ya da kişide, Pervari Noran’da, Ajda’da, Ayşecik’te, Hatta Neriman Koksal ya da Türk Elekt- ra’sı Ahu Tuğba’da size gereken diğer ipuçlarını, kendinize ışık olarak bulabilirsiniz. Bunun için aşağıdaki kay nakçayı izlemeniz yeterli. Ha bir de şu var, “Refakatçi” romanındaki anlatıcının, okumaya başlayıp başlayıp bir türlü de vam edemediği, ilk sözcüklerinde mıh lanıp kaldığı W irginia Woolf’un J a cob’un Odası adlı kitabını bari siz okuyup bitirin. Bir de benim, aslında bir kitap tanıtma yazısı yazmam gerekirken yaptığım tüm ukalalıkları bağışlayın lüt fen. Lütfen kaptan! Ben aslında böyle biri değildin, Mağden’in tüm kitaplarını arka arkaya okuyunca böyle oldum. An ne merak etme, geçer, bu da geçer. ■
Haberci Çocuk Cinayetleri, 2. basım,
iletişim 1997, anlatı, Refakatçi, 2 hasım, iletişim 1998, rom an, Pazartesi Yazıları,
2. basım, iletişim 1997, deneme, Mutfak Kazaları, K a b a la 1995, şiir
S A Y F A 6 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 4 2 5