t a r i h
K e m a l e t t l n i n ö l ü m ü n ü n 50 . y ı I ı m ü n a s e b e t i l e
Hayat Dergisinde çıkan bir yazı Sayı 34 — Cilt II 1927 21. Temmuz 1927 Sayfa 141
Mimar Kemal de öldü.
Mimar Kemal Türk sanat âleminde derin bir boşluk bırakarak gitt'r. Hiç bek- lenilmeyen bir zamanda ölüm; hayatını kazanca değil, bir mefkureye bağlamış bu faziletkâr adamı da aramızdan çekip gö- türdü. Ne vakit yüksek «Mimari eseri»
vücuda getirmek istersek ilk hatıra o ge- lirdi. Çünkü bıraktığı vakıf hanlar kudre- tinin canlı eseriydi. Ne zaman başkasının para hırsıyle yarım bıraktığı eseri tamam- lamak istersek, onu çağırırdık. Çünkü ter- temiz hayatı en yüksek fazilet âbidesi idi. Kimse o âbideye ufak bir leke kon- duramazdı. Şark mimarisine ait bir konu mevzubahis olduğu zaman batı mimarî alemi onu hatırlardı. «Mescidi Aksâ» nın tâmirinde onun reyi hâkim oldu. O' bey- nelmilel tanınmış bir «otorite» idi, bilgisi- le, eserleriyle yurd dışında da vatanı yük- selten bir bayraktı.
Fakat tesadüf bana bu çok büyük adamın ruhunu da tanıttı. Mimar Kemal son zamanlarda kalben yaralı idi. Anka- ra'da yapılan bazı binaların üslûbu her- gün kendisini üzüp dururdu. Bu kâfi de- ğilmiş gibi uğradığı bazı muameleler de onu incitmişti. Bir gün Vekâletteki oda- ma geldi, bana: «Üstad, diyorlar. Bu sah- te kelimeyi kullanmamalarını herkesden rica edeceğim» dedi. Çok müteessir, çok müteheyyiçti. Sebebini sordum, «Türk Ocağı» için yaptığı planın uğradığı âkibet-
ten bahsetti: «Yaptığım plan iyi olmaya- bilir, tenkid edilebilir, fakat bu tenkid ne için âşikâr bir tarzda yapılmaz, ne için sanatla, mimariyle ilgisi olmayanların ta- rizine uğrar, ne için doğrudan doğruya benim yüzüme beğenmedikleri noktalar söylenmez» dedi.
O gün ben bu teessürü yüksek eser sâhiplerine has haklı bir gurura atfetmiş, mimar Kemal'in tamamen hasbi olan ru- hunu, anladığı tarzda bir türk mimarisi yaratmak mefkûresinden doğan samimi heyecanını sezememiştim.
Bundan bir ay sonra idi. Maarif Ve- kili Necati beyin odasında «Ankara Mual- lim Mektebi» (x) üzerinde yapılacak tâdi lât konuşuluyor, pencerelere yapmak iste- diği kemerlerin kaldırılması, medhalin da- ha basit şekle sokulması münakaşa edili- yordu. Birdenbire geriye döndü, yüzünü saklar bir vaziyetle odanın kapısına doğ- ru ilerledi. Yüzyüze gelmiştik. Bakdım iki damla gözyaşı yanaklarının üstünde duruyordu. Artık benden heyecanını sak- layamadı; ağlar gibi bir sesle «otuz sene hayatımı mimari eserlerinde türke has zevkin yaşamasına hasrettim, otuz sene her medenî şehrin olduğu gibi türk şehir- lerinin de milletimize has bir zevk taşı- ması için uğraştım. Şimdi bu üslûba tür- be, câmi mimarisi diyorlar, hakir görüyor lar» dedi, gözlerinden iki damla yaş da- ha akdi. O zaman karşımda yalnız mimar Kemal değil, «kâmil bir insan» canlandı.
İstanbul gibi türlü türlü hislerin, çeşit çe- şit zevklerin bulunduğu bir şehirde henüz milliyet hissinin kuvvetle hüküm olmadı- ğı bir devirde mimar Kemal türk milleti- ne has bir üslûbun hakimiyeti için müte- mâdi çalışmak heyecanını duymuş, otuz sene hayatını buna vakfetmişti. Dedikodu mâhiyetini geçmeyen tenkitler sanatkârın idealini hırpalıyordu, temiz ruhu bunlara tahammül edemeyince gözünden akıttığı yaşlarla boşanmak ihtiyacında idi. O gün bunun bir tecellisini gördüm. O zaman- dan beri artık mimar Kemal benim için yüksek bir insan numunesi oldu. Onu ar- tık canlı bir fazilet âbidesi gibi görüyor- dum. Şimdi hatırası önünde de aynı his- le eğiliyorum.
Mimar Kemal hakikaten yeni bir türk uslûbu meydana koymuşmudur? Bunun tetkiki mütehassıslarına aittir denildiği gi- bi belki, yalnız eski türk eserlerinin ha- ricî yapılışına kapılmış, ilhamı yalnız ba-
zı «motifler»den almıştır. Belki yarın bü- yük bir sanatkâr asıl türk eserlerinin içi- ne, ruhuna daha fazla nüfuz edecek, türk mimarisini kemerlerde, sütunlarda aramı- yarak başka tarzda «modem» hale getire- cektir. Fakat türk sanat tarihi kozmopo- litliğin moda olduğu bir devirde, mimarî- de türk üslubunu yaşatmak heyecanını duyan mimar Kemal'e dâima büyük mev- kii en yüksek şerefi verecektir.
İlk yol açanlar, ilk hedef gösterenler- dir ki, büyük insanlardır. Onların yüksekliği, herkesin vâzihen duymadığını ve görme- diğini ilk defa duymak, görmek kudretin- dedir.
Eğer mimar Kemal pâdişahlar devri- nin hiç bir şey söylenmesine müsaade etmeyen bir devrinde ilk terbiyesini alma- mış olsaydı, muhitine tesiri çok daha kuvvetli olurdu. Yazık ki o terbiye kendi- sini fikirlerini söylemekten çekinir bir hâle sokmuş ve irâdesini zayıflatmıştır.
Çok defa Ankara'nın imarî meselesinde fikirlerini yazmasını rica ettim. Çok za- man hiç bir üslup taşımayan inşaat kar- şısında hepimizi ikâz eylemek vazifesi karşısında bulunduğunu söyledim. Fakat bir türlü böyle bir cidâle atılamaz, çok za- man bir kadın mahcubiyetiyle eserini bi- le müdafaa eyleyemezdi. Fakat sanatkâr ruhu söylemedikçe mütemadiyen mütees- sir olur, mütemadiyen ezilirdi.
Son zamanında bütün emelini Anka- ra'daki Muallim Mektebi'ne vakfetmişti.
Bu binada sanatkâr ruhunun gözükmesini istiyordu. İnşaatın bir türk tarafından deruhde edildiğini görünce çok sevindi.
O gün hepimize «yaptığım planın ruhu ancak türk müteahhit elinde kayb olmaz»
dedi.
Yazık ki bu son eserinin temel taşı- nın atıldığını görmeksizin içimizden ayrıl- dı, gitti. Fakat biz, bizden sonra gelen ne- sil, vakıf hanları gibi bu binanın önünden de geçerken dâima onu hatırlayacağız, onun sanatı, hele fazilet ve insanlık nu- munesi olan ruhu önünde hürmetle eği- leceğiz.
xx Mehmet EMİN x Ankara'da şimdiki (Gazi terbiye Enstitüsü )binası.
xx Mehmet Emin bey herhalde ma- arifçi (terbiyeci veya felsefeci) M.E. Eri- şirgil olsa gerek - Meydan Larousse'dan