• Sonuç bulunamadı

Mevlana

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Mevlana"

Copied!
12
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

17- (,Uİ 6^5

M E V L Â N A

Yazan: Doçent Abdtilbaki GÖLPINARLI

(2)

Yazan: Doçent Abdülbaki GÖLPINARLI

Tarih, Dil, Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve edebiyatı. Doç.

Bu sayruret âleminde her şey fena bulur ve tecellilerde tekerrür yok­ tun. Buna hepimiz inanmak zaruretindeyiz, çünkü varlık dalgalan her an zuhur etmekte ve her an bu pâyansız denizin umkunda fena bulmak­

tadır. Fakat bazı sözler vardır ki kâinatın derinliklerini doldurur, mesa­ feleri aşar, akisleri ebediyete kadar gider. Bazı nameler vardır ki buut­ lar onlara zarf olamaz. Bazı insanlar vardır ki fâni varlıkları göz önün­ den kalktıktan sonra da yâdları kâinatın sinesinde bakidir. Baizı insan­ lar vıardır ki onlar bir milletin malı değil, her milletin malıdır. Beşeriyet çapında, kâinat büyüklüğünde- ve feza kadar lâyetenahidirler. Bu çeşit adamlar onların sözleri ve sesleri, beşeriyetin mali, ruhun sözü, insanlı­

ğın sesleridir. Fakat bunları yetiştiren milet, bunlara o sözleri söyleten ve o sesleri, o nağimeleri ilham eden ırk, hiç şüphe yok ki bütün insanlığa karşı ebedî bir iftihar ile görünebilir. Haklı bir-gururla öğünefoilir ve •ebediyete namzettir.

Bundan 733 yıl önce bu şehirde hayata gözlerini kapayan ve altı asır ünce de bu kutlu Türk şehrinin havasını teneffüs eden, bir Türk hâneda- nının hatıralarını renki, zarif, ruhanî abidelerle sinesinde yaşatan Kon- yanm bağlarından, bahçelerinden, sularından âlemlerinden ve âlimlerin­ den Türk duygusunun zarafetini, Türk heyecanının coşkunluğunu, Türk vecdinin ahengini yaratan büyük Türk filozofu Mevlânâ’nın manevî şah­ siyeti ve dünyayı dolduran sesi hâlâ yaşamakta, hâlâ duyulmaktadır: '

«Bu neyi dinle, şikâyet etmekte, ayrılıkları hikâye eylemektedir: Beni kamışlıktan kestikleri zamandanberi feryadımdan erkek kadın her­ kes ağlayıp inlemektedir. Ayrılıktan parça parça olmuş bir göğüs isterim

(3)

4

ki ona iştiyak derdini anlatayım. Aslından uzak düşen her kişi vusletinin zamanını tekrar arar. Ben her toplulukta ajğılayıp inledim. Kötü halli ve iyi halli kişilerle eş oldum. Herkes kendi zannınca henim dostum oldu. Kimse, içimdeki sırlarımı arayıp sormadı. Benim sırrım feryadımdan uzak değildir. Fakat gözün ve kulağın o sırları işitmeğe kabiliyeti yoktur. Ten candan can da tenden gizli değildir, Fakat canı görmeğe kimseye müsaade yoktur. Bu neyin sesi ateştir, yel değil. Kimde yok yok olsun. Aşk ateşidir ki ney’e düştü. Aşk coşkunluğudur ki şeraba düştü. Ney, sevgilisinden ayrılan adamın dostudur. Onun perdeleri perdelerimizi yırttı. Ney gibi bir zehri ve ney gibi bir tiryakı kim gördü. Ney gibi bir arkadaşı bir iştiyak sahibini kim gördü. Ney kanlarla dolu bir yolun ah­ valini anlamakta, mecnunun aşkının hikâyelerini söylemektedir. Fakat bu duygunun mahremi akıldan tecerrüt eden kimseden başkası değildir. Şüphe yök ki dil ekulaktan başka müşteri yoktur. Bizim gamımızda gün­ ler zamansız oldu. Günler yanlışlarla yoldaşlık etti. Yamp gitti. Günler giderse deki, gidin korkumuz yok. Ey sana eşit bir pâk olmıyan gü|zel, sen kal. Balıktan başka herkes suya kandı. Günsüz olan, zamansız ka­ lan kişinin günü'uzaklaştı. Pişkin adamın halini ham anlıyamaz. Şu hal­ de sözü kısa kesmek gerektir».

Ney’e, bir kamış parçasına beşerî ihtisasların anlatılmaz ifadesini ve­ ren, binbir ruha tecellilerini şiir halinde ebediyete iblâğ eden bu büyük Türk hâkimi «1207» yılma tesadüf eiden hicri «604» senesinde «Belh» de doğmuştur. Babası Sultanül Ulema diye anılan Muhammed Bahaeddin Veled Belh’in en büyük âlimlerinden ve en yüksek üstadlanndandır. O vakitler Harzemşahlar devletine tâbi olan B e lid e yine bir büyük Türk âlimi vardır: İmam Fahrettin Razî. Fakat bu zat anlayış bakımından Sultanül Ulema’nın tamamiyle zıddı bir kutuptur. Biraz da Fahri Razî’- nin Sultanül Ulemayı çekememezliği ve saltanata pek fazla bel bağlıyan Harzemşah’ın Muhammed Bahaedldin Veled’e verilen lâkaptaki sultanı kelimesinden kuşkulanması saray muhitinde Bahaeddin Veled’e karşı aleyhdar cereyan meydana getirmiştir. Bahaeddin Veled, bilgisinin ver­ diği İlâhî gururiyle kimseye boyun eğmez bir şahsiyet kesbetmiş olduğun­

(4)

dan Belh ülkesini kendisini sevenlerle ve oğlu Mevlâna Celaleddın ile terkederek yola çıkmış üzün bir seyahattan sonra Seluçkilerin davetiyle Konyaya gelmiştir.

Mevlânâ’mn pek müsbet bir surette malûm olan hayatınjflan uzun uzadıya bahsedecek değiliz. Yalnız şu kadar söyliyelim ki zamanının en büyük âlimi olan ve en meşhur üstadlamndan ders gören, ilim aşkıyla yıllarca babasından ve ailesinden ayrı diyar diyar dolaşan ve babasının ölümünden sonra babasını tanıyanların üstadlığım deruhde eden Mevlâna Celâleddin’in manevî hayatını üç safhaya ayırabiliriz.

İlk safhada o, temkinli, vekarlı bir âlimdir. Etrafındakiler i mane- viyetinden ziyade maddî bilgisiyle faydalandırmaktadır. Hayatinin ikin­ ci safhası tercümei halini bile lâyıkıyla bilemediğimiz Tebrızlı bir Türkün, Şemseddin’in Konyaya gelişinden sonra başlar. Mevlâna bu zat ile görüş­ tükten sonra dersi, vaizi tamamiyle bırakmış, yanık gazeller söylemeğe ve asırlardanken hatta islâmdan önce bile Türk vecdinin tezahürü olarak mevcudiyetini bildiğimiz Sema’ı ihtiyar ederek, Sema’ esnasında şiiıler inşaid etmeğe başlamıştın. Bu devirde Mevlânâ’nm etrafında kendisini sevenlerden başka hemen kimse yoktur. Bilhassa alimlerin çoğlu aleyhin­ de bulunmaktadırlar.

Oğlu Alâettin Çelebi bile diğer oğlu Sultan Veled’in hilâfına olarak babasının aleyhinde bulunanlarla hemfikirdir. Bu arada Şemseddin Şa­ ma gider, Sultan Veled babasının emrile Şama kadar gidip1 bu meçhul üs­ tadı tekrar Konyaya getirir. Fakat az bir müddet sonra Şems tekrar kay­ bolur veya bir rivayete göre öldürülür. Mevlâna Şemseddin’i aramak üze­ re yollara (düşer ve nihayet tekrar Konyaya gelir. İşte Mevlâna’ nm asıl kâmil Mevlânalığı bundan sonra başlar. Mevlâna bu üçüncü devrede yine sema etmekte ve onu sevenler sema meclisleri tertip eylemektedir. Fa­ kat, Mevlânanın coşkunluğu, içinden dalgalanan bir denizin zahirî sükû­ nu gibi vakur, nihayeti olmıyan bir ümmanm umku gibi derin, sonsuz bir fezanın lâyetenahiliği gibi ulvî, karanlıkları yırtan bir güneşin ziyası gibi aydınlatıcıdır. Bu devrede, Konyak bir kuyumcu olan Selâhettin ve bil­

(5)

6

-hassa yine Konyalı bir zat olup Konya Ahilerinin reisi yani Ahi Türkün torunu olan Hüsamettin Haşan Mevlânamn en yakin şakirtleridir- Bil­ hassa bu İkincisinin teşvikile Mevlâna 26 bin küsur beyitten ibaret olan ve 6 cilt üzerine tedvin edilen Mesnevisini yazmış ve bu kitabı da sevgili şakirdine ittihat etmiştir. Demin baştan 18 beyitinin tercemesini okudu­ ğumuz Mesnevi âdeta bir vahyi tarzında yazılmış daha doğrusu Hüsamet- tine yazdırılmıştır. Sokakta, evde hülâsa rastgele her yerde Mevlâna şa­ kirdine (Yaz) der ve irticalen söylediği beyitleri Hüsamettin yazar ve bi­ lâhare bunlar okunur, bazıları çizilir bazıları da tashih edilir ve tertibe konurdu. Mesnevide Mevlâna tamamile Kur’an usulünü kullanmıştır. Bir hikâyeye başlar, her hangi bir fikri bu hikâye ile anlatır, o hikâye bitmeden dig'er bir hikâyeye ve ondan da bir diğerine geçer, sonra ilk hikâyeyi bitirir. Hükümlerini verir, felsefesini şerh eder, bu esnada Ku­ ran kıssalarından meşhur velilerden yine hikâyeler nakleder. Hülâsa ba­ his böylece yürür, arada tekerrürler olur, hazan realizme pek kaçar, fa­ kat bütün bu atfettiğimiz hususiyetler o kitabın meziyetleridir ve heyeti umumiyesi itibarile Mesnevi bu- vadide yazılan şiir kitaplarının şaheseri­ dir. Mevlâna, Mesnevinin son cildi olan 6 mcı cilt bittikten sonra çok yaşamamış, hastalanmış ve 1273 yılma tesadüf eden Hicrî 672 yılı Cema­ ziyülahırının beşinci pazar günü güneş gurup ederken vefat etmiştir. Son söylediği gazelin tercemesini okuyalım; (Git, başını yastığa koy, beni yal­ nız bırak, geceleri dönüp dolaşan müptelâ ve harap olan beni terket. Biz gece sabaha kadar yapayalnız sevda dalgalan arasında bocalamaktayız. İs­ tersen gel lütfet, istersen git cefa et. Güzel yüzlüler şahına vefa vacip

değildir. Ey yüzü sararmış âşık, sen sabret, sen vefakâr ol; öyle bir dert var ki ona ölmekten gayrı deva yoktur. Binaenaleyh, ben nasıl o derde deva et diyebilirim? Dün gece rüyada aşk köyünde bir pir gördüm. Bana başile bizim tarafımıza gel diye işaret etti. Dedi ki: Yolda bir eşderha varsa da, zümrüt gibi bir aşk da vardır, o zümrütten çıkan parlak şim­ şekle gel bu eşderhayı def et. Yetişip ben kendimde değilim. Eğer senin hünerin çoksa Ebu Ali Sinanm tarihinden bahset, Ebu Âlânın tenbihlerini söyle).

(6)

Mevlânımn cenazesinde * bütün Konya halkı büyük küçük herkes bu­ lundular. En zengin adamlarla köylüler bir arada gittiler. Hıristiyanlar İsamız odur, Museviler Musamız odur, diyorlardı. Konya Türk şarilerin- den Bedrettin Yahya - senin gamında ağlamıyan göz, yahut senin mate­ minle yırtılmayan yaka nerede - senin yüzüne and ederim ki yenin yüzün­ den yerin kamına senden daha iyi bir kimse gitmemiştir - cümlelerde nakledebileceğimiz bir rübaiyi mersiye olarak söylemişti. Mevlânamn felsefesi geniş bir müsamaha, fevkalâde coşkun bir aşk, vecidli bir cezbe ve kemalli bir irfan idi. Fakat şunu söylemek lâzımdır ki (bizim bir aya­ ğımız tevhid merkezindedir öbür ayağımızın çizdiği dairenin içine 72 mil­ let sığar) dediği ve - aşıklara şeriat ve mezhep tanrıdır. Aşk şeriatı bü­ tün şeriatlardan ayrı bir şeriattır - hükmünü verdiği ve (aşkın türkçe ile, arapça ile ne işi var?) sualini sorduğu halde tahteşşuurunda büyük bir milliyet duygusu taşımaktadır. Bir rubaisinde «beni yabancı tutma­ yın, ben bu köydenim. Sizin şehirinizde öz evimi arıyorum. Düşman yüz­ lü gibi görünüyorsam da, düşman değilim. İran dili ile sövüyorsam da türküm» demekte, bir gazelinde «sen türksün Hintlilerden türk yüzünü az iste, çünkü tanrı Hintlilere türk yüzünü vermemiştir» hükmünü kat­ iyetle tasrih eylemekte, diğer bir şiirinde «Türk o dur ki bir köye gelip oturunca köylü haraçtan, baçtan emin olsun. Türk ona demezler ki ta- ma’dan her kutsuzun sillesini yesin» der. Türkü ve Türkün eğilmez gü­ rünü işte bu suretle tavsif eder. Bir gazelinde de «Bir hamle, bir hamle gece geldi karanlık çattı, Türklük et, çabuk ol, yumuşaklık ve taciklik et­ me» der. Şiirlerini İran dilile söylemesinin sebebi gayet basittir. O vakit Anadolua Anadolu Selçuk oğullarının İran dilini nasılsa bir dalâlet ola­ rak resmî dil kabul ettiklerini ve İran Selçuk Devleti sahasile Harezim diyarında da ayni halin bulunduğunu tarih bize sarahatle bildirmektedir. Aşık Paşa’mn ve Yunus Emre’nin Türkçe söylemesine gelince: Aşık Pa­ şa (670) de doğmuş yani Mevlânamn vefatından iki yıl evvel dünyaya gelmiştir Mevlâna’nın sema’ meclislerinden bahseden Yunus Emre ise Mevlâna’yı pek genç yaşında görmüş ve Risaletünnüshiye’yi Mevlâna- nın vefatından otuz yıl sonra yazmıştır. Her iki şari de Mevlâna’ya

(7)

nis-—

8

beten daha muahhardır. Ayni zamanda Mevlâna’nm. Türkçesi Belh Türk- çesidir. Halbuki Aşık Paşa ve Yunus Emre Anadolu Türkçesile yazmış­ lardı. Eğer Mevlâna Anadolu Türkçesini bilse idi mutlaka o Türkçe ile yazacaktı. Nitekim oğlu Sultan Veled’in divanında Türkçe şiirler ayrı bir Divan teşkil edecek kadar çoktur. Bu lisan meselesini istidrat kabilinden zikrettikten sonra yine Mevlâna’mn şahsiyetine ve şiirlerine gelebiliriz. Mevlâna’yı garplılar da tanımakta ve sevmektedirler. Gold Filt Celâled- dini Rumi’nin Profesör Ethe tarafından İngilizce Ansiklopedide İranca şiir söyliyen şairlerin en yükseği sayıldığını ve Şiraz Şehzadelerinden bi­ risinin Sadi’den İranca yazılmış en güzel şiiri istediği zaman Sadi’nin Celâleddini Rumi’nin bir gazelini gönderdiğini kaydetmekte, Nikolson onu Pavlos Rasul ve şair Horas ile mukayese edip şair Horas’m efkârının mahdut olduğunu, Mevlâna’nın ise efkârına bir had olmadığını söyleyip Mevlâna ile Şemseddin’i Eflâtun ile Sokrat’a benzeterek Mevlâna’yı en büyük sofi şair olarak takdim eylemektedir. Brawn ise onun hayranıdır. Onda dahi bu Eflâtun ve Sokrat teşbihi vardır. Davist, şiirlerinin çoğunu cezbe halinde inşad ettiğini söyleyip onun gazellerini Vagner’in nağmele­ rine benzetmekte ve dünyanın en yüksek şairlerinden bir saymaktadır. Bugünkü İranlı kardeşlerimizden yetişen Fazıl âlimlerden Hüseyin Şe­ cere, Bediuzzaman Füruzan Fer ve Celâl Hümayi Mevlâna’yı en yüksek şair olarak öğmektedirler. İran şairi meşhur Cami’, onu kitabı olan bir Peygamber diye öğer. Hint ulemasının çoğu Mesnevi’yi yalnız namazda okunması caiz olmayan Kur’an kabul eder. Biz Türklere gelinçe, Orta Asyanın yetiştirdiği ve Anadolu’nun göbeğinde yurd tutup inkişaf eden bu büyük şairi asırlarca tebcil etmiş, Mesnevisinin okunması için Darül- mesnevî denilen hususî mektepler açmışızdır. Bugün de onun şiriyetini daha iyi anlıyor, onu daha iyi duyuyor ve artık tamamile mistik sahadan estetik sahaya geçen asıl şahsiyetini daha mükemmel tetkik ediyoruz. Mevlâna’nm şiirlerini okurken insan kendinden geçer. Bu kadar vecdin bir ruha nasıl sığdığına, bu kadar irfanın nasıl bir insan zekâsı olduğuna, bu kadar yüksek âhengin bir ağızdan nasıl çıktığına, bu kadar geniş bir bediiyat kâinatının bir maneviyette nasıl kaybolduğuna insan hayran

(8)

olur. Onun şiirleri bir vecd, bir aşk, bir irfan, bir felsefe, bir bediiyat, bir hasret, bir elem, bir arzu.... hulâsa bir ihtisas âlemidir. Şu şiirleri duyma­ ğa çalışalım:

Biz o ulu kişilerden değiliz ki ellerinde kadehleri bulunsun, öyle yoksullardan da değiliz ki ancak zaif bir keçileri olsun. Biz a yanmış ki­ şilerdeniz ki aşkın lezzetinden abu hayatı bırakıp ateşe yarışırlar. Ay gi­ bi her evin penceresinden içeriye girip parladığımız zaman gece sıfatlı­ lar umumiyetle kapı yolunu tutar, ziyamızdan kaçarlar. Feleğin kadeh­ lerini kırdığı ümitsizler bizim yanağımızı görünce yeni baştan işret ve musikiye dalarlar. Bu bir yudumu içen kişiyi bizim yanımızdan bütün cihan gelse kaldıramaz. Onu ancak bizim yanımızdan bir kilime koyup kaldırabilirler. Kapıyı kapa ve şarap ver ki sarı yüzlülerin kızıl şarabı içecekleri zaman geldi. Onlar bir elleri ile halis iman şarabını içerler, öbür elleri ile de kâfirin perçemini tutarlar. Nerede bir dolap varsa onun suyu biziz. Bu yeşil perdenin ardında ay yüzlü bir güzel var ki yanağı­ nın nurundan bütün yıldızlar bezenmekte. Eğer onu bir seher çağında elde etseler, kendilerinde bulsalar yıldızlarda zannedilen nühusetlerden tamamile kurtulurlar.

Sen iki tedbirli, iki gönüllüsün. Saf gönül, kendi gönüllerini terkedip dilberin gönlünü alanlardır. Ey üstad gibi olan Akıl, sus ki bu aşk mec­ lisinde zühre halkasında bütün güzeller sonra seninle alay ederler.

Ölü idim dirildim; ağlamak için gülmek oldum. Aşk devleti geldi ve ben ebedî bir devlet oldum. Tok bir gözüm, yiğit bir canım var. Arslan yürekliyim; parlak bir zühre oldum. Bize eski aşkı nakletme. Pek iyi et­ mem dedim; sükût edip kaldım. Dedi ki: Sen divane değilsin bu eve lâ­ yık olmazsın. Gittim divane oldum, zincirlere kul kesildim. Dedi ki: Sar­ hoş değilsin, git bu civarda yaramazsın. Gittim sarhoş oldum nağmelerle doldum. Dedi ki: Sen öldürülmemiş ve kana bulanmamışsın. Onun hayat yüzü önünde maktul düştüm yerlere serildim. Dedi ki: Sen bir akıllı fi­ kirli adamcıksın; hayal vatanının esirisin, şuraya buraya gelip yortmak­ tasın. Göl oldum durgunlaştım, her şeyden vazgeçtim. Dedi ki: Sen çırak

(9)

oldun bu topluluğun kıblesi kesildin. Çırak da değilim topluluk da deği­ lim. Dağınık bir duman haline geldim. Sen güneş çeşmesisin. Ben söğüt gölgeliyim. Sen bana vurunca ben senin ziya’m süzüp naklediyorum. Gönlüm can ziyasını buldu, hayran oldu, yarıldı yeni bir atlas kumaş ele geçirdi. Bu yamalı hırkanın düşmanı oldum. Zühre idim ay oldum. İki yüz katlı bir gök haline geldim. Evvelce Yusuf idim, şimdi Yusufu ben doğuluyorum.

Ben ressam ve nakkaşım. Her lâhza bir put yapmakta, sonra da bü­ tün oputları senin önüne atmaktayım. Hayalimde yüz nakş doğuyor. Hep­ sini de ruhla mezcediyorum. Fakat senin nakşını görünce hepsini ateşe atıyorum. Sen bol bol şarab veren bir sakisin, yahut akıllıların düşma­ nısın, yahut da benim yaptığım her evi yıkan kışısın. Can seninle aktı, seninle karıştı. Can senin kokunu taşidiği içindir ki onu okşayıp dur­ maktayım. Benden akan her kan senin toprağına akar da senin muhab­ bet güneşinle ayni renkteyim. Senin aşkınla oynayıp durmaktayım der. Su ve toprak evinde bu gönül sensiz bir harabedir. Ey canan ya eve gel, ya başka bir ev yapayım. ,

Çabuk gideyim, çabuk gideyim de atlılara yetişeyim, yok olayım, yok olayım da sevgilime kavuşayım. Hoş olmuşum hoş olmuşum, ateş parçası kesilmişim. Evi yakıp gideyim, ta çöllere varayım, toprak ola­ yım, toprak olayım ta ki senden yeşereyim. Gül bahçesine secdeler ede­ rek varmak için su haline geleyim. Gökten düştüğüm için zerre gibi tit­ remekteyim. Sona erişince emin olur titremem. Gök yücelik yeri toprak telef olma makamıdır. Aslıma erişmek için her ikisinden de kurtulayım. Bu toprak ve hava âlemi küfür ve yokluk madeni ve aslıdır. Küfrün gön­ lüne dalayım ki imana varayım. O cihanın mevzun güzeli mevzun aşık ister. Benim de mizana erişmek için yüzüm altın kesilir. Hiç bir doktor kimseye hastalanmadan hap ve ilâç vermez. Ben de dermana erişmek

için baştan başa detr olayım." ’

(10)

dim mi ki iki üç kadeh az iç. Şehirde de hiç bir akıllı göremiyorum ki. Herkes birbirinden coşkun, birbirinden delk Sevgilim meyhaneye gel de can lezzetini gör- Sevgilinin sohbeti olmayınca cana ne hoşluk olabilir. Şahane kadehle her sarhoşluğun sakisi olan o güzelin yüzünden her so­ kakta bir sarhoş elini eline vurmakta. Sen meyhane vakıfısın, vergin de şaraptır, gelirin de şarap. Bir tane için bu vakfı sarhoşlara verme. Ey kopuz çalan oynaş, sen mi daha sarhoşsun, ben mi?

Ey senin gibi sarhoşun huzurunda bütün efsunum efsane olan güzel, evden çıktım sarhoşluğum önüme gef,di. Her bakışında y'iÜz gül bahçesi, yüz köşk gizlenmişti. Teknesi olmıyan gemi gibi eğri büiğ|rü gidip dur­ makta. Onun hasretinden yüzlerce akıllı, ferasetli kişiler ölmüştür. De­ dim ki sen neredensin? Elini eline vurdu da, ey can, dedi, yalımız Tür­ kistanlı, yarımız Ferganada, yarımız sudan, topraktan; yarımız candan, gönülden; yarımız deniz kıyışıyız, yarımız tamamiyle inci. Dedim ki be­

nimle arkadaşlık et, ben senin yakininim. Dedi ki ben yakini yabancı­ dan farketmem, tanımam ki. Benim ne başım var ne sağrım. Meyhane­ cinin evindeyim. Sözle idöp dolu bir göğsüm var. Onlardan biı kısmını anlatayım mı, anlatmayayım mı? Tebrizli Şemsülhak, fitneden pehriz ederdim. Fakat şimdi yüzlerce fettancasına fitneler meydana saldın».

Mevlânanın nübayi dede büyük bir mevkii vardır. Hayyamm rübai- leri Mevlânanın rübaileriyle karşılaştırılırsa Hayyamm rübailerinde da­ ima aynı eda aynı fikir görülür. Halbuki Mevlânada bu ayniyet ve te­ kerrür hiç yoktur- Hayyamm rübaideki büyük mevkii yalnız rübai söy­ lemesinden bir de asrın felsefesine uygun fikirler serdetmesindendir. Ayıtı zamanda Tiç Cerald gibi büyük bir şairin bu rübaileri yüksek bir muvaffakiyetle İngilizceye tercüme etmesinin de Hayyamm şöhretinde büyük bir tesiri olmuştur. Halbuki Mevlânanın rübaileri demin de söy­ lediğimiz Hayyamm rübailerinden çok yüksektir. Ve bu fikir yalnız be­ nim fikrim değil konferansımın başlangıcında söylediğim yabancı âlim­ lerin de fikridir

Âlimler nihayet bu hakikate vasıl olmuşlardır. Nümune olmak üzere bir kaç ıübaisinin tercümelerini sunuyorum: «Medrese ve minare viran

(11)

12

olmadıkça kalenderlik ahvali intizama girmez. İman, küfür, küfürde iman olmadıkça Tanrının hiç bir külü hakkiyle müslüman olamaz.»

«Gece olunca deki bizim günümüzde gece yoktur. Aşk mezhebine gi­ rince de ki aşkta mezhep yoktur. Aşk öyle bir denizdiı ki onun ne ucu ne bucağı vardır, Ne de kıyısı. O1 denizde boğulanlar boğulurlar da yine yarab demezler». «Bugün de her gün gibi harabız harap düşünce kapısını açma rübabı al kıblesi dostun yüzü olan kişiye yüz türlü namaz yüğ türlü rüku ve yüz türlü sücut vardır.» «Biz aşk kâfirleriyiz. Müslüman başka türlü olur olur. Biz zayıf karıncalarız. Süleyman başkalarıdır. Biz de sapsarı olmuş bir yüzle kana boyanmış bir ciğer iste- İpek kumaşlar sa­ tanların pazarcıkları başka yerdedir.»

Mevlânamn, kültür hayatımızdaki ehemmiyetini ve mevkiini tebarüz ettirmek çok mühim ve pek uzun bir iştir. Ancak şunu söyliyelim ki şair- . lerimizin hemen hepsi onu okumuş ondan müteessir olmuş, onu sevmiş ve ona bağlanmıştır. Çok yüksek bir şair olan Yunus Emre

Mevlâna Hüdavendigârımıza nazar kılalı Anın kürklü nazarı gönlümüz iğnesidür

Din Mevlânamn saf nazariyle öğünür. Âşık Paşa Garipnamesiiıe mes­ neviyi örnek tutmuştur. Hakim Gaznevi ve emiri Hüsrev bile olmağa tenezzül etmiyen ve kendisini kendisinden önce gelen bütün İran şairle- , riyle Türk şairlerinden yüksek tutan mağrur Nef’î ona bendelikle iftihar eder. Galip sanatın sırrını mesneviden olduğunu iftiharla itiraf eder. Bü­ tün bunları söyledikten sonra ismini hatırlayamadığım bir şair insanın kangı âşıktır o kim Mevlâsı Mevlâna değil demesine imkân yoktur. Cüm- huriyet Hükümetimizin ârif ve şair Maarif Vekili Haşan Âli Yücel onun rübailerini bastırırken nihailerin başına şu şiiri ilâve etmiştir.

Bu katre katre şiirler Hilkatin muamması önünde Aşkın yanan vecdiyle dökülmüş Birer göz yaşıdır

(12)

Mevlâna, .

Varlığın mistisizmini Ve aşkın lirizmini sezerek Gözü yaşaranlara

Ölmiyen bir arkadaştır Kendini onda kaybeden onu

Kendinde bulmuş olacaktır.

Mevlânanın Türk musikisindeki mevkii Türk musikişinaslarına ver­ diği ilham ayrı bir konferans mevzuu olabilir. Ve bu benim selâhiyetim dışındadır. Ancak şu kadarcık bir işaretle iktifa edeceğim. Klâsik Türk musikisinin kalbden gelen en coşkun nağmelerini musikişinaslar onun İlâhisinden duymuşlar, en yüksek besteleri onun âhenginden almışlardır.

Aziz Konyaklar Mevlânayı seven her adam, sizden ziyade demiyece- ğim. Çünkü belki buna imkân yoktur'. Fakat sizin kadar bu şehire mer­ buttur. Caminin dediği gibi bir irfan kâbesi olan şehrinize mutlaka uğ­ rar. İftihar edin ki bu şehir Mevlânayı kucaklamıştır. İftihar edelim ki Mevlâna bizimdir, bizdendir ve bizdedir.

Büyük Ata’nm ordular hedefiniz Akdenizdir ileri dediğini nasıl unut­ mayacaksak ve bu erkek ses nasıl daima yurdumuzda ve bütün dünyada yani tarihte çınlayıp duracaksa Mevlânanın nağmeleri de daima kulakla­ rımızda akisler yapacak dünyada insan ve duygu bâki kaldıkça yaşıya- caktır. Kâinata böyle bir Kemal ve böyle bir Celâl hediye eden millet kâinatın en büyük milletidir. Ne mutlu Türküm diyene.

-o-V

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Hasibe Ramazanoğlu ; özellikle kurtuluş savaşı, Atatürk , Adana ve ailesi ile ilgili bir çok şiiriyle yaşadığı döneme tanıklık etmektedir.. Dolayısıyla

Urfa yakınlarındaki Göbekli Tepe’de yapılan kazılarla, yalnızca dünyanın bilinen en eski ve en büyük kutsal alanı gün yüzüne çıkarılmış olmadı.. Aynı zamanda,

* Kocaeli University Medical Faculty, Department of Otolaryngology and Head and Neck Surgery, ** İzmit State Hospital, Clinic of Otolaryngology and Head and Neck Surgery,

caerulea bireylerinde kabuk boyu – et ağırlığı, vücut ağırlığı – et ağırlığı arasındaki ilişkiler belirlenmiş ve kabuk boyu – et ağırlığı arasında üssel

Elde edilen sonuçlar, gıda israfının azaltması için, rasyonel davranan tüketici sayısının artması ve tüketicilerin satın alma davranışlarının ihtiyaçtan

Birgivî, bu eğitimin dört başlık altında kırk makamdan oluştuğunu ifade eder ve bu makamları, Şeriatta On Makam, Tarikatta on makam, Marifette on

سي ُلدن لأا َِّبلا دبع نبا دقن في ةف َلاخ ُمـلا ببسب ر َكن ُمـلا ُثيدحلا ةجرد اهبحاص اهب لان ،م2002 ةنس دادغب في ةيماسلا ةعماجلا في

The first objective is to automate language translation to English for “Repair Details” column as Repair Codes (class) will be assigned based on the repair