• Sonuç bulunamadı

Osmanlılarda Merkezî Yönetim ve Karar Organı Olarak Divân-ı Hümâyûn ve Üyeleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Osmanlılarda Merkezî Yönetim ve Karar Organı Olarak Divân-ı Hümâyûn ve Üyeleri"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Osmanlılarda Merkezî Yönetim ve Karar Organı Olarak Divân-ı

Hümâyûn ve Üyeleri

(2)

• Önceleri sadece Divân denilen, sonraları adı Divân-ı Hümâyûn olan kurul, şüphesiz ki Osmanlı merkez teşkilâtı içerinde en önemli organdır. Çoğu zaman adı padişahla

beraber anılırken, çoğu zaman da padişahtan sonra gelen en önemli unsurdur. Bu derste, Osmanlı merkez teşkilâtı içerisinde Divân-ı Hümâyûn’un çalışma şekli ve asli üyelerinden bahsedilmiştir. Ayrıca Divân-ı Hümâyûn’un kalemlerine de yer verilmiş olup kısaca bu kalemlerin işleyişleri anlatılmıştır.

• Divân-ı Hümâyûn, “padişah divanı” anlamına gelmektedir. Kökeni Arâmîce’den

gelmekte olup, Türkçe’ye Arapça ve Farsça yoluyla geçmiştir. Eski İran devletlerinde divân, mali kayıtların yazıldığı defterlere verilen bir isimdi ve bu defterleri tutan resmi daireler de bu isimle anılırdı. Bugünkü modern Arapça’da ise “hükümet dairesi,

yönetim bürosu, memurluk yeri ve sekreterlik” anlamlarını taşır. Osmanlılar’da ise

divân, Farsça anlamından yola çıkarak “toplantı, kurul, kurul-organ” karşılığında

kullanılmıştır.

(3)

• Merkezi teşkilâtta Divân-ı Hümâyûn, bugünkü hükümete yani bakanlar kuruluna

karşılık gelmekteydi. Devletin siyasi, idari, askeri, örfi, şer’î, mali işleriyle ilgilenirdi. Her türlü dava ve şikayetler burada görülürdü ve dilerse halktan her hangi biri halledilmesi gereken meseleler için Divân-ı Hümâyûn’a danışabilirdi. Bir kimse ilk başvurduğu

mercide hakkını alamadığı kanaatine varırsa en yüksek mahkeme olarak Dîvân’a

başvurabilirdi. Dîvân-ı Hümayun en üst mahkeme olarak sorunu çözümlerdi. Dîvân-ı Hümâyûn, ayrıca üyelerin her biri aracılığıyla padişah adına işlem yapan devlet

görevlilerinin atama, nakil, azil, terfi, cezalandırma gibi özlük işlerini düzenlerdi.

• Osmanlı Devleti’nde divânın Orhan Bey (1326-1362) zamanından beri var olduğu

bilinir. Divân toplantıları ilk dönemlerde Topkapı Sarayı’nın birinci avlusunda bulunan

Eski Divânhâne denilen yerde yapılırdı. Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Vezir-î

azam Damat Makbul İbrahim Paşa tarafından ikinci avluya yapılan üç kubbeli bir yapı

olan Kubbealtı denilen binaya taşınmıştır.

(4)

• 16. yüzyıldan itibaren Divân-ı Hümâyûn’un bilinen klasik yapısına ulaştığı bilinmektedir. Kanuni Sultan Süleyman döneminde (1520- 1566) kurumsal yapısını alan Divân-ı Hümâyûn, 17.yy.dan itibaren

etkisini ve önemini kaybetmeye başlamıştır. Divân-ı Hümâyûn üyeleri, her gün sabah namazından sonra toplanarak öğle namazı vaktine

kadar divân meselelerini görüşürler ve sonra yemek yenilerek toplantı sona ererdi. Bu durumun Fatih dönemine kadar devam ettiği

görülmektedir. II.Mehmet bu uygulamayı daha sonları kaldırmıştır.

(5)

• Fatih devrinde önceleri hergün toplanan divân daha sonraları haftada dört güne inmiştir. Bu dört günün iki günü arz günü kabul edilmiş olup, bu iki günde vezirler, kazaskerler ve defterdarlar arz odasında

padişahın huzuruna çıkarak işleri hakkında görüşürlerdi.1554 ve 1565 tarihli bazı mühimme defterlerinde divân toplantılarının haftada iki güne düştüğü görülmektedir.16.yy.dan ikinci yarısından itibaren

divânın, cumartesi, pazar, pazartesi ve salı günleriolmak üzere haftada dört gün toplandığı görülür. Arz günleri olarak da pazar ve salı günleri belirlenmiştir. 17. yüzyıldan itibaren Divân-ı Hümâyûn, padişahtan

sonra en önemli unsur olmuştur.

(6)

• 17. yüzyıl ortalarından itibaren Divân-ı Hümâyûn’un yetkileri artık yavaş yavaş vezir-i azamın başkanlığında ikindi vakti toplanan ikindi divânına kaymaya başlamıştır. 1750 yılında Bâb-ı Asafî denilen Paşa Kapısı teşkilatının kurulması ile Divân-ı Hümâyûn’un gördüğü işler buraya devredilmiştir. 1844’te Bâb-ı Âlî kurulmuş ve merkez idare sistemi değişikliğe uğramıştır. Gerek Bâb-ı Âsafî, gerekse Bâb-ı Âlî

zamanında Divân-ı Hümâyûn’un görevi, sadece evrak muhafaza etmek

olmuş ve imparatorluğun sonuna kadar bir sembol olarak kalmıştır.

(7)

• Sarayda yapılan divan toplantıları;

• - Belirli günlerde toplanan “Alelâde Divân”

• -Kapıkulu ocaklarına maaş verilmesi ve elçi kabulü için toplanan

“Galebe Divânı”

• -Olağanüstü hallerde padişahın tahtının Bâbü’s-sa’âde kapısının önüne

kurulmasıyla gerçekleşen “Ayak Divânı” şeklinde görülürdü.

(8)

• A- Divân-ı Hümâyûn’un Aslî Üyeleri:

• Vezir-î âzam, kubbealtı vezirleri, Rumeli ve Anadolu kazaskerleri, nişancı, defterdarlar ve Rumeli Beylerbeyi Divân-ı Hümâyûn’un aslî üyeleridir. Bunlardan başka ayakta hizmet gören reîsü’l-

küttâb, çavuşbaşı ve kapucular kethüdâsı da divânda bulunurdu.

• a. Padişah: Osmanlı yönetiminde bütün güç padişahta toplanmıştır. Yürütme gücü padişaha aittir.

Şer’î konular dışında yasama yetkisi de padişaha aittir. Örfî yasama hakkına sahiptir. Şer’î

yargılama alanına padişah girmez, fakat örfî yargı yetkisi tamdır. Kısaca denilebilir ki şeriat alanı içindeki yasama ve yargı alanları dışında tüm siyasal ve hukuksal güçleri padişah kendi üstünde toplamıştır.

• Fatih döneminin ilk yıllarına kadar padişah divan toplantılarına bizzat katılır ve başkanlık yaparken, Fatih döneminde 1475’li yıllardan itibaren toplantılara katılmamaya başlamış ve toplantıları bir perde arkasından ya da kasr-ı adl denilen bir kafes ardından takip etmeye

başlamıştır. Bu tarihten sonra divan toplantılarına padişah adına vezir-i azam başkanlık yapmaya

başlamıştır.

(9)

• b. Vezir-i azam: Devletin merkez teşkilatında padişahtan sonra en yetkili kişinin padişah adına devleti yönetme yani yürütme yetkisini elinde bulunduran vezir-i azam olduğu konusunda ortak bir görüş vardır. Fakat vezir-i azamın vekillik yetkisi padişahın iradesi ile sınırlı olup padişah isterse bu yetkileri azaltabilir ya da çoğaltabilirdi. Vezir-i azamın yetkileri padişah tarafından kısıtlanabildiği gibi, bazen de bu yetkiler kendiliğinden kısıtlanırdı. Örneğin, mali işlerde defterdar bazı durumlarda vezir-i azamdan daha yetkili oluyordu. Yine nişancının pek çok işine vezir-i azam karışamıyordu.

• Vezir-i azam ile padişah arasındaki dengeyi Divân-ı Hümâyûn oluşturuyordu. Vezir-i azam padişah adına Divân-ı

Hümâyûn’da meseleler üzerine görüşmeleri denetler ve yine burada görüşülmeyen padişahın arzına ihtiyaç duyulmayan ikinci derecede öneme sahip meseleleri ikindi vakti kendi konağında toplanan İkindi divânında çözümlerdi.

• Vezir-i azamın yeri, II. Mehmed döneminde kesin olarak belirlenmiştir. II. Mehmed, İstanbul’un fethinden sonra kul sistemini geliştirmiş, vezir-i azamı kendi otoritesine bağlamış ve ona büyük yetkiler vermiştir. Tevkiî Abdurrahman Paşa kanunnâmesinde vezir-i azam için şu ifadeler kullanılır: “Vezir-i azam olanlar herkesten önce gelirler, din ve devlete ait tüm ödevlerin görülmesi, cezaların infazı, halkın dirlik içinde yaşamasının sağlanması, devlet hizmetlilerinin atanması, adaletin yerine getirilmesi gibi devletin bütün işlerinin yürütülmesinde vezir-i azam, padişahın mutlak vekilidir.” Bu mutlak vekile itaat etmek padişaha itaat etmektir. Padişahın vekili olduğunun en büyük ispatı da padişahın mührünü yanında taşır ve Divân-ı Hümâyûn toplantılarında telhis kesesinin, maliye ve hazine defterhânelerinin mühürlenmesi işlemini yapardı.

(10)

• c. Kubbealtı vezirleri: Orhan Bey zamanında vezirlerin sayısı ikiye çıkınca birinci vezire vezir-i azam

denilmiş, diğer vezirlere ise Kubbealtında bulundukları için kubbe vezirleri denilmiştir. Kanuni zamanına kadar vezirler genellikle merkezde bulunurken, Kanuni döneminde taşraya gönderilmeye başlanmıştır.

İbrahim Paşa’nın yaptırdığı kubbeli yapıdan oluşan yeni Divânı Hümâyûn binasına geçildiğinde bu vezirler Kubbealtı Vezirleri ismini almıştır. Zamanla sayıları üç ile yedi arasında değişmekle birlikte kesin sayıları belirlenmemiştir. 18.yy. başlarında Divân-ı Hümâyûn’un önemini yitirmesiyle sayıları bire düşmüş, 1731 yılında ise tamamen kaldırılmıştır.

• Bu vezirlerin varlığına sebep olarak merkezde yetenekli ve belli bir görevi olmayan yüksek vasıflı divân üyeleri olması gerektiği gösterilir. Örneğin beklenmedik bir savaş durumunda, bunlardan biri serdar olarak ordunun başında sefere gönderilebilirdi. Yine bir diğer önemli sebep olarak da Şam, Mısır, Budin gibi

önemli eyaletlere vali olarak atanır ve buralarda merkezi otoritenin kurulması sağlanırdı. Kubbe vezirleri, Divân-ı Hümâyûn’un diğer üyeleri ile vezir-i azam arasında bir denge unsuru oluşturmuşlardır.

• Ahmet Mumcu, Divân-ı Hümâyûn, Birey ve Toplum Yayınları, 2. Baskı, Mayıs 1986, ss.46

(11)

• d. Kadıaskerler (kazaskerler): Osmanlı’nın ilk kurulduğu dönemde kadıları Osman Bey tayin ederdi.I. Murad döneminde Türk-İslam

devletlerindeki “Kadül’l-kuzzat” benzeri bir makam olan kazaskerlik makamı kurulmuş ve kadıları artık bu makam tayin etmeye başlamıştır.

• I. Mehmed döneminde sayıları ikiye çıkarılmış ve bunlara Rumeli ve Anadolu kazaskerleri denilmiştir. Hiyerarşik sıraya göre vezirlerden sonra gelirler ve divânda bu sıraya göre otururlardı. Vezir-i azamın sağ yanında kubbealtı vezirleri, sol yanında kadıaskerler otururdu.Rumeli kadıaskeri diğerinden üstün olduğu için vezir-i azama diğerinden daha yakın otururdu. Bunların en önemli işi davaları dinlemekti.

• Kazaskerler, devletin ilmiye denilen ve kaza (yargı), iftâ (fetva) ve tedrîs (öğretim) işleriyle uğraşan sınıfın başında bulunurlardı ve kadıları bulundukları bölgelere göre kazarkerler atıyordu. 16.yy.dan sonra ilmiye sınıfının başına şeyhülislâmlık geçerek kazaskerin önüne geçmiş ve kadıları atama yetkisi şeyhülislâma devredilmiştir.

• Yavuz Sultan Selim döneminde Arap ve Acem kadıaskerliği adıyla merkezi Diyarbekir olan üçüncü bir kadıaskerlik makamı kurulmuştur ve bu da Divân-ı Hümâyûn üyesi olarak toplantılara katılırdı.Ancak bu kadıaskerlik bir süre sonra kaldırılmıştır.

• Bazı davalar dinlemek üzere Rumeli kazaskerine devredilir, özellikle divânda görüşülen davaların şer’i sorumluğu Rumeli kazaskerine ait olup, Anadolu kazaskeri yetki verilmedikçe bu davalara dahil olmazdı.Ayrıca cuma günleri sadrazam konağında huzur mürâfaası denilen yargılamaların yapıldığı Cuma Divân’nına katılırlardı.Kendi konaklarında da dava dinleme hakkına sahiplerdi. Kazaskerler, yargı sonucu verilen hükümleri padişah tuğrası ile tuğralama yetkisine sahip olup kazasker buyduruldusu adı altında diğer yetkililere duyurma yetkisine de sahiplerdi.

• Kazasker olmak için beş yüz akçelik kadılık olup, imparatorluktaki mevleviyet makamındaki en yüksek kadılık olan İstanbul kadılığından Anadolu kazaskerliğine, oradan Rumeli kazaskerliğine yükselmek gerekirdi. Kazaskerler 17.yy.a kadar iki yıl için tayin edilirlerken, bu sonraları bir yıla düşürülmüştür.

(12)

• e. Nişancı: Osmanlıda nişanci için tuğrakeş, tuğraî, tevkiî, muvakki gibi isimler de kullanılır. Bu statü Türk-İslâm devletlerinden itibaren vardır ve Osmanlı’da tam olarak kurumsallaştığı tarih belli değildir. Divân-ı

Hümâyûn’un beyni sayılan nişancı, görevini tamamen divân içinde yürütürdü. Bu nedenle bürosu

kubbealtının hemen yanında bulunuyordu. Nişancı, padişah fermanlarına tuğrayı çeken kişi anlamına gelse de, diğer görevleri arasında fermanların hazırlanmasını sağlamak hatta bazen bizzat fermanları kendi kaleme almak, yeni koyulacak ya da değiştirilecek örfi hukuk kurallarının saptanmasıyla uğraşmak, defterdarların hazırladıkları belgelerin son denetimini yapmak, merkeze gelen yakınmaları sıraya koymak ve niteliklerine göre ayırmak sayılabilir.

• Ehl-i Kalem yani Kalemiye sınıfına mensup olan nişancı devletin en üst bürokratıydı. Özellikle örfi hukuk kurallarının hazırlanmasındaki etkileri nedeniyle nişancıya müfti-i kanun da denilmiştir.

,

Nişancılar ulemalar arasından seçilirken daha sonraları iyi yetişmiş katipler arasından seçilmeye başlanmıştır.

• Nişancı, Divân-ı Hümâyûn’da görev yapan ve hizmet gören tüm hizmetlilerin başı sayılırdı, hatta önemli bir

rolü olan reisülküttab bile onun emri altındaydı. Örfi hukuk hakkında düşüncelerini söyleyebildiğinden dolayı

padişahın örfi hukuk yapma yetkisini temsil ettiği söylenebilir. İlerleyen dönemlerde nişancılara, bazen vezirlik

bazen de Rumeli Beylerbeyi payesi verilerek Divân-ı Hümâyûn’daki konumları yükseltilmiştir.

(13)

• f. Defterdarlar: Bu kurumun kökeninin İlhanlılara dayandığı düşünülmektedir. 14.yy. sonlarında kurumsallaştığı varsayılır.II.

Mehmet döneminde Baş defterdar (Rumeli Defterdarı) ve Anadolu Defterdarı (Şıkk-ı evvel) olmak üzere sayıları ikiye

çıkmıştır. 16.yy.da bu iki defterddarlık bölgelerinden birer kısım alınarak üçüncü bir defterdar bölgesi oluşturulmuş ve buna Şıkk-ı Sânî denilmiştir.

• Fatih Kanunnâmesinde, defterdarın padişahın malının vekili olduğu, vezir-i azamın ise malın nazırı sayıldığı belirtilmiştir.

Böylece vezir-i azamın vekillik görevinin Baş defterdar’ın görevi ile sınırlandırıldığı görülmektedir. Vezir-i azamın defterdar üzerinde sadece gözcülük görevi bulunaktaydı.

• Maliye kayıtlarının tutulması, mali işlerin düzenlenmesi, baş defterdara ait tuğralı hüküm vermek görev alanları içindeydi.

Mali kayıtların muhafaza edildiği defterhaneyi baş defterdar hazır olmadan vezir-i azam bile açıp giremezdi.

• Protokolde divânda, kazaskerlerin yanında otururlardı. Ayrıca baş defterdar nişancıdan üstün sayılır, fakat nişancının yaşı baş defterdardan daha fazla ise nişancı daha üstün sayılırdı. Diğer iki defterdar ise divânda bulunurlar fakat sorulmadıkça işlere karışmazlardı.

• g. Rumeli Beylerbeyi: Orhan Bey zamanında askeri işlerin başı konumunda olan beylerbeyilik makamı, Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa askeri işlerin başına geçince önemini yitirmiş, ancak devletin büyümesiyle birlikte duyulan ihtiyaca binaen yeniden ortaya çıkmıştır.İlerleyen yıllarda, eyalet valileri de beylerbeyi unvanını almıştır. En kıdemlisi Rumeli Beylerbeyidir.

Yükseldikleri zaman Divân-ı Hümâyûn’da kubbealtı vezirleri olarak görev alırlar, başlangıçta en alt kademe vezir sayılan küçük vezirliğe getirilirler ve son mertebe olarak ikinci vezir konumuna gelirlerdi. Bu konumda iken vezir-i azam adayı sayılırlardı

(14)

• B- Belli bir statüye ulaşınca Divân-ı Hümâyûn üyesi olan görevliler:

• Tüm ağaların başı olan Yeniçeri Ağaları ancak vezirlik sıfatını kazanınca divâna katılabilirdi. Rütbeleri sancak beylerine eşitti ve yükselerek

beylerbeyi ya da kaptan-ı derya olabiliyorlardı. Divânda varlıklarının önemi vardı ve bunun en büyük göstergesi arz zamanında ilk önce yeniçeri ağası tek başına arza girer, ardından diğer vezirler girerlerdi. Kendi divânlarında tuğra çekme yetkisi olmasına rağmen, divânda bu hakka sahip değillerdi.

Divânda yalnız Ocak işleri ve İstanbul’un asayişi üzerine söz söyleme yetkileri vardı. Divânda vezirlerin yanında otururlardı.

• Kaptan-i derya ise en geç gelişen kurumdur. Denizcilik geliştikçe, 16.yy.

ortalarında önem kazanamaya başlamıştır.

(15)

• C- Divânı Hümâyûn’da Ayakta Hizmet Gören Görevliler:

• Bunlar Divan-ı Hümayun aslî üyesi olmayıp, divan toplantılarında ayakta bulunduklarından ve bir takım hizmet ve görevleri yaptıklarından dolayı bu isimle anılmışlardır.

• a. Reisülküttap: Ehl-i kalem yani Kalemiye sınıfına mensup olup, nişancıya bağlı olarak görev yapan bir bürokrat olan reisülküttap, Divan-ı Hümayun

toplantıları öncesi, toplantı sırasında ve toplantıdan sonra oldukça önemli görevleri ifa eder ve Divan-ı Hümayun kalemleri ve burada görevli katipler kendisine bağlıydı. 17. yüzyıldan itibaren reisülküttablar gittikçe artan bir öneme sahip olmuşlar ve 1836 yılında Hariciye Nezareti kuruluncaya kadar adeta devletin dışişleri bakanı olarak görev yapmışlardır.

• Nişancının görev alanı oldukça geniş olduğundan uzun süren işleri olduğunda yardımcısı sıfatıyla divânda yer alan reisülküttap, zamanla hem Divân-ı Hümâyûn toplantılarının yürütücüsü hem de merkez bürokrasisinin fiili şefi haline gelmiştir.

• b. Tezkireciler: Büyük ve Küçük tezkireci olmak üzere sayıları iki tanedir. Bazı kaynaklara göre nişancının sekreteri, bazı kaynaklarda ise çavuşbaşının yardımcısı olarak görev yaptıkları belirtilmiştir. Divândaki görevleri ise, vezir-i âzamın her iki yanında oturup konuşulacak ve karara varılacak konuları söylerlerdi.

• c. Çavuşbaşı: Osmanlı’da en eski memuriyetlerden biridir. Yürütme gücünün infaz şefi olan çavuşbaşı, cezaların infazında, önemli devlet yazılarının yerine ulaştırılmasında ve dış ilişkilerin yürütülmesinde önemli rol oynardı. İnfazla görevli muhzır ağa, asesbaşı, subaşı onun buyruğu altındaydı. Toplantı başlamadan önce Hazine ve Defterdarhâne kapısındaki mührü açmak ve toplantı bitince yeniden mühürlemek, dava süresince davalı, davacı ve yakınlarını bir düzen içinde sırayla kurulun önüne çıkarmak ve işi biteni dışarı çıkarmak çavuşbaşının görevleri arasındaydı.Kısaca Çavuşbaşı Divanda asayiş ve düzeni sağlardı.

• d. Divan-ı Hümâyûn Tercümanları:

• Divan-ı Hümayun tercümanları, Osmanlı yönetiminde belge tercüme eden resmi görevliler olmanın çok ötesinde kendilerine tanınan yetkiler çerçevesinde Osmanlı diplomatik ilişkilerinin yürütülmesi ve Osmanlı dış politikasının şekillenmesinde başlıca rol oynamış bir sınıftır.

• Osmanlı hükümetine diğer devletlerden gelen veya hükümetin yabancı devletlere gönderdiği yazıları tercüme etmekle görevli Dîvân-ı Hümâyun tercümanları öteden beri Fenerli Rumlar arasından seçilirdi.

(16)

• D- Divân-ı Hümâyûn Kalemleri:

• Bâb-ı Alî kurulmadan önce Divan-ı Hümayun kalemleri olarak;

• -Âmedî kalemi,

• -Tahvil ( kîse veya nişan ) kalemi,

• -Rüûs kalemi,

• -Beylik veya Divan kalemi bulunuyordu.

• Bu kalemlerde görev yapan katipler Divan-ı Hümayun’da alınan kararları kaleme alarak, divanın yazışmalarını yapıyorlardı. Reisülküttaba bağlı olarak görev yapan Divân-ı Hümâyûn Kalemleri ve

burada görev yapan katipler sarayın Birûn kısmında ikinci avluda yer alan Kubbealtında bulunuyorlardı.

• Bu dört kalem dışında ayrıca Kanuni Sultan Süleyman zamanında saray ve devlet dairelerine ait merasim ve tören işlerine bakan, protokol ile ilgili işlere yürüten Teşrifatçılık Kalemi, 18. yüzyılın

başlarında ise devletin resmî belgelerinden de yararlanarak görevde bulundukları döneme ait olayları

kaleme alan yani devletin resmî tarihini yazan Vakanüvislik Kalemi kurulmuştur.

Referanslar

Benzer Belgeler

Divân-ı Hikmet’te geçen Arapça sözcüklerin yardımcı fiiller, yapım ekleri, çekim ekleri ve kimi fiiller aracılığı ile Türkçe işletim sistemine sokulduğu tespit

B303097106 陳諺萍

"OsmanlIyı eğitmek üzere gönderildiği halde, az sonra, görev gereği değil, İçtenlikle, Ihtldâ eden, fes takıp göğsüne nişanlar dizen, bir konağa damat

Varub zikr olan mukâta c âlara katib olub vaki c olan mahsûlâtı rûz be-rûz müfredatla yazub mücelled defter edüb haric-i defter nesne komaya ve dergâh-i mu

Hükm-i şerifim ile kulum (boş) vardukda anda Malkara’da bulunan yerlerden bey c edüb bulunan balın gayet eyyüsünden ve a c lâsından yigirmi kantâr bal aldırıb c adet üzere

Osmanlı İmparatorluğu'nda Dîvân-ı hümâyûn toplantıları teşrîfâtının çok tafsilâtlı olduğunu görmekteyiz. Teşkilâta ve teşrîfâta verilen önem yüzyıllar

Hag M, Hag S, Tutt P ve ark: Serum total sialic acid and lipid- associated sialic acid in normal individuals and patients with myo- cardial infarction and their relationship to

Divân-ı hümâyûn kaleminin müceddeden bir nizâm ve râbıta tahtına idhâli husûsuna irâde-i "aüyye ta'alluk edüb el hâletü hâzihi Divân ve Ru'ûs ve Kise