Haberlere bakılırsa, adına "sivil" denilen yeni anayasa, öncelikle dincilerin "aşamadığı" hukuksal engelleri kaldıracakmış... Ne var ki bunların sadece "türbana özgürlük" ya da "tarikatçı okullara serbestlik" gibi hedefler olduğunu söylemek eksik ve yanıltıcı oluyor...
çünkü örneğin "2B" denen "kaçak" yapılaşmış ormanların "işgalcilere satılabilmesi" ; ulusal değerlerin
pazarlanmasına yönelik özelleştirmelerdeki "kamu yararı sınırlaması" nın kaldırılması; cumhuriyet karşıtı tarikatların da "sivil toplum örgütü" sayılabilmeleri; ülke ve toplum çıkarlarına aykırı yasalara ve siyasi kadrolaşmaya
"cumhurbaşkanının karışmaması" gibi beklentiler de kimi "akademisyenlerce" "anayasa taslağı" na dönüştürülmüş durumda...
Başbakan ise böyle bir anayasanın da başında "Atatürk ve cumhuriyet ilkeleri" nin yer alacağını belirtiyor. Oysa yine ormanlardaki yasadışı yapılaşmayı "kent" leştirerek meşrulaştırmak; ya da kamu arsalarını "müşteriye özel"
ayrıcalıklı imar haklarıyla pazarlamak; imar yağmasını ve emlak rantı ekonomisini "hukuksal güvence" lere bağlamak da devrimci cumhuriyetin "önce planlama" ilkesini ve "önce ulusal çıkar" hedefini açıkça çiğnemek değil midir? 22 Temmuz'daki yüzde 46.6'lık desteğin, önemli oranda "denetimsiz imar rantı cennetine dönüşen yasadışı kentleşme bölgeler" inden sağlandığını hâlâ göremeyen kimi "aydın" larımız(!) ve "tarafsız" (!) medya, anayasa tartışmasını işte bu gerçeği de sorgulayarak değil, sadece "türban" vb. simgelerle sınırlı bir "polemiğe" dönüştürdükleri sürece
aymazlıktan kurtulamayacaklar...
Gerçekten çağdaş, demokratik ve laik bir hukuk devletini savunanlar, toprak ticareti ve yasadışı inşaat yağmasından nemalanan şeriat örgütlenmesinin, buna olanak sağlayan imar özgürlüğünü de "sivil anayasa güvencesi" ne bağlamak istediğini görmeli ve önemsemeliler...
MİMARLAR ODASI'NIN ÇAĞRISI
İşte böyle bir süreçte, Mimarlar Odası'nın son yıllardaki "Ulusal Mimarlık Politikası" çalışmaları tarihsel bir değer kazandı.
Yeni anayasayı hazırlayanlara, daha önce Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık'la birlikte, ilgili tüm kurumlara sunulan ve gerekirse "anayasal düzenlemeler" le desteklenmesi istenen "Türkiye Mimarlık Politikası" önerisi de acaba "şuna da bir bakın" denerek verildi mi?
Üstelik önerinin esin kaynağı, İstanbul'da 2005'te ev sahibi olunan ve Başbakan Erdoğan'ın açılış konuşmasında "Bu buluşmadan doğacak fikirler bize rehber olacak" dediği "Dünya Mimarlık Kongresi" ndeki değerlendirmeler olmuştu. Diğer ülkelerdeki "mimarlık ve imar düzeni" ile Türkiye'deki "düzensiz" liğin kıyaslanmasıyla başlatılan çalışmalar, bilim ve meslek çevrelerinin yanı sıra ilgili kuruluşların da katkıları alınarak ve çok sayıda tartışma toplantısında irdelenerek olgunlaştırıldı. Dahası, özel gündemli genel kurullarda görüşülerek, geniş katılımlı demokratik karar alma süreçlerinde sonuçlandırıldı.
ANAYASAYA ÖNERİLER
Dünya kent ve mimarlık tarihine imza atmış Türkiye'nin de çok sayıdaki gelişmiş ülkede olduğu gibi mimarlıkta ve kentleşmede artık "çağdaş ve kimlikli bir ulusal politika" yı kurumsallaştırmasını hedefleyen çalışma, özellikle anayasada da buna uygun yeni düzenlemeleri öngörüyor.
Örneğin her duyarlı yurttaşın bir an önce giderilmesini isteği "imar başıboşluğu" için, şimdiki anayasada bulunan "özel mülkiyetin kamu yararına kısıtlanması" ilkesini kaldırmak yerine kapsamını netleştirmek; bunun özellikle planlı kentleşme ve sağlıklı yapılaşmaya dönük uygulanmasının gelecek kuşaklar adına da "toplumsal bir hak" olduğunu vurgulamak gerekiyor.
yerleşme planlama" sı ilkesi de ülkenin tüm imar ve gelişme alanlarında geçerli bir "temel yapılaşma koşulu" na dönüştürülmeli.
Yine mevcut anayasadaki tarih ve kültür değerlerinin korunmasında "devleti ve vatandaşları görevli" sayan madde de bunu tüm kurum ve kuruluşlar için "öncelikli ulusal sorumluluk" kılmalı; karayollarından enerji projelerine kadar tüm yatırımlarda "uygarlık değerlerimizin asla gözden çıkartılamayacağı" vurgulanmalı...
Hele şu "ay rıcalıklı imar ulufeleri" ni önlemek için de anayasadaki "eşitlik" ilkesinin kentsel arazi kullanımı, planlama, imar ve yapılaşma kararlarında da esas alınacağı belirtilmeli.
Bütün bunlarla birlikte, insana, topluma, çevreye ve kimlik değerlerine saygılı bir yapılaşma için, bunları doğası gereği içeren mimarlığın da ulusal ve evrensel bir "kültürel hak" olarak gözetilmesi gereği, "dünya mimarlığının tarihsel ülkesi" için bir onur maddesi olmaz mı?
Yeni anayasa, Türkiye'de de artık kent ve çevre planlarında demokratik ve bilimsel ilkelerin birlikte gözetilmesini; imar sürecinde yağmanın değil, düzenli ve dengeli yapılaşmanın egemen kılınmasını ve çevre ile kültür değerlerinin her türlü yerleşim kararında temel alınmasını devlete, hükümetlere, topluma ve herkese "görev" olarak verirse, bu aynı zamanda çağdaş uygarlığın da sözde değil özde hedeflendiği anlamına gelecektir.
İşte bütün bunlar, AKP'nin doruğa çıkardığı 50 yıllık "imar rantına sevdalı kentleşme" politikalarının da "terk edilmesi" ni öngöreceğinden, anayasa için gerçek "si vil" liğin göstergesi değil midir?..