• Sonuç bulunamadı

GİRİŞ: KUTSAL METİN NEDİR

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "GİRİŞ: KUTSAL METİN NEDİR"

Copied!
21
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

GİRİŞ: KUTSAL METİN NEDİR

ÇOĞUMUZ “kutsal metin” kelimesini duyunca afallamayız. Onu kullanmak suretiyle terimin ne anlama geldiği konusunda bir algı olduğu konusunda kendimiz bile bir izlenim ediniriz. Bu izlenime göre kutsal metnin ne olduğunu hepimiz biliriz. (Ancak) konu üzerinde düşünülünce, durumun böyle olduğu güç bela ortaya çıkar.

Sunumumuz konunun bir bütün olarak varsaydığımızdan daha tafsilatlı, soruların daha derin ve çözümlerin de daha geniş kapsamlı olduğunu ortaya koyacaktır. Dahası, çalışmamız sorumlu bir şekilde kutsal metin kavramı hakkında düşünüp taşınanlar için sorunların baştan kabul edilmesi gerektiğini ve bütün dünya için onların çözülmesi gerektiğini açıkça ortaya koyacağını ümit ediyoruz. Sonunda da bu çalışma boyunca ortaya konulan bilgilerle (kutsal metin konusunda) mümkün bir anlayışın bulunabileceğini ileri sürmeye casaret ediyoruz. Aynı ölçüde önemli olan bir konun da doğrudan kutsal metinle alakadar olmayan fakat modernide üzerine düşünenler için söz konusu olan belli başlı imaların da (bu çalışmada) mütalaa edildiğidir.1

Okuyucunun burada nihayetinde ortaya konan tekliflerin umut verici olup olmadığını hissetip hissetmemesi, ele alınan konulardan daha az önemlidir. Temel amacımız alana ilişkin bir değerlendirmeye dikkat çekmektir.

Konu burada tarihsel ve karşılaştırmalı bağlamda ele alınmaktadır. Bu, mevcut durumumuzun yeni olmasından dolayıdır. Diğerlerinde olduğu gibi bu bakımdan yeni olarak o, isteyerek veya istemeyerek kendimizi içinde bulduğumuz tarihi bir süreçte ortaya çıkmıştır. Onun mevcut safhasının bir unsuru, parçası olduğumuz gelişmeyi şimdi görmeye başlayabileceğimiz ve kendimizi onun açısından/ona dayanarak anlayabileceğimizdir. Doğrusu, durumumuzun başka bir şekilde tam olarak anlaşılamayacağını kabul edebiliriz. Özbilinçlilik esastır. O da ortak tarihsel bilinçtir.

İkinci olarak, yeni oluşumuzun bir diğer veçhesi günümüzde karşılaştırmalı bir bakış açısının kaçınılmazlığıdır. Tarih hepimizi yeryüzüne birbirine dolanmış parçaların bir numunesi şeklinde yerleştirdi ve biz çoğulluğun farkındayız. Etkin veya belirsiz bir şekilde onun farkında olmadan başka seceneğimiz de yok. Burada kendi farkındalığımızı netleştirirsek iyi yaparız. Çünkü bizim her bir grubumuzun yeryüzünde yaptığı ve olduğu şey, hepiimizn geleceğini artan bir şekilde etkilemektedir.

“Tarihle” geçmişi değil, daha ziyade devam eden bir süreci kastediyorum. Bu anlamda şimdi de tamı tamına geçmiş kadar tarihseltir ve gelecek yüzyıllar da böyle olacaktır.

İnsanlık tarihi, şüphesiz uzun zaman öncesinde başlan, (cüzi olarak her birimiz tarafımızdan) şu anda şekillenen bir gelecekle günüümzde devam eden bir süreçtir.

Kutsal Metin bir gerçeklik ve geçmişten miras alınan bir kavramdır ve o modern dünyamızın genel yeniliği ve çoğulculuğuyla ilgilidir. Onun anlaşılması ne şu anda gelişen durumla ne de geçmişteki duruma ilişkin günümüzde bildiğimiz şeyle ayakta durmaktadır. Yeni bir algı ortaya koymanın zamanı geldi. İnsan olmanın ne anlama geldiğine ilişkin modern anlayışımız bu alandaki modern bilgiyle henüz uzlaşmış değil.

Zira kutsal metin tahayyül etmeye başladığımız şeyden farklıdır ve farklı da olmuştur.

Bu, 8şu) iki önemli konuda özellikle böyledir: o, kabul ettiğimizden daha fazla kişiye

(2)

daha fazla şekilde önemli olmuştur; ve o, algımızın farkına vardığından daha çeşitli olmuş ve olmaya da devam etmektedir. Burada ilk olarak çeşitlilik üzerinde duracağız.

Kutsal metnin insan hayatında ya kutsal metin ya da insan hayatıyla ilgili mevcut mülahazalardan daha entegre bir unsur olduğu olan diğer konu (çalışmada) ilerledikçe ortaya çıkacaktır. Değeri artırılmış bir kutsal metin nosyonuna ve insan olmanın ne anlama geldiğine ilişkin daha hassas bir farkındalığa ihtiyacımızın olduğu açıktır.

Batı’da, modern zamanlarda kutsal metin fikri konusunda birkaç gelişme meydana gelmiştir. (Bu gelişmelerden) biri, Tekvin’in ilk bölümüyle ilgili on dokuzuncu yüzyıldaki tartışmada ve Batı’nın hem kutsal metne hem de evrene ilişkin anlayışında söz konusu olan dönüşümde kendini somut olarak göstermektedir. Söz konuus bu krizin neticesini yaşıyoruz. Bu gelişmesinin sonuçlarını Hıristiyanların belirli bir azınlık kesimi hariç diğerleri kararlı bir şekilde kabul etmiştir. Bu durumu çoğunluğun ya ummadığı veya entelektüel olarak kavramaya ya da sosyal ve siyasi olarak üstesinden gelmeye hazır olduğundan daha sorunlu hale getirmekle tehdit eder. Hatta diğer şekilde ayar çekilmiş kişiler için bile krizin sonuçları, kutsal metin kavramının alakadar ettiği kadar büyük ölçüde olumsuz olmuştur.

1850’li yıllarda başlayan asırda Batı toplumun hatırılı sayılır bir kısmı dinden ve hiçbir surette kutsal metin hakkında düşünmekten yüz çevirdi veya onlardan bağını kopardı.

Pek çok örnekte/durumda kutsal metinle ilgili Kitabı Mukaddesi doğrudan hatta literal Tanrı söz olarak belirten daha erken bir kavramı aslına bakılırsa onunla ilgili açık seçik olmayan bir kavramla yer değiştirdiler. Diğerleri, bu terimi -belirli bir kitap veya kitapların özel ismi olarak- Kitabı Mukaddes eş anlamlı hale getirdiler. Diğer taraftan, ameli olarak Hıristiyan olanların çoğunluğu, özellikle de Protestanlar, Kitabı Mukaddesi sadece kilise ibadetlerinde değil, aynı zamanda kendi Hıristiyan yaşamlarının bir ayrılmaz parçası olarak muhafaza etmektedir. Aynısının daha fazlası hatta daha güçlü olarak ameli açıdan Yahudi olanlar için de söz konusudur. Ancak, her iki durumda da (kutsal metnin) rolü öncesinden daha az merkezi ve algılanma biçimi de daha az açık- seçik olmuştur. Kitabı Mukaddesi “kutsal metin” olarak düşünmek suretiyle onun ne anlama geldiğini anlamanın yolları oldukça geniş olmuştur. Muazzam Kutsal Kitap tartışmasının olduğu dönemde liberal veya “fundamentalist2” olmayanlar, tartışmanın yıkmak için çok uğraş verdiği kutsal metne metafizik veya ahirete ilişkin bir konum atfetmeyerek olumsuz bir vasıf yüklememe konusunda hem fikir olmuşlardır. Keza aynı dönemde sekülerler “kutsal metin” terimi için, aşağıdaki göreceğimiz üzere, kendilerinin aceleyle apar topar icat ettikleri kavramlar vasıtasıyla düşünmeksizin oldukça orijinal atıflar/referanslar geliştirmişlerdir.

Mamafih, yeni bakış açısının olumlu sonuçları da önemli olmuştur. Bu mevcut çalışma başlangıç noktası olarak hem kutsal metinlerin çoğulluğunu kabul etmek suretiyle geliştirilen dünya çapındaki bakış açısını, hem de kutsal metin olarak Kitabı Mukaddese ilişkin modern zamanlarki Batılı anlayışda dönüşümden beri yoruma ilişkin etkileyici başarılarla birlikte işlenmiş olan dönüşümü konu edinmektedir. Amacımız bunların ötesine, özellikle ona daha dinamik ve daha beşeri bir anlam ekleyerek daha yeni ve daha kapsamlı bir görüşe geçmektir. İlgili alanda modern Batı’nın göze çarpan başarılarından biri, Kitabı Mukaddes metinlerinin etüt edilmesinde tarihsel-eleştirel

(3)

araştırmaların iddialı sürecinin söz konusu olmasıdır. “İlgili alan” diyoruz çünkü bu hareket söz konusu metinlerle kendi orijinal şekil ve anlamı, kadim bağlamları ve ortaya çıkışları çerçevesinde alakadar olmuştur. (Bu da) onların orijinal olarak söylendikleri dönemlerdeki kelimelerinin anlamlarıyla, kendisinden ortaya çıktıkları tarihsel bir bağlam oluşturarak yapmıştır. Bununla birlikte ortada bir paradoks vardır ve o da söz konusu tarihsel dönemde metinler henüz kutsal metin halini almamıştı. Bu yazılara kutsal metin gibi muamale atme uygulaması daha sonraları ortaya çıkmış ve böylece kutsal metin kavramı zuhur etmiştir. Burada bölümlerimizden birinde ortaya koyacağımız ve neyi gerektirdiğini anlamaya çalışacağımız üzere bu metinler bir süreç dahilinde günümüzde olduğu gibi kutsal metin haline gelmiştir.

Modern Kitabı Mukaddes araştırmaları “kutsal metne” ilişkin herhangi bir kavramı bir kenrara koymayı ilke edinmiş ve söz konusu metinlere diğer herhangi bir metin gibi muamele etmek suretiyle onları basitçe tarihi dokümanlar olarak araştırmanın gururunu yaşamıştır. Aksine, bizim buradaki ilgimiz kasıtlı olarak kutsal metin olarak onların pek çok yüzyıl boyunca oynadıkları role ilişkindir. Onu neyle alakadar olduğunu aydınlığa kavuşturmayı umabiliriz; bu metinlerin o ilave sıfata sahip olmalarını anlamanın ne anlama geldiğini anlamaya çalışacağız. Onların kutsal kitap statüsü elde etmesi, bir kez bu statüyü elde ettiklerinde, onlara toplum yaşamında ve kişisel dindarlıkta zengin, karmaşık ve güçlü bir rol vermektedir.

Kitabı Mukaddes araştırmalarında daha yeni bir eğilim/akım, kutsal metinlere yapısalcılık (structuralism) ve benzeri edebi eleştiri yöntemi ile bazı fikirleri uygular olmuştur. Kitabı Mukaddese “herhangi bir literatür” gibi muamele etmek, metinlere kutsal kitap statüsü elde etme aşaması sonrasında olduğu gibi değinmek anlamına gelir. Bu tıpkı tarihsel eleştirinin onların kutsal metin olmadan önceki aşamalarıyla ilgilenmesi gibidir. Metinlerin, kutsal metin/kitap olarak yukarıda ifade ettiğimiz gibi insan yaşamındaki zengin, karmaşık ve güçlü rolü asırlar boyunca ortada olmuştur.

Üstelik bu süreç daha da bitmemiştir.

Bu rolü tamamen doğru olarak gözlemlemek onun temel olarak tarihsel karakterini tanımak anlamına gelir: Onun zamana ve mekana bağlı olarak değişken vasfı, yaşamlarında ve toplumlarında söz konusu rolün oynandığı kişilerin hususi bağlamlarında ağ gibi örülmüştür.

Durumu doğru olarak gözlemleyebilmek için süregelen değişim gerçeği olan fiili durumla –pek çok farklı fiili durum- söz konusu kaynaşmanın ve devam edegelen tarihsel bir sürecin akışının ayrılmaz bir parçası olarak aktif katılımın bazı daha yüce veya daha sağlam gerçekliğe ilişkin kaza eseri olmayan bir değişim olmadığının kabul edilmesi gerekir. Bu konular inişli çıkışlı süreçlerde oluşturulmuş veya düzenlenmiş kutsal metni anlamak için bir kenara koyamamız veya ötesine ya da gerisine geçmememiz gereken şeyler değildir. Bilakis bu veya şu verili/belirli metnin, kutsal metin olmasından sorumlu olan onlardır ve kutsal metnin temel karakterini belirleyen de onlardır.

Değişim pek çok düzeyde meydana gelmekte ve pek çok çeşidir olmaktadır. Çarpıcı olan, belirli bir kutsal metin ayetinin, bölümünün veya parçasının yorumunda farklı

(4)

zamanlarda ve mekânlarda söz konusu olan çeşitliliktir. Bir kimse bu durumu gerçekte herhangi bir kutsal metinden yola çıkarak açıkça gözler önüne serebilir. Bu konuyla boğuşma pozisyonuna bizi koyması için bir sonraki bölümümüzü mevcut bol örnekler arasından seçilen hususi bir örnek üzerinden bu konuya tahsis edeceğiz. Bunu yaparken konuyu tüketici bir tarza değil, seçici bir şekilde ele alacağız. Vereceğimiz örnekler de devam etmekte olan şeyin çeşidini aydınlatmaya yetecektir. Bir metin ne kadar sağlam olursa olsun (ve bizzat bunların karar verici şekilde sağlam olmadıkları zamana ait örnekler vardır) eğer o bir kutsal metin ise onun yorumu kesinlikle çeşitlilik arz eder.

Bu durumu ortaya koymak için söz konusu bölüm için seçtiğim örnek bir Yahudi ve Hıristiyan örneğidir: Kitabı Mukaddes’ten belirli/spesifik bir kitap. Şüphesiz ki başka biri herhangi bir başka kutsal metni örnek olarak alabilirdi. Bir zamanlar Yahudi ve Hıristiyan yaşamında büyük öneme haiz olmasına rağmen bu spesifik kitaba günümüzde fazla bir ilgi gösterilmemektedir. Şüphesiz ki Tekvin kitabı son yüzyılda ve bu yüzyılın başlarında büyük tartışmaların odağı olmuş ve onun yavaş, sancılı ve radikal yeniden yorumu, Yahudi ve Hıristiyan toplumunun kahramanca ve/veya onır kırıcı görevi olmuştur. Yuhanna İncili oldukça farklı şekillerde yorumlanmıştır. O, Hıristiyan yaşamı için öyle hayatidir ki teolojik olarak bir sataşma konusu ortaya çıktığında, bugün yapmak zorunda olduğumuz gibi bir kimse pek çok diğerlerinin dışlanmasına karşı sunulan anlayışlardan herhangi birini seçmenin keyfilik barındırdığının farkında olur.

Benzeri değerlendirmeler dünyanın diğer kutsal metinlerine de uygulanabilir. Doktora öğrencileri son zamanlarda birçok yüzyıl boyunca Bhagavad-Gita’nın yorumlarının tarihsel silsilesiyle ilgili, Kur’an’ın spesifik bir kelimesine ilişkin; Lotus Sutra’nın belirli bir ülkede örneğin Japonya’da belirli bir yüzyıldaki yorumu üzerine oldukça özenli/itinalı tezler hazırlamaktadır. Son yıllarda Harvard Üniversitesinde bu konularda yapılmış üç tezi örnek olarak verebiliriz.3

Aynı pasajın muhtelif okumalarının bu konuya imaları oldukça geniş kapsamlıdır.

Burada kutsal metnin insanlık tarihindeki kritik önemini keşfediyor olacağız. Bununla birlikte o, hiçbir şekilde belirli bir kabul edilmiş yazılar bünyesinde bile tek bir tür çeşitlilik değildir.

İtibarın/önemin diğer bir varyasyonuna, hususi bir kutsal metnin kısımlarına/cüzlerine verilen vurgu farklılığıyla ulaşılır. Daha ziyade yeni örnekleri alırsak Hıristiyan Kilise’sinde, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında Amerika’da ve başka yerde birkaç on yıl devam eden Sosyal İncil söz konusu olduğunda ve Eski-Ahit peygamberleri üzerinde yeni bir odaklanma gelişdiğinde, bu durum kayda değer bir icat olmuştu. Bir kimse aynı zamanda Yuhanna İncil’inden diğer üçüne yani “Sinoptiklere” geçişe atıfta bulunabilir.

Hatta daha çok yankılananı, Karl Barth’ın ismiyle anılan genel olarak İncillerden Mektuplara ve oradan da Romalılar (Mektuba) geçişti. Sosyologlar ve siyaset bilimciler böyle tarihsel değişimlere ağırlık vermek zorundadır.

(5)

Benzer şekilde Budist örneğinde, sadece eski hareketler yön değiştirmedi, belirli bir veya diğer hususi bir kutsal metne – veya Budistlerin ifade ettiği üzere sutraya yakın zamanlarda verilen dikkat sonucunda yeni hareketler ortaya çıktımıştır. Bir Mahayana fırkasını veya cemaatini diğerinden ayıran şey, çoğunlukla ve açıkça elde olan ve onun üzerinde odaklanmanın seçildiği ve onun tarafından ilhama mazhar olunan hususi bir sutradır.

Kur’an’da belirli ayetler bütün olayların ve eylemlerin Tanrı tarafından daimi olarak yönlendirildiğini doğrulken, belirli diğerleri de insan inisiyatifini, özgürlüğünü ve sorumluluğunu ilan eder. Tarihsel olarak, İslami yaşamda sadece bireysel vurguların ve makul dengenin örneklerinin değil, aynı zamanda uzun dönemli gelişmelerin de farkına varmak mümkündür. On yedinci ve on sekizinci yüzyıllardan itibaren Müslüman imparatorlukların güç, etki ve kültürel yaratıcılığının düşüşüne, ilahi kontrolü ileri süren pasajları vurgulayan dikkat çekici bir eğilim eşlik etmiştir. Bu durum erken kolonyal dönem süresince harici gözlemciler tarafından geniş şekilde rapor edilen İslami “kaderciliğin” (fatalism-qısmat) ortaya çıkışına yol açmıştır. Diğer taraftan, İslamın ilk yüzyıllarında beşer inisiyatifine değinen pasajlar üzerine daha fazla vurgu vardı. Günümüzde bir kez daha bu diğer grup ayetler (erkende dönemde kullanılanlar) İslami “yeniden uyanışa” cesaret verecek şekilde tekrar tekrar ve etkili şekilde alıntılanmaktadır. Şüphesiz ki bir dizi dünyevi faktör bu örneklerde etkili olmasına rağmen, eğer söz konusu ayetler mutsal metin olarak ilham edilmiş olmamış olsaydı, aşikardır ki ne bir yönde ne de diğer yönde olan hareket, söz konusu olduğu gibi neredeyse böyle inandırıcı olmayacaktı.

Asyalı metinlerin söz konusu edilmesi, kutsal metnin ne olduğunun anlaşılmasında bizi daha ileri bir gelişmeyle karşı karşıya bırakır. Bir kimse bu konuda biri daha aşikar diğeri de daha üstü kabalı iki gelişmeden bahsedebilir. Veya açık ve kesinlikle esaslı yüzeysel bir etkiye sahip olan ve aynı zamanda tam olarak daha radikal olduğunu kanıtlayan derin imalara sahip bir hareketten bahsedebiliriz.

Bütünüyle düşünüldüğünde, değişim özelden genele olmuştur: (Şöyle ki bu değişime göre) Kitabı Mukaddes’i belirtmek için kullanılan Batılı bir kelime olan “kutsal metin”

(scripture) ifadesi dünya genelindeki sınırsız sayıdaki kutsal metinleri belirtmek için de kullanılmaya başlanmıştır. Bu çerçevede Kur’an, Müslümanların kutsal metni/kitabı, Tao Te King Taocuların kutsal metni... olarak kabul edilmeye başlandı. Oxford’da 1879 yılından itibaren Doğunun Kutsal Kitapları4 başlığıyla elli ciltlik bir külliyat yayımlandı.

Şüphesiz ki bu Batı medeniyeti için önemli bir olaydı. Bu külliyat geniş bir kabul gördü ve basımından itibaren birkaç kez yeni baskıları yapıldı. “Dünyanın Kutsal Metinleri”

ve benzeri başlıklı kitaplar günümüzde basılmakta ve şimdilerde onlar artık okul çocuklarının ellerinde dahi bulunmaktadır.5

Bir kişinin görüş menziline kendisininkinden başka gelenek ve medeniyetlerin kutsal metinlerini getirmek, bağdaştırmak için kutsal metin (scripture) kelimesinin istihdam edildiği şimdiye kadar hayal edilmemiş açık görüşlülük ve çetrefilliği kapsama alanına dahil etmek için ufku genişletmek suretiyle esaslı bir şekilde çeşitli türde olan materyali kutsal metin kavramı bünyesine dahil etme anlamına gelmektedir. Dahası, dünya kutsal metinlerinin kendi aralarında radikal olarak farklılaşması sadece içerik

(6)

konusunda değildir. Yeni bir kutsal metin kavramında (eski kavram için olsa bile) çeşitlilik hazmetilmemiş olmasına rağmen, söz konusu farklılık yeterince açık-seçiktir.

Onlar, kavramsallaştırılma ve bu süreçte bu kavramsallaştırmaya etki eden unsurlar bağlamında da birbirlernden farklılık arz ederler. Bu pek çok düzeyde böyledir. Hiçbir şey bunu kutsal metin kelimesinin kabul ettiği veya varsaydığı yazım konusundan daha doğrudan ortaya koymaya hizmet etmez.

Yazıya dökülmüş şeyleri belirtmek için sadece bu İngilizce terim (scripture) kullanılmaz.

Bu konuda o, Batılı dillerindeki tüm emsallerini/benzerlerini izler/takip eder veya onlarla paralellik arz eder: scriptura, scrittura, l’Ecriture; ve die Schrift kelimeleri onunla aynı kökten gelmektedir. Bundan önceki Yunanca’da he graphe, hai graphai (mesela, Yeni-Ahitte); İbranice ketuvim (bu sonuncusu düzenli şekilde Tanah’ın veya Eski-Ahit’in daha sonraki kısımları için, onun daha erken, daha temel unsurlarını içermek için çok daha az sıklıkla kullanılmıştır). Benzer şekilde tüm şekillerinde “Kitabı Mukaddes (Bible) kelimesi, Yunanca biblia, İbranice sepher ve ketab6, kitap (book) kelimesini belirtir (bu kelime geçen yirmi beş yüzyıldır anlamını her yüzyılda değiştirmiştir). Tüm bunların zıttı olarak Hindistan’da, Batı’nın Hinduizm’in muhtelif kutsal metinleri olarak isimlendirdiği şeylerin tamamının Veda (sruti) olarak adlandırılan en kutsal ve müthiş olanı asırlar boyu kesin olarak sözel olarak nakletilmiştir; zira onun yazıya geçirmesine yönelik oldukça şiddetli bir yasak vardı.

Yine, İran’da Zerdüştlüğe ait kutsal metinler, “Avesta” ve diğerleri, yüzyıllar boyunca şifahi kalmıştır. Daha sonraki bir bölümde göreceğimiz üzere yazıya geçirilmeleri kaçınılmaz olduğunda dış baskı etkisini belli edinceue kadar bu ilkin bir ilaveten biraz daha fazla bir şey olarak mütalaa edilmiştir.

Batı’nın bu tür çeşitliliğin farkında olmasından eğitici bir netice ortaya çıkmıştır. Şimdi olduğu durumu zaman içinde edinmesi gibi bu tarz çeşitliliğin tedrici olarak fark edilmesi gerçekte Batı’nın kendi mirasında da bulunur. Zira, kelimeden kazaen haberdar olduğumuzda Yahudi ve Hıristiyan durumlarında bile, onunla ilintili olanların yaşamlarında kutsal metnin sözel/işitsel veçheleri, yazılı olandan daha önemli, daha mahrem, daha derin oldukça merkezi bir sorgulamayla sonuçlanır. Bu gerçek, modern hissiyatta hem “Gutenberg çağı” olarak adlandırılan muazzam şekilde kültürün - özellikle entelektüeller arasındaki- basım-yönelimli niteliği tarafından hem de daha ileri olarak buradaki araştırmamızın öznesini tasarlamak için kullanılan spesifik kutsal metin terimi tarafından karartılmıştır.

Dünya çapında ve keza bu sözel/işitsel konunun Batılı menzili son dönemde yapılan oldukça güçlü bir çalışmada açık-seçik bir şekilde gözler önüne serilmiştir.7 Günümüzde artık bu yeni farkındalık kök salacaktır.

Bir yüzyıl önce, dünya kutsal metinlerinden oluşan elli ciltlik külliyat “Doğunun Kutsal Kitapları” şeklinde isimlendirildiğinde, editör (Max Müller), bir kimsenin kolayca tahayyül edebileceği gibi onları “kitaplar” olarak isimlendirmede tereddüt etmedi.

İfade ettiğimiz gibi, “Bible” kelimesi köken olarak belirlenmiş kitaplardır, “kutsal metin” (scipture) kelimesi ise yazılmış olan şeyi ifade eder. Diğer taraftan Kur’an kelimesi yazılmış olan şeyi değil, ezberden okunan şeyi belirtir. İbranice bilenler Sami kökenli q-r-‘ kökünü İşaya 40:3’te geçen “çölde çağıranın sesi” ifadesinde görebilirler.

(7)

Kur’an şüphesiz kelimenin tam anlamıyla (par excellence) kutsal kitaptır ve eşit şekilde o, (diğer kutsal metinlerin yaptığı gibi ama belki bu çifte biçimlendirmede daha az çarpıcı şekilde) konuşulan ve işitilen ilahi vahyi de temsil etmektedir.8 Kur’an ilahi olarak kabul edilir ve genel olarak sözel olarak karşılığını bulacak şekilde etkili bir şekilde erkek ve kadınların yaşamlarına girer.9

Kitabı Mukaddes ise, varlığının büyük çoğunluğunda ve sadece çoğunluğu okuma yazması olmayanlar için işiitlmedi ilave olarak –son yüzyıla kadar ondan daha fazla- ok sayfaların dışında gözler vasıtasıyla alınan bir metin olmuştur. Yahudilerin kendi kutsal metinleri için kullandıkları terim olan miqra10 Kur’an ile aynı köktendir. Hıristiyan tarafında ise, Kelamın/Sözün vaaz edilmesi üzerine vurgu yaparak ve Orta Çağ Kilisesinin görüntülerinde putperestlik olarak adlandırılan şeyi rededederek Protestan Reformasyonu, en azından kuzey Avrupa’nın ilahi olana ilişkin temel idraki için görselden işitsele doğru bir geçişi tesis etmiştir. Kitabı Mukaddes üzerine yeni vurgu, bu sürecin bir parçasıydı. İngilizce Kitabı Mukaddes’in 1611’de Kral James Otoriter Versiyonu, baş sayfasında onun “Kiliselerde Okunmak için Düzenlediğini ” ilan ettiğinde, bu, kişisel bir nüshaya sahip olan herhangi bir kimsenin kendi hususi bu özel bir kopyaya sahip olan herhangi birinin, her nezaman onun sayfalarını izlemeyi arzu ettiğinde doğruca yerel bir kiliseye gitmesi anlamına gelmiyordu. Daha ziyade, Kitabı Mukaddes örneğinde olduğu gibi, Tanrı Kelamının insanların duyacağı şekilde sözel olarak ezberden okunması ve ilan edilmesi – ama aynı zamanda bir kimsenin kişisel yaşamının özelinde daha sessiz bir şekilde çoğunlukla hafızadan okuma- etimolojik anlamda “kutsal metin” kelimesinin tamamıyla doğru ve ilham edici olmadığı anlamına gelir. Bir kimse, Pazar11 günleri haftalık toplanma şöyle dursun vaftizden gömülmeye kadar hiçbir Hıristiyan ibadet hizmetinin kutsal kitaptan sözlü bir sunum ve halka sesli okuma olmaksızın usulen doğru olduğunu söyleyebilir mi?

Kutsal genelleyici beşeri (ilahi?) bir konu olarak kutsal metinlerin dünya çapında hakimiyeti ve kullanımında bir kimse kendini çiftli bir katılım içinde bulur. (Keza) Bir kimse bir kişinin muhtelif örnekleri sınıflayabileceği ezberden veya yüzünden sesli okumanın ve yazılı şeklin esas olduğu iki geniş tür olduğunu düşünebilir. Birkaç örnekte/durumda (hepsinde değil) alternatif şekil ikinci olandır. Birkaç örnekte tarihsel bir değişim birinden diğerine, yavaş bir şekilde asırlar boyunca veya daha hızlı bir şekilde izlenebilir. Bazı örneklerde, belki en dikkat çekeni sadece Kur’an söz konusu olduğunda olan durumdur. Çünkü onda ikisi de tam olarak birleştirilmiştir.

Entelektüel olarak onların ayırt edilmesi gerekmektedir. Hatta ayrım daha erken çağlarda ve günümüzde diğer kültürlerde modern Batı’da olduğundan daha az keskin olmuştur.12

Bu betimleyici işitsel/yazı konusuna ilave olarak pek çok yollar da vardır. Buna göre şüphesiz ki kutsal metinlerin, her birinin kendi toplumu içinde farklı gruplar veya çağlar tarafından alınmasında/kabul edilmesinde farklılıklar olduğu kadar kendi aralarında da farklılık vardır. Bazı kutsal metinler, bazı zamanlarda bir toplumu birbirine kenetlenmiş bir ünite şeklinde birbirine bağlayan emsalsiz bir güç olarak hizmet etmiştir. Diğer zamanlarda ise onlar bir bireyin toplumuna karşı koymak için kapasitesini ve cesaretini güçlendirmeye hizmet etti veya bireyi, toplumların kendi esas rollerini oynadıkları

(8)

olayların dünyevi rotasının dışına ve üstüne yükseltmeye hizmet etmiştir. Bazı gruplarla veya bazı zamanlarda ibadetteki (liturgy) rol baskın veya ayrıcalıklı birle olmuştur, aksi durumda ise söz konusu rol asgari düzeyde olmuş olabilir. Bazı dini hareketler kendi kutsal metinlerini tercüme etme konusunda coşkulu olmuşlardır.13 Buna karşın diğerleri ise alakalı çoğunlukla dilin tercüme edilemez şekilde kutsal olduğunu kabule meyletmişlerdir.14 Bazı kutsal metinler tarih algısını kuvvetlendirmiş veya meydana getirmiştir. (Kitabı Mukaddesin, insanlık tarihinin çok uzun zaman önceki başlangıcından henüz gelmeyen zaferle sonuçlanacak zamana kadarki öyküsü ile ve tarihsel süreci Tanrı’nın eyleminin temel arenası olarak sunmasının Batının tarihselleştirici oryantasyonunun en önemli kaynağı olduğu iddia edilebilir). Diğerleri, tarihin hareketinin/gidişatının nihai olarak ilgisiz konu dışı/yersiz olduğunu telkin etmiştir.15

Dahası, bu alanda modern idraklere sızan daha üstü kapalı yeniliklerden yukarıda bahsettik ve şimdi onlar dönüyoruz.

Bu kozmopolit farkındalıkla çeşitli konulara atıfta bulunmaya başlayan sadece “kutsal metin” (scripture) kavramı değildi. Onlara arıfta bulunuyor olarak düşünülen usul/yöntem de –hatta onlar arasında herhangi birine- daha ziyade çaktırmadan değişti. Bu değişme devam eden tarihsel süreçte başka bir unsuru söz konusu etmiştir.

Bu unsur da bizden farkındalık, zihinsel çaba ve sorumluluk talep etmektedir. O, Batılı

“kutsal metin” (scripture) teriminin ifade etmeye hizmet ettiği anlamların ardında yatan değişen kategoriler serisinden müteşekkiltir. Bir kimse varsayımlar dizisinin geçmiş yüzyıl veya iki yüzyıl boyunca söz konusu terimin anlamını içerdiğini ileri sürebilir. Batı’nın dini ve zihinsel yaşamında bu konuların önemini dikkate aldığımızda gelişim önemlidir. Terimin önemli olduğunu söylediğimizde onunla ilişkilentirilen kavramın hem Yahudi hem de Hıristiyan toplumlarının yaşamında (farklı şekillerde) oldukça merkezi olduğunu kastediyoruz.

Kelimenin anlamı değiştiğinde, daha önce onunla uyum sağlayan ve ona değer ve itibar veren ilişkilentirmeler -şüphesiz bazı şekillerde müphem olarak- bir süre devam etmeye meyillidir. Ancak elbette ki böyle konularda adetten olduğu üzere, aşamalı olarak artan müphemlik ve kafa karışıklığı söz konusudur. Mamafik konuyu, esas olarak kendi zihinlerimizde açıklamanın artık zamanı gelmiştir. Artık değişimi kabullenmeksizin ve sonraki hareketimize karar vermeden oldukça değişken durumda yolumuzda mantıklı olarak ilerlememiz mümkün değildir. Sürece bulaşan kişiler sürecin bilincinde olmak ve mevcut aşamada kendi sorumluluklarının farkında olmak için ellerinden geleni yapmaktadır.

Bir kimse, on dokuzuncu yüzyılın Kitabı Mukaddesi belirten Batılı “kutsal metin”

(scripture) kavramıyla başladığını, yirminci yüzyılda ise söz konusu kavramın sadece Kitabı Mukaddesi değil, aynı zamanda Bhagavad Gita’yı, Budist sutralarını ve diğerlerini belirtmeye başladığını söyleyebilir. Kavramın bu gelişimine dahil olarak onun sadece tekilden çoğula ve daha azdan daha çok içeriğe yönelik bir değişim değil, bunun yanı sıra ve içinde aşkından mutlağa, hatta pozitivist bir anlama yönelik değişim olduğunu vurgulamayı arzuluyoruz. (Bu kitap boyunca, başka yerlerde de olduğu gibi,

“aşkın” kavramını içkinliği de içerecek şekilde kullanıyorum.)16 Ne kadar

(9)

çaktırmadan/gizlice olursa olsun bu değişimin belli başlı sonuçları olmuştur. Kelimenin kullanımındaki değişimin sadece metafizik anlamda değişime sebep olduğunu iddia etmiyoruz; ikisi karşılıklı olarak bir diğerini güçlendirerek ve biri diğerine tanıklık ederek birlikte/el ele olmuştur. İddiamız/tezimiz sadece olan şeyin kabul edilmesinin önemli olduğudur.

Sadelik hatırına, dönüşümü izah etmek için (terimin) Hıristiyanlar tarafından İngilizcedeki kullanımına odaklanalım. “Kutsal Metin” (scripture), Kitabı Mukaddes’i belirtmek için kullanıldı ve Tanrı Kelamı/Sözü olarak anlaşıldı. Bu terimi kullanmak, Tanrı tarafından insanlığa verilen özel/belirli bir kitabı betimlemek demekti. “Tanrı tarafından vahyedilmiş olma” olağan bir kavramdı.* Burada şimdi kelimenin aşkın bir anlama sahip olduğunu söylerken tam da kastettiğim buydu. Aşikâr bir şekilde o ilahi kaynağın bir eylemini nitelemektedir. Anlamı genişletilmiş ve daha yüce bir hale getirilmiştir. Eski-Ahit’in Tekvin kitabına karşı evrim tartışmasında Darwin ile Huxley arasındaki evrim münazaralarında Hıristiyanlar arasında ilahi boyut konusunda ciddi sorgulamalar söz konusu olmuştur. Bununla birlikte terim diğer toplumların kutsal metinlerine uygulandığında hadise daha ileri bir safhaya taşınmıştır.

Kişinin kendi Kutsal Kitabı hakkındaki belirsizlikle birlikte, artık Kutsal Kitap tartışmasız bir şekilde Tanrı Kelamı olarak görülmemektedir, Hıristiyanlar -çoğu Batılının asla ilahi orijine sahip olduğunu savunmadığı– diğer metinlerden yine de kutsal metin olarak bahsetme noktasına gelmişlerdir. Kutsal metin terimini kullanmak suretiyle onlar tamamıyla bu dünyaya ait bazı şeyleri yani bazı insanların güvenilir veya ona benzer bir şey olarak mütalaa ettikleri bir metni kastettiklerini belirttiler.

Bazı şeyleri ilahi olarak görme (ve hissetme) ile onları insanların tarihsel açıdan (iyi bir neden olmaksızın?) ilahi olarak düşünülen şeyler olarak görme (ve hissetme) arasındaki fark katidir. İlki metafizik, sonraki ise sosyolojik bir yargıdır.

* İngilizce kullanımında sorun çıkmasından sakınmak için kelimenin ifade edilişini değiştirmem gerektiği ileri sürüldü. (O hususi bir dile has olan kullanımdır; pek çok diğer dillerde, özellikle iyelikle ilgili kullanımlarda, böyle bir problem ortaya çıkmaz.) Tanrıyla ilgili konularda eril bir zamir kullanılabileceği önerildi. Bununla birlikte, bir bilim adamı, diğer insanların görüşlerini, onları kendisininkine uydurmak hatırına, yanlış takdim etmeme konusunda titiz olmalıdır. Bu durumda, atıf özel olarak durumun olmaya alışkın olduğu şeyedir. Benim alıntıladığım sözcük öbeğini kullanmanın adetten olmadığını önermek veya ima etmek yanlıştır. Diğer bütün durumlarda, benzer şekilde, karşılaştırmalı bir öneri, hatta alıntıları değiştirme noktasına kadar, ileri sürüldü. Bana göre, benim veya okuyucularımın, yazarının hakikatte yazdığı şeyden hoşlanmama temelinde doğrudan bir alıntıyı yanlış aktarmak düşünülemez. Bu çalışmanın sonraki aşamalarında okuyucular, benim kişisel uygulamamın gerçekte Tanrı’ya O olarak (“He/She/It”) atıf yapmak olduğuna dikkat edeceklerdir; ve elbette ben basitçe “He/She” şeklindeki modern uygulamayı açık bir şekilde taraflı buluyorum. Benim Hindu tanrıça geleneğine olan aşinalığım ve onun için ciddi takdir duygum, ilahi olan için dişil zamir kullanımına zenginlik verir – geriye doğru baktığımda, benim dini gelişimimdeki annemin rolünden ayrı olarak (o bizzat bu yeniliklerden irkilmesine rağmen) ve şimdi benim eşimle olan ilişkilerime. Nötr kullanımındaki zenginlik benim Hindu Brahman geleneğine olan hissiyatım tarafından ve Hindistan’ın klasik olarak ürettiği rakipsiz dine ilişkin felsefe tarafından verilir – benim hakikat, adalet ve diğer böyle ilahi olan “şeylerle” ilgili hissimden ayrı olarak, eğer bir kişi tamamen teist dili kullanırsa bu böyledir; benim pek çok noktada, diğerlerinin “Tanrıdan” bahsettikleri yerde

“Aşkından” bahsetmeye meyilli olduğum gözlenecektir. (Aşağıdaki 2. Bölüm not 15’le karşılaştırınız).

(10)

Bu geçişte, kişinin kendisinin veya toplumunun bağlılığı belirleyici olma eğilimine sahiptir. Hıristiyanlar için, Kitabı Mukaddes sadece doğası gereği otoriter/yetkin bir kitap olarak değil, aynı zamanda bir kimsenin grubunun otoriter olarak önem vermek için seçtiği bir kitap olarak görülmeye başlar. Bu önem verme hatta bu seçme işi ister iyi isterse de kötü bir sebep için olsun – ve hatta o, geçmişte iyi bir sebep için olsaydı hâlâ böyle olur muydu – onlar bastırmaya başlayan sorulardır. “Veda Hinduların kutsal metnidir; Kitabı Mukaddes ise bizim” ifadesi bir kimseyi “Niçin o bizimkidir?”

şeklindeki bir sorgulamada savunmasız bırakır. “Kutsal Metin” (scripture) terimi özel bir statüye sahip bir metni betimlemektedir. Ancak söz konusu statü, ona şimdilerde Tanrı veya evren tarafından değil, erkek ve kadınlar yani insnaoğlu tarafından verilmektedir.

Aşkından mutlak veya pozitivist anlama yönelik bu değişim sadece kutsal metin ile olmamıştır. Bu tarz hareket, geçen veya iki veya daha fazla ya da daha az yüzyıl boyunca tüm toplumu kapsayan Batılı kültürün gelişmesini karakterize etmektedir. Bir kimse kutsal metnin bu dönüşümün sadece bir örneği olduğunu söyleyebilir. Buradaki ilgilerimiz bağlamında sadece (only) ifadesi ilgisizdir. Değişim diğer pek çok alanda ve aynı şekilde burada önemli olmuştur. Kendi manevi rıhtımlarını kaybetme sürecinde olan bir medeniyet, yeni bir vizyonla onları yenilemedikçe veya alternatiflerini bulmadıkça başı belada demektir.

Bir kavramın aşkınlıktan arındırılması ile çoğulunun ortaya çıkışı arasındaki bağ, diğer örneklerden açıkça ortaya konabilir. Kültür, medeniyet, din, değer bunlar arasındadır.

“Kültür” kelimesi belirli bir yaşam niteliğini betimlemek için kullanılmaktadır,

“kültürsüz” sıfatı, yokluğunu ifade etmek suretiyle ona tanıklık eder; o birini veya diğerini, daha ziyade değer takdiri yapmaksızın, tarafsız bir şekilde örf ve adetler dizisini ifade etmeye başlamıştır. “Değer” aşkın, kozmik öneme ilişkin bazı şeyleri ahlaki olarak tahsis etmek için kullanılmıştır; “değerler”– çoğul kullanımı sadece bu yüzyılda hakim hale gelmiştir –bazı kişilerin veya bazı grupların doğru olarak veya yanlış olarak değerli olduğunu tahayyül ettikleri her şeyi belirtir. Şunun bunun değerlerinin değersiz olması ilgi çekici yeni bir ihtimaldir. Önemli olan yine kişinin kendi kendiyle ilişkisidir. Eğer bir kimse, kendi değerlerini tesadüfen veya değerli olarak düşünmeye yönlendirildiği herhangi bir şey olarak düşünmeye başlarsa, o zaman bu kimsenin ahlak sistemi tehlikede demektir.

Bu oldukça devasa konudan tarihsel durumun daha karmaşık ve tuhaf olarak ortaya çıkmasına hizmet eden görünüşte daha önemsiz/ikincil olana geçiyoruz.Burada da tarih eskiden beri sürekli hareket halinde olan şeylerle sabit şekilde iş başındadır.

Yüzyılın sonlarına doğru çoğulluğa doğru değişim/sıçrama kaçınılmaz olurken, ilave ve tefekkürle onun tekil kullanımının –bütünüyle ve keza ihmal edilebilir olmamakla birlikte- bir Protestan konusu olduğu ortaya çıkar. Orta Çağlar boyunca, Yunanca çoğul kullanım olan ta Biblia’dan Latince tekil kullanım olan Biblia’ya aşamalı bir geçiş olmuştur. Yani, algılama “Kitaplardan”, “Kitaba” doğru taşındı. Bu geçiş sadece dilbilgisi anlamında değil, daha esaslı olarak, yazılar koleksiyonundan iki kapak arasına girmiş tek bir cilde doğru yavaş olmuştur (şüphesiz ki bu gelişme Gutenberg sonrası güçlenmiştir).17 Bu gelişme reformasyonun sadece kutsal kitap (sola scriptura) düsturuyla zirve noktaya ulaşmıştır. Keza “kanon” kavramı evvel emirde ve uzunca bir süre ogüvenilir/yetkin yazıların bir listesini belirtmişti.18 O, hem Yahudi hem de

(11)

özellikle Hıristiyan durumlarda, her bir toplumun listesinde hangi yazıların yer alacağı ile ilgili olarak yaygın bir mutabakat sağlanmadan önceki birkaç yüzyılın konusuydu.

Gerçekte Kanon’un sınırlarını şekilsel olarak belirleyen ilk resmi Kilise açıklamaları - Protestan ve Roman Katolik Kiliseleri için on altıncı yüzyılda Augsburg’da ve daha sonra Trent Konsil’inde, Ortodokslar için on yedinci yüzyılda Kudüs Konsil’inde- reformasyon sonrasıdır.

O zaman bile apokrif metinlerin (başka bir çoğul) yeri oldukça müphemdi.19 Bu durum, Protestan dindarlığının günümüzde gibi Kitabı Mukadde’si oluşturacak tarzdaki apoktif metinler olmaksızın Kral James Yetkili Versiyonun muntazaman basılmasından önceydi.20

“Kutsal metinlerden okumak” (Matta 21:42), birkaç yüzyıldır Yeni-Ahit zamanlarından beri, göreceli olarak son zamanlara kadar olmasa da, “Kutsal metinde okumak’tan muhtemelen daha yaygın bir Hıristiyan sözcük öbeği gibidir.

Burada gördüğümüz uzun bir süreçtir. Bu süreçte “Kutsal Metinler” (Scriptures) ifadesi Kitabı Mukaddes kitaplarının veya pasajlarının, hatta muhtevası önemli bir nokta olan ve günümüzde “ayetler” olarak isimlendirdiğimiz şeyleri de belirtmek için kullanılmıştır. Daha sonra gelişen Protestan kutsal kitap tapınmasıyla birlikte bir kimse artan şekilde bizzat kitabı özel bir varlık olarak ifade eden, iki kapak arasında tek bir cilt olarak merkezi bir dini sembol haline getiren tekil “kutsal kitap” algısının ortaya çıktığını keşfeder. Hatta muhtelif Protestan kiliseler arasında farklılık arz etmekle birlikte Pazar ayinlerinde “Kitabı Mukaddes daha az, Piskoposlar/din adamları ise daha çok” şeklinde sosyolojik gözlemler yapılmıştır.21 Bir başka ifadeyle, bir taraftan bazı durumlarda elbiseler, ritüeller ve benzeri şeyler ortamın havasının görünür taşıyıcıları iken, diğer durumlarda fiziki bir nesne olarak Kitabı Mukaddes otorite ve huşunun aşikar/görünür simgesidir. Pek çok evanjelik vaiz, vaaz verirken bir elinde (genellikle kapalı olarak) Kitabı Mukaddes’i tutar veya hatta işaret eder pozisyonda görülmektedir.

Yine, bu üniter/bütüncül algı geç dönem eleştirel Kitabı Mukaddes araştırmalarınca sona erdirilmiştir. Analizlerle yaşayan modern akademik zihin, eğer onu önemsemeye ara verirse, sentezden şüphe duyar ve bu hususi durumda söz konusu zihin bunu uzun zamandır terk etmiştir. Tarihsel-eleştirel yöntem, Kitabı Mukaddes’in her bir parçasını diğer parçalarla değil, fakat her bir ayrı örnekte Kitabı Mukaddes dışı verilerle birebir karşılıklı ilişkilendirmeye ilişkin bir uygulamada bulunmuştur. Elbette Kitabı Mukaddes olduğu gibi halihazırda akademik bir araştırma konusu olarak kabul edilmez; doktora dereceleri (PhD) normal olarak çoğunlukla ya Eski-Ahit ya da Yeni-Ahit ile ilgili farklı alanlarda verilmektedir.22

Konuyu özetlemek gerekirse: Kilise’nin, Tanrı’nın iradesini ve hakikatini insanlığa ilettiği yer olarak kabul ettiği metinler dizisini belirtmek için çoğul olarak kutsal metinler (scriptures) teriminin kullanıldığı uzun dönemli bir tarihsel süreç vardı. Daha sonra, söz konusu metinlerin itiva eden en azından kısmen amprik nesneyi veya söz konusu metinlerin parçası olduğu daha kuramsal olarak kavramsal özü belirten tekil kullanımın revaçta olduğu bir aşama geldi; ondan sonra, bir kimsenin kutsal saymadığı

(12)

fakat diğer kişilerin birşekilde kutsal kabul ettiğini belirttiği dünya genelindeki yazılardan oluşan dünyevi metinler serisini belirtmek için tekrar çoğul kullanım söz konusu olmuştur. Yakın zamanlarda ise bütünlüğü oluşturan her bir öğe/birim özgün şekillerde bizzat parçalara ayrılmıştır.

Kesinlikle önemli olan daha öte bir farklılık çeşidi de şudur: Belirli bir kutsal metin, zaman zaman onunla hemhal olanların ruhlarını etkileyici bir şekilde çoşturmaya;

zaman zaman özel bir kültürün kabul edilmiş ahlaki normlarıyla etkili bir ilişkiye girmelerini canlı tutmaya; zaman zaman aptallık, baskı ve kötülük için özür sunmalarına veya hatta onlara önayak olmalarına hizmet etmiştir. Aydın/bilgili birkaç gözlemci, onların değerlendirme ölçütleri her ne olursa olsun, kutsal metnin tarihsel etkisinin bazen ve bazı durumlarda iyi, diğer durumlarda kötü ve daha başka durumlarda ise ikisinin tarifi zor bir karışımı olmuş olduğuna ve hâlihazırda böyle olmaya devam ettiği konularında aynı fikirde olmayabilir.

Dünyanın çeşitli kutsal kitap külliyatlarıyla, belirli metinlerin çeşitlilik arz eden yorumlarıyla, belirli bir kutsal kitabın parçaları arasındaki vurguların değişimleriyle, kutsal kitap kelimesinin kullanımındaki ve onun eklemlendirdiği kavramdaki derin değişimlerle, toplumsal ve ahlaki sonuçlardaki ikircilikle karşı karşıya kalan bir kimse şunu soracaktır: Bu çeşitlilik karşısında ne yapmamız gerekmektedir?

Veya tarihi yönelimimize daha yakın durarak (şu soruyu sorabiliriz): Bu kavramın (kutsal metin kavramının) ilinti olduğu ve bugün de olmaya devam ettiği sürekli değişen ve iç içe geçmiş süreçlerin çeşitliliğini idrak etmiş olarak kavramsal gelişimin gelecek aşamasını sorumlu bir şekilde nasıl inşa edeceğiz? Bu müthiş çeşitlilikle nasıl başa çıkacağımızı entelektüel olarak biliyor muyuz?

Meydan okumasından sakınmak için bu problemden sıvışmanın birkaç yolu vardır. Bu yolların bazısı dindarlar bazısı da akademisyenler tarafından bulunmuş/icat edilmiştir.

(Ancak) Hiçbiri ikna edici değildir. Sorunla boğuşmamaya imkan sağlayan akademik dünyanın geliştiridği yöntemlerden biri kutsal metin kavramını sessiz-sedasız terk etmek olmuştur. Yale Üniversitesi’ndeki saygın bir Kitabı Mukaddes otoritesi birkaç yıl önce Kutsal Metin Olarak Eski Ahit’e Giriş başlığıyla bir kitap yayımlayarak fırtınanın fitilini ateşlemişti.23 Onun son iki kelimesi meslektaşı bilim adamlarını sıkıntıya soktu.

Zira bu metinlerin akademik olarak incelenmesi uzun zamandan beri prensip olarak ve gururla, onlara diğer herhangi bir literatür gibi muamele etmişti. Elbette o, Kitabı Mukaddes veya Veda literatürü ya da herhangi birini, onların kendisinden zuhur ettikleri/geldikleri kadim durumun yeniden inşası için kullanılan tarihsel dokümanlar olarak inceleme konusu yapmıştır. Öyle ki onların “kutsal metin” olması sadece bu tarz bilim insanları için önemli olmalarını değil aynı zamanda gerçekte adeta herhangi bir şey anlamına gelmelerini de sona erdirmiştir. Şüphesiz ki bu durumun -sayıları son zamanlarda artan- birkaç yiğit/cesur istisnası vardı.24

Bir eleştirmenin dalga geçercesine antikacı olarak adlandırdığı dar görüşlü bilim insanları veya mevcut sekülarist dogmayı hiçbir şekilde sorgulamayan akademik fundamöentalistler yiğit istisnalardan olmayanlardır.

(13)

Onlar gibi, tarihi ve eşzamanlı çoğulluktan kaçınan dindar zevat tek bir kutsal metnin/kitabın dolayısıyla da sadece kendisinin kinin önemli olduğunu açıkça tasdik etmek suretiyle kendi bakış açılarının benzer darlığına ulaşırlar. (Bu dar bakış açısına göre Müslümanlar için Kur’an, Hıristiyanlar için Kitabı Mukaddes ve diğerleri için de kendi kutsal kitapları ve onların yorumu doğrudur.)

Bununla birlikte, daha liberal teologlar, keza aynı zamanda daha geniş bakış açılı enelektüeller hâlâ cevap bekleyen şu soruyla karşı karşıyadır: Kutsal metin kavramını nasıl anlamamız gerekmektediri? Günümüzde onun çok şekilli çeşitliliğine ilişkin bildiğimiz şeyi biliyoruz. Belirli bir kutsal metnin/kitabın oluşturulmasında bir dizi oldukça muhtelif metin bir araya getirilmektedir. Bir dizi oldukça çeşitli kutsal metne dünya genelinde değer verilmiş ve onlar da kutsal metin olarak muamele gördüklerinden çeşitli şekillerde de olsa insanlık tarihinde son derece önemli rol oynamışlardır. Ve onların her biri, yüzyıldan yüzyıla, bölgeden bölgeye ve köyden köye, etüt etme yerine göre farklılık arz eden açıkça görülebilecek bir dizi muhtelif şekilde yorumlanmışdır.

Hiçbir kutsal metin/kitap teorisinin, terime yüklenen hiçbir anlamın ve ona eşlik eden hiçbir kavramın bu çeşitliliğin hakkını vermemeye hizmet edeceğini ileri sürüyoruz.

Dahası, bu benim, çeşitliliğin yanı sıra, savunduğum ikinci temel noktamdır: (Buna göre) Hiçbir kutsal kitap anlayışı kendi kutsal metin kullanımları ve ve onunla hemhal olmaları vasıtasıyla katıksız zenginliğe ve kendisiyle çoğu insanoğlu ve toplumlar için beşer yaşamının uzun zaman aralıklarını doldurduğu derinliğe hakkaniyetli/adil olmamaya hizmet etmez. Bu zenginlik ve derinliği izam etmek zordur. (Zira) söz konusu zenginlik ve derinlik Kur’an’ın veya Gita’nın ya da Çin klasiklerinin veya diğer pek çok örneğin tarihin muhtelif dönemlerinde oynadığı rolde açıkça gözler önüne serilebilir.

(O halde) Belirli bir pasajda bazı insanların bunu, bazılarının ise şunu duyduğunu/öğrendiğini söylediğimizde, yoruma saygı duymakla birlikte kabul edilebilir olanın tercih edilebilir olduğu iddia edilebilir. Buna göre bazıları kutsal metinden bu anlamı çıkarırken bazıları da şu anlamı çıkarabilir. Nitekim, insanların kendi çeşitlilikleri/farklılıkları bağlamında hangi metin kendileri için rol oynarsa – eğer isterlerse insanlar metne zorla kabul ettirrler- ona kendi en derin ilgilerini, özentilerini, korkularını, umutlarını, bakış açılarını ve duygularını akıttıklarını kabul etmeksizin tarihsel olarak sağlam bir kutsal metin anlayışı inşa etmek zor olacaktır. Ancak, bir sonraki aşamayı hatta bu durumlarda (yukarıda ifade ettiğimiz unsurları) kutsal metne giydirdikten sonra onları tekrar geri almalarını oluşturan daha ileri alşamayı kabul etmeksizin buna dikkat çekmek hata olacaktır

Ancak bu durumlarda (yukarıda ifade ettiğimiz unsurları) metne yedirmek ve sonra da oldukça güçlendirilmiş ve çarpıcı şekilde iyileştirilmiş olarak onları geri alma şeklindeki daha ileri aşamayı kabul etmeksizin –bu anlama için haykıran şeydir - buna dikkat çekmek bir hata olacaktır. Çünkü (eğer böyle olursa) onların umutları etkinleştir, korkuları teskin edilir, tercihleri cesaretle kuvvetlenir ve hisleri zenginleşir ve derinleşir.

(14)

Öyle ya da böyle kutsal metin sadece bireysel ve toplumsal dindarlık ve ahlaki duyarlılıkta ve entelektüel vizyonda değil, aynı zamanda hukukta, aile ilişkilerinde, edebiyatta, ekonomik örneklerde, toplumsal ve siyasal teşekküllerde, toplumsal ve siyasal devrimlerde, giyimde, dilin kullanımında ve diğer şekillerde insanlık tarihinde büyük bir rol oynamıştır. Bu rol öylesine önemli olmuş ki şimdiye kadar ona ilişkin bir teoriye sahip olamadık ve kutsal metin terimine eşlik edecek bir kavram geliştiremedik. Nitekim gereklilik sadece kutsal metne ilişkin değil, aynı zamanda insana ilişkin yeni bir kavramdır: bu yeni anlayış, varlığı meydana gelen ve ayakta duran ve bu ender ilişkiyle ayakta duran yaratılmışlar bizim kendimiz hakkıntadır.

“Kutsal metin” (scripture) kelimesini neredeyse anlamsız bir şekilde veya veya dikkatli ve ciddi bir söylemde kullanılmamış bırakmak suretiyle genel olarak kullanmaya devam etmekten ziyade onun şimdilerde tarihsel dinamiklerini tanıyıp bildiğimiz şeyle devamlılık arz eden bir kavram bulmayla karşı karşıyayız.

İster üniversitede insan manzarasını anlamaya çabalayan hakiki entelektüeller iaterse de toplumun dini yaşamında rol oynayan teologlar veya diğer düşünürler olalım, bu böyledir.

Buna yönelik kendi katkıma gelince, bu çalışmanın sonuç bölümünde belli başlı önrilerde bulunuyorum. İlave olarak, çalışmamızda ilerlerken zaman zaman mütalaa altındaki hususi konular üzerine yorumlar kadar gneel soruna ilişkin gözlerler de öneriyorum.

Bununla birlikte, yukarıda belirtildiği gibi, bu araştırmanın temel amacı bu sorunlara dikkat çekmektir ve çalışma boyunca konunun bu günlerdeki bir ele alınışının üzerine temellendiği delil/kanıt türüne işaret eden -veya onun kendisiyle en azından mutabık kalınması gerektiği- malzemeyi ortaya koyuyorum. Elde ettiğim veya ortaya çıkıyor olarak gördüğüm sonuçlar ister söz konsusu kanıttan olsun ister olmasın okuyucular onları zorlayıcı veya yeterli ya da meşru bulup bulmayacağına kendileri karar verecektir.

Her halükarda, o, delil üzerinde kafa yorulmasından daha az alakalıdır. Elbette tarihsel bilgi aynı zamanda öne alınması gerekebilen alternatif veya takviye teklifler mahiyetinde hesaba katılmalıdır.

Hâlihazırda bu aşamada burada temel bir tez ileri sürüyorum. Eğer o ifade edildiği gibi kendi kendini dillendirebilen bir yapıda değilse, ilerledikçe değiştirilemez olmaya oldukça yakın görülecek, üzerinde durduğu sağlam ve uzak erimli yerler çok açık hale gelecektir. O ise şudur: “Kutsal metin” iki taraflı bir terimdir. Bununla biz onun tabiatı gereği gerçekte isimlerle bir ilişkiyi ima attiğini kastediyoruz.

O, bir başka şeyle hususi ilişki çerçevesinde birşeyi belirtir. (Bazı dil felsefecileri bu tür bazı şeyleri fark etmeye başlamaları muhtemelen tüm terimlerle ilgili bir durumdur.

Bununla birlikte, bu “ifade etmeden” daha ziyade “ima etme” düzeyindedir; bazı örnekler diğerlerinden daha açıktır. Buradaki ilgimiz, ilişkinin alakadar olduğu yerin

(15)

nispeten aleni olduğudur.) Hiçbir bitki “nesnel olarak” bir ot değildir: terim, insanlar tarafından istenmeyen yerde ekilmeden büyüyen herhangi bitkiyi ifade eder. Hiç kimse özünde koca değildir; o bir diğer kişiye, bu örnekte hanımına, göre kocadır. Hiç kimse belirli bir toplum ve hükümet şekline göre olan durumun dışında bir kral değildir;

hiçbir bina belirli bir toplumun fertlerina istinaden olanın dışında bir tapınak/mabet değildir. Önerimize göre, kutsal metinle konusunda yeni anlayışa esas olan şey, hiçbir metnin kendi başına ve haddizatında bir kutsal metin olmadığıdır. Belirli bir toplumdaki insanlar bir metni ona belirli bir tarza muamele ederek/davranarak onu kutsal metin haline getirir veya kutsal metin/kitap olarak muhafaza eder.

Kutsal metnin bir beşeri eylem olduğunu ileri sürüyorum.

Daha isabetli olan şudur: Kutsal metin, dünya çapında biçimlenmesi sürecinde ve şimdi çok uzun zamandır bir beşer etlemi olmuştur. Gidişat genelde böyle değildi: Burada bölümlerimizin birinde kutsal metnin Batılı örnekte nasıl ortaya çıktığını inceliyoruz.

Gerçi dünya tarihi elbette ki asırlardır kutsal kitaplaştırma işinde beşeri bir eğiliminin olduğunu göstermektedir.

Kutsal metne beşeir müdahale esastır. Biz onu, kutsal metin/kitap olmanın metinlerin bir vasfı olmadığı yönündeki modern tarihsel farkındalığa sağlam bir sonuç olarak görürüz. O, hariçtekilerin metinler olarak kavradıklarına yönelik kişilerin -kişiler grubunun– tutumunun bir özelliğidir. O, bir kişi ile metin arasındaki ilişkiyi belirtir.

Ancak bu da nihai olarak yetersizdir. Daha sonra etraflıca göreceğimiz gibi, söz konusu olan, belirli bir metini idraklerinin ışığında insanoğlu ile evren arasındaki ilişkidir.

Burada bir kutsal metin çalışması oluştururken sürece dahil olan kişilerin tutumu her yerde aynı değildir. Müslümanların Kur’an’a yönelik klasik tutumu, Kitabı Mukaddese yönelik çeşitli klasik Hıristiyan tutumlarının herhangi biriyle aynı değildir. (O, bazı Protestanlardan ziyade çoğu Roman Katolikten daha uzak olmuştur. Doğrusu, Hıristiyan tutumunun pek çok bakımdan Kitabı Mukaddesten ziyade Mesih’in şahsına daha yakın olduğu algısını daha sonra mütalaa edeceğiz). Daha sonra dikkat çekeceğimiz üzere, insanoğlunun kutsal metne dahli, Torah’a yönelik klasik Yahudi tutumuna bir nebze daha yakındır. Daha sonra işaret edeceğimiz gibi o, bir taraftan Yazılı ve Sözlü Torah ile ikili ilişkisi bağlamında diğer taraftan da Yahudilerin Yahudi Kutsal Metinlerinin diğerleri bağlamında görülmesi gerekmesine rağmen bu böyledir.

Hinduların, Bhagavad-Gita’ya, Ramayana’ya ve Veda’ya yönelik tutumları farklıdır ve farklı olması da gerekmektedir. Bütün bu zamanla ve aynı zamanda bölgeden bölgeye, sınıftan sınıfa, iklimden iklime herhangi bir kutsal metine yönelik farklılığa ilave mahiyetindedir. O, yorumun farklılığı konusunda da farklıdır.

Bununla beraber, “tutum”, burada neyin devam etmekte olduğunu anlamak için kritik şekilde önemli olmasına rağmen, belki tam olarak doğru kelime değildir. (Yine, daha sonra üzerinde mütalaa edeceğimiz gibi “metin” kelimesi doğru ifadedir. Kutsal Kitaplar metinler değillerdir!). Herhangi bir çeşit pasiflik veya ikincil konuma itme söz konsusu olduğunda o hedefi şaşırtır; (buna göre) sanki verili olarak ilkin metin düşünülmesi gerekir sonra insnaların ona yanıtları ve türevleri gelir.

(16)

Korunan ve dikkat edilen metin, ilkin izah edilmelidir. O öncelikli gerçektir. Şüphesiz, kudretli mevkiye yönelik onların kutsal metinleri, insanları oldukları şey yapar. Ancak bir kimse şunu gözden kaçırmamalıdır: Kutsal metni oluşturan ve elinde insanoğludur

Tekrar etmek gerekirse, kutsal metin bir beşer eylemidir. O devam eden ve önemli bir eylemdir. O pek çoklarından mesela sanattan daha önemli olmuştur. Ancak bunda da diğer benzer beşer eylemi gidiri; Yani o, dikkat çekici bir şekilde çeşitlentirilmiştir.

Yaşamımızın sanatsal boyutu yani sanat üretme kapasitemiz konu dışı değildir. Daha yakın bir benzertme sanata yanıt verme yani estetik boyutudur. Ancak herhangi bir şekilde söz konusu bu mukayeseden huzursuz olmak için gerekli zemin vardır. Şüphesiz sanat da insanlık tarihi boyunca çeşitlilik göstermiştir. Ve o bağımsız o olarak değil, diğer insanlarla ilişkisi içerisinde anlaşılabilir. Ancak başka şekilde o, kutsal metinden daha az önemli ve daha az kayda değer olmuştur. Ondna bahsediyoruz çünkü ona döneceğiz. Çünkü kutsal metin ve sanat tarih boyunca sadece pek çok noktada iç içe geçmemiş aynı zamanda iki arasındaki ilişki yapıcı olduğu ispatlanabilen yeni boyut ortaya koymuştur.

Şiir şeklindeki dil, sanat başlığı altındadır. Kutsal metin formundaki dil ise ayırt etmek görevimiz olan bir başlık altında gelir.

O zaman bu çalışma, kutsal metin olarak bir esere veya eserlere beşer eyleminin söz konusu olduğu veya olmaya da devam ettiği şeklindeki tarihsel hususu ortaya koyacak ve inceleyecektir. O, çoğu insanın, çoğu zaman ve çoğu yerde yapdığı şeydir. Ancak buna karşın, onu yapmak şaşırtıcı bir şeydir. (Bu) bir parça edebi metni alıp onu açık şekilde çok hususi bir statüye yükseltmek ve ondan sonra da kişinin bireysel ve toplumsal olarak onunla uyum içinde hayatını yaşamasıdır. (Hatta kendi kutsal kitabı metni örneğinde hiçbir sorun olmadığını hissedenler bile insanlığın geri kalanı hakkında hâlâ kuşku sahibidir.)

Herhangi birimiz söz konusu statünün tam olarka ne olduğunu biliyor?

Burada ne olup bittiğinin farkında mıyız?

Bu mevcut çalışma böyle bir anlayışa doğru dikkatli şekilde hareket etmenin mümkün olduğu savı üzerine dayanmaktadır. Gelin konuyu aydınlatmak için elimizde ne tür malzemeler/veriler olduğunu ve ne tür bir ilerleme yapabileceğimizi görmeye çalışalım.

(17)

(18)

1Burada ve bu çalışmanın başından sonuna kadar, “modernite” kavramına onun mevcut safhasını dahil ediyorum. Bunun bazı unsurlarını bazı kişiler “post-modern” olarak adlandırmaya yöneldiler. Taş Devri’nin erken zamanlardındna beri yeni düşüncelere sahip herhangi bir kimse, kendisinin son geçmişinin modern olarak idrak edildiği şeyin ötesine geçmesi anlamında “post-modern” değil miydi?

Dahası, “post-modern” kavramı, Batı’dan başka tüm kültürlerin yakın zamanlardaki tarihini dışlayarak, tahammül edilemez derecede sığdır.

2 “Fundamentalizm” kelimesi için, burada ve bu çalışmanın başından sonuna, onun, cesur bir şekilde on dokuzuncu yüzyılın sonunda Birleşik Devletler’de ortaya çıkan hususi bir hareket tarafından kendisi için uyarlanan özel bir isim olduğuna işaret etmek için, ilk harfini (Fundamentalizm) büyük kullanıyorum.

Diğerleri için kelimeye cins isim olarak muamele etmek suretiyle onu yüceltmek söz konusu hareketi vurgulamak için seçilen şeyin gerçekte ilgili geleneğin temelleri olduğu şeklindeki müphem iddiasına boyun eğmek demektir. Sevgiyi, adaleti ve mütevazılığı Kitabı Mukaddes’in hatasızlığından ve Bakire Doğum’dan daha temel Hıristiyan konusu olarak görmek hem evrene hem de kilise tarihine dair farklı bir değerlendirme benimsemek demektir. Günümüz Müslüman, Sih, Hindu ve diğer hareketleri karakterize etmek gazetecilerin ve diğerlerinin terimi transferi, din karşıtı bir eğilime (veya dile yönelik bir duyarsızlığa) atfedilebilir.

3 Robert Walter Stevenson, “Historical Change in Scriptural Interpretation: a comparative study of classical and contemporary commentaries on the Bhagavadgita”, 1975; Jane K. Smith, “An Historical and Semantic Study of the Term ‘Islam’ as seen in a sequence of Qur’an Commentaries”, 1970, daha sonra aynı isimle tekrar yayımlandı (Missoula, Montana: Scholars Press, 1975—Harvard Dissertation in Religion, sayı 1; burada yazarın ismi Jane I. Smith verilmiştir; William E. Deal, “Ascetics, Aristocrats, and the Lotus Sutra: the construction of the Buddhist universe in eleventh century Japan”, 1988.

4 The Sacred Books of the East, translated by various oriental scholars, and edited by F. Max Müller (Oxford: Clarendon Pres, cilt, 49, 1879-1894; cilt, 50, A General Index …, compiled by M. Winternitz, 1910). Aynı eserin ikinci bir edisyonu 1898’de ortaya çıkmaya başladı. Serinin ciltlerinin yaklaşık yarısı New York’ta 1897’de ve takip eden yıllarda, muhtelif yayıncılar tarafından ve yine yirminci yüzyılın ortalarında yayımlandı. Serilerin parçaları (Çin ve Budistlerle ilgili ciltler, Sacred Books of the Jains vs.) ayrı takımlar olarak yayımlandı; takımlar arasından temel seçkiler aynı zamanda daha kısa seriler içinde ortaya çıktı. Elli cildin tümü daha yeni zamanlarda (Delhi: Motilal Banarsidass, 1962-1967) yayımlandı ve baskıları hâlâ devam etmektedir. Müller’in, “arkadaşlar ilk olarak [onun] … Doğu’nun bütün Kutsal Kitaplarını yayımlama planını Oxford’daki üniversite matbaasının delegelerine teslim ettiğinde”, delegelerden birinin, esaslı bilim adamı ve meşhur din adamı olan E. B. Pusey’nin, “planı, sadece Eski ve Yeni Ahitler’in dahil edilmemesini şart koşarak güçlü bir şekilde desteklediğine” işaret etmesi ilgi çekicidir; Müller, “benim düşünceme göre” “Doğu’nun Kutsal Kitapları’nın en önemlileri olan, bu ikisi”

elbette kutsal kitaplar takımının içinde olmalıdır, ama “beyhude … [bu] arzuyu bırakmak zorundaydım … diğer kitapları yayımlayabilmek için” şeklindeki kendi arzusunu dile getirmek suretiyle Pusey’i fikrinden döndürmeyi denedi, ve de hemen hemen yarım asır sonra, ölümünden kısa süre önce, o hâlâ “bu şekilde eksik bırakılan boşluğun” gerçekte doldurulacağını ve iki Ahit’in “koleksiyondaki özel yerlerini alacaklarını” umuyordu –Müller, Auld Lang Syne—second series: My Indian Friends, (London and Bombay: Longmans, Gren, 1899), s. 87.

5 Keza “Dünyanın Kutsal Kitabı[ları]”. Bazı örnekler: The Bible of the World, Robert O. Ballou ve

diğerleri, ed., (New York: Viking and Toronto, London: Macmillan, 1939—uzun bir dizi, 1944 vd.; bunu, [aynı yayınevleri] tarafından gözden geçirilmiş başlıkla “kısaltılmış” karton kapaklı yeni baskıları

izlemiştir, World Bible; The Bible of Mankind, Mirza Ahmad Sohrab, ed., (New York: Universal, 1939).

6 Ve bir kimse, kutsal kitap için diğer bir Yahudi betimlemesi olarak yazılı şekli değil de (litürjik olarak) sözel olanı simgeleyen İbranice miqrâ’ terimine dikkat çekmelidir. Şimdi buna dönüyoruz.

7 William A. Graham, Beyond the Written Word: oral aspects of scripture in the history of religion, (Cambridge, New York, &c: Cambridge University Press, 1987). Tezin daha bir sıkıştırılmış sunumu aynı yazarın bölümünde mevcuttur “Scripture as Spoken Word”, içinde, Miriam Levering, ed., Rethinking

(19)

Scripture: essays from a comparative perspective, (Albany, NY: State University of New York Pres, 1989), ss. 129-169.

8 Kur’an kelimesi ilk olarak bizzat Kur’an’da ve daha sonra bir kutsal kitap pasajını ezberden okumayı betimlemeye hizmet etmiş ve daha sonraları da harfi tarifle birlikte, bir bütün olarak kutsal kitabı belirtmeye başlamıştır. Bu konuyla ilgili bkz., Graham, “’An Arabic Reciting’: Qur’an as Spoken Book”, III.

Bölüm, oluşturan, yukarıdaki 7 nolu dipnotumuzda zikredilen 1987 tarihli eserin 7, 8, 9. bölümlerine bakınız; bunu da teknik detaylarla daha ileri seviyede işleyen, (o çalışmanın kaynakçasında listelenen) bazı daha önceki makaleleriyle karşılaştırınız. Daha sonra bu bölümde, daha tam olarak bölüm 3’te ve özgül örneklerle ilgili diğer bölümlerde yeri geldiğinde, bugün sadece aşamalı olarak dünyanın çeşitli kutsal metinleri olarak bildiğimiz şeyler vasıtasıyla tarihsel süreçlerin üniteler olarak ve nihai şekilde hariçtekiler tarafından nesneler olarak algılanmaya ve kavranmaya başladığını gözlemleriz.

9 Bu kutsal kitabın Müslüman yaşamında bugüne kadarki Müslüman dünyada uzun süredir çantada keklik görünen ve Batılı dünyada bilinmeyen sözelliği, son zamanlarda ilmi araştırmaların odağı olmaya başladı.

Örneğin, Graham’ın hemen yukarıdaki 8 numaralı notumuzda listelenen başlıklara ilave olarak şu eserlere bakınız: Labib es-Said, The Recited Koran: a history of the first recorded version, translated and adapted by Bernard Weiss, M. A. Rauf ve Morroe Berger, (Princeton: Darwin Press, 1975)— bu şu Arapça eserin bir uyarlanışı ve kısaltılmışıdır: Labib el-Sa’id, al-Jam’al-şawti al-amwal li-l-Qur’an al-Karîm, aw- al- mushaf al-murattal …(Kahire: Dar’ul Katib al-‘Arabi [1967]); Frederick M. Denny, “The ADAB of Qur’an Recitation: text and context”, [A. H. Johns, ed.,] International Congress for the Study of The Qur’an … Mayıs 1980, (Canberra: Australian Natiional University, [n.d.]), ss. 143-160 içinde; aynı zamanda, Denny,

“Exegesis and Recitation: their development as classical forms of Qur’anic piety”, Frank E. Reynolds and Theodore M. Ludwig, eds., Transitions and Transformationa in the History of Religions: essays in honor of Joseph M. Kitagawa, (Leiden: Brill, 1980—Studies in History of Religions [Numen’e ek], M. Hlereerma van Voss ve diğerleri., ed., vol. XXXIX), ss. [91]-123 içinde.

10 Yukarıda 6 numaralı dipnotumuzla karşılaştırınız.

11 Yedinci Gün Adventistleri durumunda Cumartesi

12 Bkz., örneğin, Graham, opp.cit. (yukarıdaki 7 nolu dipnotumuz), onları okuyanları işitenler bir yana yazılı metinlerin bile onları okuyanlar tarafından sözel/işitsel olarak muamele gördüğü yerde. Kendileri için kutsal kitabın dünyada sözel/işitsel olarak kavrandığı kişiler veya gruplar için onun gökte yazılı olduğu şeklinde bir başka konu vardır.

13 İnsanlık tarihinde ilk büyük tercüme projesi MÖ. 2000’li yıllarda Mezopotamya’da Sümer kutsal metinlerini Akadcaya çevirmekti. Birkaç bin yıl sonra bir sonraki hareket Yahudi kutsal metinlerini Yunancaya tercüme ve daha büyük ölçekli çeviri hareketi de Budist yazılarının Sanskritçeden Çinceye tercüme edilmesiydi. Bu hareketler dünya tarihini, yapılmış diğer herhangi tercümelerden çok daha derinden etkiledi ve genel olarak kutsal metinler tarih boyunca tercüme konusunda diğer herhangi bir türde olduğundan daha etkili rol oynamıştır. (Tibetçeye, Koreceye, Japoncaya ve daha fazlasına tercümesi devam eden) Budist metinlere ilave olarak Hıristiyan hareket bu konuda hevesli olmuştur ve ve gerçekte kilise fiili olarak, İncilleriyle İsa’nın ve arkadaşlarının dilinden başka bir dile tercümeyle işe başlamıştı. Yirminci yüzyılda en büyük çaplı iki tercüme projesi, Marksist hareketin temel yazmalarının çok sayıda yeni dile ve Kitabı Mukaddesin de çok daha fazla sayıda (yaklaşık iki bin) dile çevrilmesiydi.

Hıristiyanlığın misyonerlik görünümü ile ilgili olarak aşağıdaki 14 nolu dipnotuna bakınız.

14 Budist ve Hıristiyan örnekler, misyoner karakterli olan tercüme hareketlerinin dikkat çeken örnekleridir ve her bir durumda iki görünümün birbiriyle ilişkili olduğu açıkça gözükür. Keza, tarihinin bir aşaması –Helenistik dönem- boyunca Yahudi hareketi misyoner karakterli olduğunda, kendi kutsal metinlerini, ilk olarak dahili toplumsal amaçlarla olmasına rağmen, Yunancaya tercüme etmiştir. Bununla birlikte, eşit şekilde misyoner/tebliğ karakterli olan İslami hareket, kendileri için kutsal metinlerin bir bütün olarak tercümenin (son zamanlara kadar) ya reddedildiği veya sorgulanabilir olarak görüldüğü hareketlerden biri olmuştur.

15 İstisnai bir şekilde keskin zekâlı bir entelektüel olan bir Hindu arkadaşım bir keresinde kamusal bir katılımda benim duyabileceğim şekilde şunları belirtmişti: “Bir Hindu olarak, tarihin herhangi bir yere gittiği düşüncesinin kurbanı değilim.” Yirminci yüzyılın erken yıllarında, Batılı entelektüellerin ve Batılı din adamlarının çoğu böyle bir duruşu uzak, hatta acınabilir bulacaklardı; yüzyılın sonunda bu durumun

Referanslar

Benzer Belgeler

Didüm yoluñda ey dil-ber ne çok ‘âşıklaruñ ölmiş Didi kim Ka’be yolında ölenlere hisâb olmaz (244/6) (Âşık) dedim: “Aşk hastasına tatlı dudağından deva ver!”

Yalnızca Anadolu ağızlarından Trabzon ağzında, bir yerde fiil kökündeki düz ünlü yuvarlaklaşmış olarak görülür (Brendemoen 2002: 186).3 Eski Anadolu

(1995) Orta Anadolu Ağızlarından Derlerneler (Niğde, Kayseri, Kırşehir, Yozgat, Ankara VilayetIeri ile Afşar, Saçıkaralı ve Karakoyunlu Uruklarının Ağızları),

Söz konusu fiil bazı zarf-fiil ekleriyle ve hemen bütün kip, zaman ve kişi çekiminde ancak özellikle olumsuz anlamıyla sıralama temeline dayanan bir bağlama işlevi. 1

-DIktAn/-DUktAn sonra zarf-fiili görünüş açısından daima bitmişlik, sınırlama açısından bir zaman noktasını ve sıralama ilişkisi açısından öncelik

Bu kalıp ile iki kişi arasında ortaklık bildiren mufâ‘ale kalıbı arasındaki fark şöyle özetlenebilir: Mufâ’ale kalıbının fâili hem gramer hem anlam bakımından

Bu anomalilerin bir bölümü aşırı, yetersiz veya dengesiz beslenme nedeniyle meydana gelir..  Raşitizm, kemiklerin mineral metabolizmasının

Orta Türkçe dönemi metinlerinde sıfat fiiller ile ilgili yaptığımız tarama sonucunda sıfat fiillerin ne olduğu dile getirilmiĢ, gramercilerin sıfat fiillerle ilgili