• Sonuç bulunamadı

Top sahasında müzik sesleri...

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Top sahasında müzik sesleri..."

Copied!
96
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Sayı: Sonbahar ’10/10

Cumhuriyet Aydınlatıyor

Bağımsızlık ülküsü: “68”li İsyan Bir usta: İlhan Koman

Türkiye’nin ilk spor müzesi: BJK Müzesi

Top sahasında

müzik sesleri...

(2)

Y

üzyıllardır en çok sözü edilen kavramlardan biri “demokrasi”.

Günümüzde demokrasi bir yönetim biçimi olmanın ötesinde, bireysel ve temel bir hak olarak da algılanıyor. Kavram ve uy- gulamadaki bu genişleme ve derinlik, en yoğun olarak da kent- lerde yaşanıyor.

Bu kavramı yerel yönetimlerle kent halkı arasındaki ilişki üzerinden irdeleyebi- liriz. Bu alan daha sivil ve sıcak ilişkilerle dolu bir alan. Beşiktaş Belediyesi’nde biz, iki taraf olarak da, yani hem belediye, hem Beşiktaş halkı olarak bir kent demokrasisi yaratmakta başarılı olduğumuzu düşünüyorum. Çünkü odağına, merkezine, amaç ve sonucuna insanı yerleştirdiğimiz, ama sevgiyle yerleştirdi- ğimiz bir yerel yönetim anlayışımız var. Kısacası “bizim kentsel demokrasi an- layışımızın özü karşılıklı sevgidir”. Beşiktaş kentlilerini ve Beşiktaş’ı sevmek- tir. Elle tutulur bir sevgi bu. Yönetim anlayışı ve ahlâkınızda, bilgilendirme ve iletişim dünyanızda, hizmet ve yatırım anlayışınızda somutlaşan bir sevgiden söz ediyorum. Belediye girişinde görevli arkadaşımdan, telefonda yanıt veren sese; envanter düzeninden evrak takip ciddiyetine, bilgilendirmeden başkan- lık randevularına kadar her alanda sürekli yeniden ürettiğimiz bir sevgiden söz ediyorum.

Bu sevginin içinde elbette başta bilgi olmak üzere, hak, hukuk, dayanışma, katı- lım ve sorumluluk gibi çağdaş dünya değerlerini paylaşmak da var. Eleştiri ve ta- hammül var. Karşılıklı haklar ve ödevler kadar, karşılıklı beklentiler var. O zaman

Beşiktaş’ta “Kentsel Demokrasi”!

“demokrasi eşittir insanı sevmek” denklemimizin yanına bir ilke daha koyabiliriz:

“Beşiktaş’ta demokrasi, birbirimize saygılı olmaktır”. Ve biz bunu da yaşıyoruz Beşiktaş kentlisiyle.

Bu nedenle; Beşiktaş’ta hiçbir düşünce, hiçbir inanç, hiçbir yaşama tarzı ra- hatsız edilmemiş, kendini tehlikede hissetmemiş, hor görülmemiştir. İşte o za- man demokrasilerden gerçekten özgürlük çıkar. Biz bu özgürlüğü koruyoruz.

Bu yüzden Beşiktaş bana göre Türkiye’nin en özgür kentidir.

Aslında yönetim tarzımızın temel taşları bu anlayış ve etkileşmedir. Bizim Be- şiktaş kentlisiyle oluşturduğumuz ortak yaşam konsepti yaklaşık %70’lik bir oyla onay almıştır. Biz yukarıdan öngörerek değil, Beşiktaşlılara danışarak, on- ların engin birikimlerinden, çağdaş dünyaya ilişkin tasavvur ve beklentilerinden yararlanarak bir “yönetim ve ortak yaşama” programı oluşturduk.

Bu yöntem ve bu yöntemin içeriği nedeniyle bizim demokrasi anlayışımız

“aydınlıktır!”

Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkelerine yürekten bağ- lıyız. Çağdaş ve ilerici olan her şey Beşiktaşlılar olarak bizim hakkımızdır. Geri- ci, baskıcı, akıl ve bilim dışı olan her şeyle ortaklaşa mücadele etmek de görevi- mizdir. Bu talep, bu beklenti yerel yönetim olarak bize Beşiktaş kentlisi tarafın-

(3)

İsmail ÜNAL

Beşiktaş Belediye Başkanı dan verilmiştir ve özenle izlenir. Bu nedenle “Beşiktaş üzerinde karanlık bulut-

lar görülmez, Cumhuriyet Türkiyesi’nin aydınlığı dolaşır”.

Bu ana eksenlerin bileşkesinde görevimiz yalındır: Beşiktaş kentlisinin yaşa- mına çağdaş kolaylıkları ve güzellikleri en yüksek kalitede ekleyebilmek... Bu nedenle yerel yönetim olarak kentsel demokrasi anlayışımızın hizmet taşları- nı şöyle sıraladık:

1. Güvenli Bir Yaşam/ Güvenilir Bir Kent 2. 360 Derece Yönetim

3. Ulaşılabilir Beşiktaş Kenti/ Erişilebilir Hizmetler 4. Katılımcı Demokratik Yönetim

Belediye Başkanı olarak benim durduğum yer de, Beşiktaş kentlilerinin ya- nıdır. Çünkü ben yönetici olmadan önce, Beşiktaş kentlisiyim. Bir kentli ola- rak, bir mimar olarak, bir baba olarak hâlâ sizlerden biriyim. Benim de bu kent- ten taleplerim ve beklentilerim var. Ayrıca ben zaten sizlerden, Beşiktaşlılar- dan biriyim. Sırça köşklerden, küresel sermaye temsilciliğinden, şıh ve şeyh ocaklarından gelmiyorum. Beşiktaş Çarşısı’ndan, Levent Meydanı’ndan, Or- taköy sahilinden geliyorum. Bebek Kahve’den, Arnavutköy direnişinden, İnö- nü Stadı’ndan geliyorum. Ben sınıfsal ve sosyal olarak Beşiktaş halkına aidim.

Beşiktaş’ta birlikte ilerlettiğimiz ve bence alçakgönüllü bir duruşa model ola- cak denli kuvvetli desteğe sahip “yerel demokrasi” anlayışımız beş temel ilke ile ifade edilebilir:

1. Beşiktaş kentlisini ve Beşiktaş kentini seviyoruz.

2. Birbirimize karşı saygılıyız.

3. Hepimiz bilinçli birer Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıyız.

4. Özgürlük, demokrasi ve adalet Beşiktaşlılar için vazgeçilmezdir.

5. “Aydınlık bir Beşiktaş” Cumhuriyet’e ve gelecek kuşaklara ortak borcumuz- dur.

Ne mutlu bana ki, Beşiktaş kentlisi ile ortak bir yaşam ve yönetim konseptini pay- laşıyorum. Bu yüzden Beşiktaş’ın demokrasisi oldukça farklıdır ve bu fark ye- rel yönetimimiz kadar, hatta ondan önce Beşiktaş kentlilerinin yarattığı bir farktır.

Hepinize sevgilerimi sunarım.

(4)

İMTİYAZ SAHİBİ Beşiktaş Belediyesi adına

Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal YÖNETİM YERİ

Beşiktaş Belediyesi

Nisbetiye Mahallesi Aytar Caddesi Başlık Sokak No: 1

34340 Levent, İstanbul www.besiktas.bel.tr - 444 44 55 YAYIN TÜRÜ

Dergi/Yaygın YAYIN KURULU

Hasan Özgen, Yüksel Türkili, Görkem Kızılkayak

PROJE YÖNETMENİ Hasan Özgen EDİTÖR Görkem Kızılkayak

GENEL YAYIN YÖNETMENİ Gülçin Tahiroğlu

GÖRSEL YÖNETMEN Nadir Mutluer

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Ayla Çiringel

YAZI İŞLERİ

Gülçin Tahiroğlu, Nilüfer Oktay, Ayla Çiringel, Nazan Ortaç SAYFA YAPIM

Engin Ak

KATKIDA BULUNANLAR

Ferda Çağlayan, Yalçın Çiringel, Esat Korkmaz, Gökhan Tan, Alp Özgen

FOTOĞRAFLAR

Görkem Kızılkayak, Alaaddin Savaş,

Vural Yazıcıoğlu, Ersen Çörekçi, Erdem Aydın Burak Görgün, Şenol Kaşıkçı

YAPIM

NDR Tasarım ve Reklamcılık Tic. A.Ş.

Nisbetiye Mahallesi, Birlik Sokak Akyıldız Apt. C Blok No:22/6 Beşiktaş/İstanbul

Tel: 0212 284 99 22 BASKI

Promat Matbaacılık 0212 622 63 63 BASKI TARİHİ

Kasım 2010

Kapak Fotoğrafı: Ersen Çörekçi BEŞİKTAŞ KENTLİSİ’ NİN DERGİSİ Sonbahar ’10 / 10

03 Başkan’ın Beşiktaşlılara Mesajı

50 Bir Usta

Oğlu Ahmet Koman büyük usta İlhan Koman’ı anlattı.

40 Belgesel Sinema

Geçen yıl müdavimleri oluşan Bir Belgesel, Bir Gazeteci, Çay ve Simit etkinliği bu yıl kaldığı yerden devam ediyor.

06 Beşiktaş’ta Sabah

Birazdan kent uyanacak, martılar ve deniz eşlik edecek sessizliğe...

06

56 BJK Müzesi

Kentin ilk spor müzesi canlı bir tarih sunuyor.

34 Fulya Gösteri Merkezi Kapılarını dev bir konserle ilk kez Beşiktaşlılara açıyor.

34

16 Cumhuriyet Aydınlatıyor Beşiktaş Belediyesi’nin 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı afişlerinin sloganı buydu.

16

22 Aykut Barka Deprem Parkı Beşiktaş’ın en canlı

parklarından biri olan

Aykut Barka Deprem Parkı’na uğramadan geçmeyin.

22

26 68’li İsyan

Belleklere kazınan

bir bağımsızlık türküsü yazdı

“68”liler.

26

42 Albüm: Altan Bal

Beşiktaş Çarşısı’ndan kareler...

(5)

Kentlilik bilinci

“yüksek!”

Artı

besiktasarti@besiktas.bel.tr

“Hafif, ferah, yaşanılası bir yer Beşiktaş. Bazı semtlerde varolan insanı sıkan, baskıcı hava burada yok” Ayşegül Molu iletişimci gözüy- le Beşiktaş’ı değerlendirirken, gözleri parlıyor.

Sık sık Bebek’te yaşadığı çocukluk günleri- ni hatırlıyor. Korularda koşturup, Boğaz’ın so- ğuk sularına atladıkları günleri… O günlerden bugünlere bazı değişiklikler olsa da değişme- yen çok şey kalmış Beşiktaş’ta. Ayşegül Molu, Beşiktaş’ı, “Kentlilik bilinci yüksek insanla- rın, katılımcı bir anlayışla taçlandırdıkları bölge”

olarak tanımlıyor.

B+ adına kiminle Beşiktaş üzerine sohbete başlasak, onları bölgenin o pozitif havasının sardığını hissediyoruz.

İşte Afife Jale Tiyatrosu’na tutkuyla bağlı bir sanatçı; Bihter Altay… 0 çok kültürlü bir ma- hallede madam teyzesinin kucağında çeşit çe- şit masalları dinleyerek büyümüş. Bugün, 29 yaşında Türk tiyatrosunun gelişimi adına fark- lı oyun türlerini deniyorsa eğer bilin ki, yaratıcı kimliğinin arkasında o günlerin izi var. İlk oyu- nunu Ortaköy’deki Afife Jale Tiyatrosu’nda sergilemiş. Bu sezon da arkadaşlarıyla yeni bir tiyatro oyununu sahneye koymaya hazırlanıyor.

Beşiktaş kiminin çocukluk, kiminin gençlik anı- larında yaşıyor.

68’liler için Amerikalıları denize döktükleri yer Beşiktaş. Dolmabahçe’de “Yanki go home!”

sesleri hâlâ belleklerde….

Beşiktaş, kentlisine çok şey sunan bir bölge.

Kültür merkezleri, parkları yıl boyunca Beşik- taşlılarca dolup taşıyor. Birbirinden farklı, zen- gin içerikli etkinlikler Beşiktaşlıların beğenisine sunuluyor.

Bugünlerde Beşiktaş Belediyesi Mustafa Ke- mal Kültür Merkezi farklı bir sergiye ev sahipliği

yapıyor. Sanatın anarşist çocuğu Bubi’nin ser- gisi bu. Bubi, B+’ya, “Ben kendimden kurtulma- yı öğrendim” derken, içinde dolup taşan duygu- ları da dışa vurmaktan çekinmiyor.

Bu yıl kötü hava şartları nedeniyle Cumhuriyet Bayramı kutlamaları ne yazık ki şölene dönüşe- medi ama Cumhuriyet ateşi kalplerde yanmaya devam etti. Beşiktaş Belediyesi’nin Beşiktaşlı- larla paylaştığı “Cumhuriyet Aydınlatıyor!” afiş- leri anlam yüklüydü.

Beşiktaş’ta hayat bir başka hızla akıp gider. Siz siz olun bu hıza arkanızı dönmeyin…

Örneğin geçen sene büyük bir beğeniyle iz- lenen “Bir Belgesel, Bir Gazeteci, Çay ve Si- mit” etkinliği’ne katıldınız mı? Bir kez olsun, bir çarşamba akşamı yolunuz Levent Kültür Merkezi’ne düştü mü? Eğer, yanıtınız “Hayır”sa, hiç durmadan önümüzdeki çarşambadan itiba- ren programınıza bu etkinliği almanız gerektiğini bilin. Bizden söylemesi. Zira, her çarşamba siz- leri bambaşka dünyalara götürecek bir belgesel sinema gösterimi bekliyor. Bu hafta olmuyorsa, ondan sonraki hafta, o da olmuyorsa bir sonraki hafta, mutlaka orada sizi bekliyor olacağız.

Birbirinden ilginç konular B+’da sizler için ha- zırlandı.

Bir sonraki sayıda buluşmak üzere

Hoşça kalın

86 Haberler

Beşiktaş’ta gerçekleşen etkinliklerden özetler...

92 Rehber / 24 saat 80 Sergi

Sanatın anarşisti Bubi Beşiktaş Çağdaş’ta.

76 İletişimci Gözüyle Ayşegül Molu Beşiktaş’ı kentin nefes aldığı bölge olarak yorumluyor.

76 56

62 Sanatçı Gözüyle

Yaptığı işe tutkuyla bağlı olan Bihter Altay için Afife Jale’nin anlamı büyük.

62

66 Bir Semt: Ortaköy

Yeni ile eskinin, gelenekselle modernin bütünleştiği

bir semt Ortaköy.

66

(6)

Beşiktaş'ta sabah

Beşiktaş’a

gün doğuyor

“Gün aydınlanmadan yollara düşenler için”

Yazı: ÇİÇEK KANAR Fotoğraf: AlAAddİN SAvAş, ERdEM AYdIN, vuRAl YAzIcIoğlu

Sabah en masum zamanı günün, en kirlenmemişi ve en adaletlisi.

Hepimiz bir parça arınmış olarak uyanmıyor muyuz uykumuzdan?

Ve biraz daha eşit değil miyiz?

Sabah en umutlusu vakitlerin.

Beşiktaş’ta da yeni bir gün başlıyor.

Gelin hep birlikte seyredelim.

Gününüz aydın olsun. Günaydın…

(7)

Bazı yollar tek başına aşılır

Banklarda ona el sallayan bile yok. Teknenin kaptanı, miçosu, balıkçısı... Hepsi, her şeyi o.

Teknesi ile kaptan bir başına şimdi.

Can yoldaşı, yavuklusu, ekmek teknesi. Boğaz bu belli mi olur, demez. Sabahın altısında en önce o aralar dalgaları, sisi önce o yarar. Hayat denizinde aslında her birimiz o küçük tekne değil miyiz?

“Hey, kaptan diyorum. Sen Tevfik Fikret’in Balıkçılar şiirini bilir misin? ‘Bilmem dersen’

dinle öyleyse.”

Yalnız çıktıysan yola bir defa

al bu şiiri koy cebine öyle de “Vira bismillah”

“Yarın sen ağları gün doğmadan hazırlarsın

Sakın yedek biraz ip, mantar almadan gitme

Kayık çocuk gibidir; oynuyor mu kaydetme

Dokunma keyfine: Yalnız tetik bulun, zira

Deniz kadın gibidir: hiç inanmak olmaz ha.”

(8)

Hayatı sırtında taşıyan çocuk

Sokak lambaları aydınlatmış yolunu işte, daha ne istiyorsun.

Önemli olan sahip oldukların değil, sahip olduklarını nasıl kucakladığın. Nice karanlık olsa da yollar, sen ellerinle

bulabilirsin yolunu, yoldaşın sokak lambaları olacak unutma.

Hem biliyor musun o sokakta senin için evinde ayırdığı

kağıtları ayrı bir poşete koyarken, arasına küçük hediyeler de

sıkıştıran bir ablan var.

İsmini bilmesen de... Hatırladın

değil mi? Unutma şafak sökecek

mutlaka…

(9)

Gelirler az sonra...

Yüz yılı geçkindir orada Kabataş.

Çocuk gelenler Boğaz’a baka baka büyür, delikanlı olup çıkar kapıdan. Kapılar belirler çoğu zaman hayatı. Bir kapıyı seçerken vazgeçeriz diğerinden. Çocuklar gelecek az sonra acele et, görmesinler gecenin kirini…

Ve Behçet Necatigil’in Beşiktaş’tan

Kabataş Lisesi’ne giden bu yolu anlattığı şiirini dinle, beğeneceksin:

“Ne saadet uzanmak

Evden mektebe kadar

Yollarda bırakarak

Bir sürü hatıralar…”

(10)

İçiniz rahat olsun

Sabahın ilk sahipleri onlar.

Kötülükleri en çok onlar görür, onlar hisseder.

Biz kalkmadan ve

düşmeden yollara gecenin günahlarını sokaklardan

onlar süpürür, kazır.

Yoksa diyorum, onlar süpürmese,

gün doğduğunda gecenin örttüğü tüm kötülükler bir bir çıkacak ortaya.

İyi ki varlar…

Onun için Can Yücel’in

“Sevgi Duvarı” şiirini anımsayalım bir kez daha :

“Öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri

Çöpçülerin elleriyle okşardım seni”

Ne çok durak var hayatımızda.

Duraklar arasında geçiyor bir ömür. Önce bir sonraki durağa varabilmek için hızlı, sonra dem- lenmiş yaşında biraz sakin ve yavaşça ve en son ağır ağır…

Kolunda çantası olan kadın, az önce çıkmış sıcak bir yataktan;

işe gidecek ne var ki! Şimdi git-

sek evine, masa üstünde duru-

yordur mutlak sonuna kadar içil-

meye vakit bulunamamış bir

bardak çay. Ilıktır henüz. Bu du-

raktan kalkan otobüse binile-

cek, şehrin gri binalarla dolu se-

vimsiz bir bölgesindeki işe gi-

dilecek, başka yolu yok. Fakat

durağın içine dahil olamamış o

adam, “Kaçsam mı?” diyor aca-

ba. Ya da “Binmesem bu otobü-

se, yorulduğum yere kadar sade-

ce yürüsem.” Oysa nafile, gele-

cek bir otobüs ve bizi taşıyacak,

ta ki son durağa gelene dek.

(11)

Gazetenin yorucu yolculuğu onun ellerinde son buldu

Suat Ulupınar, 27 yıldır olduğu gibi o sabah da saat 06:00’da açtı Levent çarşıdaki bayiini. Dün gece, gazetenin gözleri kan çanağı gece amiri son haberleri yazıp, matbaacı genzini yakan mürekkep kokusunu bir kez daha içine çekip ve şoför iplerle bağlanmış gazeteleri kamyonuna atıp yola çıktığında o da büfesinin önünde bekliyor. Bir günün tüm yaşanmışlığı, günahları ve sevapları kâğıdın üstünde. İpleri çözecek,

tezgâha dizecek ve hükmü 24 saat bile sürmeyen gazeteyi okura ulaştıracak. Bu gazetelere kaç kişinin teri ve kaç kişinin gözyaşı sinmiştir?

İskele alabanda

Beşiktaş iskelesinin ilk yolcuları Üsküdar ya da Kadıköy’e gitmeye hazır.

Karşı kıyıdan bu yakaya geçmeye hazır olanlar gibi. Gün doğmadı daha ama simitler tezgâhta yerini aldı. “İskele alabanda”...Kaptan yanaşacak az sonra ve hoparlör sabahın sessizliğini bozacak: “İskelemizden

kalkmakta olan gemi saat 07:15 hareketle Kadıköy’e gidecektir…”

(12)

Ekmek kavgası

Az önce çıktılar fırından, dizildiler sepetlere, sabırsızlar. Hamuru karan, fırına atan, piştiğinde onu çekenler, ellerini silip bir kenara çöktüler, yorgun... Ekmekler ise yola çıkmaya hazır.

Öyle taze ve öyle sıcaklar ki, onlara bakarken her şeyin ekmek kavgası için olduğuna

inanmak çok zor.

(13)

Kurabiyeler hazır, buyurmaz mısınız?

Dört kuşaktır aynı

ailenin ellerinden çıkıyor kurabiyeler 78 Hasanpaşa fırınında. Sabah dediğin zaten bir bardak çay ve sıcak ekmek değil mi?

Şayet yoksa vaktiniz evde kahvaltıya sizin için hazırlanan kurabiyeler eşlik edecek iş ya da okul yolunda. Siz sıcak kurabiyelerinizle sağlam çıkın yola diye Erhan Sümer çoktan tamamladı hazırlıklarını.

Günün ilk çayları onun elinden

Arnavutköy’de küçük bir kahve.

Recep Taştanoğlu 40 yılı aşkındır sabahın ilk sahiplerinden. Saat 05:00’i vurdu mu geçer tezgâhın başına. Tavşan kanı çaylar... İlk çay kendine. Sonra gelir müşteriler.

Gecenin yorgunu taksi şoförleri.

Daha gidilecek çok yol var. Bir çay molası iyi gelir şoföre . Çay en çok anneleri anımsatır değil mi?

Hep sıcaktır anne gibi.

Denizin sahipleri

Rıfat Kaymaz ve kuzeni Hamit Sul- tan Kaymaz. Aslında siz çok kez be- raber yolculuk yapıyorsunuz onlarla.

Beşiktaş’tan Üsküdar’a motorla gidip

gelirken onlar da üst katta dümenin

başında. Ama şimdi sabah keyfi, fırın-

dan yeni çıkmış poğaçalar, çaylar eş-

liğinde paylaşılıyor. Rıfat Kaptan, de-

niz tutkunu. Sekiz yaşında gönül ver-

miş denize. O gün bugündür hiç kop-

mamış, dünyada gitmediği sahil yok

gibi, ömrü yettikçe denizi her sabah o

uyandıracak…

(14)

İki yaka bugün de birleşecek

Köprünün en sevilen saati, henüz

kalabalıklarla kucaklaşmadı. İstanbul’un bir türlü birbirine kavuşamayan sevgilileri anımsatan iki yakasını bugün de birleştirmeye hazır. Sisli bir sabahta farlar aydınlatıyor yolu.

“Allah zihin açıklığı versin”

Yıldızlar çekildi artık yuvasına.

Sen küçük çocuk, uyuyor musun yoksa arka koltuğunda okul servisinin.

Yoksa tüm enerjisiyle çocukluğun şaka mı yapıyorsun arkadaşına?

Şimdi göremiyorum ama az daha yükselsin

güneş, bir daha bakarım….

(15)

Dağıtarak gel sisi

Sisleri ardında bırakıp gel. Doğan güne doğru kır dümeni. Martılar eşlik edecek sana.

Deniz kokusu sinmiş sabaha. Sabahın kokusu sinmiş denize. “An gelir”, Atilla İlhan seslenir:

“Sabahlar olur bir türlü uyuyamam İçimde sanki şilepler çarpışıyor Yağmurda sis düdükleri...”

Koşar adım

Dükkânlar kepenkleri açtı, manav

tezgâhlarına elmalar dizildi. Vapur yanaştı iskeleye. Ellerinde kitaplar koş bakalım okula, elinde çantan koş bakalım işine.

Koşar adım yaşarken hayatı atlama ve unutma. En masumudur günün ve en suçsuzu sabahlar. En vicdanlı olduğumuz zamandır sabah. Güneş uyandırmamıştır çünkü içimizdeki kara köşeleri…

Sabah –ı şerifleriniz hayrolsun efendim.

(16)

Cumhuriyet

Yazı: GÜLÇİN TAHİROĞLU Fotoğraflar: ALAAddİN sAvAş, eRdem AYdıN

Cumhuriyet Aydınlatıyor!

Türk devrim sürecinde 29 Ekim, Cumhuriyetin ilanının günüdür.

O gün kuşaktan kuşağa aktarılacak bir aydınlanma yolunun da başlangıcıdır.

(17)

B

izim toplumumuz için ilim ve fen lüzumlu ise, bunları aynı derecede hem erkek ve hem de kadınlarımızın elde et- meleri gerekir.

…Milletimiz güçlü bir millet olmaya azmetmiştir. Bunun gereklerinden biri de kadınlarımızın her konuda yüksel- melerini sağlamaktır.”

1923 yılı Ocak ayında İzmir’de halka yaptığı konuşmada Atatürk işte böy- le diyordu. Türk kadınını erkeğinden ayrı düşünmeyen ve Türkiye’nin çağ- daş uygarlık düzeyine erişmesinde el ele bir birliğin zorunluluğunu belirten Atatürk kadın haklarına büyük önem vermiş ve bu konuda köklü değişiklik- ler yapmıştır.

Atatürk’ün vefatı nedeni ile yayınladıkları bir bildiride, Hindistan Kadınlar Birliği, onu “Kadın haklarının tarih boyunca en büyük savunucularından biri”

olarak ilan etmiştir.

“…Eğer bir ulus bir amaca doğru tüm erkek ve kadınları ile birlikte yürümez- se, o zaman uygarlık yolunda bir ilerlemeyi beklemek gereksiz olur… İçin- de yaşadığımız çağda kadın her alanda daha yüksek düzeylere çıkartılma- lıdır ve bu nedenle de, kadınlarımız erkekler gibi her türlü öğrenim ve eğitim olanaklarından yararlanacak ve her türlü mesleği yapabilecektir. Sosyal ya- şamda erkek ve kadın, karşılıklı olarak birbirlerine yardım ederek ve birbir- lerini destekleyerek, birlikte ilerleyeceklerdir.”

Atatürk’ün kadın hakları ile ilgili reformları, 1924 yılında kadınlara erkekler- le eşit eğitim hakkı verilmesi ile başlamış ve 1926’da Medeni Kanun’un ka- bulü ve 1934’de kadınların seçme ve seçilme haklarını elde etmeleri ile de- vam etmiştir.

1925 yılında Kıyafet Devrimi yapılarak kadınlar çarşaftan kurtarılmış, 1932’de Türkiye’deki ilk güzellik yarışmasında Türkiye Güzeli olan Keri- man Halis, 1933 yılında Dünya Güzeli seçilmiştir.

En seçkin devrim

Devrimlerin sürekliliğinin sağlanmasında kuşkusuz eğitimin hayati öne- mi vardır. Kültürel devrimi yapan Atatürk, bu değişimin sürekliliğini sağla- yıp, kuşaktan kuşağa aktaran eğitimi de yaptığı devrim kadar önemli tuttu.

Selanik’te daha gençlik günlerinde ulusu için bir reform ve devrim tasarlayan Atatürk, bu düşüncesini, Anadolu’yu istila eden düşmanları kovarken bile hiç terk etmemiş, hatta bir anlamda bu konuda girişimlerde de bulunmuştur. Bu

Kültürel devrimi yapan Atatürk, bu değişimin

sürekliliğini sağlayıp, kuşaktan kuşağa aktaran eğitimi de yaptığı devrim

kadar önemli tuttu

Adana’da Kız Meslek Okulu tarih dersinde

(18)

zorunlu savaşım ile yeni bir devlet kurma çabaları içinde, eğitim yolunda yap- tığı atılımların ilk göstergesinin Samsun’a çıkışından hemen bir yıl kadar son- ra, Ankara’da bir “Maarif Kongresi” toplaması olduğunu görürüz.

Atatürk, Büyük Zafer ve İzmir’in düşman işgalinden kurtarıldığı Eylül 1922’de yaptığı konuşmalarla Türk ulusunun yüzyıllar boyu uğradığı boz- gun ve felaketlerin nedeninin eğitim ve öğretim açığı olduğunu açıklamıştır.

Büyük Zafer kazanıldığında Mustafa Kemal Paşa’ya, “İşte zaferi kazandı- nız, şimdi ne yapmak isterdiniz?” diye soranlara, “Milli Eğitim Bakanı olarak memleketimin irfanına hizmet etmek isterdim” cevabını vermiştir.

Atatürk öncelikle öğrenmeyi kolaylaştırmak ve çağdaş dünyanın bir parça- sı olmak için Arap alfabesini değiştirip, Latin alfabesine geçişi sağlamıştır.

Onun Türk kültür ve eğitimine en büyük katkılarından biri de, Türk dilini ya- bancı dillerin etkisinden kurtarıp arındırması, saray dilinden halk diline dö- nüştürerek kendi benliğine kavuşturmasıdır.

Aşama aşama değişim

Siyaset bilimcisi Samuel Huntington reformcular için iki stratejinin olduğu- nu söyler. Bunlardan birincisi; ilk başta gerçek amaçlarının tümünü ortaya koymak ve bunları aynı anda zor kullanarak gerçekleştirmek; diğeri ise ka- pıyı aralamak, ayağı kapının aralığına koyup sırayla, yapılabilirlik ölçüsüne, kabul oranına ve yetisine göre, aşama aşama amaçları gerçekleştirmek.

Atatürk, ülke ve toplum koşullarına, gereksinimlerine ve yapılabilirlik ölçülerine göre bu iki stratejiyi birlikte kullanmış, seziş ve zamanlama yeteneğini en iyi şe- kilde harmanlayarak, eylemlerini uygun zaman ve ortamda gerçekleştirmiştir.

Önemli kararların bütün gereklerini ve zorunluluklarını ilk günden belirtme- nin ve ifade etmenin isabetli olmayacağını bilen Atatürk, uygulamaları bir- takım evrelere ayırmanın, mevcut olaylardan yararlanarak ulusun duygu ve düşüncelerini hazırlamanın, aşama aşama yürüyerek hedefe varmanın ba-

şarı için doğru bir yol olduğunu düşünmüştür.

Uygulama sırasında yakın çalışma arkadaşlarının bazıları ile zaman zaman görüş ayrılıkları yaşasa da ilk günden itibaren izlediği yoldan ve yöneldiği hedeften asla sapmamıştır.*

Değişimleri gerçekleştirirken, toplumun geleneklerine önem vermiş, aykırı ola- bilecek değişimlerden ürkebileceğini düşünerek zamanlamayı çok iyi yapmış, böylece değişmelere karşı ilk anda doğabilecek tepkileri en aza indirmiştir.

Örneğin; Harf Devrimi’ni İkinci Meşrutiyet yıllarında düşünmesine, Erzurum Kongresi sırasında, öncelikle yapılacak işler arasında saymasına rağmen, ancak 1928 yılında gerçekleştirmiştir.

Atatürk Türk ulusunu çağdaş uygarlık seviyesine yükseltmek, Türkiye Cumhuriyeti’ni çağdaş dünyanın vazgeçilmez bir parçası haline getirmek için her araçtan yararlandığını belirtmiştir. Bu araçların en önemlilerinden biri de kuşkusuz Takrir-i Sükun Kanunu’dur.

Gazeteci -Yazar Metin Toker, Takrir-i Sükun Kanunu’nun yalnızca Şeyh Sait İsyanı’na karşı yapılmadığını, asıl amacın devrimlere devam için kar- şı ağızların susturulması ve devrimlerin sakin bir ortamda yürütülmesi oldu- ğunu belirtmektedir.

Emre Kongar da, benzer bir yaklaşımla Mustafa Kemal’in önemli devrimle- rini Takrir-i Sükun Kanunu’nun desteği ile İstiklal Mahkemeleri’nin gölgesin- de yapmış olmasının tarihsel ya da toplumsal rastlantılar ile uzak yakın hiç- bir ilişkisinin bulunmadığını, tam tersine devrimler ile İstiklal Mahkemeleri’nin çakışmalarının bilinçli bir seçimi olduğunu ifade etmektedir.

Sosyo-kültürel değişimlerin hemen hemen tamamının Takrir-i Sükun Kanunu’nun yürürlükte bulunduğu yıllarda tamamlandığı bir gerçektir.

(19)

Milli ekonomiyi oluşturmak

Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’na başlarken milli egemenliğin ancak ikti- sadi egemenlik sağlandıktan sonra kazanılabileceğinin bilincindeydi.

Cumhuriyet döneminde de iktisadi planlamanın ilk adımı olan İzmir İktisat Kongresi’nde yaptığı konuşmada şunları söylüyordu: “Siyasi, askeri zafer- ler ne kadar büyük olursa olsunlar, ekonomik zaferler ile taçlandırılmazlarsa elde edilen zaferler kalıcı olamaz, kısa zamanda söner. Bu sebeple en kuv- vetli ve parlak zaferlerimizin bize sağladığı ve daha da sağlayacağı fayda- lı sonuçlardan yararlanabilmek için ekonomik egemenliğimizin sağlanma- sı, güçlendirilmesi ve genişletilmesi lazımdır.”

Bu nedenle, bağımsız ve daha güçlü bir Türkiye’nin yaratılması, iktisadi kal- kınmaya bağlıdır. Atatürk’ün her zaman gösterdiği hedef, bu olmuştur.

Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin iktisadi sistemdeki gelişim modeli; çağdaş, dinamik ve kalıcı olmuştur. Türk toplumunun iktisadi gelişim ve kalkınma doğrultusu çizilmiş, iktisadi kalkınmanın refahı, özgürlüğü ve onuru koruyu- cu özellikleri olduğu ve Türkiye’nin gerek geçmişinin, gerek geleceğinin bu hedefler doğrultusunda devam edeceği milletçe kabul edilmiştir.

İzmir İktisat Kongresi toplandığında (17 Şubat-4 Mart 1923) Misak-ı Milli esaslarına benzer Misak-ı İktisadi kabul edilip devletin o günkü şartlarına uy- gun olarak devlet desteğinde iktisadi liberalizm benimsendi.

Kongrede alınan kararlar, Cumhuriyet hükümetlerinin yeni bir politika çiz- melerinde etkili oldu.

Alınan kararlar arasında üreticinin, milli sanayinin, ihracatın korunması ve teşvik edilmesi ile ilgili tedbirler, borsanın millileştirilmesi, ticari alanda bir bankanın kurulması, hava ve deniz ulaştırmacılığının geliştirilmesi, aşarın kaldırılması, çiftçilerin kredi şartlarının kolaylaştırılması, işçilerin çalışma ko- şullarının iyileştirilmesi gibi tedbirler vardı.

İktisadi tedbirler alınırken; ekonomik bağımsızlık titizlikle korunacaktı. Tür- kiye Cumhuriyeti’nin iktisat politikası İzmir İktisat Kongresi’nde belirlendi.

Cumhuriyet döneminde kalkınmada sanayileşmenin önemi kavrandığın- dan, Teşvik-i Sanayi Kanunu 1927 yılında kabul edildi.

Tarım alanında 1927’de Zirai Tedrisatın Islahı Kanunu ile eğitim seviyesi ye- tersiz ziraat okullarının yenileştirilme çalışmaları başlatıldı. 1931’de Birinci Ziraat Kongresi toplandı. 1930’dan itibaren Zirai Kredi Kooperatifleri ku- ruldu. Hayvancılığın gelişimi, ıslahı çalışmaları 1928-1930 yıllarında yapıldı.

Ulaştırma alanında, demiryolu yapımına öncelik tanındı. 1923-1940 yılla- rı arasında İç, Batı ve Doğu Anadolu demiryolları ile birbirine bağlandı. De- miryolları ile kurulan ağ, ülkenin gelişimine büyük katkı sağladı.

Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte adım adım yapılan birçok değişiklikle toplum çağdaş dünya içindeki yerini almak için hazırlandı.

Bugünün Türkiye’sinde çoğulcu demokratik düzen uygulaması, çağdaş- laşmanın devamı, toplumun dinamizmi yeni Türk Devleti’nin “Cumhuriyet”

temeli üzerine oturtulmasından kaynaklanmaktadır.

* Kaynak: İ.Ü. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları.

B+

Atatürk Orman Çiftliği kurulurken

(20)

Alaattin Özduran 60, kasap

Beşiktaşlı olmaktan gurur duyuyorum. Cumhuriyet bayramlarında bayrak- ları, Atatürk posterlerini gördükçe göğsüm kabarıyor. Cumhuriyet olma- saydı birbirimizle konuşamazdık. Atatürk’ün en büyük mirası. Binlerce şe- hit vererek kuruldu Cumhuriyet. Ancak şimdi yeterince sahip çıkamıyoruz.

Her Cumhuriyet Bayramında bayraklar asıyorum. İşlerimden fırsat bulduk- ça kutlamalara katılıyorum.

Aydın Sayman 58, yönetmen

Film yönetmeniyim. 40 yıldır Beşiktaş’ta oturuyorum. Ve Beşiktaş’ta yaşa- maktan çok memnunum. Yönetimden de memnunum. Cumhuriyet içi çok geniş bir kavram. Bazan benim beklentilerimi tam karşılamadığını düşünü- yorum. Ancak Cumhuriyet Bayramları çocukluğumuzdan beri sevgiyle kut- ladığımız bayram. Çok özel bir gün. Fakat son zamanlarda işlerimin yoğun- luğundan dolayı kutlamalara katılamıyorum. Son dönemlerde yaşanan sı- kıntıların da Cumhuriyete zarar vereceğini düşünmüyorum.

Ezgi Bekar 19, üniversite öğrencisi

Aslen Ankaralıyım. Ama 3 yaşından beri Levent’te oturuyorum. Reklamcı- lık okuyorum. Cumhuriyet çok güzel bir yönetim. Fakat ona sahip çıkabil- mek önemli. Biz yeterince sahip çıkabiliyor muyuz bilmiyorum. Sanki de- mokratik anlamda bir şeyler eksik. İnsanlar Cumhuriyet için bir şeyler yapı- yor. Yürüyüşler düzenliyor. Sadece özel günlerde hatırlanıyor. 29 Ekimler- de 10 Kasımlarda hatırlıyoruz. Ama Cumhuriyet’i tam yaşayamıyoruz. Eski Cumhuriyet coşkusu yok. Büyük bütçeler harcanarak yapılan kutlamala- rın, Cumhuriyet coşkusunu yansıttığını düşünmüyorum. Her sene çok gü- zel kutlamalar yapılıyor. Önemli olan insanlara, özellikle gençlere Cumhuri- yeti anlatmak. Onları bilinçlendirmek lazım.

Ayfer Çalık 60, emekli bankacı

33 yıldır Ortaköy’de yaşıyorum. Burda yaşamaktan oldukça mutluyum. Bir Cumhuriyet çocuğu olarak her yıl Cumhuriyet’in coşkusunu yaşıyorum. Be- lediyenin düzenlediği Cumhuriyet yürüyüşü bu sene hava muhalefeti ne- deniyle yapılmadı ama ben 27 Ekim’de üyesi bulunduğum sivil toplum ör- gütünün düzenlediği bir kutlamaya iştirak ettim. Fakat daha geniş çaplı bir organizasyonun içinde olmayı arzu ederdim tabii ki... Cumhuriyete daha çok sahip çıkılmalı bence. Bunun için özellikle yerel yönetimlerin, sivil top- lum örgütleri ile daha çok temas halinde olması ve işbirliği yapması gereki- yor. Böylece cumhuriyet ruhu sosyal yaşamda pratiğe dökülmüş olacak.

Bu seneki Cumhuriyet kutlamalarında havai fişek gösterisini insanların buruk bir şekilde izlediğini gözlemledim. Cumhuriyetin değerlerine dah çok sahip çıkmalıyız. Bunun içinde yere yönetimlerin sivil toplum örgütlerinin, Cumhuri- yet’e inanan bireylerin üzerine düşeni yapması gerekiyor.

Umut Kundakçı 11, öğrenci

Rahmi Kirişlioğlu İlköğretim Okulu’nda öğrenciyim. Cumhuriyeti çok se- viyorum. Atatürk kurdu. Çok güzel bir yönetim. Biz de onu koruyacağız.

Okulda her yıl kutlamalar yapılıyor. Hava güzelse bahçede, yağmurluysa salonda kutluyoruz. Şiirler okunuyor, marşlar söyleniyor. Öğretmenlerimiz Atatürk’ü ve Cumhuriyeti anlatıyor. Ben de her zaman sahip çıkacağım.

Cumhuriyet kalplerdeydi...

Her sene gelenek haline gelen 29 Ekim kutla- maları bu yıl kötü hava koşulları nedeniyle yapılamadı. Cumhuriyet ateşini simgeleyen

fener alayı bu kez yüreklerde yandı.

B+ Beşiktaşlılara Cumhuriyetin onlar için ne anlam ifade ettiğini sordu. İşte yanıtlar!

Yazı ve Fotoğraflar: ALAAddİN sAvAş

(21)

Alime Kılıç 56, esnaf

12 yıldır Beşiktaşta organik ürünler satan bir dükkân işletiyorum. Beşiktaş’ta olmaktan mutluyum. Atatürk’ün bize emanetidir Cumhuriyet. Çoluk çocu- ğumuzun geleceğinin güvencesidir. Cumhuriyet olmasa cocuklarımızın geleceğinden emin olamayız. Bu yönetimden vazgeçemeyiz. Geriye git- mek çocuklarımız için, dünya için, insanlık için felakettir. Ne yazık ki bugün- lerde Cumhuriyet’in tehlikede olduğunu düşünüyorum. Şu anki görkemli kutlamalar bana inandırıcı gelmiyor. Sadece Beşiktaş Belediyesi’nin kut- lamalarına katılıyorum. Onların samimiyetlerine inanıyorum.

Nalan Zapçı 45, kimya mühendisi

25 yıldır Levent’de yaşıyorum ve burada yaşamaktan çok mutluyum. Cum- huriyet bana göre hayattır. İnsanca yaşamanın koşuludur. Özgürlüktür.

Cumhuriyet’le yaşamak şanstır. Bu şansın değerini bilmek gerkiyor. Her- kesin buna sahip çıkması lazım. Özellikle son dönemlerde çokça konuşu- lan rejim tartışmaları bizi bu konuda daha duyarlı hale getirdi. Beşiktaşın ye- rel yönetiminin Cumhuriyet’e sahip çıkan bir anlayışta olması da ayrıca bir şans benim için. Oturduğum ilçede daha çok aydın ve cumhuriyetçi insan- larla yaşamak çok güzel.

Aysun Başman 52, emekli

33 yıldır Ortaköy’de yaşıyorum. Cumhuriyet coşkusunu yaşamasına yaşı- yoruz tabiiki, fakat gelecek nesillere ne derece aktarabiliyoruz bilemiyorum.

Çocuklarımızın Cumhuriyet kavramını içlerine sindirip sahip çıkmalarına ça- lışmalıyız. Cumhuriyeti yaşatacak ve koruyacak olan gelecek nesiller. Onla- ra daha çok anlatmalıyız. Bu konuda herkese görevler düşüyor. Cumhuriyet varoluşumuzun, yaşamımızın temeli. Ona sahip çıkmalıyız.

Numan Topaç 60, esnaf

45 yıldır Beşiktaş’ta baklava börek ustası olarak çalışıyorum. Beşiktaş’ta yaşamak büyük keyif benim için. Burada kendimizi çok rahat hissediyoruz.

Biz Cumhuriyet çocuğuyuz. Cumhuriyet laiklik demek, dürüstlük demek, demokrasi demek benim için. Kendimi tam bir Cumhuriyetçi olarak görüyo- rum. Keşke kıymetini bilebilsek. Daha fazla sahip çıkmalıyız Cumhuriyet’e.

Bayramları daha coşkulu kutlamalıyız. Eski bayramlardaki coşkuyu yakala- malıyız. Ben çalıştığım için kutlamalara katılamıyorum. Ama dışardan izle- mek bile göğsümü kabartıyor. Beşiktaş Belediyesi’nin yaptığı Cumhuriyet yürüyüşleri bana umut veriyor. Daha iyi şeyler olacak.

Özge Aydındağ 25, öğrenci

Özel bir şirkette mali işler departmanında çalışıyor, aynı zamanda Bahçeşe- hir Üniversitesi’nde master yapıyorum. Şişli’de oturuyorum ama işim ve oku- lum dolayısıyla daha çok Beşiktaşlı sayılırım. Alışveriş yapmak için ve boş za- manlarımı değerlendirmek için de Beşiktaş en çok tercih ettiğim yer. Ben bir Cumhuriyet’çiyim. Hava muhalefeti nedeniyle kutlamaların yapılamaması bile beni çok üzdü. Çünkü bu kutlamaların artık farklı bir anlamı var. Cumhu- riyetimiz korumamız gereken duruma geldi. Hepimizin sahip çıkması lazım.

Ben elimden geleni yaptığıma inanıyorum. En azından o yolda yürüyorum.

Kardeşlerimi cumhuriyet bilinciyle yetiştirmeye çalışıyorum.

(22)

Yaşam

Beşiktaş’ın en canlı parklarından biri Aykut Barka Deprem Parkı.

Bir pazar günü yolunuz düşerse Kültür Mahallesi’ne bu parka mutlaka uğrayın.

Her birinizi sevindirecek bir hoşluk bulacaksınız.

Herkese yetecek kadar büyük ve şefkatli

Aykut Barka Deprem Parkı

Yazı: ÇİÇEK KANAR Fotoğraf: VURAL YAZICIOĞLU

(23)

Y

ıkılıp her seferinde yeniden yapılanan bir ülke Türkiye.

Yüzyıllar boyu sallanıp, yıkılıp hep yeni baştan başlaya- rak bir uçtan bir uca. Erzincan’dan Gediz’e, İstanbul’dan Erzurum’a değin. Yerin bir sesi vardı, biz onu yıllar bo- yunca pek de fazla duymadık. Ta ki “Sesimi duyan var mı?” sorusuyla tanışana dek. 17 Ağustos 1999 sonrası, resmi olmayan rakamlara göre 45 bin kişiyi yıkıntılar altında bırakan gece- ye dek. Sonra, yıkıntıların arasından hayatta kalan bir can küçük deliklerden seslenirken, yerin de bir sesi olduğunu öğrendik.

Oysa Prof. Dr. Aykut Barka, neredeyse 30 yıldır yerin sesini dinliyordu. Ül- kenin en güçlü fayı KAF’ı (Kuzey Anadolu Fay Hattı) tanıyordu. Biz Marma- ra depremine dek, onun da sesini duymamıştık. Sonra herkes pek çok yer bilimci gibi, onu da tanıdı ve en önemlisi güvendi. İTÜ Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü’nde görev yaparken beyin damarının tıkanması sonucu hastane- ye kaldırıldığında artık herkes onun sesini duymuştu. Aramızdan ayrıldığın- da yalnızca 50 yaşındaydı...

Bölge halkının buluşma noktası

İsmi verilen vapur her sabah Boğaz’ı bir uçtan bir uca geçiyor. Aykut Bar- ka adı artık bu vapurları görebilen tepede, yeşillikler içinde bir parkta da ya- şıyor. Akmerkez’in hemen arkasından Ulus’a devam ederken sol koldaki Sekbanlar Sokak’a girdiğinizde kocaman bir park sizi bekliyor; Aykut Bar- ka Deprem Parkı. Yıllardır boş, terk edilmiş ve sahipsiz beklerken 2000 yı- lında Beşiktaş Belediyesi tarafından yaptırılan park, bölge halkının önem- li bir ihtiyacına yanıt verdi. İstanbul’un en büyük parklarından Aykut Barka

Deprem Parkı, Ulus, Levent, Etiler, Kültür mahalleleri başta olmak üzere ya- kın bölgede oturanların buluşma noktası.

Barka ile aynı yılda doğanlar, yazın gölgelikteki banklarda dinleniyor, dü- şünüyor, kitap okuyor. O aramızdan ayrıldıktan sonra doğan minikler top peşinde koşturuyor, salıncakta sallanıyor, kaydıraklarda oynuyor. Sportif gençler, spor aletlerinde vakit geçirmeyi tercih ediyor.

Parka bir pazar günü uğradık. Yağmurun ardından açan güneşle bölge hal- kı kendini buraya atmış, her yaştan park müdavimi güneşin keyfini çıkarıyor- du. Ailece top oynayanlar, torunlarıyla tahterevallide eğlenen dedeler, ye- ğeniyle yürüyüşe çıkan teyzeler güneşli bir pazar günü Aykut Barka Dep- rem Parkı’nda buluşmuştu.

Can dostlarımızın da mekânı

Sadece onların değil, can dostlarının da en sevdiği mekanlardan biri park.

Gönüllerince koşturan köpeklerin sevinci görülmeye değer. Parkın alt kıs- mında ise basketbol ve tenis sahası açık hava ve sporu birleştiriyor.

Süs havuzuna bakan banklarda pazar gazetelerini okuyanlar ya da sade- ce mavi gökyüzüne bakanlar… Hepsi için Aykut Barka Deprem Parkı’nda yer var.

Aykut Barka Parkı yaz döneminde Beşiktaş Belediyesi’nin düzenlediği çok sayıda etkinliğe ve konsere de ev sahipliği yapıyor. Önümüzdeki dönemde hedef, organik ürünlerin sunulduğu bir pazar kurulması. B+

(24)

Boğaz keyfi yapıyoruz

İsmet Çevik (45):

On yıldır Etiler’de oturuyorum. Bu parkın bulunduğu yer daha önce çalılık, boş bir alandı. Park haline getirilmesi bölge halkı açı- sından büyük bir açığı kapattı. 6 yaşındaki kızım Esmanur ve eşimle havanın iyi olması durumunda hemen her gün geliyoruz. Ben arkadaşlarla muhab- bet ediyorum. Kızım salıncağa, kaydırağa biniyor. Burada edindiği arkadaş- ları var. Boğaz manzarasını görebilen, çok yeşil bir park. Yazın verilen kon- serler de çok keyifli oluyor.

Çocuklar için güvenli

Kerem – Vicdan Uzunoğlu:

On iki yıldır Kültür Mahallesi’nde oturuyo- ruz. İki oğlumuz var. Onlarla fırsat buldukça buradayız. Birlikte top oynuyo- ruz. Yazın Bülent Ortaçgil konserine geldik. Çocuk oyun alanlarının kum ye- rine plastik olması daha güvenli. Ağaçlar büyüdükçe daha da güzelleşiyor.

Kış döneminde de güneşli havada parka atıyoruz kendimizi.

Kızım çok seviyor

Gülümhan Aşlamacı:

Kızım Ayşe 1.5 yaşında. Bu parkı çok seviyor.

Haftada bir gelebiliyoruz. Güneşli havalarda kış da olsa onun için iyi oluyor.

Tek eksiğimiz çay kahve içilebilecek bir mekan.

En küçük misafir

Eytan Manoah:

Altı aylık. Şimdilik çevresinin çok farkında olmasa da an- nesi Mirey ve babası İzzet Manoah ile pusetinde güneşli sonbaharın keyfi- ni sürüyor.

Bu park için Ulus’a taşındık

Kubilay Bingöllü:

Kızım Dila 8, oğlum Buğra 3.5 yaşında. Annem Ulus’ta oturuyor. Bir buçuk ay öncesine kadar biz de Şişli’deydik. Yeşil alan, çocukların en büyük ihtiyaçlarından biri. Babaannelerine gidip geldikçe Ay- kut Barka Deprem Parkı’na uğruyorduk. Sonunda park için buraya taşındık.

Şimdi her fırsatta onlarla beraber geliyoruz. Spor ve oyun ünitesinde güzel vakit geçiriyorlar. Büyük ve yeşil bir park.

Müdavimleri anlatıyor

(25)
(26)

Bağımsızlık ülküsü

B

eşiktaş, emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesinin fi- tilinin ateşlendiği, bir işaret fişeğine bağlanarak kurtuluşu sağlamak üzere Anadolu’ya fırlatıldığı bir kenttir. Mustafa Kemal ve arkadaşları, atalarından devraldıkları bağımsız- lık ülküsünü yaşama taşımış, onu halkın ülküsü durumuna getirmiş, zorlu bir mücadele sonunda toprağımı ve insanı- mı, emperyalistlerin elinden kurtarmıştır. Ancak izleyen dönemde bağım- sızlık korunamamış ve ülke emperyalizmin pazarı durumuna getirilmiştir.

Bu durum karşısında sessiz kalmayan ve aynı ülküyü devralan ‘68 Ruhu’, 1960’lı yılların ikinci yarısında, Amerikan emperyalizmine karşı köktenci bir başkaldırıyı örgütlemiş, 6. Filo’ya bağlı Amerikan askerlerini Beşiktaş- Dolmabahçe’den denize dökmüştür.

Bu bağlamda Beşiktaş, yakın tarihimiz için tanık bir yerleşmedir. Tanık yer-

leşmeler tanık bilincin de taşıyıcısıdır. Ötesinde, belletilmiş muhalefet türle- rinden farklı bir muhalefetin de filiz verdiği bir yerdir Beşiktaş. Belki de tanık bilinçle belli bir iletişim içine giren Çarşı Grubu, emperyalizmin halkı-halkları uyutmak için özellikle besleyip büyüttüğü yargısının genel kabul gördüğü futbol dünyasına, bu anlayışla ironi oluşturan bir muhalefeti yerleştiriverdi:

Sergiledikleri tavırlar ve seçtikleri sloganlar, gönül tarlasına ekilip çoğaltıl- dı. Dünyada başka bir örneği var mı bilmiyorum ama biz bildiğimizi söyle- yelim: Ezberi bozan Çarşı Grubu’nun muhalefeti, Beşiktaş’la özdeşleşmiş durumda.

Öyleyse Beşiktaş, ulusal bağımsızlık mirasının öncelikli sahibidir, denebi- lir. Bu miras tavra dönüştürülüp yaşama salınmalıdır artık: Salınır salınmaz, hiç kuşku yok, dosta ve düşmana tanı koyacaktır. Yakın tarihimizle buluş- tuğumuzda, tanık bilincin izine rastlayacağız. Rastladığımız bu izi devrim-

‘68’li isyan

bir başka türküydü...

Yazı: ESAT KORKMAZ Fotoğraflar: MİLLİYET ARŞİVİ

Beşiktaş’ın yakın tarihine düşünerek bakmak; Cumhuriyet’i kuran bağımsızlık mücadelesini ve

‘68’li Başkaldırı’yı tanımak demektir: Ruhları ve dilleri olmayanlar şöyle diyecektir: “Pek bir şey yok”

(27)

ci mücadeleye bağlamak ve geleceğe yansıtmak günümüz devrimcilerine düşen bir yükümlülüktür. Yükümlülüğün sorumluluğunu hisseden Beşiktaş Belediyesi, iki yıldır 16-19 Mayıs günlerini Bağımsızlık İçin İlk Adım Şenlik- leri olarak kutlamaktadır.

Bağımsızlık mücadelesinin anıları, o anıların yaşandığı yerlerde anımsa- narak çoğaltılır. Yaşanmış anılar geri çağrıldığında, zamanın tersine çevril- mezliğine başkaldırmış oluruz: Ve kendimizi bu kavganın verildiği günle- re taşırız, geçmişi yakalarız, geleceği kurmaya soyunuruz. İnsanlar teslim olsa da anıların çağrıldığı mekânlar teslim olmaz: Anılarımızı çağırıp ken- dimizi güncellediğimizde, geçmişimiz, yani tarihimiz bize yansır; üzerimize geçmişin bilinci düşer. Bilincin düştüğü deliğe baktığımızda, tarihimize bir pencerenin açılmış olduğunu görürüz. Bu yolla ölmüş zamanın ağırlığından kurtarırız kendimizi: Tarihimizden doğar ve daha tarih olmamış gelecekte kendimizi bekleyebiliriz artık.

Demek ki bağımsızlık tarihimiz üzerine düşünmek, bu kavgada yaşamını yi- tirmiş olanları yeniden aramıza taşıma; bu yolla tarihimize sahip çıkma girişi- midir. Bunu sağlıklı yapamazsak ölmüş-gitmiş kimi alçakların oyuncağı ola- biliriz; çünkü tarih, yalnızca dürüstlerin değil, alçakların da tarihidir.

Yaşanmış gerçeklik anlaşılmadan, yaşanan gerçeklik anlaşılamaz. İşte bu nedenle gerçekliğin kökü tarihtir; tarihi bilmemek, kuramın ve pratiğin kö- künü kurutmak anlamına gelir. Devrimcilik tarihi, devrimci geçmişimizin bil- gisidir: Devrimci tarihsellik ise geçmişin şimdileştirilmesidir. Devrimciler ta- rihlerine bireysel, ötesinde toplumsal katılım sağlamak istiyorlarsa geçmi-

şi şimdinin bilincinde yoğurmaları gerekir. Ancak o zaman devrimci bilinç, tarihi aşabilir.

Anılar, yaşanılan yerlerden çağrılır, dedik; geleneğine uyalım: Dolmabahçe Rıhtımı’na gidelim ve 68’lilerin, Amerikan askerlerini nasıl denize döktükle- rinin öyküsünü dinleyelim:

...İki, üç, daha fazla Vietnam

Kavgasını, ...iki, üç, daha fazla Vietnam, özdeyişine bağlayarak bir umut anaforu oluşturan ‘68 Kuşağı, yeri geldi Fidel’i, yeri geldi Che’yi, yeri geldi Mustafa Kemal’i öne alarak fırtınalar yarattı: Ve emperyalizmin, emperyalist dönem kapitalizminin doğasına başkaldırdı. ‘68 Hareketi Türkiye’de görü- len ilk gerçek demokratik, özgün ayaklanmaydı ve köktenci demokratik bir gelenek yarattı; toplumun sakin akışını derinden sarstı.

Resmi açıdan ‘68 Hareketi, sık sık şiddetli çatışmalara yol açan bir 10 yıl olarak görünür; ‘68 Hareketi’ni, resmi siyasetler üstündeki etkileriyle sınır- lamak onun gerçek yönünü görmemek anlamına gelir. Otorite karşıtlığı ve başkaldırı açısından, Türkiye toplumsal mücadeleler tarihinin o güne değin

Merdivenlerden hızla inildi, rıhtıma hızla girildi

Amerikan askerleri denize döküldü

(28)

İşgal kararı verildiğinde sanki devrim başlamıştı.

Mayıs bitip hazirana girildiğinde, hava korkunç militandı ve her türlü otorite- ye karşı neşe dolu bir isyanla doluydu. ‘68 başkaldırısı her yönüyle ve tüm cüretiyle bir isyan olarak soluk almaya başlamıştı.

Akın var akın; Dolmabahçe’ye akın

Haziran boykot ve işgallerinin hemen ardından, 6. Filo İstanbul Limanı’na yanaştı, yani Beşiktaş açıklarına demirledi. Demokratik hak arayışının ve politik başkaldırının çok sıcak olduğu bir döneme rastlayan bu olay, eylem çizgisini hızla yükseltti; sonuçları önceden kestirilemeyen yakıcı ve etkili bir direnişe yol açtı.

6. Filo’nun gelişini anti-emperyalist bir gösteriye dönüştürmek, kendiliğin- den gelişen sıradan tepkiler olarak değil de örgütlü ve bilinçli bir tavır sergi- leyebilmek için 76 örgüt 15 Temmuz 1968’de İTÜ’de bir toplantı düzenledi;

yapılacak protesto eylemleri tartışıldı.

İzleyen gün polisin davranışını protesto etmek üzere Dolmabahçe İskelesi’ndeki göndere bir bayrak çekildi ve sonra da yas işareti olarak ya- rıya indirildi. Bu olaylar yaşanırken İTÜ sürekli polis ablukası altındaydı; üni- versite çevresinde polisle devrimci öğrenciler arasında vur-kaç tarzında çatışmalar olmaktaydı; polis çılgına dönmüş durumdaydı. Bir taraftan İTÜ Rektörlüğü’ne baskı uygularken, diğer taraftan kentin şurasında burasında Amerikalı askerlere yönelik korkutmaya, ürkütmeye dayalı eylemler yapan öğrenciler toplanıyordu.

tanık olmadığı bir altüstlük olarak öne çıkar. ‘60’lı yılların ikinci yarısında pat- lak vermiş, tarihsel-toplumsal haksızlığa karşı bir başkaldırıydı ‘68 Hareke- ti. Aradan bunca yıl geçtikten sonra bile tartışılıyor olması, Türkiye toplum- sal mücadeleler tarihinde önemli bir kırılma noktası olduğunu kanıtlar. Sınıf karakteri az yoğun alanlarda beslenme olanağı bulan ve insan öğesini, bü- yük ölçüde küçük burjuva kökenli öğrencilerin oluşturduğu bu isyan, resmi ideolojiden bir kopuşu simgeliyordu.

Bugün artık şöyle demek zamanıdır: Ey “68 Ruhu” buradaysan üç defa vur!

-Dan! Dan! Dan!

Kaşları çatmaya gerek yok; bu yakıştırılmak istendiği gibi bir tabanca sesi değil, bir yürek sesidir.

Amerikan askerlerini taşıyan motorlar taşlanıyor

Canını kurtarmak için denize atlayan amerikan askerleri

(29)

“Ölenler dövüşerek öldüler güneşe gömüldüler vaktimiz yok onların

matemini tutmaya akın var

güneşe akın akın güneşi zaptedeceğiz güneşin zaptı yakın”

Nâzım Hikmet

Polisin baskısı karşısında geri adım atan İTÜ Senatosu, yurt binasının üni- versitenin eklentisi kabul edilemeyeceği, bu nedenle de özerklik güven- cesinden yararlanamayacağı kararını aldı: Karar üzerine polis, 17 Temmuz günü sabaha karşı, devrimci öğrencilerin üssü konumunda bulunan Talebe Birliği ve yurt binalarını bastı. Her yer tahrip edildi. Vedat Demircioğlu yur- dun ikinci katından aşağı atıldı; 47 öğrenci hastaneye kaldırıldı; 30 öğren- ci tutuklandı.

27 Mayıs’tan bu yana polisin üniversiteye yönelik olarak gerçekleştirdiği doğrudan ilk saldırıydı bu; genelde ülke düzeyinde, özelde İstanbul’da bir bomba etkisi yarattı. Olay üzerine 18 Temmuz 1968 günü bir dizi yakıcı ey- lem uygulamaya konuldu; öğrenciler, güvenlik güçleri karşısında net bir ba- şarı gösterdi. Olayları, biraz da masalsı bir hava içinde anlatan 23 Temmuz 1968 tarihli Türk Solu’ndan izleyelim: “Olay İstanbul’ da bir bomba gibi pat- ladı. Haberi duyan Teknik Üniversite’ye koşuyordu. Yurt avlusu ana baba günüydü. Gelenler, polis tarafından yerle bir edilmiş demir kapının üzeri- ne basarak avluya giriyor ve iki taşın arasına dikilen bir sopaya raptedilmiş pankartla karşılaşıyorlardı: ‘Kardeşimizin kan izlerini takip et’. Pankartın ar- kasında, yurdun yan tarafına doğru uzayan kan izleri, 20 metre devam edi- yor ve bir göllenmeyle bitiyordu. Yurdun içi de kalabalıktı. Kulaktan kulağa haberler ulaşıyordu. ‘Miting saat 12.00’de. Dolmabahçe’ye yürünecek’...

Saat 11.00 sularında toplum polisi, Dolmabahçe Stadı’nın şeref tribünü ka- pısında mevzilenmişti. Saat 11.30’da beş minibüs, İstanbul Üniversiteli dev- rimcileri getirdi. Gelen gençler saf oluyorlar ve yurda doğru Dağ başını du- man almış, marşıyla yürüyorlardı ve hep bir ağızdan bağırıyorlardı: ‘Kahrol- sun Amerika’. Teknikli öğrenciler kardeşlerini heyecanla karşıladılar. Kala- balık iyice artmıştı....

Bu sırada avluya asılmış olan hoparlörden, yürüyüşün saat 13.00’te baş- layacağı, yürüyüşü Teknik Üniversite Öğrenci Birliği’nin ve İTÜTOTB’nin düzenlediği ve onların direktifiyle hareket edileceği bildiriliyordu…. Sonra gençler Taksim’e yürüdüler. Sloganlar şunlardı: ‘Bağımsız Türkiye’, ‘Kah- rolsun Amerika’ , ‘Amerikalı it, evine git’, ‘Tanklarıyla toplarıyla gelseler bile bağımsız olacak Türk’ün ülkesi’. Taksim Anıtı’na varıldı, çepeçevre sarıldı ve bayrak yarıya çekilerek nutuklar atıldı. Miting bitmişti.

Birden Taksim Anıtı’nın kaidesine bir genç fırladı. ‘Arkadaşlar’ dedi, ‘Biz buraya nutuk dinlemeye gelmedik. Biz ta Beyazıt’tan Teknikli kardeşleri- mizle Dolmabahçe’ye inmeye geldik. Orada kadınımıza, kızımıza saldıran- lara gerekli dersi vermeye geldik. Kimse bizi boş laflarla yolumuzdan alı- koymaya muktedir olamayacaktır. Hedefimiz Dolmabahçe’dir, yürüye- lim arkadaşlar.’ Kalabalık dalgalandı. Heyecan yükseldi. ‘Dolmabahçe’ye, Dolmabahçe’ye’ sesleri Taksim’i çınlattı. Gençler yürüdüler.

Gür bir ses, omuzların üzerinden okuyordu bunu. Diğerleri katıldılar, ‘Gü- neşin zaptı yakın’. Kalabalık gittikçe artan bir hızla aşağıya iniyordu;

Dolmabahçe’ye aktı... Merdivenler koşar adımlarla inildi. Rıhtıma aynı hız- la girildi. Amerikan denizcileri kendilerini motorlara güç attılar. Kaçıyorlardı.

Kalabalık gittikçe arttı. Bir gece evvelki Sükan’ın aslanları ortada görünme- mişler, Amerikan denizcilerini koruyamamışlardı. Olaylar çığ gibi gelişti. Tu- tulan Amerikan erleri denize atılıyor, kamyon kamyon gelen Amerikan mal- zemesi yakılıyordu.

Saat 21:00 oldu. Hareket yedi saattir sürüyordu. Ne nutuk atan vardı orada, ne de yöneten. Ama yedi saat olmuştu, hâlâ dağılmıyor ‘karaya çıkarmayız’

diyorlardı… Tam bu sırada, birden coplar sardı etrafı... Vahşi bir saldırı baş- ladı. İki çember çevrilmişti. Birinci çemberden kurtulan, ikincisine düşüyor, dövülüyordu… Sükan’ın aslanları bu gece de ‘iyi’ iş görmüşlerdi ama Ame- rikalılar da bir güzel dövülmüşlerdi.”

Taksim Anıtı’nın kaidesine tırmanan genç Deniz Gezmiş’ti. Deniz Gezmiş, bir kitle hareketi yaratmak için gerekli liderlik ruhuna sahipti; ’68 Ruhu’nun tartışmasız sembolüydü.

Şimdi de Akaretler’e; Mustafa Kemal’in Samsun’a hareket etmeden önce annesinin elini öptüğü yere uzanalım, çağrılan anıyı ‘68’li yaşama nasıl taşı- mış bir de ona bakalım:

Mustafa Kemal Yürüyüşü

1968 sonbaharında gerçekleştirilen bu eylemde Deniz Gezmiş’in etkin ol- duğu Devrimci Öğrenci Birliği (DÖB) başı çekti. Anti-emperyalist bilinci geliştirmek, başlatılan 2. Milli Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal’in izledi- ği yolun izlendiğini halka göstermek için çok sayıda örgüt bir araya geldi ve eylem kararı aldı. 30 Ekim 1968’de, yürüyüş, Samsun Atatürk Anıtı önün- den başladı; 22’si öğrenci, 2’si işçi toplam 24 genç, Ankara yönünde yola çıktı. 10 Kasım’da Anıtkabir’de Demirel hükümetine karşı eyleme dönüşe-

(30)

cek bir gösteriyle sona ermesi planlanan bu yürüyüşle, Ata dinamik bir bi- çimde anılacaktı; siyasal iktidar Ata’ya ve halka şikâyet edilecekti.

Yürüyüşe katılanlar yayınladıkları bir bildiriyle amaçlarını şöyle açıklıyor- du; “1919’da başlayan Mustafa Kemal devrimi kendisinden sonra gelen yöneticiler tarafından amacından saptırılmış, Cumhuriyet’in bütün kurum- ları yozlaştırılmıştır. Bugün Türkiye’miz dünyada ilk anti-emperyalist ve

anti-kapitalist devrimi gerçekleştiren Mustafa Kemal’e rağmen yabancı- ların desteklediği karşı devrimcilerin etki alanına girmiştir. Biz Mustafa Ke- mal gençliği olarak saptırılan devrimi rayına oturtmaya azimliyiz, kararlıyız.”

Yürüyüş kolu kenti terk ettiği sıra- da polisler tarafından, kanunsuz yü- rüyüş yaptıkları gerekçesiyle Emni- yet Müdürlüğü’ne götürüldü. 31 Ekim 1968 günü sabahı topluca adliyeye sevkedilen yürüyüşçüler, duruşma sı- rasında, ‘Burada yargılanan biz deği- liz, Gazi Mustafa Kemal’dir’, diye ba- ğırınca yargıç sonraları oldukça ün- lenen kararını veriyordu: Burada bü- tün hakimlik sıfatımı ve titrimi bir ke- nara bırakarak şunu belirtmek iste- rim ki: Türkiye’ de hiçbir mahkemenin Atatürk’ü yargılamaya gücü ve yetki- si yoktur.

Yürüyüşe katılanlar çoğalınca 4 Ka- sım 1968’de disiplini sağlamak üze- re yedi kişilik bir komite seçildi. Aynı gün Sungurlu’ya ulaşıldığında Yürü- yüş Tertip Komitesi, ‘Sayın Türk Hal- kı’ başlıklı bir bildirinin dağıtımını yap- tı. Bildiride, “...tüm Türk halkı (işçisiy- le, topraksız, az topraklı köylüsüyle, gençliği ile asker-sivil-aydınıyla) ar- tık mücadeleye geçmek zorundadır. Anti-emperyalist ve anti-feodal mü- cadelemiz tam bağımsız gerçekten demokratik Türkiye içindir. Bu müca- dele sonunda Türk halkı kendi mutluluğunu kendi sağlamış olacaktır...” gö- rüşü işleniyordu.

Yürüyüş yeni katılımlarla kitleselliğe doğru adım adım ilerlerken, Ankara’ya girerken dağıtılmak üzere bir bildiri kaleme alınıp katılımcı örgütler tara- fından imzalandı: “Büyük Türk milleti! Atatürk için toplanalım! Mustafa Kemal’in milli kurtuluş idealini yaşatmak için, Mustafa Kemal Devrimi’ne saldıran karanlık güçlere dur demek için, milletçe yabancı uşaklığına düş- mekten kurtulmak için, tam bağımsız, gerçekten demokratik Türkiye için, Gazi Mustafa Kemal’in milli kurtuluşçu saflarında toplanalım! Yaşasın Yarı- nın bağımsız Türkiye’si için mücadele.”

Mustafa Kemal Yürüyüşü Ankara’ya yaklaşırken Dev-Güç Başkanı Kad- ri Kaplan’ın Ankara’da kent içinde Kahrolsun Amerika! sloganının atılma- sını engellemesi üzerine tartışma çıktı; Ankara’da yayınlanacak olan çağ-

rı bildirisinde ne Amerika’dan ne de emperyalizmden söz ediliyordu: Bildiri içeriğinin olumsuzluğuyla Kadri Kaplan’ın tavrının rastlaşması bardağı taşı- ran son damla oldu. Bu duruma kimi dış baskılar da eklenince çözülme ka- çınılmaz oldu: TMGT İkinci Başkanı Taylan Benli, Milli Güvenlik Kurulu Ge- nel Sekreteri tarafından çağrılarak, yürüyüşçülerin Ankara’ya girmesi du- rumunda üzerlerine ateş açılacağı kendisine bildirildi. Kimi örgütler bildiri- den adlarını geri çektiler. 8 Kasım 1968 günü Başbakan Süleyman Demi- rel, “öğrenci yürüyüşüyle sokaklar eskimez, yeter ki kanuni olsun” diyordu;

diyordu ama İstanbul’dan gelerek eyleme katılmak isteyen FKF’liler yürü- yüşe sokulmuyordu. Bu olumsuz gelişmeler sonucu, 427 km’lik uzun yürü- yüş, 9 Kasım 1968 günü 410. km’de, Ankara’nın Kayaş ilçesinde sona erdi.

10 Kasım 1968 sabahı Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde toplanan yürüyüşçü- ler, Anıtkabir’e giderek saygı duruşunda bulunmakta kararlı gözüküyordu;

yaklaşık 300 kişi çeşitli yollardan Anıtkabir’e ulaştı; saat 13.00’te üzerinde,

“Amerikan emperyalizmine karşı milli kurtuluş yolunda izindeyiz-Samsun yürüyüşçüleri”, yazılı bir çelenkle Ata’nın huzuruna çıktılar. Saygı duruşun- dan sonra, Anıtkabir özel defterine şunlar yazıldı: Amerikan emperyalizmi- ne karşı ikinci milli kurtuluş savaşımızda gerçekten izindeyiz. Milli kurtuluş savaşımız yok edilemez. Onu yok etmek için bütün Türk milletini yok etmek gerekir. Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşçüleri.

Tekrar Dolmabahçe’ye dönelim; açıklarına demirleyen, kıble alınarak toplu namazlar kılınan 6. Filo’ya karşı gerçekleştirilen kitlesel eylemin öyküsünü ruhumuzun kulağına çağıralım:

Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal yürüyüşü

Boykot ve işgaller heyecan verici, güçlü ve yoğun deneyimlerdi

(31)

Kanlı Pazar

Uyarılan anti-emperyalist duygular cangılında “68 Ruhu”, her yönüyle ve tüm cüretiyle bir isyan olarak soluk alıyordu. Sokak ajitasyonu, mitingler ve zora dayalı çatışmalar, yani sokakta sürekli seferberlik dönemi başla- mıştı: Bu hava içinde 6. Filo gelip İstanbul Limanı’na demirleyince kıya- met günü yaklaşmıştı; coşku seli içinde oradan oraya koşuştururken, İsla- mi anti-komünizm cephesinin İstanbul’a adam taşıyarak Taksim’e yığınak yaptığının farkına bile varılamadı; varanlar ise aldırmadı.

16 Şubat 1969 pazar günü Türkiye’de o güne değin gerçekleştirilmiş en geniş anti-emperyalist kitle gösterisi düzenlendi. Çünkü devrim tatilde de- ğildi; okullar açıktı. Üstelik ‘68 boykot-işgalleriyle küçümsenmeyecek bir deneyim kazanmışlardı. Üniversite öğrencilerinin yanı sıra işçi sendikala- rı, meslek kuruluşları ve her eğilimden sosyalistlerin katıldığı, çoğunluğu iş- çilerden oluşan yaklaşık 30 bin kişi, İstanbul Üniversitesi önünden Tak- sim alanına yürüyüşe geçti. Taksim girişinde polis, caddenin her iki yanın- dan önce sis bombaları attı, daha sonra coplarla saldırıya geçti. Aynı anda gerici sivil güçlerin önceden hazırladıkları anlaşılan kurşun bilyeleri elleriy- le havaya attıkları gözlendi; havadan hızla yere düşen kurşun bilyeler her- kesin kafasını gözünü yardı; ortalık bir anda kan gölüne döndü. Bütün de- neyimine karşın çatışmanın bu denlisiyle ilk kez karşılaşan kitle paniğe ka- pıldı ve yürüyüşün öncü koluyla gövdesi birbirinden ayrıldı. Taksim alanı- na girebilen birkaç bin kişi gözü dönmüş gericilere yem olurken, polis ala- na giremeyen ve başsız kalan asıl yürüyüş kolu üzerine saldırıya geçti: Kitle, Gümüşsuyu’na doğru panik içinde kaçmaya başladı; yürüyüş kolunun gü- venliğinden sorumlu ve caddeyi her iki yönden koruyan militanlar, panik ha- linde İTÜ’ye doğru kaçan kitleyi geri çevirmeyi başardılarsa da Taksim alanı- na girmeyi başaramadılar; çıkan çatışmalarda çok sayıda yaralı verdiler.

Dışarıda bu olaylar yaşanırken Taksim alanında tam bir katliam örgütleni- yordu: Birkaç gün önceden Taksim Gezisi’nde toplanmaya başlayan ve Dolmabahçe açıklarında demirleyen 6. Filo’yu kıble kabul edip toplu na- mazlar kılan İslami anti-komünizm taraftarları, polisin göstermelik barikat- larını aşarak alana girmiş olan birkaç bin kişinin üzerine saldırdılar; sopa- lar ve bıçaklarla hücuma geçen gerici kalabalık, polisin gözetimi ve yardı- mı altında kanlı bir kıyıma giriştiler. Taksim Meydanı’na açılan ara sokakla- Yılmaz Aysan / “68”Afişleri

Referanslar

Benzer Belgeler

[r]

Obezite gelişimine, çevresel bir faktör olarak intestinal mikrobiyotanın katkısı, enerji dengesi, inflamasyon ve intestinal bariyer fonksiyonu üzerine olan etkileri

Bu­ nu Cemal Reşit Rey’in çok ses­ lendirdiği «Halk Türküleri»

Yoğun bakım sonrası evde bakım verilen hastaların özellikleri ve bakım verenlerde bakım verme yükü ve empati ilişkisini araştırmak amacıyla yapılan bu çalış-

Bğımsızlık Mücadelesi sonunda Atatürk'ün emriyle ekonomik anlamda da bağımsız olmak için 1924'te kurulan Türkiye İş Bankası'nın ekonomik bağımsızlığa vurgusundan

Banka hem bir kalkınma kurumu hem de aynı zamanda bir mali kurumdur. Bu nedenle kredilendirece÷i her proje, Banka’nın her iki niteli÷i açısından tatmin edici

yasası, halen girm edik saha bırakmadı... Karsta bir süt tozu fabrikası

Küresel finansal kriz döneminde, gelişmiş ülkelerin ekonomik istikrarı yeniden sağlama çalışmaları ve gelişmekte olan ülkelerin sermaye hareketlerindeki oynaklığın