Üskí Beyoğlu mutasarrıflığı
ı■■«■a■■■■•ııııa■lfl■ı■■■t■■ı■■ıı■■■■«lM■■ı•<ı■t■■■■>■ıııııfl■aı■ı>■R■■■■a■■«■ı■•■ı■flaa•iııaaaHaı.a5(•<Cephesinin hali — Kapısından giıen çıkanlar, mevcuderi sökün edenler, orta- “ Iıkta mekik dokuyanlar — Methale yığılı eşya — İşleri tabak gibi görünen» odalar — Yukarı katlarda kimler bulunurdu? — Edirnekapılı Merakı Mehmet !'• 2 fendinin fıkrası — Alay b yleıinin odasından akseden hapşıılar — Binanın geri- »•
sindeki meşhur kodes... 2
Ne zaman Galatasaray dört yol ağzından geçsem on, on iki yıl evvel satılığa çıkarılıp niha yet enkazcılara yıktırılan, etrafı daraşlıktan kurtaran
bina gözümün önüne gelir. Sultan Abdiilmecit devrinde, 184D da yapılmış, 1870 yazuıda Taksimin Valde çeşmesinden sağa sola kol salan, rüzgârın şiddetiyle Beyoğlıınun yandan fazlasını hâk ile yeksan eden, (Ah Beyoğlu, vah Beyoğlu, yan dı da gitti, kül oldu) türküsünü dilllere düşüren büyük yangın da her nasılsa halâs olmuş; se nelerce Beyoğlu Mutasarrıflığı na, zabıtasına merkezlik et mişti.
Kendimi bildim bileli kirli su ratlı, kıyafet yoksulu, bakımsız bir yerdi. Rabıtalı, yalapşap çe kidüzeni! halini hiç görmedim. Meselâ Almanya İmparatoru, Sırp Kıralı, Siyam Veüahdi fa lan filân İstanbulu ziyarete ge lirler; ücra semtlerin yıkık du yarlan kireçlere bulanır, vira nelere tahta perdeler çekilir, sur civan mahallelere alelacele Arnavut kaldırımlara döşenir, fa kat o mübareğin yarım yama lak yüzü ağartılmazdı. Bada nası yine alaca bulaca, pencere camlanma ekserisi gazete kâ- ğıtlariyle yapışık, bazısına paslı teneke parçaları mıhlanmış. Dam saçağına nazarlık papuç asmağa hacet yok.
Kapısı fora idi. Giren girene, çıkan çıkana. Saray kodamanı paşalar, beyefendiler, Hünkâr yaveri mahdumlar, Yıldız tü fekçileri, zenci musahipler, göğ sü nişanlar ve madalyalarla do lu alaybeylerl, serkomiserler, ’ ecnebi tebaadan şapkalı sen- yorlar, yerli tatlı su frenkleri, sarıklı, arakiyeli, abalı tekke şeyhleri, ak Arap hacı babalar ve her kılıkta çeşit çeşit hafi ye...
Posta olup mevcuden sökün edenlerin de arkası kesilmez: Kafası sarılı, kolu boynuna asılı omuzdaşlar; kâhküllü palikar yalar. Maltız deniz korsanları, Çakenez kasa hırsızları, Tatav- lalı latarnacılar, meyhane mi çoları; umumhane maması du dular, düzgün kuklası sermaye ler, muhabbet tellâlı Tüysüz Haçik, Topal Panayot, Hımhım Şnurik...
Ortalıkta mekik dokuyanlar da çok: Birahane garsonları, kahveci, mahallebici çırakları; seyyar sucular, şerbetçiler, don durmacılar, hikâye! fethiye sa tan uçarılar, hattâ kokorozlu fala bakan çingene karılan...
Ana kapının yamacında İs tanbulini en uzun boylu, en f i yakalı kanun çavuşu daima hş- zır ve nazır durur, boyuna bı yıklarını burarak gözleri vel fecri okur; yanından — yangın kulesine sepet asılmış gibi — bastıbacak bir polisle sünepe bir belediye kavası eksik olmaz dı.
Yazan: " " " “ ’" î
Muhtar ALUS]
kurdatılır; kahveler, çaylar, şerbetler içilir; caddede piyasa eden kokonalara işmarlar geçi lir; içkiye düşkünler, kaşla göz arasında bir kaç tek de parla tırlardı.
Ekseriya şark şurk, çat çut pul sesleri de kulağa çalınırdı. Misafirlerden bir şabıemredle komik Kel Hasarı tavlaya giriş miş, üç dört misafir etrafına çökmüş, oyunu seyirde, Haşanın tuhaflıklarına kahkahalar sa- vurmada.( Yahut orada bir gü rültüdür gidiyor. Kaba sakal Çerkez Mehmedin ortanca oğlu yaverandan yüzbaşı Talât, Fe- him paşa bendelerinden Izban dut H abeşi güreşe tutuşmuş, Arap üzengiyi paça kasnağına getirmeğe çabalıyor. Veya istih kâm ve inşaat dairesi reisi sa- nisi Hayri paşanın oğlu Hünkâr yaveri mülâzım Enver, Galatalı Hamdi reisler — Meşrutiyetten sonra Kuşdilinde gazino işle ten — bilek büküşüyor.
Odalardan birinin istorlan ekseriyetle kapalı durur, ara sıra alalanır, nar çiçeği rengin de fesi sol kaşa yıkık, yahni ya nak, göbekli Fehim paşanın baş sedire yan gelip sadık vasıtası Yahudi Süreyya ile fısıltıya daldığı görülürdü.
O devirde İstanbıılun belediye işleri Şehramanetine, zabıta u- nıuru Zaptiye Nezaretine aitti. Şehirde iki Mutasarrıflık vardı: Biri Beyoğlunda, öbürü Üskü- darın Paşakapısında.
Binanın' yukarı katlarında Mutasarrıf, muavini, başkâtip, tercüman, jandarma alayı ku mandanı, Beyoğlu polis meclisi âzaları, merkez komiseri, tabip ler otururlar. Birinci katta bu lunan sol köşedeki oda Muta sarrıf beyin makamı idi.
1904 te lise talebesinin kazan kaldırışından sonra adamcağı zın rahatı huzuru kaçmış: şa- kirdan yine ayaklandı mı, cad deye mi hurya edecek diye ku lağı kirişte, gözü mektebin bah çesinde, iiç buçuk atmağa baş lamış; tıpkı Edirnekapılı Me raki Mehmet efendiye dönmüş. Bu zatı şerifin merakını da söyliyeyim: Evi, Mihrimah ca- miinin yanındaymış. Gece gün düz cumbasındaki minderinde, gözü minarede; uyurken bile uyanıp uyanıp o canibi dikizde. Derdi şu: Şayet zelzele oluverir se, minare yıkılırken sokağa fırlayıp canını kurtarmak. 40
yıl ne evi satmış, ne başka yere taşınmış, ömrünü halecan için de tüketmiş.
Köşenin yanındaki oda alay beylerine mahsustu. Sofadan kulak kabartıp, sanki aksırık tozu serpilmiş gibi, bilâfasıhı hapşıılar duyulur. Sebebini so rarsanız enfiye tiryakisi Gözte- peli Hafız Hayri bey acemi çay lak kapı yoldaşlarına zorla ha- bire kutuyu dayıyor.
Binanın arkası, Yeııiçarşı bo yunca uzanırdı. Meşhur Galata saray tevkifhanesi oradaydı. Galatadan Sarıyere kadar geniş sahada vukuat yapanlar bura ya tıkıldığından, hodbin ici mahkeme hükmü yiyip daha Mehterhaneyi boylamıyor; kim selerle hıncahınç...
Anlatırlardı: Labirente ben zeyen girintili çıkıntılı dehliz ler aşılır, höcremsi bir odada maznunların üstü başı yoklanır, yükte hafif, pahada ağır şeyleri kaydedilip saklanılmış. Sağa düşen mahal (meriyıılhâtırlar!) odası.
Eşiğinden adım atar almaz burnunu tut: Küf kokusu, ayak kokusu, pencere diplerinde ta vus kuyruklarının kokusu. Du varlar tahtakurusu edikleriyle mülemma: tavanlarda örünıcs ağları; delik deşikten geme fa releri ce’ diyor; yerde fındık, papağan fıstığı, kabak çekirde ği, yumurta kabukları, çiroz ka faları. Kenarda yüzü şahrem şahrem, yayları bozuk iki ka- nape; üstünde katar halinde bekâr bülbülleri. Beri tarafta ■hasırları patlak, oturacak yeri
ne bağdadiler mıhlı sandalye ler. Hava karardı mı mum, idare fitili arama. Zifiri karanlıkta cirit oynayan pirelerden hatır hutur kasın bre kasın, sabahı sabahla...
Artık ötesi, (süflüllıâtır) ke- sanin tıkıldığı koğuşları var kı yas et!... - T - t - 5 0 t f l d L >
ı
E ö
MiımmımnıııııınmıımMiııııııııumımmııiMimıım"
o köhne ıar tellendirilir; nargileler
fo-Methal eşya ile tıklım tık lım: Tulumba sandığı, hortum, sıra sıra balta, kanca; içlerin deki su miyasmalaşmış kovalar. Köşe bucağı bitpazarı gibi, ne ler yığılı değil? Hurda piyano, lâtarna, armonik, gramofon; aynası çatlak gardrop, küveti kınk lavabo, kumaşı partal ka- nape ve koltuklar, ayaklan zam bu zumbur sandalyeler, pi rinç karyola, demir karyola, kenarı kenedi! Enez küpü, çifte fitilli lâmba, gazocağı, bakır mangal... Say sayabildiğin ka dar. Bunlar, yan sokaklarda çıkan çıngar üzerine buraya taşınmış, haraç mezat satılacak pılıpırtı idL
Zemin katının caddeye karşı odalarından köşeye rastlayanı telgrafhane, bitişiği nöbetçi
l komiserinin, yanındaki nöbetçi : kanun zabitinin öbür ikisi Sul
tan Hamidin gözbebeği yaveri hususisi Fehim paşanın, bira deri Beyoğlu inzibatına memur kaymakam Tarik beyin odası idi.
önünden yürünürken, içleri tabgk gibi görünür, ikindiden sonra, bilhassa akşam suları hepsi misafirlerle yükünü alır. . Telgrafın manipülatörü tıkır
tıkır işleyedursuıı, memurlar al dırış etmez; kumsar elendiye, .zabit efendi her günlük vaka-' [lara kılını kıpırdatmaz;
sigaıa-KİŞisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi