• Sonuç bulunamadı

Geleceğe yönelik nostalji:Yıldız Sarayı'ndaki İstanbul Şehir Müzesini gezerken

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Geleceğe yönelik nostalji:Yıldız Sarayı'ndaki İstanbul Şehir Müzesini gezerken"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

KÜLTÜR-Y AŞ AM

t r?

v

~ rt-so x> v$ r

Yıldız Sarayındaki İstanbul Şehir M üzesi’ni gezerken

Geleceğe yönelik bir nostalji

Çağdaş ve sade — İstanbul Şehir Müzesi ndeki eserler, çağdaş bir anlayış çerçevesinde, sade bir düzenlemeyle sergileniyor. Bunlar arasında 19. yüzyıl işi gülabdan ve daldırmalar (solda) ve Bektaşi tekkelerinden derlenmiş yazı-resimler var. (Fotoğraflar: Uygar Gürkan)

Baştan sona sadelik içinde

düzenlenmiş Şehir Müzesi,

bende bir umut, geleceğe

dönük bir nostalji yarattı.

Böylesi bir müzeyi,

restorasyonu dahil, 250

günde gerçekleştirenler,

dedim kendi kendime,

İstanbul’un değişmesindeki

hızı daha da arttırarak

yeni, yepyeni bir İstanbul

yaratmak istiyorlar ve

bunun yolunun eski

İstanbul’dan geçtiğini

biliyorlar.

F E R İT E D G Ü

Kentler de insanlar gibi değişir. Ancak bir insanın yaşamındaki on yıllar, bir kentin değişme sü­ reci içinde önemli bir yer tutmaz. Ama İstanbul’un kaçınılmaz de­ ğişimi, belki bir insanın kısa ya­ şamındaki değişimlerden daha hızlı gerçekleşmiştir. Belki değil, öyle. Yaşı, benim gibi, yarım yüz­ yılı birkaç yıl geçmiş bir orta yaşlı lstanbullu’nun çocukluk, delikan­ lılık dönemindeki İstanbul ile bu­ günkü İstanbul arasındaki deği­ şim, fark, uçurum, yarım yüzyıl­ lık bir yaşama sığacak gibi değil­ dir.

Bir romanın konusu olabilecek bu kişi/kent yaşamındaki değişim sürecinden söz edecek değilim burda, ama bunun da bilinmesin­ de yarar var.

Bu kent, özellikle 1950’lerden sonra, yüzyıllar boyunca sürege­ len kozmopolit niteliğini hızla yi­ tirmeye başlamış ve kendine öz­ gü kültürü (burada kültür sözcü­ ğünün içinde, yaşama biçimi an­ lamı da özellikle var) aynı hızla yok olmaya başlamıştır.

Bir metropol düşünün ki, otuz yıl içinde, o kentte doğup büyü­ yenlerin sayısı kent nüfusunun azınlığını oluştursun ve o kentte kendine özgü yaşam biçimi, kül­ türü sürebilsin. Bunun “ ne mad­

di ne de manevi imkânı” vardır.

İstanbul, belki de, kendi ülkesinin taşra insanları tarafından işgal edilmiş, bu insanlar, çoğunluğu oluşturduklarında da, kendi yaşa­

ma biçimlerini, bir hayli yozlaş­ mış bir biçimde, tümüyle yaban­ cısı oldukları kentin yaşamına sokmuşlar ve inanılmaz bir eli ça­ buklukla kentin yaşamına, her anlamda, hâkim olmuşlardır.

Şu söyleyeceğim bir paradoks değil: İstanbul, belki şu sırada ta­ rihinin en kozmopolit dönemini yaşıyor. 1950’lere değin, Müslü­ man, Hıristiyan, Musevi halkıy­ la yeryüzünün tüm büyük metro­ polleri gibi kozmopolit bir kent olan İstanbul’un, tüm bu kozmo­ polit öğelerin oluşturduğu, kendi­ ne özgü bir yaşama biçimi ve kül­ türü vardı. Bugün biz İstanbullu­ la ra , bunlar nostalji gibi geliyor. Ama biz, son otuz yıldır, geçmi­ şin değil, geleceğin Istanbulu’nu yaşıyoruz. Ve sanırım, görevimiz, geçmişin İstanbul nostaljisini ya­ şamak değil (o günler, tıpkı ço­ cukluğumuzun, delikanlılığımızın günleri gibi geri dönmeyecektir) geleceğin nostaljisini (geçmişin nostaljisi olduğu gibi, niçin gele­ ceğin de nostaljisi olmasın?) duy- gumsamak ve bu nostaljiyi yerli yerine oturtmaktır.

Bu satırların yazarı, geçmişin nostaljisinden çok, geleceğin nos­ taljisini yaşamayı seçenlerden bi­

ridir. Nedir kafamdaki, yüreğim­ deki geleceğin İstanbul nostaljisi? İstanbul’un bugünkü köy/kasaba yaşama biçiminden kurtulması ve bir metropole yakışan bir yaşama biçimine kavuşması.

Köyde, kasabada bir kültür et­ kinliği yoktur. Kültür ve sanat (yaşama biçimi olarak değil, bir üstyapı ürünü olarak) kentlerde gelişir. Sanat ve kültür etkinliği olmayan bir kent metropol değil­ dir. Nüfusu on milyonları aşsa da. Çünkü metropol, yalnız bü­ yük kent değil, bir dünya kenti de­ mektir. İstanbul da, tarihiyle, coğrafyasıyla, sanatıyla büyük bir dünya kentidir. Bu kentin müze­ si (ki kültür ve sanat tarihi örnek­ leri demektir) yıllar boyunca, Şeh- zadebaşı’ndaki alçakgönüllü, gü­ zel bir mekânda, Gazanfer Ağa Medresesi’nde, sergilenmişti. Ne yazık ki, geçkin, pasaklı ve bir hayli toz-toprak içinde. Kentin, en güzel yerlerinden birinde kurulu Yıldız Sarayı ise, yıllar boyunca, yıkık-dökük, farelerin cirit attığı, her rüzgârın damından kiremitler uçurduğu yapılardan oluşan (uzun yıllar asker işgalinde kal­ mış) bahçeleri, pavyonlarıyla es­ ki İstanbul güzelliklerinin simge­

si durumundaydı.

Bu simgenin, çok yakın geçmiş­ teki durumunu bilen, farelerin ci­ rit attığını gözleriyle gören ve Ga­ zanfer Ağa Medresesi’ndeki sözü- mona Şehir Müzesi’ne her uğra- yışmda yüreği burkulan ben, bir sonbahar günü, Yıldız Sarayı’na uğrayıp, tüm restorasyon çalışma­ ları 250 gün içinde tamamlanmış, tertemiz, ışıklar içinde ve kulağı tırmalamayan bir müziğin yayıl­ dığı bir mekânda, Türk İstanbul’­ un kültür ve sanat eserlerinin çağ­ daş bir anlayışla sergilendiği Şe­ hir Müzesi’ni gördüğümde şapka­ mı çıkardım.

Baştan sona sadelik içinde dü­ zenlenmiş bu müze, bende bir umut, geleceğe dönük bir nostal­ ji yarattı. Böylesi bir müzeyi, res­ torasyonu dahil, 250 günde ger­ çekleştirenler, dedim kendi ken­ dime, İstanbul’un değişmesinde­ ki hızı daha da arttırarak, yeni, yepyeni bir İstanbul yaratmak is­ tiyorlar ve bunun yolunun eski İs­ tanbul’dan geçtiğini biliyorlar.

Niçin saklayayım, daha girişte­ ki mermer kitabeden, vitrinlerde sergilenen taraklara, berber akse­ suarlarına, hattat makas ve

ka-hemlerine, cilt kalıplarına, Bey­ koz gülabdanlarına, Haliç-işi se­ ramiklere, Eser-i Istanbullara ve duvarları süsleyen, büyük bir ço­ ğunluğu Bektaşi yazı/resimlere, az sayıda, ama herbiri eşsiz güzel­ likteki Tophanelere, hemen he­ men tümü, gene Bektaşi tekkele­ rinden derlenmiş yazı/resimlere,

Sami Efendi’nin hattına, Mah- mud Celaleddin’in bir istifine ve

bunların sergilenişindeki düzene, ışığa hayran kalarak müzeden ay­ rıldığım da, kendi kendim e,

“ Evet, dedim, bu kentte değişen bir şeyler var.”

Bir kapıdan çıkıp, yanı başın­ daki bir diğerine girdiğimde, bu değişikliği büsbütün fark ettim.

Bir Avrupa ülkesinde pek faz­ la ilgi görmeyecek Salvador Dali özgün baskıları sergisi önünde uzayan kuyruk karşısında “ İstan­

bul’da mıyım Paris’te miyim?”

sonısunu sordum kendi kendime. İstanbul’daydım ve Dali’nin sı­ radan baskılarım görmek için kuyruğa girmiş binlerce kişi var­ dı

Geçen yıl, Gazanfer Ağa Med­ resesi’ndeki Şehir Müzesi’ni ge­ zerken, bir ben vardım, bir de ca- mekânların içinde, kendi evlerin­ deymiş gibi gezinen fındık farele­ ri.

Yıldız Sarayı’ndaki Şehir Mü­ zesi’ni gezerken, yüzlerce kişi, ya­ nı başındaki galeride, Dali’nin sergisinin önünde binlerce kişi.

T ürk ve İslam Eserleri Müzesi’ndeki 17. Y üzyıldan Gü­

nümüze Manzara Resimleri sergi­

sini ise, 20 günde elli bin kişi gez­ di. Kimi “Van Gogh’tın Kasımpa­

tıları nerde?” diye sorarak. Kimi,

resimleri eliyle okşamak isteyerek. Kimi, bir hatıra fotoğrafı çektir­ mek isteyerek. Am a ne olursa ol­ sun, elli bin kişi. Evet, İstanbul 1950’den bu yana değişiyor. İs­ tanbul’un yeni halkı, sanırım ya­ vaş yavaş, İstanbul’un bir köy ya da kasaba olmadığını görerek, bir metropolü metropol yapan kültü­ rel yaşamdan paylarım almaya ça­ lışıyor.

Müzenin küçük broşürü “ İs­

tanbul Şehir Müzesi’ne Doğru”

başlığını taşıyor. Çok doğru bir başlık. Çünkü, bugünkü duru­ muyla İstanbul’un gerçek anlam­ da bir müzesi söz konusu değil. İstanbul kentini tarih öncesinden günümüze tüm kültür ve sanat ka­ lıtımlarıyla belgeleyen bir müze ancak İstanbul Müzesi olabilir.

Ama ben, bugün için “Buna da

şükür” diyor ve eğer, bugüne de­

ğin, Yıldız Sarayı’na gitmediniz- se, bir hafta sonunda, çoluğunuz çocuğunuzla birlikte bu müzeye uğramanızı salık veriyorum. Sa­ rayın bahçesinde yeşillikler için­ de dolaşın ve “ Biz de İstanbullu

olmaya başladık” deyin, sonra da

benim gibi (eğer varsa) şapkanızı çıkarın, o salaş, dökülen mekân­ ları, 250 günde böylesi çağdaş bir müzeye dönüştüren kişiler önün­ de.

lemtraş ve mührelerine, sarraf

dir-Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Beylerbeyi ile Çengelköy arasında olan ve bir süre önce şüpheli bir şekilde yanan Hasip Paşa yalısını X IX ’ ncı yüzyılın başlarında, vakıf gelirleri

Collectively, academic workload, emotional exhaustion, cynicism, and reduced academic efficacy accounted for 20% variance in major change intention, 13% of variance in

The pro-oxidant activities of baicalein, morin, myricetin, quercetin, and rutin were examined in various cell-containing systems including human platelets, rat vascular smooth

7 A and B, transfection of an antisense, but not sense, HO-1 oligonucleotides in RAW264.7 cells significantly reduced HO-1 protein expression induced by BE in accordance with

Risk factors for unfavourable postoperative outcome in patients with Crohn’s disease undergoing right hemicolectomy or ileocaecal resection.. An international audit by ESCP

Arada bir B mezonu kendili¤inden, çok büyük kütleli iki parçac›¤a bozunuyor: maddenin en temel bileflenleri olan kuarklar›n alt› çeflidinden en a¤›r› olan bir “üst”

mtilıtedinln oğlu olduğundan Hekim- oğlu denilen, tstanbulda hâlâ camisi ve ismini taşıyan semti bulunan Ali paşa, bir rivayette bir gün bir gece, bir

(.XXİ,, Harbiyedc bazı evler, Sultanahmet’te Tapu ve Kadastro Binası (1908), Sirkecide Me- sadet Hanı, Karaköy Denizyolları Acentesi, Fa­ tih Tayyare Şehitleri