• Sonuç bulunamadı

Nihat Behram:Adı yirmi yıl boyunca ağır ceza koridorlarında çınladı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Nihat Behram:Adı yirmi yıl boyunca ağır ceza koridorlarında çınladı"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

.*au

Cumhuriyet

□ Nadir Paksoy, edebiyatım ıza son günler­ de katılan gezi kitaplarını tanıtıyor... 7. sayfada □ M uzaffer B uyrukçu, Ö zd em ir in ce ’nin ‘N e Altın N e G ü m ü ş’ünü tanıtıyor 8.sayfada

□ Se n n u r S e ze r’den Anna S e g h e rs kitap­ ları ... ...10.say fa d a

□ Yaratıcılıkta, ‘Denge’ ilkesinin gerçekleştirdiği edebi tu r roman konusunu Prof. Dr. Gürsel Ay­ taç inceledi...11. sayfada

Adı yirmi yıl

boyunca ağır ceza

koridorlarında

çınladı

Nihat

Behrem

Nihat Behram’ın ilk şiiri 1967, son şiiri

1997 tarihini taşıyor. Bu otuz yıllık sürede

yirmi kitabı yayımlandı Nihat Behram’ın.

Bunlardan o n u şiir kitabı. Halkın

Dosdarı, Militan ve Güney dergilerini

çıkaranlar arasında da yer alan Nihat

Behram 12 Eylül döneminde

vatandaşlıktan çıkarıldı. 17 yıllık bir

sürgünlük döneminden sonra yeniden

Türkiye’ye döndü. Behramın yapıtları

toplu olarak yayımlanmaya başladı.

ZEKAl BOSTANCI

D

enizleri asanlar, o kuşağın şairi Nihat Behram’ın da şiirlerini yakmak istiyordu. 12 Mart darbeci­ lerince hazırlanan “teslim olmazlarsa hakların­ da vur em ri” çıkarılacak kişiler arasında Nihat Behram adı da yer alıyordu. Nedeni: “Hayatımız Üstüne Şiir­ ler”. A. Behramoğlünun yönetiminde çıkardıkları ve sıkıyönetimce yasaklanan “Halkın Dostları” dergisinin sorumlusu olarak tutuklanmış, aylarca cezaevlerinde kalmıştı. Cezaevinden çıkar çıkmaz yayımladığı ilk şiir kitabı “Hayatımız Üstüne Şiirler” nedeniyle tekrar tu­ tuklanmıştı. Sıkıyönetim koridorlarında başkaldırı ya­ nı sıra, Behram’ın sesinde dönemin şiiri de yargılanı­ yordu. M ahirlerin, Cihanlar’ın, Ömerler’in idamlar eşi­ ğinde bekleyen Denizler’i kurtarmanın bir çabası ola­ rak tünel kazıp kaçtıkları Maltepe Askeri Cezaevi’nde onlarla birlikte yatıyordu. O kendi silahıyla sesleniyor­ du: İlkin “Yalnız Değiller” şiiri çıktı. Mahirler Kızılde- re’de düştü. İdamlar geldi. Behram “Üç Dağa Ağıt”ı yazdı. Ve diğerlerini... Yayımlanır yayımlanmaz yasak­ landı şiirleri. Behram’m o dönem yazdığı şiirleriyle ya­ kalananlara, “silahla yakalanmış” muamelesi yapılıyor­ du. 12 Mart faşizminin mahkeme salonlannda yakılmak istenen şiir de vardı. “Bu bizim hayatımız” diyerek ha­ yatımızı, şiirlerini okuyarak savunan şair de.

1974 genel affından sonra, bir dönem yine A. Behra- moğlu ile birlikte “M ilitan” dergisini çıkaran Behram, 975-76’da “Vatan” gazetesinde yazarlığa başladı. Da­ rağacında, işkencelerde, katliamlarda gördüğü arka­ daşları adına onlara verdiği sözü tutar gibi bir gazete­

cilikti. Yazıyı şiirden süzer gibi bir gazetecilikti. Kendi döneminin, kuşağının yüreği olmuştu ve hesap soruyor­ du. Hayattan süzdüğü şiirle, şiirden süzdüğü dizi yazı­ larıyla hesap soruyordu. Şiirle yoğrulmuş bu ses geniş kitleleri kucaklıyordu. Bu dönem ürünlerinden biriydi “ Darağacında Ü ç Fidan ”. 1976 Mayısı nda asılışlarının dördüncü yılında insanlar birbirlerine gazetelerde çı­ kan bir duyurudan, “Darağacında Üç Fidan”ın duyu­ rusundan söz ediyordu. Öyle ki, daha duyuruların ya­ yımlandığı günlerde bile “Vatan” gazetesi elden ele do­ laşmaya, bulunmaz olmaya başlamıştı. “Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin înan’ın son günleri, son sözleri, mektupları, yaşanılan, infaz gecesi...” Baskıcı güçlerin ağır gözdağlarıyla sürdürdükleri yasaklanna karşı, bu başkaldırı, halktan olan, yurtsever olan herkeste coşku yaratmıştı. O dönemi yaşayanlann unutamayacağı anı­ larından birinin adıdır “Darağacında Üç Fidan”. Beh­ ram, yazı dizisi yanı sıra, bir başka kavganın daha çağ­ rışım yapıyordu: “Halk düşmanı güçler tarafından in­ tikam duygularıyla alınmış infaz kararlan yasal değildir! Deniz Gezmiş davasına yeniden bakılmalıdır! ”

Yirmi yıl öncesinin günlerinde kavraması güç bir ey­ lem, demokrasi adına ölümü göze alırcasına cesur bir başkaldınydı bu. Bedeli ne olursa olsun, inandığı her şeyi, hiçbir yasak ve cezayı hesaplamadan yazacağını duyuruyordu Behram.

Duyurulardan birine bir başka acı damlamış». Di­ ziyi bekleyen okur için hiç de önemi olmayan, yazarı için ağır bir acı damlasıydı bu. Behramoğullarını ta­ nıyanlar, annelerinin onların duyarlığına biley taşı ol­ duğunu bilirler. Dizinin duyuruları annelerinin ölüm haberiyle birlikte çıkıyordu gazetelerde. Belli ki Beh­ ram, annesinin son günlerinde, darağacmda can ve­ ren arkadaşlarının son günlerini yazıyordu. Acılardan isyanlara ulanan duygularda kim bilir neler ne kadar etkiliydi?

Bir başka “ayrıntı”, dizinin yayımlanacağı Vatan ga­ zetesindeki “küçücük” bir değişiklikti: Basın tarihin­ de ilk, belki de tek örneği olan bir değişiklik: Dizinin duyurularıyla birlikte gazetenin künyesine bir cümle eklenmişti. “8. sayfadan sorumlu yazıişleri müdürü: Nihat Behramoğlu” yazan, ürünün her türlü

(2)

H. VASFİ UÇKAN

O K U R L A R A

“Nihat Behram, 1960 sonrasının Tevfik Fikret, Nazım Hikmet, Ahm et A r if çizgisinin ve genel olarak toplumcu Türk şiirinin mirasçısı, sürdürücüsü şairlerdendir. Bu dönem şairleri, hu miras ve motivasyonun yanısıra, Türk şiirinin 1960-60 yıllan arasında biçim alanında kazandığı yenilikleri de özümleyip geliştirdiler. Bu, yaşanılan çalkantılı günleri heyecan ve kaygıyla izleyen yeni bir şiirdi. Nihat Behram bu tarzın en dinamik şairlerindendir: M uhalif Tutumunu bırakmadan, doğa, aşk, yaşama sevincini inceliklerle, halk kültürünün imgeleriyle örerek 197O’li yılların şiirine ivme

kazandırdı. Nihat Behram yakın dönem yazarlarımız arasında en çok siyasal suçlandırılmaya uğramış isimlerden, belki de en başta geleni. ’’ Otuz yıla sığdırılmış yirm i kitabıyla sevgiyi,

umudu, acıyı, direnci, inceliği kısacası insan duyarlığını yansıtan Nihat Behram, 12 E ylül döneminde Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatandaşlığından çıkarıldı ve on yedi yıllık bir sürgünden sonra yurda döndü. Kitapları toplu olarak yayımlanmaya başlayan Nihat Behram’ı çeşitli yönleriyle tanıtmaya çalıştık sizlere. B ol kitaplı günler!... TURHAN GÜN A Y

K İ T A P

İmtiyaz Sahibi: Berin Nadi o Basan ve Yayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.S. o Genel Yayın Yönetmeni: Orhan

Erinç o Genel Yayın Koordinatörü: Hikmet çetinkaya c-Yazıişleri Müdürleri: İbrahim

Yıldız o Sorumlu Müdür: Fikret İlkiz <> Yayın Yönfetmeni: Turhan Günay o Grafik Yönetmen: Dilek llkorurc Reklam: Medya c

A

lev Coşkun Cumhuriyet’te ve Cum­huriyet Kitap ekinde çıkan yazılarını Sepetteki Laleler adlı kitabında top­ lamış. Güzel bir ad koymuş kitabma, albeni­ si olan bir ad. Kitabın sunuşunda da, “...Ki­ tap, kimi güncel olaylar üzerindeki tepkileri­ ni, kimi tarihsel yaklaşımları ve kimi toplum­ sal, siyasal ve sosyal konulan verme çabasın­ dadır’ diyor.

Bir siyasal parti ya da hükümet kaygısı ol­ madan tamamen yansız, demokratik ve ob­ jektif ölçülerde ele alman, araştırılan sorun­ lar ve olaylarla, bunların nedenlerini niçinle- rini irdeleyen, eleştiren yerine göre vurucu, yerine göre açıklayıcı deneme niteliğinde ya­ zılar bunlar. “Bugün gazete, yarın çöplük” demeye getiren kimi politikacılarla, politika­ ya soyunmuş olanlara ve yandaşlarına “Alın, siz de okuyun” dedirtecek türden.

Sepetteki Laleler için İlhan Selçuk da, “...Uygarlığın beşiği, halkların harmanı, din­ lerin ve mezheplerin kavşağı Anadolu, 20’nci yüzyılın ilk çeyreğinde ‘Yedi Düvel’in payla­ şım savaşma meydan okudu. Bu kanlı karga­ şayı özünden yakalayarak modem çağın ‘Gordium’unu çözen Mustafa Kemal Ata­ türk çıkmasaydı, bugünkü Türkiye yoktu” diyor ve doğru olanı bir kez daha vurguluyor. Kafalara vururcasma... Evet, bugünkü Tür­ kiye yoktu. Ama anlayana.. Ve arkasından “...Bu kitabın yalnız geçmişe değil, geleceğe dönüklüğü yazarm kullandığı mantık eytişi­ minden doğuyor” diye ekliyor.

Alev Coşkun’un sunuş yazısmda belirttiği gibi kimi güncel olaylar, kimi toplumsal, si­ yasal ve sosyal konularm işlendiği, örneğin “Genç Cumhuriyet, Eski Muhalefet, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat, Siyaset Bilimi Açısın­ dan Darbelerin Anatomisi, Laiklik Nedir, Demokrasi Nedir, Kavranılan Yerli Yerine Oturtalım, Mustafa Kemal, Güneydoğu Ve Çözümler, 27 Mayıs ve 1961 Anayasası, Eko­ nomide Bu Dufuma Nasıl Gelindi” ve öteki yazılar. Tümü okunduktan sonra her zaman olduğu gibi “takkeyi” önümüze koyup biraz düşünmek gerekiyor. Birazcık... Ama görül­ düğü gibi bizim yalnızca çenemiz düşüyor, düşünmek yerine.

Bugünkü koşular

“27 Mayıs Hareketi” adlı yazıdan bir akn-tı yapalım, “...Politikaya ilk askeri kanşma 27 Mayıs 1960’da oldu. 27 Mayıs aydınlanma felsefesine inanan, Atatürk cfevriminden ya-na olanların, karşı devrim kıpırdanışlarıya-na (Arapça ezan, ‘Siz hilafeti bile geriye getire­ bilirsiniz’ gibi söylemler, Anayasa dilinin Os- manlıca’ya dönüştürülmesi, Halkevlerinin kapatılması, CHP’nin mallarına el konulma­ sı, Köy Enstitülerinin kapatılması gibi... ” kar-

ı, genişleyen ve giderek yoğunlaşan bir tep­ inin ürünüdür...” (30)

î ;

kı:

“Bugünkü Koşullar” adlı ara başlıklı yazı­ da ise, “...Bugünkü koşullar çok değişik. Ne 27 Mayıs’a, ne 12 Mart’a, ne de 12 Eylül’e benziyor. Bugün adeta toplumsal bir hesap­ laşmayla karşı karşıyayız. Atatürk devrimle- rini benimseyenlerle, karşı devrimciler arasın­ daki bir hesaplaşmadır bu...” (33) diyor ve ye­ rinde bir değerlendirme yapıyor.

Gelelim “Bu Kadar Yeter, Dinle Bayan Çil­ ler” başlıklı yazıya.. “Siyaset yaşamına ‘Ku­ ran’ı öperek’, ‘ezan, bayrak’ diyerek giren, daha sonra da ‘camiyi Avrupa’ya taşıyacağız’ deyişini yumurtlayan Bayan Çiller, dini zaten siyasete alet etmenin türlü-çeşitli örneklerini sergiliyordu.” (25) Ve sürdürüyor, “...Siyase­ ti dine alet etmek isteyen birçok politikacı bu ülkeden gelip geçti. Ama Büyük Atatürk’ün dediği gibi, bu ülke ‘Şeyhler, dervişler ülke­ si’ olmayacak.” (27)

Şimdi de “Onurlu Bir Devlet Memu­ rumdan bir alıntı yapalım. Bayan Çiller’in babasından söz ediyor Alev Coşkun. “...O Necati Çiller ki, gazetecilik yaptığı dönemde Kuvayı Milliye’nin ilkelerini savundu. O Ne­ cati Çiller ki, yıllarca hizmet ettiği Atatürk Cumhuriyeti’nin onurlu bir devlet memuruy­ du. Atatürk ilkeleri için çaba harcadı. Atatürk karşıtı hareketlere hiçbir zaman hoşgörüyle bakmadı. Her zaman karşı geldi.” (27) diyor. Demek Bayan Çiller Atatürk ve devrimleri

Alev Coşkun un yazılan bir arada

Sepetteki Laleler

konusunda baba Neca­ ti Çilîer’i hiç dinleme­ miş, hiç önemsememiş onu. Yazık... Baba Ne­ cati Çiller’in yattığı yer­ den başım kaldırıp da kızının neler yaptığım görmesini, neler söyle­ diğini duymasını ne ka­ dar isterdim.

Özünde birbiriyle ilintisi olan Sepetteki Laleler’den kısa örnek­ ler bunlar. Bu örneklerde hep Atatürk, Ata­

türk devrimleri, Atatürk ilkeleri, Kuvayı Mil­ liye sözleri geçiyor. Kitaptaki yazıların çoğun­ da böyle bu. Çoğu yazılarında bu düşünce egemen yazarın. Atatürkçü düşünce.

Atatürk denilince, devnmlerden söz edilin­ ce başım eğip bir şeyler mırıldanan, kimi za­ man açıkça, “...Ama efendim...Lâkin...” diye­ rek, kemküm edenlerin de okumalarım ister­ dim Sepetteki Laleler’i...

Cumhuriyetimizin 75. yılında cumhuriye­ te ve demokrasiye karşı Türkiyemiz’de neler oluyor, neler olmuş, nerelere gelinmiş. Faili meçhul siyasal cinayetler, mafya, uyuşturucu mafyası, silah kaçakçılığı, Susurluk, çeteler, enflas­ yon, laiklik, irtica, türban, başörtülü eğitim, Atatürk büstlerine saldın vd. Bun­ lardan bazıları 1946’lar- dan bu yana sinsice arta­ rak sürüp gelmiş, bazıları ise 10-15 yıldır ortaya çık­ mış. Ve hiçbirine tam ola­ rak engel olunamamış, iş­ te Türkiyemiz’de gelinen nokta bu.

Okumalı Sepetteki La­ leler’i. O deneme tad ın ­

daki yazıları. Ve her za­

man olduğu gibi “takke­ yi” önümüze koyup biraz düşünmeliyiz. Birazcık... Artık “.. .cak.. .cuk.. .’la za­ man öldürmek geçti, geç­ ti. ■

Sepetteki Laleler- Siya­ sal ve Toplumsal Yazılar / A lev Coşkun/ Çağdaş

Yayınlan/ 207 s. Alev Co$kun, güncel, toplumsal, siyasal ve sosyal olayları işlemiş

kitabında.

Türkkaya Ataöv'ün

kitabı M acarca'da

P

rof. Dr. Türkkaya Ataöv’ün Irak’a am­ bargoyu ve bunun Türkiye’ye büyük zararım inceleyen araştırması Ma­ carca’ya çevrilerek Buda­ peşte’de küçük boy bir ki­ tap olarak yayımlandı. Bu­ günkü Birleşmiş Milletler sisteminde etkin bir dene­ tim ve denge bulunmadı­ ğından, birtakım cezalan­ dırma önlemleri, yalnız ba­ zı rejimleri hedef alarak, Güvenlik Konseyi’nin en güçlü aktörünün girişimiy­ le tek yanlı olarak gerçekle- şebilmektedir. Prof. Ata­ öv’ün Irak’a BM adına ha­ reket eden Amerika'nın (Devletler Hukukuyla da önemli ölçüde çatışan) yo­ ğun askeri müdahalesini az bilinen gerçeklerle öne çı­ kararak anlatan ve ayrıca yedinci yılına girmiş olan ambargonun görünüşte he­ def alınmayan Türkiye’ye de yalnız ekonomik değil, siyasal ve toplumsal yönler­ den de pahalıya patladığını gözler önüne seren araştır­ ması, geçen yıl, Viyana’da yayımlanmıştı. Özeti Avus­ turya’daki BM merkezinde okunmuş olan bu araştırma

Güvenlik Konseyi’nin en güçlü devletin dış politika tercihlerinin bir aracı duru­ muna sokulduğunu incele­ mekte, Irak’a müdahalenin birtakım gizlerini açıklar­ ken, ambargonun Devlet­ ler Hukukuyla çatıştığı noktaları ve bu arada Tür­ kiye’nin kayıplarının da te­ lan edilmeden sürüp gitti­ ğini anlatmaktadır.

Kitaba kısa bir sunuş yazmış olan Inssbruck Üni­ versitesi Felsefe Bölümü Başkanı ve günümüzün ön­ de gelen siyasal felsefecile­ rinden biri olan Prof. Dr. Hans Köchler. “Ataöv’ün araştırmasının bugünkü uluslararası ilişkiler meka­ nizmasının anlaşılması yö­ nünden özel bir önem taşı­ dığını ve yüzyılımızın sonu­ na yaklaşırken, kuvvete da­ yalı dünya siyasetinin kla­ sik düzeyde bir örnek olay çalışmasını oluşturduğu­ nu” belirtmekte, Türkiye’yi Irak’a uygulanan ambargo­ da olumsuz yönde en fazla etkilenmiş ülke olarak gör­ mektedir. BM üyelerinin karar verme durumunda olan kişilerinin Ataöv’ün incelemesini gereği gibi

dikkate alacaklarını umdu ğunu” söyleyen Prof. Köchler, BM gibi evrensel bir örgütün en etkili üye devletin dünya çapında he-

emonya siyaseti uğruna urban edildiği bugünkü ortamda Ataöv’ün kitabı­ nın uluslarının geleceğin­ den sorumlu kişilerce dik­ katle okunmasını önermek­ tedir.

Kitabın Macarca’ya çev­ rilip yayımlanmasının bir nedeni, Irak’a ambargonun hedef seçilmeyen Türki­ ye’ye de zarar vermesi gibi, eski Yugoslav cumhuriyet­ lerine 3.5 yıl uygulanan ambargonun da komşu Macaristan’a yaklaşık 7 milyar dolarlık bir zarara

atlamış olmasıdır. Kitaba ir Macar bilimcisi olarak kısa bir “Son Söz” yazan Bilimler Akademisi üyesi ve Şopron Üniversitesi Dünya Ekonomisi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Judit Ba- lâzs, Ataöv’ün çalışmasını “mükemmel bir inceleme” olarak nitelemekte, Ameri­ ka'nın Irak’a bir kez daha müdahalesini dünya den­ geleri açısından çok zararlı görmektedir. Irak’a ambar­ gonun Macaristan’a da ba­ zı kayıplar verdirdiğini kaydeden Macar bilimci Yugoslav ambargosunun ülke ekonomisine daha büyük darbeler vurduğuna dikkati çekmektedir. ■

(3)

Kapak konusunun devamı...

luluğunu tek başına yükleniyordu. Bir bakıma, “suçsa, böyle suça gelecek ceza varsın gelsin” diyordu. Gazete kün­ yesinde bir satırla “küçücük”de geçse, ta­ şıdığı anlam büyüktü d u değişikliğin. Sa­

dece Behram’ın yazdığı günlerde, basm tarihimizin “sıradışı bir örneği” olarakyer alıyordu künyedeki bu değişiklik. Bu da savcıların gözünden kaçmıyordu. Savcı­ ların ağır ceza istemiyle açtıkları dava id­ dianamelerinde “bilerek suç işlemenin” kanıtı olarak sık sık vurgulanacaktı.

“Darağacında Üç Fidan” dizisi onse- kiz gün sürdü gazetede. Hemen her gün toplatma karan yiyerek sürdü. Dizi nede­ niyle istenen cezalar kısa zamanda yüz yı­ lı buldu.

Dizi süresince sağa basm ihbar, saldın ve küfür kampanyası açtı. Darağacında can veren Denizlerin, onların hayatı çev­ resindeki yasak ve sis perdesini yırtan Behram’ın şahsında, Türkiye’nin tüm yurtseverlerini, aydınlarım, halkım, ger­ çek hukukçularım küfür sağanağına tutu­ yorlar, aydınlık arayışına kin kusuyorlar­ dı. Yazı ve küfürleri iddianamelere kanıt oluyordu. Fakat, bir ucundan bir ucuna Türkiye’de halk sahip çıkmışü yazarına. Vatan gazetesi, dizi nedeniyle binlerce mektup aldığını yazıyordu. Okur mek­ tuplarında, binlerce insan Behram’ın yaz­ dığı her şeyi imzalamaya hazır olduğunu bildiriyordu. Denizler’in suçsuzluğun­ dan, inifazlann haksızlığından kuşkusu ol­ mayan tek kesim Türkiye’nin gerçek sa­ hibi olan halku.

Gazetedeki dizi, onsekizinci gün Beh- ram’ın “Çarpışarak” şiiri ve Denizler’in

Adı yirm i y ıl boyunca ağır ceza

koridorlarında çınladı

Nihat Behram

posterleriyle bitti. Biter bitmez, kitap ola­ rak çıktı vitrinlere. Cağaloğlu yokuşu, ki­ tabı yasaklanmadan almak için May Ya­ yınlan önünde kuyruk oluşturan kitapçı­ lara tanık oldu.

Sıradışflık

Basıldığı ilk ay, altı basım yaptı kitap. Kitapla birlikte yeni bir “sıradışılık” da­ ha sergiliyordu Behram: Kitabının tüm gelirini, düşüncelerinden ötürü cezaevle­ rinde yatan yurtsever devrimcilere bırak­ tığını açıklıyordu. Kitabının gelirini ay­ rım gözetmeksizin, değişik devrimci ku­ ruluşların cezaevlerindeld temsilcilerine iletmeye başlamıştı.

Ve savcılık iddianameleri kitaba da re­ kor hızıyla yetişti. Yayınevi ve kitabın ha­ zırlandığı dizgiciler, basımevi, ciltciler po­ lis ekiplerince basıldı. Kitaba ilişkin tüm malzemeler, dokümanlar, belgeler de da­ hil her şeye el konuldu. Yazar hakkında “suçun tekrarı” olarak ağır cezalarda ye­ ni davalar açıldı.

Behram, “Darağacında Üç Fidan”la Vatan’da başlattığı bu gazetecilik çizgisi­ ni aynı çarpıcılıkta yeni dizilerle sürdür­ dü. Denizlerin yaşamları ardından Di­ yarbakır işkencehanelerinde öldürülen I Kaypakkaya’yı, “Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit”i yazdı. Sonra “Zindan Zindan

îçinde”yi sonra “Sol Kendini Anlatı- yor”u. Tüm dizilerin kaderi aynıydı. Yaz­ dığı sayfanın sorumlusu yine yazan, yazı­ ların çıktığı sürece toplatma ve yasak ka­ rarları, açılan yeni ağır ceza davalan...

Ve Behram’ın gazeteciliği, 1 Mayıs 1977’ye dek sürdü. Evet o ünlü güne: Taksim meydanında onlarca halk evladı­ nın katledildiği “1 Mayıs Katliamı”na dek. O gün Behram, o güne dek tirajım sırtında taşıdığı gazetesi tarafından işin­ den atıldı.

Nedeni bir başka ibret konusudur: 1 Mayıs gününe ilişkin Vatan gazetesi de olayı “değişik sol

güçlerin çatışması” olarak, “Maocu-Le- ninci çatışması Tak- sim’i kana buladı” anlayışıyla

yorumlu-Î

ordu. Tüm günlük ıasın o gün olaya iliş­ kin aym yorumu ya­ pıyordu. Katliam içinden sağ kurtulup gazeteye dönen Beh­

ram, yazışma “Faşist Darağacında Uç güçlerin katliamı” di- Fidan / Nihat ye başlamış, “surlar Behram / Gendaş ve yüksek binalardan A.Ş./208 s.

polisin başlattığı ateşle Taksim’de halkın Katledildiğini” yazmıştı. Gazete yönetimi Behram’ın yazısını koymamakta, Beh­ ram’sa yazısının yayımlanmasında dire­ nince, yönetim Behram’ın işine son ver­ diğini açıklayarak, gazeteye polis çağır­ mıştı.

İstanbul seni seçmeyecek Behram’ın işine son veren gazetenin ömrü sürmedi, okuru terk etti gazeteyi. Emil Galip Sandalcı “kalem bıraktığını” açıklayarak Behram’a destek verdi. Beh­ ram’sa, 1 Mayıs katliamında çektirdiği ve katliamcıları gerçek yüzleriyle sergileyen filmiyle Anadolu’yu dolaşmaya çıktı. Bir­ çok kentte düzenlenen büyük gösteriler­ de bu filmi gösterip konuşmalar yaptı, şi­ irler okudu.

Şiiriyle, şiirden süzülmüş yazılarıyla sürdürdü mücadelesini.

Mahkemelerinde yargılandığı, cezaev­ lerinde yattığı, işkencehanelerinden geç­ tiği 12 Mart kanlı döneminin sıkıyönetim ^ komutam sivil elbise giymiş, İstanbul

Be-Gurbet / Nihat

Behram / Gendaş A.Ş./430 s.

Yalın Yürek/ Nihat

Behram / Gendaş A.Ş./472 s.

Nihat Behram, Daniel John Bendlt (Solda, üstte) ve vargas Llosa ile İspanya da, 1987.

|\lhat Behram ın şıırj

ATAOL BEHRAMOĞLU

1

960’taki ileri yönde bir siyasal ikti­ dar değişikliği, Türkiye toplumu- nun yaşamını tümden etkiledi. O za­ mana kadar tabu olarak belletilen, kül­ türün her alanındaki Marksist kitaplar birbiri arkasına Türkçe’ye çevrilmeye başladı. 1962’de kurulan Türkiye İşçi Partisi yoluyla, sosyalist, antiemperyalist fikirler, ilk kez Türkiye toplumunun bü­ tün katlatma yığınsal ölçülerde yayıldı ve Türkiye aydını, ülkesinin tarihinde ilk kez emekçi halkla omuz omuza değdi.

1950-60 arasında yönetimi elinde tu­ tan emperyalist yardakçısı siyasal parti­ nin iktidarı sırasında, Türk ekonomisi­ nin yanı sıra, Türk kültürü de büyük çö­ küntüye uğramıştı. 20. yüzyıl Türk şiiri­ nin büyük ustası Nâzım Hikmet’in ki­ taplarını okumak yasaktı. İlerici T ürk ya­ zarlarının birçoğunun ya kitapları yasak­ lanmış, ya da bu yazarlar öldürülerek, hapse atılarak susturulmuşlardı. Bu yıl­ larda Türk şiirinde biçimci akımlar ege­ men oldu. Nâzım Hikmet’in büyük top­ lumcu şür geleneği, 1950 yılında ölen Orhan V elinin yaşama ve topluma dö­ nük şiir geleneği bir yana bırakıldı. 1950- 60 arasında Türk şiirinde yaygınlık ka­ zanan biçimçi şiir akımları Türk edebi­ yatına imge, sözdizimi, vb. alanlarda ye­ nilikler getirdiler. Fakat bu şiir gitgide yozlaşmaya sürüklendi; toplumdan, do­ ğadan ve genel olarak yaşamdan uzakla­ şarak, söze, insansız bir eşyaya boğuldu. Çöküş, 1960 ertesinde daha belirginlik kazandı.

Şiire 1960’larda başlayan genç şairler, kendilerini gittikçe hızlanan bir siyasal eylemin, sosyalist-antiemperyalist kav- anın tam ortasında buldular. Bu yeni oşullarda, yeni bir şiir doğdu. 1960 son­ rasında yazılan ileriye dönük Türk şiiri­ nin gönel, belirgin özelliği, bu yılların çarpıtıntısını taşımasıdır. Coşku ve kay­ gı dolu, yürek gibi atan, dinamik bir şi­

irdir bu. Bu özelliğiyle 1960 sonrası Türk şiiri, bir dönem öncesinin, biçimci edil­ gen şiirinden kesinlikle ayrılır. 1960 son­ rasının ileriye dönük şairleri Nâzım Hik­ met’in ve genel olarak toplumcu Türk şi­ irinin mirasçısı, devam ettiricisi oldukla­ rı gibi, Türk şiirinin 1950-60 arasında özellikle biçim alanında kazandığı yeni­ likleri de özümleyip geliştirdiler ve böy- lece Türk toplumcu şür tarihinde özgün bir dönemi oluşturdular.

Nihat Behram, 1960 sonrasmın bu tür şairlerindendir. Kendilerini birleştiren genel özelliklerin yanı sıra, 1960 sonra­ sının belli başlı şairlerinin her biri özgün bir şür kurdular ve kurmaktalar. Nihat Behram’ın şiiri inceliklerle doludur. Toplumsal ve bireysel yaşamın duygula­ rı onda bir bütünlüğe ulaşmıştır. Doğa üstüne incelikli, ayrıntılı imgeler, şürinin belü başlı özelliklerin dendir. Türk ede­ biyatında aşk üstüne en güzel dizeleri söyleyebümiş şairler arasındadır. Doğa, aşk ve yaşama sevinci, onda toplumsal bir savaşçı olmanın kaygısıyla büenmiş, kaynaşmıştır. Şiirlerini 1972 yılında Ha­

yatımız Ü stüne Şiirler adlı kitabında top­

ladı. Kitabı yayımlandığı sırada, genç şa­ ir, siyasal bir suçlandırılmayla hapistey­ di. Kitap, yayımlanışından az sonra ya­ saklandı ve şairi için yeni bir soruşturma açıldı. Bir yıl süren bir yargılamadan son­ ra kitap geçenlerde beraat etti. Nihat Behram da iki yıla yakın bir tutukluluk­ tan sonra geçenlerde serbest bırakıldı. Devrimci, içtenlikli, ince, aydınlık ve yo­ ğun şiiriyle Nihat Behram, Türk şiirine yeni tatlar, yeni açüımlar getiren şairler arasındadır. ■

Bu yazı, A. B eh ram oğlu 1974 yılın da S o v yetler B irliği'n de b u lu n d u ğu sırada, L etonya Yazarlar B irliği E debiyat d erg i­ sin d e Nihat B eh ra m ’m şiirlerin i yayın a hazırlayan çe v ir m en v e şair Û. Ber- zinç'in ö n e risiy le yazılm ış v e bir özeti, söz k onusu d e rg id e şiirlerle birlik te

(4)

ı---;--- ;---• “ lediye Başkanlığı’na aday olmuştu. Seçi­ min yapılacağı günü yaşayanların unuta­ mayacağı bir başka anısıdır. “İstanbul Se­ ni Seçmeyecek” diyordu Behram. İstan­ bul’u, İstanbul’da düşen arkadaşlan adı­ na seslendiriyordu.

“Darağacında Uç Fidan” kitabı sayfa sayfa, kitapta yer alan şiirleri dize dize, id­ dianamelere fişlenmiş mahkeme mahke­ me dolaştırılıyordu. 1980 darbesiyle, dos­ yalan tekrar sıkıyönetim mahkemelerin­ de toplanmıştı. Nihat Behram yurt dışına çıktı. Hakkında tutuklama kararlarıyla arandığı bu dönemde, “yurda dön, teslim ol” çağrışma uymayınca, 1985 yılında “TC vatandaşlığından çıkarıldı”. Kitapla­ rı yasaklandı. Acıdır ki, tüm bu süreçler boyunca, aydın katlar ruhsuz, yankısız kaldı. Yüreğini, acıları sevinçlere doğru seslendirmeye adamış, yurduna halkına aşık bir şairin “vatana ihanet” suçlamasıy­ la vatandaşlıktan atılması karşısında, öf­ kelenen, titreyen ve bu duygusunu dile getirenlerin sayısı çok azdı. Bir şairin, ay­ dınların vatandaşlıktan atılmaları dünya­ da daha büyük tepki yaratmıştı.

lüıat Behram Türkiye'de 1980’de başlayan sürgünlüğü 17 yıl sür­ dü Behram’ın. Bu süreç içinde dünyanın her köşesinde dolaşıp şiirlerini okudu, konuştu, yazdı. A. Benramaoğlu ve arka­ daşı Yılmaz Güney’in özgürlüğe kavuş­ malarım sağladı. Türkiye’nin demokratik ortama kavuşması için çalıştı.

1988 yılında “Darağacında Üç Fidan” yeniden basılıyordu. Yasaklara karşı çı­ kan onurlu bir eylem olarak basılıyordu. “Yurt Kitap-Yayın” adıyla yayınevi kuran Unsal Öztürk, yayın yaşamına bu kitaba, bu kitabın şahsında bir anlayışa sahip çı­ karak başlamak istemişti.

Kitap, “Yürekleri Şafakta Kıvılcımlar” adıyla yayıma hazırlanmıştı. İmhalardan, baskınlardan elde kalmış bir nüshasından dizgisi yapılmış, filmleri çekilmiş, baskı­ ya verilmişti. “Nihat Behram Türkiye’de” diye bir de sembolik bant-poster hazırla­ mıştı Ü. Öztürk.

Adını 12 Eylül zindanlarındaki direniş­ te ölen Mehmet Fatih’ten alan, küçük bir çocuğun göğsündeki bu banda çektirdiği fotoğraf Behram’a ulaştırılmıştı. “Sürgün­ lük günlerimde yurdumdan aldığım en

güzel armağan” diyordu Behram bunun için. “İn­ şam onuruyla dik tutan, tüm acıla­ rının karşılığını ödeyen bir arma­ ğan”..

Ve “Darağa­ cında Üç Fidan”ı bu yayımlama gi­ rişimi de, bekle­ nenden çabuk şiddeti üzerine çekmişü. Anka­ ra DGM Savcılı­ ğı, o dönem ba- sımevlerine yer­ leştirdiği ajanlardan aldığı ihbarla harekete geçmiş, mahkeme ka­ rarlarına, yazık emirle­ re bile gerek duyul- maksızın, savcı, sözlü emirle polisi harekete geçirmişti.

Matbaa seri operas­ yonlarla basıkp basım

Ataol Behramoğlu ve Nihat Behram Militan Dergisini çıkardıkları yıllarda, 1975.

TEVnK FİKRET

yc

hazırlıkları yapılan kitaplara, tüm malze melere el konulmuş, Ü. Öztürk ve arka­ daşları DAL grubunda günlerce sürecek

S

' kenceli sorgulara aknmıştı. Bu kitaba, aha yayımlanma­

dan, basımı sırasında matbaada el konul­ masına da böylece tanık oluyorduk.

N. Behram, kitabı­ nın bir kez daha bu şekilde yasaklandığı­ nı, yurtdışından bir yazısı için 2000’e Doğru dergisine te­ lefon ettiğinde öğ­ renmişti. Behram’ın o anla duyarlığıyla yazıp dergiye geçtiği yazı, Avrupa bası­ mında da geniş yan­ kı uyandırmıştı. “Yüreğimi Dişleye­ rek Yazıyorum”

baş-lıklı bu yazıda Yü- Nihat Behram kitaplanndan ötürü ağır

reğım ağzımda ateş cezada yargılanıyor, 1977.

parçası. Yalazla­ rını yutkunuyo­ rum. içimde yan­ gın. Bilsem ki ba­ ğırınca Zürih ya­ nacak, yansm yansın yansm di­ ye ölesiye bağıra­ cağım. Baskılara bağışıklı, acılan kanıksamış sus­ kunlar utansın!” diyordu: İsviçre ve Al­ man basınmda yer alan yazı, bir­ çok kuruluş ve kişiyi harekete geçirmişti. Başta Al­ man Yazarlar Birliği olmak üzere kitap ’ saklamalarına ilişi birçok tepki iletilmişti Türkiye’ye.

İstanbul’da davası halde, Anka- M ’nin emriyle kitap bir kez daha yar­ gılanmaya başlamıştı. Kitabı Unsal Öz­ türk ve N. Benram’a fotoğrafım yolladı­ ğı Mehmet Fatih’in babası Av. Hüsnü Ök- tülmüş savunmuş ve 1991 yılında davala­

rı beraat kararıyla sonuçlanmıştı.

12 Eylül karanlık döneminin “vatan­ daşlıktan atma ka­ rarlarının geri alın­ ması ve vatandaşlık haklarının iadesiyle, Behram 17 yıl süren politik sürgünlük dönemini noktala­ yıp, 27 Mart 1996’da yurduna geri döndü. Döndü ve havaalanında “Darağacında Üç Fidan” nedeniyle hakkında verilen tu­ tuklama kararıyla gözaltına alındı.

Bir süre sonra be­ raat kararları ve da­

valarının zaman aşımıyla düşmesi nede­ niyle serbest kalan Behram, kitaplarının yeni basımları için çalıştığı günlerde, 1997 Kasımı’nda, havaalanında tekrar ve yine aynı gerekçeyle, “Darağacında Üç Fidan” nedeniyle hakkında verilen tutuklama ka­ rarının polisçe bilgisayara bir kez daha iş­ lenmiş olması sonucu gözaltına almıyor­ du.

Yasaklarla boğuşmak

Kitabım kaleme aldığından yirmibir yıl sonra Behram, bir yanı trajik bir yanı ko­ medi bir biçimde adliye Koridorlarında “Darağacında Üç Fidan” için ifade veri­ yordu.

Avukadan Namık Kemal Behramoğlu ve 1972’den bu yana Deniz Gezmiş da­ vasının uzman avukatlarından olan Or­ han izzet Kök’ün bir kitap ve yazarının özgürlüğü için verdikleri hukuk savaşı­ nın yaşı 21 yıla ulaşıyor. Kitap ve yazan­ ımı beraat ve serbestlik karan, yazılışın­ dan 21 yıl sonra İstanbul Cum. Savcılı­ ğı’nca onaylamyordu.

Özellikle 12 Eylül Darbesi sonlarında türeyen ve kendini “geçmişin duygu mi­ rasına yönelik yağma”da şekilleyen bir anlayış var ki, gelecek kuşaklara ahlak dersi olması açısından bu noktanın altım da çizmek gerekiyor: Kendi konusunda, 1976’daki çıkışını, çıktığı gündeki derin­ liği ve ödünsüzlüğüyle 20 yıl yasaldarla boğuşarak sürdüren “Darağacında Üç Fi­ dan” aynı konunun bolca işlendiği kuru­ luşlar ve “araştırmalar”da, gerek ruhsuz aydın tavrı ve gerekse çıkarcılığın sekte- rizmin, yardakçılığın tipik bir örneği ola­ rak, egemen güçlerinkinin ikizi bir sansür yedi.

ilk yayımlamşımn 22. yılında “Darağa­ cında Üç Fidan” yirmiiki yıl boyunca sür­ dürdüğü özgürlük mücadelesinin bu öy­ küsünü de eklenerek, işte yine okurunun karşısında. Yine yeni kuşaklara, inancın ve direncin, haksızlığa başkaldırının, ha­ yatı ve halkı sevmenin, umudun, sevginin ve suçsuzluğun, dostu ve düşmanı seç­ menin, fedakârlığın ve hesap sormanın, düşüncenin ve duyarlığın el kitabı ola­ rak...

Yazarıysa, yıllar sonra dönebildiği yur­ dunda, şiirini, şiirden süzdüğü mücade­ lesini kaldığı yerden sürdürüyor: “Yeni­ den Kendi Şehrimde” . ■

RBhat Behram'la yanıtlan üzerine

O

n y e d i y ı l p olitik sü rçü n ola ­rak yu rtd ışm d a yaşadınız. Siz­ c e sü rgü n ya şa m ın ın d ild ek i etk ileri n elerd ir?

- Bilindiği gibi 1980 döneminde ül­ kemden uzak yaşamak zorunda kaldım. Doğmakla benim olan haklarım gasp edildi. Bir şair ve yazar için sürgünde olmak, balığın su dışında, çiçeğin dalın dışında olması gibidir. Sözgelimi, “Fırat boylarında at üstündeyim ’ derken, bu ifadeyi şiire bir etno bilinçle, bir ata bi­ linciyle yerleştirirsiniz. Derin anlamı kendiliğinden vardır. Sürgünde başka bir nehir kıyısında yaşarken, şiirinizde­ ki o nehir adı turistik olur.

Sanatçı yurdundan uzakta olduğu za­ man, birçok yeni kavramı derinleştirir: “Hasret” gibi. Sürgünde kafanın içinde şekillendirdiğin dünyada yaşarsın. Yani yurdunu sanal bir şekilde yeniden ku­ rarsın. Acı olan budur.

Bu biraz daha derinleşince çevrende­ ki konuşmalar Türkçe gibi gelir. Denge- levemezsen psikolojik dünyanda sarsın­ tılar yaşarsın. Sürgün şair ve yazarların tarihine baktığınız zaman bunun derin izlerini görebilirsiniz. Mesela Tchu- kolsky, Nâzım, Puşkin...

Sürgünde özgür gibi görünen bir tu- tuklusun, sadece hücre çok büyüktür. Yahya Kemal“Istanbul ufukta görün­ meden kalbimde göründü” demiştir. Ben de dönerken bu dizede nasıl bir de­

rin duygu olduğu­ nu yaşadım. - Ü lkedeki e d e ­ b iya t orta m ın d a n ayrı o lm a n ın s o ­ ru n ların ı n a sıl ta­ şıdın ız ? - Yurtdışındaki

ilk aylarım soluk­ suz şiir yazdığım dönemdi. Tıpkı

Türkiye’de olduğu Fırtınayla, Borayla gibi sonra nicelik Denenmiş Arkadaş- olarak azalma ol- lıklar/ Nihat Behram du. Seyrekleşme / Cem Yayınevi oldu, ama yoğun -laşma da oldu.

Sonra roman girdi araya. G u rbet roma­ nımın yazılımı 2-2,5 yıl sürdü. Bu ro­ manla şiirin kesildiğini söyleyemem. Şi­ irsel olanla ‘gurbet’ teması harmanlan­ dı bu kitapta. Hatta 10’a yakın şiir yer almıştır onda. Sonradan bu şiirleri şiir kitaplarıma aldım... Ülkemde edebiyat ortamından belli bir kopuş zorunlu ol­ du.

Ancak ülkeye olan duyarlılık vurtdı- şından daha bir başka oluyor. Belki söy­ lediğinizin tersi gibi gelecek ama, bağ­ lantı arttı, ilgi arttı. Kulağımız hep Tür­ kiye’deydi. ü lkeyi sorunlarıyla birlikte taşıdık oralarda. Ben kendi payıma ora­ lara kültürel olarak dahil olup erimeyi düşünmedim hiç. Roman yazmak,

ko-D İ ıy n L İC f jR i 1(1) Hayatımız Üstüne Şiirler / Nihat Behram / Cem Yayınevi Dövüşe Dövüşe Yürünecek Nihat Behram / Militan Yayınlan

nu-tema bir yana Türkçe’yi daha geniş olarak kullanmak içindi belki de. Nite­ kim ardından ikinci romanım L a n etli

Ö m rün K ırla n gıçla rı (Kız A li) geldi.

Üretmekle, Türkçe’ye olan bağlılığım ve duyarlılığımda direndim.

- Uzun y ılla r son ra d ön d ü ğü n ü z d e e d e ­

b iyat orta m ın ı n a sıl buldunuz, d eğ işen n e y d i?

- ilk gözlemim kuşaklar ayrımının de­ rinleştiğini görmek oldu. Kuşakların birbirine devrederek ve dilde, kültürde bazı değişimlere uygun olarak çatışarak sürdürdükleri yenilenme bilinci yerine ayrı ayrı varolma gibi bir kopukluk için­ de olduklarını gördüm. Şiir için söyle­ yecek olursam, şöyle ya da böyle moda

olan, modalaşmaya çalışan eğilimlerle il­ gilenmedim. Öteden beri kendi duygu ve düşünce ırmağımda yaşadığım için yine o ırmakta bir damla olmayı sürdür­ düm. “Bir dam la” diyorum, çünkü o ır­ makta Karacaoğlan, Nâzım, Enver Gök­ çe, Ahmet Arifvar, öte yandan Neruda, Lorca var. O ırmağın rengine uygun ola­ nı merak ettim.

- Yakınlık bu la bildiğin iz un su rlar o ld u

m u ?

- Kendi geleneğini soluyanları, med-

yatik ilgileri olmayanları yakın buluyo­ rum. Sessiz ve derinden gelenleri...

- Toplu yapıtlarınız hızlı b ir s ü r e çte y a ­

yım la n m a ya başlandı. D arağacında Üç Fidan ad lı b e lg e s e l anlatınız 22 y ı l son ra tek rar basıldı, G urbet adlı rom anınızın y e n i basım ı ya pıldı v e 30 y ılı kapsayan şi­ ir serü ven in iz Yalın Yürek adıyla to p lu ­ ca b ir kitapta y e r aldı. 20-29 M art g ü n le ­ ri arasında d ü z en len en 1. U luslararası İs­ ta n b u l K itap Fuarı h a d a vet edildiniz. Bu k onuda n e le r sö y ley ecek sin iz ?

- Yurdumda uzun yılların yasağından

sonra kitaplarım la birlikte olmaktan mutluyum. Ancak içimdeki burukluğu da ifade etmeden geçemeyeceğim. Ya­ sak karşısında duyarsızlıktı bu. Bir sıkın­ tım da bazı sol grupların kültürel gerili­ ği oldu. Ne onlara ne de edebiyat orta­ mının sürdürücülerine yaranabildim. Şi­ irimin antolojilerden dışlanması ortada. Ama gerek yayın bakımından, gerekse kitle bakımından yeni bir kucaklaşma­ nın mutluluğunu yaşıyorum. Kitapları­ mın seri olarak yayımlanması da ayrıca anlamlı. ■

(5)

Nihat Behram şiirinde tarihsellik

M

odem eleştiri yolunda ilerleyen sü­ reç bizde ideolojilerden dana çok ideolojik kıstasların son derece da­ raltıcı etkisiyle kültürel kopuşlar doğurdu. Felsefi yöntemler kullanılmadan yapılan eleştiri denemeleri bağlanılan dünya görü­ şüne uygun edebiyat anlayışını -eski yeni- edebiyat yapıdannda Kayserili’nin gömü­ sü (*) gibi önsel olarak arayıp edebiyat ya- pıdannı ve giderek edebiyat varlığımızı, an­ layışının olası varlığı veya yokluğuna göre kamplara ayırmıştır.

Söz konusu şiir olduğunda, bu kamplaş- tırma gayretleri şiirimizi tarihsellik ilkesinin dışın da bir yargılama ile karşı karşıya bırak­ mıştır.

Şiirin tarihsellik ilkesi en yakın ifadeyle tarihsel koşulların etkinliğinin kabul edil­ mesinden gelir. Octavio Paz, Yay ve Lir (El Arco y La Lira) adlı felsefi denemesinde bunu şöyle açıklar: “ İki yönden şiirin tarih - sel olduğu sonucuna varılır: Birincisi, top­ lumsal ürün olması; İkincisi, tarihselliği aşan, fakat etkisini halihazırda sürdürebil­ mek için tarihin içindeyeniden can bulma­ ya ve insanlar arasında yinelenmeye gerek­ sinim duyan bir yaratım olması” (Puede concluirse que el poema es histórico de dos maneras: la primera, como producto soci­ al; la segunda, como creación trasciende lo histórico pero que, paraser efectivamente, necesita encamar de nulvo en la historia y repetirse entre los hombres, sf. 187).

NttıatBetıramşRrseHiği Bu denemenin konusu Nihat Behram’ın şiirsel etkinliğidir. (Şairimizin otuz yılı bu­ lan bir şiir serüveni olduğunu belirtmeli­ yiz.) Tüm denemeler gibi, şiir üzerine de­ nemeler de itici gücünü bize bir ütopyamı­ zı anımsatan şeyden, ya da en azından ben­ zersiz ve tekran olmayan bir ânı yakalamak özlemimizden alır. Bu şey, bu an Nihat Beh- ram’ın son şiiri “Tükeniş’in Eşiğinde Ayak­ lanma Çağrısı”dır, hem o hem de onun okunduğu andır.

Bu şiir son yıllarda tarihsel kanıt olan şi­ irlerin sürgün olduğu konusundaki izleni­ mimi güçlendirdi. Toplum ve şiir arasında uyuşmazlığın egemen olduğu dönemlerde şiirsel ses başka amaçlar doğrultusunda ipotek altına girer. Sözgelimi tüketim amaç­ lı.

Nihat Behram bu şürinde daha önceleri yaptığı şiirle tarih düşmek (tarihsel kayıt) hakkının ötesinde şiirin tarihsellik ilkesini anımsatıyor. Sadece anımsatmakla kalmı­ yor, bunun bir göstergesi oluyor. Yani bu şiir, hem bir “toplumsal ürün ” hem de “ta­ rihselliği aşan, fakat etkisini halihazırda sür­ dürebilmek için tarihin içinde yeniden can bulmaya ve insanlar arasında yinelenmeye gereksinim duyan bir yaratım”dır. Yine bu şiir Nihat Behram şiirselliğinin bir destanı­ dır.

Kolektif blnç

Destan için kolektif bir bilinç oluşumu­ nun gerekli olduğu bilinir. Şairimiz uzun yıllardır devrimci, romantik bir tinin ateş­

liliğinde şiirinin paylaşılıyor olmasının bu kolektif bilinci oluşturduğunun sezgisine sahip. Doğrudan etik önermeler ve ahlaki anıştırmalarla ivme kazanan şiir, salt bun­ ları ifade etsin diye kâğıda dökülmemiştir. Onun önemi şiirsel ses ile tarihselliğe yap­ tığı vurgu, düpedüz tarihsel kanıt olması­ dır.

Nihat Behram şiirinin toplumsallığı ve aşkınlığı tarihin ey lem iy le güç kazanmıştır hep. Tarihin eylemi kahramanlıktır. Tarih macera olduğu için bu böyledir. Kahraman sonsuz yaşama özlem duyduğundan zama­ nı anlamlı anlar yığını yapmak peşindedir; benzersiz ve tekran olmayan bir an yaratır, bunu bizzat tarihin eylemiyle yapar, bu an yaratıldığında ise tarih doğar. Burada şiir­ sel ses’in tarihselliğe ulaşmasının sun, şi­ irin tarihin içinde yeniden can bulması ve insanlar arasında yinelenmeye gereksinim duyulan bir yaratım olmasıdır.

Behram’ın tarihle güncellik ilişkisi bakı­ mından tarihsel kayıt hakkını kullandığı önceki şiirleri (1970-1980 arası) muhaliftir. Ancak denememizde tarihsellik bağlamın­

da özgürleşmiş m uh alif t i n e göndermeler yaptığımız açıktır. İşte bu noktada tarih­ selliği doruğa ulaştıracak bir kavramdan söz etmeliz. Bu kavram poesis'tir. Sezgisel, doğrudan ve bilgiye karşılık gelen bu dü­ şünce formuyla ruhun kendi varlığının di­ lini yansıtma gücünü ifade edirz.

Felsefi yöntemi olmayan eleştirimiz şa­ irin etik ilgisine de tinsellik dışında bakmış­ tır. Bu bakış ahlaklılık ilkesidir; felsefi ol­ madığı için etik ile ilgisi yoktur. Şüre bir ah­ laklılık manzumesinin şıklarıyla bakılır, şu­ nu şunu yerine getiriyorsa etik tutarlılık içinde kabul edilir. Sosyaüstik eleştiride ma­ neviyat, tin, ruh hep dinsel veya spritual çağrışımlar olarak algılandığı için sanatçı­ daki muhalif vicdanın özgürleşmesi günde­ me gelememiştir. Bedel ödemek, ödün ver­ memek vb. gibi ahlaklılık içinde değerlen­ dirilecek felsefi içeriği zayıf deyimler kul­ lanılmıştır.

Şair muhalif olmakla logosu ortaya çıka­ rır, kafa tutar. Ama etik ilgisini doğru orta­ ya koyabilmesi için toplum adına onu aş­ ması gerekir. Bu çaba iki yolla birlikte

mümkündür. Birincisi; eleştiri, İkincisi; po­ esis. Birinci yolla muhalif eleştirisini orta­ ya koyar, ikinci yolla muhalif vicdan çilede­ ki tin-güç’le özgürleşir, böylece anlamını tarihin tüketmediği sözcüklerle kendini ifa­ de eder.

“Tükenişin Eşiğinde Ayaklanma Çağrı­ sı” tükeniş çağında anlamım tarihin tüke­ temeyeceği özgürleşmeyi başarmış bir şiir­ dir. (Nihat Benram’m bana bu şiiri oku­ duktan sonra “tükenişin eşiğinde” ibaresi­ ni çıkartmaya karar verdiğini belirtmeli­ yim. Bu harika sezgi logos a tutsak olma­ manın ilginç bir örneğidir. Başlığı ilk haliy­ le belirtmem, tarihsellik ilkesine doğrudan, şiddetli bir vurgu yaptığı içindir.)

Logos’u ortaya koymak, kafa tutmak: Tükenişin eşiğinde; “ayaklanma çağrısı” logos’u aşmak: işte şiir! işte toplum ve şiir arasındaki uyuşmazlığı ortadan kaldırma­ ya ve gerçek şiir kamuoyunu oluşturmaya yönelik şiirsel ses. ■

O K ayserililer’in göm ü söylentilerin e düş­ kün olduğu, halk kaynaklarında sıkça geçer.

Dört kitabıyla Perihan Mağden

Dehlizlerde

dolaşan bir

yazar

“Refakatçi”nin de ikinci

basımının yapılmasıyla, şimdi

Perihan Mağden’in

yayımlanmış tüm kitaplarını

piyasada bulmak mümkün.

Artık cesaretinizi toplayıp

Mağden’in dehlizlerine

inebilirsiniz. Kaybolmaktan

korkuyorsanız, kılavuzunuz

emrinize hazır.

A H M E T G Ü N G Ö R E N Kılavuz

A

slında bu kılavuzu kaleme alırken yalnızca “Haberci Çocuk Cinayet- leri”ni aydınlatmayı amaçlıyor­ dum. Kendi açımdan, balıklama dalmış olduğum bu dehlize bir fener tutmaktan başka bir niyetim yoktu. Yeni ipuçları bulmak için, sizin de dipnotta bulacağı­ nız diğer kaynakları araştırmaya, bunla­ rı birbirleriyle yüzleştirmeye koyuldum. Böylece, içinden görece daha kolay yıkı­ labilecek bir dehliz, karmaşık bir labi­ rente dönüştü.

Labirent

Şimdi ben bu labirentte, ancak feneri­ min ışığıyla görebildiğim noktalar üstü­ ne bir şeyler söyleyebilirim. O da ancak hipermetrop gözlerimin ve yanlış reçete­ ye göre yapılmış gözlüklerimin göstere­ bildiği kadar olur. Sizi en baştan uyarma­ lıyım, aslında bu yolculuğu kendiniz yap­ malı ve kendi kendinize ışık olmaksınız. Ben yine de, işgüzârlıkla üstlendiğim kı­ lavuz görevini yerine getireceğim, bun­ dan kaçtığımı sanmayın.

Kapı

Ben, kendi hesabıma, Mağden’in giriş kapısını Haberci Çocuk Cinayetleri’nde buldum (bu kitabı bundan sonra kısaca HÇC diye anacağız). HCÇ’nin, ikisi

kı-Perihan Mağdenîn yayımlanmış tüm kita­ pları piyasada

sa biri uzun üç öyküden oluştuğu söyle­ nebilir. Bu öyküler aynı anlatıcının aktar­ dığı ve aralarında göndermeler bulunan tek bir anlatı biçiminde de düşünülebi­ lir. Her durumda vurgulanması gereken, anlatıcının gerçeklik düzlemiyle okuyu­ cu arasına koyduğu mesafenin iç tutar­ lılığıdır. Her şey polisiye bir öykünün gerçekçiliğiyle akıp gidiyor gibi, ama olay örgüsü -gerçeküstü ya da gerçekdı­ şı demiyorum- gerçekötesi bir yapının ekseninde oluşuyor. Bu yapı, Haberci Çocuklar müessesesidir ve dehlize ini­ şin bütün tadını oluşturan da -kendi da­ mak zevkimce- budur.

HÇ Tele-Kurye AŞ

Bu, şehir meclisinin gözetiminde yö­ netilen bir tür posta ya da kurye şirketi. Ama gündelik hayatımızda karşılaştığı­ mız bu kuruluşlardan tek farkı, haberci çocukların, şehrin seçme spermleriyle kendine özgü bir tüpbebek yöntemiy­ le yaratılmaları. Ayrıca hepsi tıpatıp bir­ birine benziyor, sarı kıvırcık saçlı, berrak mavi gözlü ve gamzeli (...) dizlerinde dü­ ğümlenen eflatun sarı çizgili bir panta- lon, pomponlu beyaz çoraplar, fiyonglu rugan ayakkabılar, üstüne ise yine aynı eflatun kadifeden manşetlerinde ve ya­ kasında kolalı beyaz danteller olan kısa bir ceket... (HÇC, s.31). Üstelik kaç ya­ şında olursa olsunlar 7/8 yaşında görü­ nüyorlar.

Şehir Meclisi, dedektif ve diğerleri Şimdi bir de bu çocuklar birbiri ardı- sıra ölü bulunuyor. Şehir meclisi üyeleri de, şehrin ünlü sabafı Mösyö Jacob, Kurtbilgini, Uşak Wang Yu, haberci ço­ cuk annesi Esme, olaylan çözme zorun­ da kalan, zoraki dedektif-anlatıcı da ve hatta ben de tüm bu ölümlere seyirci ka­ lıyoruz. Onları önlemeye değil de, anla­ mını çözmeye çalışmaktan başka bir şey gelmiyor elimizden.

Ya siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?' Çocukluğun trajik sularında... “Refakatçi” adlı romanda da, 12 ya­ şında, uyurgezer, içki problemi olan, da­ hi ressam bir çocuğun göz göre göre ölü­ müne refakat ediyoruz. (Birinci çoğul şa­ hıs konuşuyorsam, bir okuyucu olarak kendimi ve bizatihi refakatçi olan anla­ tıcıyı kastediyorumdur. Birlikte cürüm işliyoruzdur.)

Nasıl bir ölüm istiyorsanız öyle olsun ! Gerçek ya da fiziksel bir ölüm, orta iki­ den ayrılan çocukların intiharları, sevgi­ li okullarımızda devlet dersinde öldürü­ len çocuklar (bkz. ecebaba), anne baba­ ların şefkatle işledikleri cinayetler ya da ölüp giden, yeniden ele geçirilmesi ola­ naksız kendi çocukluğumuz...

Birer yetişkin olarak hepimiz en azın­ dan kendi çocukluğumuzun katili değil miyiz?

Karga'mn notu

Kılavuzunuz olarak size bu mütevazı ipuçlarını vermekle yetiniyorum. Bu iki anlatı dışında, Mağden’in şiirlerinde ve denemelerinde, Babasız Kızlar B alo la­ rında ve daha birçok yerde ya da kişide, Pervari Noran’da, Ajda’da, Ayşecik’te, Hatta Neriman Koksal ya da Türk Elekt- ra’sı Ahu Tuğba’da size gereken diğer ipuçlarını, kendinize ışık olarak bulabilirsiniz. Bunun için aşağıdaki kay­ nakçayı izlemeniz yeterli. Ha bir de şu var, “Refakatçi” romanındaki anlatıcının, okumaya başlayıp başlayıp bir türlü de­ vam edemediği, ilk sözcüklerinde mıh­ lanıp kaldığı W irginia Woolf’un J a ­ cob’un Odası adlı kitabını bari siz okuyup bitirin. Bir de benim, aslında bir kitap tanıtma yazısı yazmam gerekirken yaptığım tüm ukalalıkları bağışlayın lüt­ fen. Lütfen kaptan! Ben aslında böyle biri değildin, Mağden’in tüm kitaplarını arka arkaya okuyunca böyle oldum. An­ ne merak etme, geçer, bu da geçer. ■

Haberci Çocuk Cinayetleri, 2. basım,

iletişim 1997, anlatı, Refakatçi, 2 hasım, iletişim 1998, rom an, Pazartesi Yazıları,

2. basım, iletişim 1997, deneme, Mutfak Kazaları, K a b a la 1995, şiir

S A Y F A 6 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 4 2 5

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu tartışmaları açıklığa kavuşturmak için Türkçenin lehçelerinde kelime başı vokal, kelime başı konson vokal kelime köklerinin bir araya toplayarak kavram

老人福祉整合跨校教學聯盟成立, 13

Akademik Motivasyon Ölçeğinin İngilizce formunu Türkçeye çevirmek, ii) ölçeğin yedi faktörlü yapısını doğrulayıcı faktör analizi ile test etmek, iii)

söylem işim dir!” Fotoğrafı gazetede yayınlandıktan sonra birçok kişinin söylediği bir şey daha vardı: “Madem vücudu bu k ad ar güzelmiş, neden sakladı bunca

Annelerin bakıma katıldığı grupta, prematüre bebeklerin bakımdan bir saat sonraki konfor puan ortalaması hem toplu bakım öncesi hem de bakım sonrasına göre anlamlı

özellikle (Goldene Apfel-K~z~l Elma, 35-73 sah.) mitinin ele al~nd~~~~ bölüm, bu konuda okuyucuya yeni veriler getirecek baz~~ sorunlar~~ ayd~nlatacak güçte de~il, kitabta ele

Büyük infarkt alanına sahip diabetik hastaların or- talama adiponektin düzeyi (18.58±13.82), büyük infarkt alanına sahip nondiabetik hastaların ortalama adiponektin

efkârın üzerin­ de en büyük hassaslıkla durduğu mesele, Haşan Saka kabinesinin, Peker ve arkadaşlarım iktidardan çekilmek zorunda bırakan eski tek parti