Hıfzı Veldet Velidedeoğlu ’nun sözünü ettiği Abdullah Ağabey’in kırmızı evi hâlâ zamana direniyor.
Ö Z tN ER D EM Lİ
Ç
orum’u geçen ay ziyaretim sırasında, çocukluğumun geçtiği yerleri dolaşırken, kendi anılanınla birlik te, öğretmenim H.V Velidedeoğ- lu’nun anılan da canlanıverdi. Çünkü, belle ğimde canlananlar aynı yerlerde, elli - altmış yıl arayla yaşananların anılanydı.Gençliğimin gerilerde kalması, artıkbaş- ka bir kentte yaşıyor olmam, anılara doğru sürüklemişti beni. Çorum ’da özlem gider mek üzere görmek istediğim yerlerin yeni görünümleri karşısında duyduğum özlem dinmek şöyle dursun; içim hüzünle doluver di. Gün geliyor; insanlar, m ekânlar yaşam dan uzaklaşıp, anılarda yerlerini alıyorlar. Zamanın her şeyi yaşamdan alıp götürmesi ne engel olmak mümkün değil. Ancak; yitir
diğimiz, yeri doldurulamayacak insanların bıraktıkları değerleri, anılarını canlı tutmak, yaşatmak biraz olsun özlemi, acılan dindiri yor. Mekânlar aynen kalsalar, demek boşu na. Ancak, yenilenen, çağa, güne uydurulan evler, sokaklar... güzel görünümün, uyumun, yeşilliklerin yeterince yer almamasından mı, nedir; eskinin daha güzel olduğu duygusuna kapılmamıza, eskiye özleme ya da gözde de yişle “nostalji”ye neden oluyor.
Geçmişe doğru bir yolculuğa çıkıp, H.V Velidedeoğlu’nun “Anılann İzinde” adlı ki tabından, seksen yıl öncesinde Çorum’da ge çen çocukluk yıllarım, Ulu Cami ve karşısın daki evlerini nasıl anlattığım okuyalım:
“Çorum ’da bizim ev, Ulu Cami ’nin karşı sındaki sokakta idi. (...) Evimiz dededen kal ma, iki katlı, beş odalı bir evdi. (...) Evin ufak bir bahçesi, arabanın durduğu bir avlusu,
H. V. Velidedeoğlu (24.8.1904 - 24.2.1992). onun yamnda dört hayvan alabilecek büyük lükte bir ahin vardı. (...) Adamımız olmadığı zamanlar evimize uzak olmayan karşı çeş meden bakır helkelerle suyu ben taşndım. (...) Ulu Cam i’nin avlusundaki çeşmeden getirirdim.
İnce, daracık bahçenin arka tarafı bir çar dakla kapanmıştı. Yaşlı bir asma kütüğünün dal ve yapraklan bu çardağın üstünü kapla mıştı. Yazın bunun altı koyu gölgelik ve çok serin olurdu. Sonbaharda üzümler tepeden sarkardı. Hele sabahlan buğulu görünümle riyle hemen kopanp yeme arzusu
uyandmr-Çorum’u
Hıfzı Veldet’in
T 7 : 57
CUMHURİYET DERGİ
dı bende. (...) Şimdi şu satırlan yazarken La- m artine’nin Eski Ev başlıklı şiirini anımsı yorum. Ne güzel anlatır böyle asma çardaklı eski bir evi o şiirinde. (...) (Bu şiir) bana ço cukluğumun geçtiği aşmalı baba evini hatır latırdı. Şiirin son dizeleri şöyle:
‘ Seneler aktı gitti, artık ne kuş, ne anne Zavallı yaşlı asma sarardı ve çürüdü Ve, ben ağlıyorum, o günlerin peşinde... Kapıyı, duvarlan vahşi otlar bürüdü.’ Bizim ev kırk yıl önce satıldı. Geçende Ç orum ’a gittiğimde uzaktan baktım. Evin yeni sahipleri, evin yerine yeni bina yaptır mışlar; kapıyı ve duvarlan vahşi otlar bürü memiş; ama, öyle sanıyorum ki, dar bahçe nin arkasındaki ‘zavallı yaşlı asma sararmış ve çürümüştür’ herhalde.”
Öğretmenimizin bahçelerindeki yaşlı as ma yok artık; çünkü, O sm ancık Cadde sin d e k i evlerinin yerinde şimdi, “ çağdaş, özgün bir mimari örneği” demek mi gerekir, bilemiyorum; fakat, eskiyi özleten büyük, yeni biryapı var işte!...
U lu Cami ise A m lann İzinde ’de şöyle yer almış:
“ Evimizin karşısındaki Ulu Cami, asıl bi nası ve minareleleri san taştan yapılmış bir ibadet eviydi. Yapıldığı zamanlardan beri bu camiye Selçuklu ve Osmanlı padişahlarının adı verilmiş; ama halk hep ‘Ulu C am i’ de miş. Çorum ’un en büyük camisidir de on dan. İlk kez Selçuklular çağında yapılmış, 1509’da ikinci Beyazıt zamanındaki büyük depremde yıkılınca köklü onanm görmüş. Daha birkaç deprem ve bir de yangın geçir miş. En son onanm , daha doğrusu yeniden yapım 1913 ’te tamamlandı.
Ulu Cami ’nin benim çocukluk anılanmda büyük bir yeri vardır. Caminin yapımından biryıl sonra annem öldü. (...)
Ulu C am i’nin kaldırım kaplı geniş avlu sunda bir şadırvan, bir de, iki çocuğun sığa cağı kadar oyuk, yaşlı bir armut ağacı, bunun yanında da bir pınar vardı. Bu ağaç babanım çocukluğunda da varmış. Bir yıldırım çarp m asıyla gövdesinin ortası yere kadar oyul muş; ağaç bir süre can çekişmiş, sonra yan dallan yeniden dirilmiş. Gövdenin iç yanla- nndan damlayan özsu, oyuğun tabanındaki toprağı her zaman yumuşak tutar; bu oyuğa girilip yukan bakılınca mavi gök görünürdü. Armutlu ağacının hemen bitişiğindeki pınar, adım bu ağaçtan almıştı: ‘Arm utlu’ derlerdi ona. Suyu tatlıydı.
Daha annem ölmeden önce, 1914 baharın da, nereden elime geçirdiğimi şimdi anımsa madığım ince bir kavak dalını, su yürüyüp yürümediğini anlamak için muayene etmiş, kabuğundan düdük çıkartmaya uğraşmış, bunu beceremeyince, Ulu C am i’nin avlu sundan geçerken, onu armut ağacının kovu ğunun tabanındaki yumuşak toprağa daldı rıp orada bırakmıştım.
Ulu Cami’nin 1931 yılına ait bir fotoğrafı. Hıfzı Veldet, çocukluğunda evin suyunu bu caminin çeşmesinden taşıdığını anlatıyor. B ir ay geçmeden bu kavak dalının kavak-
landığını görünce çok sevinerek durumu hasta yatan anneme anlattım. Herhalde be nim çocuk sevincime bakıp, o da sevindi. Se kiz ay sonra da 30 Kasım 1914 ’te hayata göz lerini yumdu. (...) Sonra her memlekete gidi şimde ilk işim, ‘Doruk M ezar’da yatan an nemden sonra “ kavağımı’ ziyaret etmek olurdu.
Yıllar geçti. Avrupa öğreniminden sonra Çorum ’ a gidince, kavağımın gövdesinin ne redeyse armut ağacının iç kovuğunu doldu racak kadar kalınlaştığım ve boyunun da ca mi minaresiyle yarış ettiğini gördüm. Bu ka vağa herkes artık ‘Ulukavak’ diyordu. Ço- rum ’un kıyı mahallelerinden biri de eskiden beri ‘Ulukavak’ adım taşır. Kimbilir kaç yüz yıl önce hangi kavaktan almıştır adını. (...)
1965’ten beri ne armut ağacı, ne benim ulu kavak ne de mermerine kenetlenmiş zincire takılı, pınl pırıl kalaylı küçük tasıyla ‘Armut lu Çeşmesi’ var artık. (...) Bütün caminin av lusu kaba bir betonla kaplanmış. Bilindiği gibi ‘beton uygarlığı’ çağında yaşıyoruz ar tık...
Bereket versin çatısı sağlam meşe direkle rine oturtulmuş şadırvana dokunmamışlar. (...) Ben bu şadırvanı çok severim ve yürek ten sevdiğim insanlara göstermekten büyük zevk duyarım.”
Bu satırların yazıldığı günden bu yana “beton uygarlığı ”nı büyütmek için uğraşıp duruyoruz. Kentimiz Çorum giderek daha dabetonlaşıyor,neyazıkki; “tarihi eserler” bile!..
Ulu Cami benim de, çocukluğumda bah çesinden sayısız kez geçtiğim; hele, o şadır vanıyla belleğimde silinmeyecek bir yer et miş “kutsal” bir yerdir. Bir de karşısındaki İstiklal İlkokulu. Annem, benim ilkokula başladığım yıla kadar İstiklal İlkokulu ’nun öğretmenlerindendi. Beni de, çoğu günler okula giderken yanında götürürdü. Annem, yarımda öğretmen arkadaşları, çevrelerinde hoplayıp zıplayarak yürüyen ben; birlikte, yolu tasaltmak için olacak sanırım, Ulu Ca mi ’nin bahçesinden geçerek okula varırdık. Çocukluğumun belki de, en özlemle andı ğım günleridir o günler...
Ulu Cami’yebirpazar günü gittim. Sanki, bir tatil gününün sessizliğinde anılarla daha iyi beraber olabilecektim. Anılardaki görün tülerle karşımdaki görüntü elbette birbirin den farklıydı. Her şey bir saniye içinde bile başkalaşıyordu. Hiç olmazsa bir anlık gö rüntüyü kalıcı kılabilmek için, fotoğraflar çektim. Aradan zaman geçecek, bu fotoğraf lara da bakıp “geçmiş zaman olur ki...” diye ceğiz belki de...
Sonra, H. V Velidedeoğlu’nun “Yol Kesen Irm ak” adlı kitabında “ Hezârfen Abdullah Ağabey ve Turan G üneş” başlıklı yazıyı okurken, yazının Abdullah Ağabey ile ilgili
ilk bölümünde çok iyi bildiğim bir ev ile, bu evde geçen iyi anımsadığım bir olayla karşı laşınca şaşınp sevinmiştim doğrusu.
“Binm arifetli anlamına gelen ‘hezârfen’ nitelemesi eskiden herşeyden anlayan çok bilgili kişiler için kullanılırdı. (...) Çocuklu
ğumda, büyük amcamm tek oğlu Abdullah Ağabey için babamın; ‘Bu oğlan bir hezâr fen olacak galiba. ’ dediğini anımsarım. (...) Aylarca uğraşarak her parçasını kendi eliyle oya oya karaağaçtan yapıp cilâladığı tenteli yaylı arabası adeta bir sanat yapıtı olmuş ve yukanki sözü babam bu minyon arabayı gö rünce söylemişti. (...)
Abdullah Ağabey büyüyünce yine kendi eliyle bir ut yaptı ve ölünceye kadar evde onunla, her fasıldan havalar çaldı. Çorum İdadisi’ni bitirince Osmanlıca bilgisi, düz gün, güzel yazısı sayesinde vilayet tahrirat katipliğine ve daha sonra başkatipliğe atandı ve oradan emekli oldu. İçkiye düşkün oldu ğundan, İbrahim Çayın denilen yerdeki ba- ğınm üzümünden bir yıllık şarabını kendisi yapar; her akşam evine gelince udunu çalar ken ya da gramafonundan Hafız Burhan, Hafız Yaşar gibi ustaların gazellerini dinler ken şarabını yudumlardı. ‘Benim huyumu hiçbir kadın çekemez’ diyerek hiç evlenme miş; ama, son yıllarında biri öğretmen emek lisi olan iki dul ablasının geleceğini düşüne rek, tek katlı bir ev yaptırma girişimine geç mişti. Bunun planım kendisi çizmiş, kalp yetmezliğine aldırmadan ustaların başından
Hıfzı Veldet
Velidedeoğlu Çorumlu
idi. Yazdıkları arasında
sık sık çocukluğunun
Çorum anılarına da yer
verdi. Eskinin asma
bahçeli Çorum’unda
Hıfzı Veldet’li
bir gezinti...
ayrılmamış; dahası onlara yardım ederek ya pımı çabuk sona erdirip kendisini ve birlikte yaşadığı ablalarım kira evinden kurtarmanın sevinci içinde tam yemiş yaşmdayken oraya taşınmıştı. Yeni evine taşmdığı gece neşe içinde banyo yapmış; her zamanki gibi ye mekte bir bardak şarabını içmiş; vakti gelin ce odasma çekilip uykuya dalmış. Ertesi gü nü kendisini yatağında cansız bulmuşlar. Böylece ‘Hezârfen’ Abdullah Ağabey yaşa mı hep hiçe sayarak yaşadı ve bu nedenle de toprak ananın bağrına güçlü ve yürekli ola rak girdi.”
Benim ise bu ev ve bu olaya tanıklığım şöyleydi: İlkokul ikinci sınıfta olduğum yıl, Çorum ’da o zamana kadar oturduğumuz Bahçelievler M ahallesinden, kendi evimizi yaptırmak üzere Üçdutlar M ahallesi, Stad Sokağı ’ndaki arsamızın karşısındaki eve ki racı olarak taşınmıştık. Şimdi kentinmerke- zine çok yatan sayılan Stad Sokağı’nda o za man yedi-sekiz ev ancak vardı; evler tarlala rın içinde gibiydi. B izim arsamız caddeden sokağımıza girince sağ tarafta, taşındığımız ev ise sol tarafta kalıyordu. Bitişiğinde ise (Stad 2. Sok.) yeni yapılmış, tekkatlı, şirin, kırmızı bir ev vardı. Yeni taşındığımız için yabancılık çekiyorduk. Bitişiğimizdeki kır mızı küçük evde ev sahibinin taşmdığı gü nün gecesi vefat ettiğini üzüntüyle öğrendik. Çevre öylesine ıssızdı ki, annem hem en ölü evine yemek yapıp götürmüştü, işte, yitirdi ğimiz bu kişi H. V Velidedeoğlu’nun Abdul lah Ağabeyi; şirin, kırmızı ev de onun yaptır mış olduğu ev idi!..
Şimdi o çevrede, apartmanlar arasında sa hibi değişmiş olarak kalan sayılı ufacık ev lerden biri de o kırmızı ev. Sanıyorum, Ço rum ’da zamana karşı olduğu gibi direnen bir bu ev var. O zaman yaptırdığımız evimizin yerini de yatanda bir apartman alacak. Anı lara karışacaklarını düşünerek bizim evimi zin de, küçük kırm ızı evin de fotoğraflarını çekip albümlere yerleştirdim. Şimdi hepsi anılara karışıp giti. Bir Ulu Cami var, bir de küçük kırmızı ev. ^
1939 tarihli bir Çorum fotoğrafı. Çorum. Kızılırmak üzerinde tarihi Koyunbaba Köprüsü (1982).
T ah a Toros Arşivi