• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYE DE GEÇİŞ DÖNEMİ ADALETİ: DÖNÜŞEN ÖZNELER, YÖNTEMLER VE ARAÇLAR SEMPOZYUM TEBLİĞLERİ Kasım 2020

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "TÜRKİYE DE GEÇİŞ DÖNEMİ ADALETİ: DÖNÜŞEN ÖZNELER, YÖNTEMLER VE ARAÇLAR SEMPOZYUM TEBLİĞLERİ Kasım 2020"

Copied!
264
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TÜRKİYE’DE GEÇİŞ DÖNEMİ ADALETİ:

DÖNÜŞEN ÖZNELER, YÖNTEMLER VE ARAÇLAR

SEMPOZYUM TEBLİĞLERİ 27-28-29 Kasım 2020

(2)

HAKİKAT ADALET HAFIZA MERKEZİ Ömer Avni Mahallesi İnönü Caddesi Akar Palas No: 14 Kat: 1 Beyoğlu 34427 İstanbul / Türkiye 0212 243 32 27

info@hafiza-merkezi.org www.hakikatadalethafiza.org

DEĞERLENDİRME KURULU Dr. Başak Can

Prof. Dr. Başak Çalı Dr. Ceren Lordoğlu Dr. Hülya Dinçer Dr. Av. Kerem Altıparmak Dr. Özgür Sevgi Göral

DÜZELTİ Asena Günal

TASARIM BEK

HAKİKAT, ADALET VE HAFIZA ÇALIŞMALARI DERNEĞİ YAYINLARI

ISBN: 978-605-85978-8-4

(3)

TÜRKİYE’DE

GEÇİŞ DÖNEMİ ADALETİ:

DÖNÜŞEN ÖZNELER, YÖNTEMLER VE ARAÇLAR

SEMPOZYUM TEBLİĞLERİ

27-28-29 Kasım 2020

(4)

İÇİNDEKİLER

(5)

6 SUNUŞ

BAŞAK ÇALI

8 CEZA YARGILAMALARINDA HAKİKAT VE ADALET

Jitem Davaları Işığında Geçiş Dönemi Adaletini Tartışmak

ÖZLEM HAS

Failin Sözü Bize Ne Söyler? Türkiye’de Devlet Şiddetinin Failleri, İfşaatları ve İtirafları

YEŞİM YAPRAK YILDIZ

İş Cinayetleri Alanındaki Cezasızlıkla Hukuki Mücadele, Emek Örgütlenmesinin Asli Unsurlarından Biri Hâline Gelebilir mi?

EYLEM CAN, BERRİN DEMİR, ASLI ODMAN, TUĞÇE TEZER

59 SİVİL HAKİKAT ARAYIŞI, DÖNÜŞEN ÖZNELER VE MÜCADELE DENEYİMLERİ Felaketin Temsili: 1915’e Dair Hakikat Arayışının Yeni Yöntem ve Araçları

ASLI ECE KOÇAK ve ZELAL PELİN DOĞAN

12 Eylül Kadınları: Cunta Gölgesinde Sevgi, Değişim ve Karşı Eylemlilik

GÖKSU ÖZAHISHALI

Uluslararası Sözleşmeler Etrafında Yürütülen Feminist Mücadele Pratikleri

ELİF EGE

101 ÇATIŞAN HAFIZALAR VE HAKİKAT ANLATILARI

Bir Karşı-Anıt Olarak 10 Ekim Anıt Ağaçlar

HANİFE KARDELEN IŞIK

Bir Hafızalaştırma Örneği Olarak Ulucanlar Cezaevi Müzesi: Kimin Hafızası, Hangi Geçmişle Yüzleşme?

ESİN GÜLSEN

Tarih Ve Hafıza Arasında Gençlik: Geçmişle Kurulan İlişkilere Kavramsal Bir Sorgulama

ELİF CAN

143 MEKÂN, ŞİDDET VE HAFIZA

Toplumsal Belleği “Restore” Etmek: Dersim Askerî Kışlası’nın Müzeye Dönüşümü

MEHTAP TOSUN

İki Şehrin Hikâyesi: Sur’un Öncesi ve Sonrası

İDİL ÖNEN ve GÖKSU ÖZAHISHALI

Kamusal Alanın Çatışma Belleği Olmaktan Çıkarılması ve Okul Adlarının Barışçıl Kılınması

SERDAR M. DEĞİRMENCİOĞLU

186 HAKİKAT ARAYIŞINDA YENİ MEDYA ARAÇLARI VE DİJİTAL İMKÂNLAR Unutuşa Karşı Direniş: Yeni Medyanın Olanakları ve Sınırlılıkları

GAYE KUAS

Görsel Kayıtlar Hesap Sorabilir mi?: İnsan Hakları Arşivleri ve Geçiş Dönemi Adaleti

DUYGU DOĞAN ve SİDAR BAYRAM

220 HAFIZALAŞTIRMA ARACI OLARAK SİNEMA

Hakikat ve Adalet Arayışında Bir İmkân Olarak Kürt Sineması: Feminist Perspektifler

TEBESSÜM YILMAZ

Belgesel Sinemada Kişisel Olandan Toplumsal Olana Geçmişle Yüzleşme:

Saroyan Ülkesi

ONUR AYTAÇ

254 BİYOGRAFİLER

(6)

SUNUŞ

BAŞAK ÇALI

(7)

Bu kitap, Hakikat Adalet Hafıza Merkezi tarafından 27-29 Kasım 2020 tarihleri arasında düzenlenen “Türkiye’de Geçiş Dönemi Adaleti: Dönüşen Özneler, Yöntemler, Araçlar”

konulu sempozyumda sunulan bildirilerden oluşuyor. Konferansın başlığına da yansıdığı gibi kitaba katkı sunan çalışmalar, geçiş dönemi adaletini durağan, sınırları, özneleri, araçları ve amaçları belli bir süreç olarak değil, hem çehresi, hem katılımcıları hem de mekân ve talepleri dönüşebilen bir süreç olarak ele alıyor.

Bu yönü ile kitaba katkıda bulunan çalışmalar, Türkiye’de geçiş dönemi adaleti

perspektifinden değerlendirebilecek hak ihlallerinin çeşitliliğini ve “geçmişte yaşanma”

ifadesinin açık uçluluğunu göz önüne seriyor. Kitap okuyucuya 10 Ekim 2015 Ankara Gar Katliamı’ndan, Ermeni toplumunun hakikat arayışına, yakın dönemde yaşanan iş cinayetlerinden, 1980 Eylül darbesinde kadın olarak adalet arayışlarına dek özneler ve zamanlar açısından bir çeşitlilik sunuyor.

Kitap bir araç ve amaç olarak hukuk ve geçiş dönemi adaletini irdeleyen çalışmalar ile hukuk ötesi ve disiplinlerarası çalışmaları okuyucuya birarada sunuyor. Kitapta geçiş dönemi adaletinde müzeler ve okullar gibi daha bilindik mekânlar ile sinema ve medya gibi daha bilindik araçların yanı sıra, sosyal medya ve ağaçlar gibi daha yeni ve yaratıcı araçlar da yerlerini alıyor.

“Neden geçiş dönemi adaleti tartışması?”, Türkiye’de sık karşılaşılan sorulardan biri.

Şüphesiz Türkiye’nin, özellikle yakın tarihinde yaşanan ağır insan hakları ihlallerinin ardından, kamusal anlamda hakikat, adalet ve hafıza alanlarından ısrarla uzak durması bu sorunun sorulmasına yol açıyor. Bir bakıma bu soruyu soranlar, belki de geçiş dönemi adaletinin devlet kurumları eli ile tesis edilmediği ve hatta tesis edilmemesi için daha çok çaba harcanan bir ülkede, neden geçiş dönemi adaletinin tartışıldığını soruyorlar.

Bu derleme, bir bütün olarak okuyucuyu işte bu çok sık sorulan sorunun belki de sorulabilecek en iyi soru olmadığına ikna etmeye çalışıyor. Geçiş dönemi adaletine, ulaşılması gereken, çerçevesi belli ve Türkiye’de erişilememiş bir nihai amaç olarak değil;

uzak, yakın ve hemen yakınımızdaki geçmişi ve hak ihlallerini anlamamıza ve bu anlayışı takiben hem bireysel hem de toplu olarak harekete geçmemize ön ayak olan bir bakış açısı olarak yaklaşmamızı öneriyor.

Bu öneriyi dinlerseniz, Türkiye’de geçiş dönemi adaleti çalışmalarını ilk defa bu kadar geniş bir bakış açısı ve çeşitlilik ile ele alan bu derlemenin, dönüştürücü ve düşündürücü yolculuğuna çıkabilirsiniz.

(8)

T ÜR K İ Y E’DE GEÇİ Ş DÖNEMİ A DA L E T İ: DÖNÜ ŞEN ÖZ NEL ER , YÖN T EML ER V E A R AÇL A R 8

CEZA YARGILAMALARINDA

HAKİKAT VE ADALET

(9)

Jitem davaları ışığında

geçiş dönemi adaletini tartışmak

ÖZLEM HAS

Kavramsal Çerçeve

Devletler kendi suçlarıyla nasıl hesaplaşır? Bu soru hem siyaset bilimi, hem de hukuk teorisi alanlarında önemini korumakla birlikte; verilen cevaplar genellikle devlet-vatandaş ilişkileri, anayasa hukuku, insan hakları hukuku ve uluslararası hukuk konseptleri üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu anlamda, birtakım bağlayıcılık ve

sınırlandırmalara tâbi olan uluslararası alanda devletler eşitleri olarak gördükleri diğer devletlere karşı yaptırımda bulunma ve hatta yargılama alanları yaratabilirken,1 kendi suçlarını yargılama iradesini ancak kendilerinin gösterdiği ulusal alanda durum çok daha farklı bir görünüm kazanmaktadır.

Ulusal yargılama örneklerini konu alan araştırmalar, adil bir yargılama için devlet işleyişinde bir geçiş döneminin gerekliliğinden bahseder. Literatürde “geçiş dönemi adaleti” olarak kavramsallaştırılan bu süreç, otoriter rejimlerden demokratik rejimlere doğru gerçekleşen siyasi dönüşümler sonucu, yeni rejimin eski rejimin ağır insan

hakları ihlallerini barındıran suçlarıyla yüzleşeceği adaletli bir ortamın tesisini hedefler.

Birleşmiş Milletler’in tanımına başvuracak olursak, geçiş dönemi adaleti; “hesap verebilirliği sağlamak, adalete hizmet etmek ve uzlaşmayı sağlamak için bir toplumun geçmişteki ağır hak ihlalleri mirasıyla başa çıkma girişimleriyle ilişkili tüm süreçler ve mekanizmalar”ı kapsamaktadır (United Nations, 2004: 4).

Bu tanımdaki süreçler ve mekanizmalar vurgusu eşliğinde geçiş dönemi adaletine yoğunlaşan literatür, devletlerin vatandaşlarına karşı işlemiş oldukları ağır hak ihlallerinin tartışıldığı yargılamalarda hakikat arayışı sürecini, adalet arayışı sürecinin gerçekleşmesinde daha öncül ve gerekli bir konuma yerleştirmişlerdir. Buna göre, sağlıklı bir geçiş dönemi adaletinin sağlanması yolunda birbiriyle ilişkili dört ana

aşamadan bahsetmek mümkündür: 1) hakikatlerin araştırılması, 2) adaletin sağlanması,

1 Dünya tarihi, özellikle savaş suçları ve insan hakları ihlalleri konusunda oluşturulmuş uluslararası mahkemeler (örn; Nürnberg

Uluslararası Askerî Ceza Mahkemesi, Tokyo Savaş Suçları Mahkemesi, Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi, Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi) ve denetim ve yargılama mekanizmaları (örn; Uluslararası Adalet Divanı, Uluslararası Ceza Mahkemesi, Avrupa Adalet Divanı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) açısından oldukça zengin bir örnek alanına sahiptir.

(10)

T ÜR K İ Y E’DE GEÇİ Ş DÖNEMİ A DA L E T İ: DÖNÜ ŞEN ÖZ NEL ER , YÖN T EML ER V E A R AÇL A R 10

3) mağdurların zararlarının karşılanması, 4) suçun bir daha tekerrür etmemesine yönelik önlemlerin alınması (Alija Fernández ve Martin-Ortega, 2017: 532). Yine dünya örnekleri, bu aşamalar arasındaki koordinasyonun sağlanması yolunda devlet iradesinin tek başına yeterli olmadığını, bu iradenin bir sınayıcısı olarak hakikat ve uzlaşı komisyonlarının başat mekanizmalar olarak önemini vurgulamaktadır (örn, Güney Afrika Hakikat ve Uzlaşı Komisyonu, Brezilya Resmî Hakikat Komisyonu, Yugoslavya Bölgesel Hakikat Komisyonu vd.). Bu komisyonların geçiş sürecini başarılı bir şekilde yönetebilmeleri için toplumla komisyon arasında sağlıklı bir güven ilişkisinin tesis edilmesi gerekmektedir. Bu güven ilişkisi ise ancak komisyonun siyasi ve operasyonel bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile komisyonun özellikle mağdur gruplarıyla olmak üzere toplumun çeşitli kesimleri ve sivil toplum bileşenleri ile sürdürdüğü şeffaf iletişim ve diyalogla mümkün olabilmektedir (Çelikkan, M. der., 2013: 30-31).

Çalışmanın Amacı ve Arka Plan

Yukarıdaki kavramsal çerçeve ışığında bu çalışma, Türkiye’de geçiş dönemi adaletinin imkânlılık alanlarını JİTEM davaları üzerinden yeniden düşünmeyi önermektedir.

Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele (JİTEM), 80’li yılların sonunda PKK’yle mücadele kapsamında Türkiye’nin Kürt bölgesi güneydoğuda 11 ilde ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) yönetimi ile hayata geçirilen Jandarma Asayiş Komutanlığı bünyesinde oluşturulan yasadışı bir birimdir. Jandarma mensuplarını, köy korucularını, PKK itirafçılarını ve milliyetçi tetikçileri bünyesinde barındıran bu birimin varlığı uzun yıllar boyunca devlet kademelerinde tartışılmış ve Genelkurmay Başkanlığı tarafından reddedilmiştir. Özellikle 90’lı yılların ikinci yarısından itibaren birtakım rapor, tanıklık ve itiraflarla varlığı ortaya konulan birim; başta faili meçhul cinayetler ve uyuşturucu ticareti olmak üzere, adam kaçırma, fidye ve haraç isteme gibi birçok yasadışı faaliyetin sorumlusu olarak gösterilmektedir.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) ilk defa iktidara geldiği 2002 yılından tarihindeki en yüksek oy oranıyla üçüncü defa iktidar partisi seçildiği 2011 yılına kadar izlediği

“demokratikleşme” ve “devletin geçmiş suçlarıyla yüzleşeceği” retoriği, geçiş dönemi adaletinin imkânlılığı üzerine özellikle mağdur yakınları üzerinde bir umuda yol açmışsa da; 2015 yılından itibaren demokratikleşmeden ziyade otoriterleşme adına gelişmekte olan süreç, bu umudun yargı alanında da sönümlenmesine yol açmıştır. Bu süreç, kamuoyunca genel olarak geçmişle yüzleşme davaları olarak bilinen Ergenekon yargılamaları ve JİTEM yargılamalarının birer birer cezasızlıkla sonuçlandığı bir durumu beraberinde getirmiştir.

(11)

Bu çalışma, yukarıdaki politik arka plan çerçevesinde geçiş dönemi adaletinin Türkiye örneğindeki imkânlılık boyutlarını kamuoyunca JİTEM davaları olarak bilinen beş dava (Musa Anter ve JİTEM Ana Davası, Cizre JİTEM Davası, Ankara JİTEM Davası, Kızıltepe JİTEM Davası, Dargeçit JİTEM Davası) örnekleminde tartışacaktır. JİTEM’in ilk defa bir

iddianameye konu olduğu 1999 yılından, tartışmanın mahkeme salonlarına taşındığı 2009 yılına kadar geçen on yıllık süreçte ana odak örgütün varlığı veya yokluğu noktasında düğümlenen inkâr ya da kabul tartışmalarıyken; soruşturmaların mahkeme salonlarına taşınması tartışmaya ilk defa resmî bir boyut kazandırmıştır. Fakat gelinen aşamada, sağlıklı bir hakikat arayışı süreci yürütülmeksizin tarafların kendilerini doğrudan adalet arayışı içerisinde buldukları beş davadan üçünün (Cizre JİTEM Davası, 2015; Kızıltepe JİTEM Davası, 2019; Ankara JİTEM Davası, 2019) cezasızlıkla sonuçlanması kamuoyunda

bu davaların göstermelik davalar olduğu kanısının güçlenmesine yol açmıştır.

Nitekim bu davalar aracılığıyla devletin mahkeme salonlarını inkâr ya da kabul tartışmalarının ötesinde, kendine atfedilen suçlardan kendini akladığı resmî alanlara dönüştürdüğü görülmektedir. Bu çalışma, devletin JİTEM davaları aracılığıyla kendini aklama stratejilerini üç ana başlık altında tartışmayı amaçlamaktadır: (1) sürüncemede bırakma, (2) davaları bölme, (3) failleri anonimleştirme. Fakat bu stratejileri tartışmadan önce JİTEM yargılamalarının Türkiye’nin son 33 yıllık politik iklimiyle birlikte bir

okumasını yapmak, geçiş dönemi adaleti tartışmasının imkânlılık alanlarını yargı boyutunda değerlendirmemizi sağlayacaktır. Nitekim, JİTEM davalarının akıbetinin Türkiye’nin politik iniş çıkışlarıyla eş zamanlı seyrine göz atmak, bu davaların geçmişle

hesaplaşma yargılamalarından, geçmişi aklama davalarına nasıl dönüştüklerine dair dönemsel bir bakış açısı sunacaktır.

JİTEM Soruşturmalarına Dair Genel Bir Dönemlendirme

Bu bölüm, tarihsel sürecin JİTEM’in varlığına dair tartışmalardan hukuk yargılamalarına evrilişinin politik arka planına dair genel bir tasvir sağlayacaktır. Bu tasvir, JİTEM’in operasyonel olarak görünürlük kazandığı 1987 yılından, suçlarına dair beş davadan üçünün cezasızlıkla sonuçlandığı günümüze kadar olan süreci kapsamaktadır. Türkiye’nin yakın tarihinde büyük öneme sahip bu 33 yıllık dönemi bütün detaylarıyla ele almak, bu makelenin amacını ve sınırlarını aşacağından, bu süreç yalnızca JİTEM tartışmasına ve davalarına olan etkisinden doğru takip edilecektir. Yine mağdur, mağdur yakını ve insan hakları savunucularının sürecin ilerlemesindeki mücadeleleri görmezden gelinmemekle birlikte; bu bölüm, ülkenin siyasi sahasının yakın geçmişte geçirdiği dönüşümü JİTEM tartışması örnekleminde incelemeyi amaçlamaktadır. Bu anlamda 33 yıllık süreç

(12)

T ÜR K İ Y E’DE GEÇİ Ş DÖNEMİ A DA L E T İ: DÖNÜ ŞEN ÖZ NEL ER , YÖN T EML ER V E A R AÇL A R 12

1987’den 1994’e, 1995’ten 2008’e, 2009’dan 2015’e ve 2016’dan günümüze olmak üzere dört ayrı bölüm altında incelenecektir.

Bölüm I: Korku İmparatorluğu (1987 - 1994)

İlk bölüm, JİTEM’in operasyonel olarak faaliyete geçtiği tarihten ilk defa resmî bir

belgede kendisinden bahsedildiği tarihe kadar geçen dönemi kapsamaktadır. Bu yedi yıllık süreci ön plana çıkaran ayırt edici noktalar şöyledir:

1987 yılında Türkiye’nin güneydoğusunda 11 Kürt ilinde PKK’ye karşı terörle mücadele kapsamında özel yetkili bir valiliğin hayata geçirilmesiyle Olağanüstü Hal (OHAL) yönetimi ilan edilmiş ve yine aynı yıl OHAL Valiliği’nin emrinde tesis edilen Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı idaresi altında JİTEM yasadışı faaliyetlerine başlamıştır.

Bu dönem aynı zamanda, hem TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri) ile PKK (Partiya Karkerên Kurdistanê, Kürdistan İşçi Partisi) arasındaki çatışmaların, hem de sivillere yönelik baskının en yoğun olduğu dönem olarak kayıtlara geçmiştir. Son olarak, bu çatışma ve baskının yoğunluğuyla eş zamanlı olarak JİTEM faaliyetlerinin de en yoğun döneminin bu dönem olduğu söylenebilir. 1980 ve 1995 yılları arasındaki kaybedilen ve faili meçhul oranlarını gösteren aşağıdaki iki tablo da bölgedeki yasadışı infazların bu dönemde zirve noktalara ulaştığını göstermektedir. Her iki tabloda da oranların 1993 ve 1994 yıllarında en yüksek seviyelere ulaştığı görülmektedir.

Tablo 1. Kaybedilen Sayısının Yıllara Göre Dağılımı (Göral, vd., 2013: 24)

Yıl Sayı

1980-1990 33

1991 18

1992 22

1993 103

1994 518

1995 232

1996 170

1997 94

1998 50

1999 76

2000’den sonra 33

Bilinmeyen tarih 4

Toplam sayı 1353

(13)

Tablo 2. Faili Meçhul Cinayetlerin Yıllara Göre Dağılımı (Milliyet, 2012)

Yıl Sayı

1987-1990 26

1990 11

1991 31

1992 362

1993 467

1994 423

1995 166

1996 113

1997 65

1998 45

1999 52

2000 13

2001 24

2002 8

Toplam sayı 1806

1987 ve 1993 yılları arasında Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan ve bölgedeki idareciler ve askerî yetkililere dokunulmazlık zırhı altında geniş yetkiler tanıyan OHAL Kararnameleri yukarıdaki tablolardaki trajik artışı büyük ölçüde açıklamaktadır (Has, 2017). JİTEM operasyonları için de büyük ölçüde faaliyet kolaylığı sağlayan bu

“olağanüstü” ortam, bölge halkını da haksızlıklara karşı ses çıkarmaları noktasında sindirmeyi başarmıştır. Öyle ki, hak ihlallerine karşı hukuk mücadelesi başlatmak bir kenara, göz altına alınan yakınlarının akıbetlerini sormak bile, soranların da yakınları ile aynı kaderi paylaşmasına yol açabilmekteydi (Göral, vd., 2013: 39).

Bölüm II: Sessizliğin Kırılması (1995 - 2008)

İkinci bölüm, hem Türkiye siyasal yaşamında, hem de buna bağlı olarak JİTEM soruşturmasında önemli gelişmeleri içermektedir. Bu dönemde hem JİTEM özelinde yürütme ve yargı alanlarındaki ilk resmî tartışmalara tanıklık ederken, hem de Türkiye siyasi alanını 1961 yılından itibaren domine eden koalisyon hükümetleri döngüsünün AKP’nin tek parti olarak iktidara geldiği 2002 yılında kırıldığını görüyoruz. Nitekim, AKP’nin seçim kampanyasının en önemli propaganda ayaklarından biri olan yönetimin ve ülkenin demokratikleşmesi (BELGEnet, 2002) çağrı ve vaadi, Türkiye toplumunda devletin geçmişe ait suçlarıyla hesaplaşacağı geçiş dönemi adaletinin imkânlılığına dair umutları artırmıştır.

(14)

T ÜR K İ Y E’DE GEÇİ Ş DÖNEMİ A DA L E T İ: DÖNÜ ŞEN ÖZ NEL ER , YÖN T EML ER V E A R AÇL A R 14

JİTEM’in devletin resmî alanlarında tartışılabilir hale geldiği tarihî dönemeçleri inceleyecek olursak 1995, 1997, 1998 ve 1999 olmak üzere dört tarih ön plana çıkmaktadır. Bunlardan ilk üçü, JİTEM adının ilk defa yer aldığı TBMM Faili Meçhul Siyasal Cinayetleri Araştırma Komisyon Raporu (1995), TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu (1997) ve Başbakanlık Teftiş Kurulu Susurluk Raporu (1998) gibi devlet raporlarının yayınlanma tarihlerine denk düşmektedir. Bu üç raporun ortak noktası, resmî anlamda varlığını kanıtlayamadıkları JİTEM’in organizasyonel yapısını ve

faaliyetlerini kısmi olarak açık etmeleri ve devletin yargı organlarına bu örgütün varlığı ve faaliyetlerine ilişkin inceleme başlatmalarına dair çağrıda bulunmaları olmuştur.

1998 yılında yaşanan bir diğer önemli gelişme ise, İdil Savcısı İlhan Cihaner’in İbrahim Babat isimli itirafçının Başbakanlık Teftiş Kurulu Susurluk Komisyonu’na gönderdiği mektupta yer alan itiraflarına dayanarak, on yıldır sonuçlanamayan üç faili meçhul dosyasını tekrar açması olmuştur. Soruşturma kapsamında, cezaevinde bulunan İbrahim Babat’la da görüşmek isteyen savcı Cihaner, bu talebinin Adalet Bakanlığı tarafından reddedilmesine karşın soruşturmayı mektuptaki itiraflar ışığında sürdürmeye devam etmiş ve hazırladığı fezlekeyi 1999 yılında Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı’na göndermiştir. Bir dava dosyasına dönüşmesi için on yıl beklenecek olan bu belgenin en önemli özelliği JİTEM adından doğrudan bahsedilmese de sanık olarak gösterilen kişilerin (Albay Arif Doğan, Binbaşı Ahmet Cem Ersever, Yüzbaşı Şaban Bayram, Astsubay Sinan Yaşar, köy korucusu Faysal Şanlı, ve itirafçılar Hacı Hasan (İbrahim Babat), Adil Timurtaş, Mehmet Zahir Karadeniz, Lokman Gündüz, Recep Tiril) daha sonraki yıllarda JİTEM’le anılacak olmalarıdır (T.C. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı, 1999).

JİTEM faaliyetlerinin tartışılmaya başlandığı bu ilk gelişmeler yaşanırken, Türkiye 1999 yılından itibaren bir siyasi dönüşümün içine girmiştir. Nitekim ülke, 1999 yılında düzenlenen Avrupa Birliği (AB) Helsinki Zirvesi’nde oybirliği ile AB’ye aday ülke olma statüsüne kavuşmuştur. Bu adaylığın üye ülke statüsüne dönüşmesine dair en önemli yol haritasını ise ülkedeki insan hakları ihlallerinin iyileştirilmesi ve özellikle Kürt sorununa barışçıl bir çözümün bulunması oluşturuyordu. Siyasal alandaki bir diğer dönüşüm AKP’nin Helsinki sürecinin doğasına uygun olarak demokratikleşme vurgusu ile 2002 yılında tek başına iktidar olmasıyla gerçekleşmiştir. Nitekim, 3 Kasım 2002 tarihinde iktidar olan AKP’nin demokratikleşme alanında attığı ilk adım, 30 Kasım 2002’de 1987 yılından itibaren devam eden Kürt illerindeki OHAL yönetimine son vermek olmuştur.

Bu durum OHAL yönetimi mağdurları ve mağdur yakınlarını hak mücadelelerini daha adaletli bir ortamda sürdürebilecekleri yönünde temkinli bir arayışa sevk etmiştir.

(15)

Demokratikleşme söylemini sürdüren AKP, 2007 genel seçimlerini tekrar iktidar partisi olarak kazanmıştır. Bu dönemde devlet içerisindeki çetelerle yüzleşeceğini duyuran AKP, bu anlamdaki en önemli adımı Ergenekon soruşturması ile başlatmıştır.

Hükümeti devirmeye yönelik bir derin devlet yapılanması olduğu iddia edilen Ergenekon Terör Örgütü soruşturması kapsamında 2007 ve 2008 yıllarında yapılan operasyonlarda gözaltına alınanların büyük çoğunluğunun TSK mensuplarından oluşması; ülke tarihinde ilk defa bir siyasi partinin, o zamana kadar Türkiye

demokrasisinde egemen ve müdahaleci bir konuma sahip olan ordu ile karşı karşıya gelmesi anlamına geliyordu.

Ergenekon soruşturmasının JİTEM yargılamaları açısından önemi, kolaylaştırıcı bir özelliğe sahip olmasıdır. Nitekim, soruşturma kapsamında göz altına alınan Tuğgeneral Veli Küçük ve Albay Arif Doğan2 arasında JİTEM üzerinden gelişen

tartışma, soruşturma dosyasına gizli tanık statüsüyle dahil olan kişilerin tanıklıkları ve tartışmaya sığınmacı olarak yaşadığı İsveç’ten dahil olan eski JİTEM mensubu itirafçı Abdülkadir Aygan’ın anlatıları, 1999 yılından beri âtıl konumda bekleyen JİTEM soruşturmasının 2009 yılında dava sürecine evrilmesini sağlamıştır.

Bölüm III: Geçmişi Yargılamak (2009 - 2015)

AKP’nin ikinci defa iktidar partisi seçildiği 2007 yılından sonra meydana gelen gelişmeler, parti siyasetinden ziyade Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın siyaset sahnesinde belirleyici aktör olarak ön plana çıkmasına tanıklık etmiştir. Türkiye siyasi tarihi göstermektedir ki; ülkede demokrasi süreci ve inancı en çok ordu müdahaleleri ve parti kapatmaları ile sekteye uğramıştır (Aydın ve Taşkın, 2014). 2008 yılında aynı durumla karşı karşıya kalan AKP’nin de Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi’nde görülen kapatılma davasının partinin lehine sonuçlanması, Erdoğan açısından

iktidarını sağlamlaştırmak için iki stratejinin ön plana çıkmasına neden olmuştur:

ordunun ve yargının kontrol altına alınması. Ergenekon yargılamaları Erdoğan’ın bu hedefe ulaşmasını ordu açısından kısmen sağlamıştır. Yargı alanındaki zaferini ise yine demokratikleşme ve geçmişle yüzleşme söylemleri eşliğinde kampanyasını yürüttüğü; Anayasa Mahkemesi, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve askerî mahkemeler üzerinde hükümet kontrolünü artıran düzenlemelerin yolunu açan 2010 Referandumu’na borçludur.

2 Arif Doğan daha sonra “JİTEM’i Ben Kurdum” isimli bir kitap yayınlamıştır.

(16)

T ÜR K İ Y E’DE GEÇİ Ş DÖNEMİ A DA L E T İ: DÖNÜ ŞEN ÖZ NEL ER , YÖN T EML ER V E A R AÇL A R 16

Süreci JİTEM yargılamaları açısından değerlendirecek olursak, JİTEM soruşturmasının bir türlü mahkeme sürecine evrilememesinin en büyük nedeni, ikinci bölümde daha detaylı tartışacağım üzere, asker kimlikli kişilerin sivil mahkemelerde yargılanması önündeki engeldi. Referandum bu engeli kaldırarak asker kişilerin sivil mahkemelerde yargılanmalarının yolunu açtı (Ergil, 2010). JİTEM yargılamalarının önünü açan ikinci bir etken ise siyasi iradenin dönüştürücü politikasında yatmaktaydı. 2009 yılında kamuoyunca Oslo Görüşmeleri olarak bilinen devletin istihbarat birimi MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı) ve PKK arasındaki gizli görüşmelerin 2013 yılında resmî Çözüm Süreci’ne evrilmesi, Türkiye’de geçiş dönemi adaletinin imkânlılığına dair umutları artırmıştır.

Bu irade şüphesiz, devletin Kürt meselesine karşı doksan yıllık resmî bakış açısında bir değişikliğe işaret ediyordu. Bu değişikliği JİTEM yargılamaları üzerinden okuyacak olursak, ilk iki JİTEM (JİTEM Ana Davası ve Cizre JİTEM Davası) davasının çözüm sürecine dair müzakerelerin ilk adımlarının atıldığı 2009 yılında açılması, devlet iradesinin belirleyiciliğine örnek gösterilebilir. Aynı şekilde geri kalan üç JİTEM davasının (Ankara JİTEM Davası, 2014; Kızıltepe JİTEM Davası, 2015 ve Dargeçit JİTEM Davası, 2015) 2013’te resmî olarak ilan edilen çözüm sürecini takiben

başlatılmaları da, bu iradenin bir yansıması olarak okunabilir. Nitekim, Çözüm Süreci’nin sona ermesinden sonra gelişen sürecin JİTEM yargılamaları üzerindeki etkisini yine aynı irade üzerinden okumak mümkündür.

2015 yılı genel seçimleri, Çözüm Süreci’nin sona erişi konusunda önemli bir yere sahiptir. AKP, ilk defa seçimlere girdiği 2002 yılından sonraki iki genel seçimde de oylarını artırarak (oy oranları sırasıyla; 2002: %34,28, 2007: %46,58, 2011: %49,83) iktidar partisi olmaya devam etmiştir. Bu durum aslında adı parti iktidarından daha çok anılmaya başlayan ve 2014 yılında Cumhurbaşkanı olmasına rağmen parti siyasetinden uzaklaşmayan Erdoğan’ın iktidarının pekişmesi anlamına geliyordu. Bunun en önemli yansımasını ise 2015 genel seçimleri kampanyalarında ayyuka çıkan başkanlık sistemi tartışması oluşturuyordu. À la turca başkanlık sistemi (Özpek, 2017) olarak tabir edebileceğimiz parti siyasetiyle cumhurbaşkanlığı pozisyonunu resmî anlamda birleştiren Erdoğan’ın bu yeni arayışı, Anayasa’da gerekli düzenlenmenin yapılabilmesi için en az 400 milletvekilinin onayına ihtiyaç duyuyordu. Bu anlamda Erdoğan’ın en çok güvendiği oy grubunu Çözüm Süreci’nin de etkisiyle Kürt seçmenleri oluşturuyordu.

Fakat, Çözüm Süreci’nin Kürt tarafının siyasi, sosyal ve kültürel taleplerinin siyasi sahnedeki en büyük temsilcisi olan Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) %10’luk seçim barajına rağmen oylarını artıran bir potansiyele dönüşmesi, Erdoğan’ın başkanlık

(17)

ideali önündeki en büyük engeli oluşturuyordu. Bu engeli ortadan kaldırmak için Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun Çözüm Süreci’nin akıbetini seçim sonuçlarına bağlı kılan kampanya yaklaşımları yine en büyük tepkiyi HDP’den almıştır. Her fırsatta barış sürecinin seçim başarısı için pazarlık konusu olamayacağını dillendiren HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş’ın 17 Mart 2015 tarihli tek cümlelik grup toplantısında söylediği “Seni başkan yaptırmayacağız” sözleri, 7 Haziran 2015 öncesi muhalefet kampanyasının da en büyük dinamiklerinden biri olmuştur (Cumhuriyet, 2015). Sonuç olarak, %13,12 oy oranıyla HDP barajı aşıp meclise girerken;

AKP %40,87 oy oranıyla tarihindeki en büyük düşüşü yaşayıp, mecliste iktidar kuracak çoğunluğu da kaybetmiştir.

Haziran seçimlerinden sonra ülkede şiddet ve bombalı saldırı olaylarının

artması (örneğin 20 Temmuz 2015 Suruç ve 10 Ekim 2015 Ankara Gar saldırıları;

şiddet olaylarının detaylı kronolojisi için bkz. ISDP, 2016) ve AKP’nin koalisyon görüşmelerinden bir sonuç alamaması genel seçimlerin 1 Kasım 2015 tarihinde tekrarlanmasına yol açmıştır. 7 Haziran’dan 1 Kasım’a kadar geçen süre içerisinde Cumhurbaşkanı Erdoğan 11 Ağustos tarihinde Çözüm Süreci’nin buzdolabına

kaldırıldığını ilan etmiş ve Başbakan Davutoğlu, Van seçim mitingi konuşmasında “AK Parti iktidardan indirilirse buralarda terör çeteleri dolaşacak, beyaz Toroslar dolaşacak”

sözleriyle 90’lı yılların JİTEM operasyonlarına atıfta bulunarak Çözüm Süreci’nin akıbetini seçim kampanyasına dahil etmeye devam etmiştir (CNN Türk, 2016). Nitekim, bu kampanya ülkedeki şiddet olaylarının gölgesinde bu kez etkili olmuş; HDP azalan

%10,76 oy oranıyla mecliste kalmaya devam ederken, AKP anayasa değişikliği için gerekli olan 400 milletvekiline ulaşamasa da, %49,5 oranla oylarını tekrar artırarak iktidar partisi olmaya devam etmiştir.

Çözüm Süreci’nin durma noktasına geldiği bu süreç, JİTEM davalarının gidişatını da büyük ölçüde etkilemiştir. Bunun ilk yansıması Cizre JİTEM Davası’nda görülmüştür.

Ergenekon soruşturmasındaki gizli tanık ifadelerinin 11 Eylül 2009 tarihinde başlatılmasında büyük katkısının olduğu ilk JİTEM davası ve yine JİTEM davaları arasında tek tutuklu asker sanığın (Albay Cemal Temizöz) olduğu Cizre JİTEM Davası;

1 Kasım seçimlerinden dört gün sonra 5 Kasım 2015 tarihinde bütün sanıklar için beraatle sonuçlanmıştır. Mağdur yakınlarında “Cemal Temizöz suçsuzsa 21 insanı kim öldürdü?” sorusuna3 yol açan mahkemenin beraat kararı, diğer JİTEM davalarının adaletle sonuçlanacağına dair inancı da büyük ölçüde zedelemiştir.

3 Kampanya linki şu: https://www.change.org/p/soruyoruz-cemal-temizöz-suçsuzsa-21insanıkimöldürdü-adalet- bakanlik?recruiter=12985941&utm_source=share_petition&utm_medium=copylink

(18)

T ÜR K İ Y E’DE GEÇİ Ş DÖNEMİ A DA L E T İ: DÖNÜ ŞEN ÖZ NEL ER , YÖN T EML ER V E A R AÇL A R 18

JİTEM davalarının akıbeti açısından sembolik bir öneme sahip bir diğer trajik olay ise 28 Kasım 2015 tarihinde Diyarbakır’da yaşanmıştır. Hayatını insan hakları mücadelesine adayan ve JİTEM davalarının da yakın bir takipçisi olan Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi, basın açıklaması yaptığı sırada polis ile PKK’nin gençlik kanadı YDG-H (Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi) mensupları arasında çıkan bir silahlı çatışma sonucu öldürülmüştür. Aradan geçen beş yıla rağmen olayla ilgili mahkeme süreci henüz başlamış olup, olayda bir kasıt olup olmadığı henüz aydınlatılamamıştır. Fakat, geçmişle yüzleşme davaları açısından önemli bir figür olan Elçi’nin şaibeli bir şekilde öldürülmesi, geçmişi yargılama sürecinde de bir sona gelindiğinin habercisiydi. Nitekim, 2015’ten sonra gelişmekte olan süreç de göstermektedir ki, Cizre JİTEM Davası beraat kararı ve Tahir Elçi cinayeti, geçmişi yargılama sürecinden geçmişi aklama sürecine geçişin ilk adımları olmuştur.

Bölüm IV: Geçmişi Aklama (2016 - ...)

Bu son bölüm Kürt oyları açısından hüsrana uğrayan Erdoğan’ın gerekli anayasa değişikliği için yeni bir ittifak arayışına girmesiyle başlamaktadır. Erdoğan, Çözüm Süreci sırasında en keskin eleştirileri milliyetçi çevrelerden almışken, sürecin

bitiminde de en büyük destek arayışına yine aynı çevreler içerisinde girmiştir. Kürtlerin Rojava’daki kazanımları ve AKP ile Gülen Cemaati arasındaki ilişkilerin bozulması, iki önemli etken olarak Erdoğan’ın milliyetçi ittifak arayışında etkili olmuştur.

Türkiye’nin resmî ideolojisi, Suriye savaşının başlangıcından beri Kuzey Suriye’deki Kürt gruplarını tehdit unsuru olarak görmüştür. Kürtlerin 2012 yılında Rojava’da fillî özerklik ilan etmeleri ve Türkiye’nin terörist olarak nitelendirdiği YPG ve YPJ direniş gruplarının başta Kobane’de olmak üzere IŞİD’e karşı önemli zaferler kazanması hem dünya gözünde Kürtleri bölgede önemli bir güç haline getirmiş, hem de Türkiye’de yaşayan Kürtlerin milli gururunu güçlendirmiştir. Türkiye’nin bu dönemdeki siyaseti ise milliyetçi söylem altında Çözüm Süreci’nin de sona ermesini bahane ederek hem Türkiye’deki Kürt illerine hem de Suriye’nin kuzeyine askerî operasyonlar düzenleyerek

bu gururu kırmak yolunda gelişmiştir (Mandıracı, 2019).

Erdoğan’ı milliyetçi çizgiye yakınlaştıran bir diğer gelişme ise AKP ve Gülen Cemaati arasındaki bozulan ilişkide, ikincisinin 15 Temmuz 2016 tarihinde düzenlediği başarısız darbe girişimi olmuştur. Bu durum 20 Temmuz 2016 ve 19 Temmuz 2018 tarihleri arasında ülke çapında sürecek olan ikinci bir Olağanüstü Hal Yönetimini beraberinde getirmiştir. Bu süre zarfında 155.000 sivil memur, çıkarılan KHK’lerle işlerinden olmuş,

(19)

77.000 kişi de FETÖ (Fethullahçı Terör Örgütü) ile bağlantılı oldukları gerekçesiyle yargılanmıştır. Bu sürecin yansımaları sadece FETÖ soruşturmaları ile sınırlı kalmamış; Kürt illerindeki operasyonlarda birçok hak ihlali yaşanmış (bilanço için bkz. Mandıracı, 2019); hak ihlallerine karşı çıkan ve barış sürecine geri dönülmesini talep eden akademisyenler işlerinden olmuş ve tutuklanmış (bilanço için bkz. Barış İçin Akademisyenler, 2016) ve aralarında eş başkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da bulunduğu çok sayıda HDP üyesi terör suçlamalarıyla görevinden

alınmış ve tutuklanmıştır (bilanço için bkz. HDP-USA, 2018).

Ülkede milli beraberlik söyleminin yükselişe geçtiği böyle bir ortamda Erdoğan dilediği ittifakı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Büyük Birlik Partisi (BBP) ile kurduğu Cumhur İttifakı ile elde etmiş ve başkanlık sistemi için gerekli olan zemini 2017 Anayasa Referandumu ve 2018 genel seçimiyle sağlamıştır (Middle East Eye, 2018). Ülke genelinde artan otoriterleşme ve kurulan milliyetçi ittifak bir taraftan AKP’nin ilk defa iktidara geldiği 2002 yılından beri izlediği ülkenin demokratikleşmesi söyleminden bir vazgeçişi simgelerken, bu siyaset değişiminin yansımalarını takip edebileceğimiz yerlerden biri de yine JİTEM yargılamaları olmuştur.

2019 yılı Türkiye’nin geçmiş hak ihlalleriyle yüzleşme davalarının birer birer beraatle sonuçlandığı bir döneme tanıklık etmiştir. Bu anlamda; ilk olarak, 2009 yılından sonraki JİTEM yargılamalarının başlamasını hızlandıran ve kolaylaştıran Ergenekon yargılamalarının 1 Temmuz 2019 tarihinde tüm sanıklara beraatle sonuçlanması sembolik bir öneme sahiptir. Nitekim, bu sembolik önem geri kalan JİTEM davaları için de kısa sürede bir realiteye dönüşecek ve sırasıyla 9 Eylül 2019 tarihinde Kızıltepe JİTEM Davası ve 13 Aralık 2019 tarihinde de Ankara JİTEM Davası cezasızlıkla

sonuçlanacaktır. Böylece, beş JİTEM davasından üçünün cezasızlıkla sonuçlanması geri kalan iki dava açısından (Musa Anter ve Ana JİTEM Davası, Dargeçit JİTEM Davası) da pek umutlu bir atmosfer sağlamamaktadır.

1987’den 2020’ye kadar geçen sürecin JİTEM yargılamaları açısından genel bir değerlendirmesini yapacak olursak, denilebilir ki; AKP’nin “geçmişle yüzleşme” ve

“demokratikleşme” söylemleri varlığı dahi tartışma konusu olan JİTEM’i yargılanabilir bir konuma getirmiş ve yine AKP’nin söz konusu söylemlerinden vazgeçmesiyle geçmişin yargılandığı bu davalar geçmişin aklandığı davalara dönüşmüştür. Bir sonraki bölüm, bu dönüşüm esnasında başvurulan devlet stratejilerine kısaca değinecektir.

(20)

T ÜR K İ Y E’DE GEÇİ Ş DÖNEMİ A DA L E T İ: DÖNÜ ŞEN ÖZ NEL ER , YÖN T EML ER V E A R AÇL A R 20

Devletin JİTEM Yargılamaları Özelinde Geçmişi Aklama Stratejileri

JİTEM yargılamalarının genel bir değerlendirmesini yapacak olursak davalarda etkin soruşturma ve yargılamayı önleyen ve neticede davaların üçünü cezasızlıkla sonuçlandıran üç ana devlet stratejisinden bahsetmek mümkündür: (1) sürüncemede bırakma, (2) davaları bölme, (3) failleri anonimleştirme.

Aşağıda detaylandıracağım üzere, bu üç stratejinin JİTEM yargılamaları boyunca etkin bir biçimde kullanılması geçiş dönemi adaletinin Türkiye özelindeki imkânsızlığına dair çok temel şeyler söylemektedir. Makalenin başında da ele aldığım üzere; geçiş dönemi adaletinin sağlıklı bir biçimde gerçekleşmesi için kararlı bir siyasi iradenin yanı sıra öncelikle hakikatlerin açığa çıkarılmasını hedefleyen mekanizmaların operasyonel bağımsızlık ve tarafsızlığı ile toplum ve devlet arasındaki güven tesisine dayalı şeffaf diyaloğun sürdürülmesi gerekmektedir. Bu üç stratejinin, siyasi iradenin kararlılığını sınayan hakikat arayışı sürecinin bir kenara bırakılıp doğrudan adalet sürecine geçilen ağır insan hakları ihlallerinin tartışıldığı JİTEM yargılamalarındaki etkin işleyişi, bu davaların geçiş dönemi adaletinin sağlanması imkânlılığına dair daha en başından hüsrana neden olmuştur.

Strateji I: Sürüncemede Bırakmak

Ana JİTEM Davasına temel oluşturan ilk soruşturma 1999 yılında yürütülmüş olsa da, sürecin mahkeme sürecine evrilmesi ancak 2009 yılında mümkün olabilmiştir.

Sürüncemede bırakma stratejisi bu on yıllık gecikmeyi mümkün kılan etken olarak ön plana çıkmaktadır. Devlet bu stratejiye başvururken; hem dava açma hazırlık sürecini etkileyen, hem de dava takibini zorlaştıran iki temel taktikten faydalanmıştır: (1) sivil ve askerî mahkemeler arasındaki asker sanıkların yargılanmasına ilişkin uyuşmazlık, (2) davaların başka illere taşınması.

Dava açılması sürecini uzatan ilk taktik mahkemelerin yetki alanıyla ilgiliydi. TSK mensuplarının yargılanmasına ilişkin sivil mahkemeler ve askerî mahkemeler arasındaki uyuşmazlık, 1982 Anayasası’nın 145. Maddesi’nden kaynaklanmaktaydı:

Askerî yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler; asker kişiler tarafından işlenen askerî suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidir (Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 1982).

(21)

Askerî yargının yukarıdaki yetki alanı dışında, asker kişilerin Genel Kurmay

Başkanlığı’nın (GKB) uygun görmesi halinde yargılanabildikleri tek merci, devletin iç ve dış güvenliğini ilgilendiren davalar ile organize suç davalarına bakmakla yükümlü olan özel statülü Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ydi (DGM). JİTEM iddianamelerinde adı geçen şüpheliler genel olarak “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” veya “bu teşekküle katılarak mensubu olmak” fiilleriyle suçlandıklarından davaları DGM’lerin yetki alanına girmekteydi. DGM’lerin Avrupa Birliği’ne uyum süreci kapsamında anayasal bir düzenlemeyle kaldırıldığı 2004 yılına kadar JİTEM soruşturmasında ilerleme kaydedilememesinin temel sebebi, iddianamenin asker sanıklarının DGM’deki soruşturmaya dahil edilmeleri önündeki GKB engeli olmuştur. GKB’ye göre TSK

bünyesinde JİTEM diye bir organizasyon zaten olmadığından, iddianamelerde adı geçen asker kişilerin iddia edilen suçlamalara herhangi bir dahli de söz konusu değildi.

DGM’ler 2004 yılında kaldırıldıktan sonra bakmakla yükümlü oldukları dava konuları 2014 yılına kadar özel yetkili ağır ceza mahkemeleri, daha sonra onların da kaldırılmasıyla yalnızca ağır ceza mahkemelerinin yetki alanına girmiştir; fakat GKB’nin inkâr stratejisi devam ettiğinden, 2009 yılında görülmeye başlayan Ergenekon yargılamalarına kadar JİTEM soruşturmasında mesafe kaydedilememiştir. Bu durum yalnızca, çoğunlukla askerlerin sanık durumunda olduğu Ergenekon soruşturmasının JİTEM tartışmasına da yaptığı katkı ve 2010 Anayasa Referandumu’ndan sonra Anayasa’nın 145. Maddesi’ne eklenen “devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür”

şeklindeki düzenleme ile değişmeye başlamıştır. Böylelikle, JİTEM iddianamelerinin asker kişilerinin yargılanmasına ilişkin GKB engeli ortadan kaldırılmış, dava süreçleri başlayabilmiştir. Ancak, JİTEM davaları başladıktan sonra devletin sürüncemede bırakma stratejisi son bulmamış, davaların görülmeye başladığı şehirlerden kilometrelerce ötedeki başka şehirlere taşınmasıyla bir diğer evreye geçmiştir.

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 12. Maddesi’ne göre “Davaya bakmak yetkisi, suçun işlendiği yer mahkemesine aittir” (Ceza Muhakemesi Kanunu, 2004). Fakat, aynı

kanunun 19. Maddesi davaların başka yerlere naklini iki şarta bağlı kılmıştır. Bunlardan ilkine göre, davanın görüldüğü mahkeme hukuki ve fiilî olarak görevini yerine

getiremeyecek duruma düşerse, yüksek görevli mahkeme davanın nakline karar verebilir. JİTEM davalarının nakline de gerekçe oluşturan ikinci durumda ise; Adalet Bakanı, davanın yürütülmesinin mahkemenin bulunduğu yerdeki kamu güvenliği açısından tehlike oluşturduğu durumlarda mahkemenin naklini Yargıtay’dan isteyebilir.

Kamu güvenliğinin tehlikede olması durumu oldukça muğlak bir tabir olmakla birlikte;

(22)

T ÜR K İ Y E’DE GEÇİ Ş DÖNEMİ A DA L E T İ: DÖNÜ ŞEN ÖZ NEL ER , YÖN T EML ER V E A R AÇL A R 22

aşağıdaki haritalarda da görselleştirildiği üzere, Ankara JİTEM Davası dışındaki dört JİTEM davası görüldükleri illerden kilometrelerce ötedeki farklı yerlere güvenlik

gerekçesiyle taşınmıştır.4

Harita 3 Kızıltepe JİTEM Davası

Kızıltepe’den Ankara’ya, 1.004 km

Harita 4 Dargeçit JİTEM Davası

Dargeçit’ten Adıyaman’a, 403,4 km Harita 1

Musa Anter ve JİTEM Ana Davası

Diyarbakır’dan Ankara’ya, 884 km

Harita 2 Cizre JİTEM Davası

Cizre’den Eskişehir’e, 1.328,1 km

Davaların taşınmasının devletin sürüncemede bırakma stratejisine yaptığı en büyük katkı, davacı taraflar açısından davaların takibini zorlaştırmış olmasıdır. Davaların düzenli takibinin yapılması için her duruşma tarihinde kilometrelerce ötedeki başka şehirlere gidilmesi gerekirken, bu durum davacı taraflar açısından olumsuz ekonomik sonuçlar doğurabilmektedir. Bu durum aynı zamanda, sanıklar aleyhine yerelde etkin soruşturma yürütülmesini ve ifadesine başvurulması gereken tanıkların hızlı ve etkili bir şekilde mahkeme tarafından dinlenmesini de zorlaştırmaktadır.

4 JİTEM davaları dışında, devlet yetkililerinin yargılandığı diğer davaların da başka illere taşınması Türkiye’de olağan bir uygulama haline gelmiştir. Taşınan davalardan bir sonuca ulaşanlarının büyük çoğunluğunun ortak özelliği ise cezasızlıkla sonuçlanmış olmalarıdır.

Detaylı bir analiz için bkz. Saymaz, 2013.

(23)

Strateji II: Davaları Bölme

Bu strateji, dava dosyalarında isnat edilen suçların ardındaki gerçek failliğin ortaya çıkarılmasını engellemektedir. Buna göre, müşteki avukatlar dava dosyalarında JİTEM üzerinden bağlantıların olduğunu dillendirip davaların birleştirilmesi talebinde

bulunmuşlarsa da mahkemeler, davaların ana JİTEM dosyası altında birleştirilmesini engellemiştir. Aşağıdaki tabloda da ortaya konulduğu üzere hem dava iddianamelerinde hem de duruşma notlarında (duruşma notları ve kronolojisi için bkz. failibelli.org)

birçok defa JİTEM vurgusu yapılmışsa da; yargı organının buradaki stratejisi davaları belirli ilçe ve kişilere indirgeyerek basit çete suçları kapsamında yerelleştirmek ve kişiselleştirmek olmuştur.

Tablo 3. İddianamelerdeki JİTEM Vurgusu

İddianameler Toplam sayfa sayısı JİTEM vurgusu

Cizre JİTEM Davası İddianamesi, 2009 85 13

Musa Anter Cinayeti ve

JİTEM Ana Davası İddianamesi, 2013 27 98

Ankara JİTEM Davası İddianamesi, 2013 188 12

Kızıltepe JİTEM Davası İddianamesi, 2014 121 182

Dargeçit JİTEM Davası İddianamesi, 2014 115 11

Strateji III: Failleri Anonimleştirme

Davaları bölme stratejisi suç fiillerinin sorumluluğu ardındaki JİTEM bağlantısını gölgede bırakırken; failleri anonimleştirme stratejisi, davalar açısından kilit öneme sahip bazı sanık ve kişilere ulaşılmasını güçleştirmiştir. Devletin bu anlamda kullandığı iki temel taktik ön plana çıkmaktadır: 1) davaların itirafçılık yasalarından yararlanmış sanıklarının gerçek kimlik bilgilerinin mahkemelerle paylaşılmaması, 2) dava süreçleri boyunca haklarında ciddi iddialar bulunan üst düzey devlet yetkililerinin yargılama sürecinden muaf tutulmaları.

Birinci taktiğin temel dayanağını halk arasında pişmanlık yasası olarak da bilinen Topluma Kazandırma Kanunu oluşturmaktadır. Bu kanun genel olarak, PKK’den ayrılıp

devlete sığınan eski militanların itirafçılık kapsamında yararlandığı kanun olarak bilinmektedir. Kanun kapsamında örgütle ilgili tüm bildiklerini devlet yetkilileriyle paylaşmaları karşılığında bu kişiler, ciddi ceza indirimleri ile kimlik bilgilerinin değiştirilmesi gibi koruma tedbirlerinden faydalanmışlardır. Bu kanun aynı zamanda

(24)

T ÜR K İ Y E’DE GEÇİ Ş DÖNEMİ A DA L E T İ: DÖNÜ ŞEN ÖZ NEL ER , YÖN T EML ER V E A R AÇL A R 24

kimliklerin üçüncü şahıslarla paylaşılmamasını da kapsamaktadır. Fakat, bu kişilerin ağır insan hakları ihlallerini barındıran yasadışı suçlara bulaşması durumuna dair bir düzenleme getirmeyen kanun; hem bu kişiler üzerinde cezasızlık alanını genişletmiş, hem de mahkemelerin yargı süreçlerini zorlaştırmıştır. Nitekim, itirafçıların birçoğunun (Şahan ve Balık, 2004; Yalçın, 2003), Meclis Faili Meçhul Siyasal Cinayetleri Araştırma Komisyon Raporu ve Susurluk raporlarında da ortaya konulduğu üzere JİTEM’le ilişkilendirilen birçok faaliyette fail ve tetikçi olarak kullanıldıkları belirtilmesine rağmen, bu kişilerin kimlik ve adres bilgilerinin mahkemelerle paylaşılmaması bu kişilere ulaşılmasını güçleştirerek olayların aydınlatılmasını önlemiştir.

Üst düzey devlet yetkililerinin yargılama sürecinden muaf tutulmaları ise kamuoyunca devletin JİTEM davası olarak da anılan Ankara JİTEM Davası süresince çokça

tartışılmıştır. Ağır hak ihlallerine yol açan birçok operasyonda; JİTEM, Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Hareket Dairesi ve Milli İstihbarat Teşkilatı’nın yakın işbirliği, dava iddianamesinin birçok yerinde tanık ifadeleriyle vurgulanmıştır (T.C. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 2013: 31-32, 42). Hatta bu işbirliğinin tanık ve aktörlerinden biri ve aynı zamanda Ankara JİTEM Davası’nın 2014 yılında başladığı tarihte tek tutuklu sanığı olan özel harekatçı Ayhan Çarkın, suçlamaların asıl sorumluları olarak olayların geçtiği dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakanı Tansu Çiller ve Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz’ı göstermiştir. Çarkın 2011 yılında verdiği bir röportajda ise gerçeklerin ancak Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulması durumunda aydınlatılabileceğini söylemiştir (Karaca, 2011). Çarkın, şüphesiz burada Hakikat Komisyonlarının araştırmalarını siyasi gelişmelerden bağımsız yürütebilme yetki ve kapasitesine atıfta bulunmuş, Türkiye özelinde de hakikatlerin ancak böyle bir mekanizmayla açığa çıkarılabileceğini vurgulamıştır.

Nitekim, Ankara JİTEM Davası’nın gidişatı Çarkın’ın hakikat komisyonlarının işlevselliğine dair vurgusunu haklı çıkarmıştır. Çarkın, 11 Temmuz 2014 tarihli ikinci duruşmada serbest bırakılmış; davacı avukatların Demirel, Çiller ve Yılmaz’ın dinlenmesine ilişkin talepleri ise mahkemenin 22 Aralık 2017 tarihli kararında, bu kişilerin “dönemlerinde işlenen cinayetlerin faillerinden birebir haberdar

olamayacaklarının açık olması” gerekçesiyle reddedilmiştir (Ballıktaş Bingöllü, 2017).

Sonuç itibariyle, haklarında dava boyunca birçok kez ithamların yapıldığı geçmişin üst düzey yöneticileri, değil yargılanmaktan, mahkeme önünde tanık olarak ifade vermekten bile muaf tutulmuş ve tüm suçlamalara rağmen dava 13 Aralık 2019 günü cezasızlıkla sonuçlanmıştır.

(25)

Sonuç

Bu çalışma, geçiş dönemi adaletinin Türkiye özelindeki imkânlılık boyutlarını JİTEM yargılamaları üzerinden tartışmıştır. Bu anlamda, JİTEM’in faaliyete geçtiği 1987 yılından günümüze kadar olan süreç, yargılamaların seyri açısından çeşitli bölümlendirmeler ve bu yargılamalar özelinde geçiş dönemi adaletini imkânsızlığa uğratan üç ana devlet stratejisi ışığında incelenmiştir. Çalışmanın başında da vurgulandığı üzere, geçiş dönemi adaletinin sağlıklı bir biçimde gerçekleşmesini mümkün kılan etmenlerden biri siyasi iradenin bu yöndeki kararlılığı iken, ikincisi bu iradenin bir güvencesi ve yürütücüsü olarak hakikatlerin ortaya çıkarılmasına odaklanan bağımsız mekanizmaların oluşturulmasıdır. Fakat bu çalışmada gösterildiği üzere, devlet içerisinde geçmişteki ağır insan hakları ihlalleriyle yüzleşme konusunda bir dönem bir siyasi irade oluşmuşsa da, bu irade siyasi hesaplaşmaların ötesinde bir kararlılığa dönüşememiş, hakikat arayışına dair etkin mekanizmalar oluşturulamamış ve sonuç olarak tarafların kendilerini doğrudan adalet arayışı içerisinde bulduğu sağlıksız bir yargılama ortamı doğmuştur. Sonuç ise geçmişin yargılandığı davaların, geçmişin aklandığı davalara dönüşmesi olmuştur.

Kaynakça

Alija Fernández, R. A. ve Martin-Ortega, O. (2017) “Silence and the right to justice: Confronting impunity in Spain”, The International Journal of Human Rights, 21(5): 531-549. https://doi.org/10.1080/13642987.2017.1307827 Aydın, S. ve Taşkın, Y. (2014) 1960’tan Günümüze Türkiye Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul.

Ballıktaş Bingöllü, B. (2017) Ankara JİTEM Davası İzleme Raporu, Faili Belli, https://www.failibelli.org/ankara- jitem-davasi-izleme-raporu-22-aralik-2017/

Barış İçin Akademisyenler (2016) HAKKIMIZDA/ABOUT US | Barış İçin Akademisyenler, https://

barisicinakademisyenler.net/node/1

BELGEnet (2002) AK Parti Seçim Bildirgesi 2002, https://kurzman.unc.edu/files/2011/06/AKP_2002.pdf

Ceza Muhakemesi Kanunu, Pub. L. No. 5271, 9105 (2004) https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.5271.pdf CNN Türk (2016, Haziran 7) “7 Haziran’dan 7 Haziran’a 1 yılda neler oldu?”, CNN Türk, https://www.cnnturk.com/

turkiye/7-hazirandan-7-hazirana-1-yilda-neler-oldu

Cumhuriyet (2015, Mart 17) “Seni başkan yaptırmayacağız”, https://www.cumhuriyet.com.tr/amp/haber/seni- baskan-yaptirmayacagiz-231943

Ergil, D. (2010) “Constitutional Referendum: Farewell to the ‘Old Turkey’”, Insight Turkey, 12(4): 15-22.

Çelikkan, M. (der.) (2013) Hakikat Komisyonları, Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, https://hakikatadalethafiza.org/

wp-content/uploads/2014/12/Hakikat-Komisyonlar%C4%B1.pdf

Göral, Ö. S., Işık, A., Kaya, Ö. (2013) The Unspoken Truth: Enforced Disappearances, Hafıza Merkezi.

(26)

T ÜR K İ Y E’DE GEÇİ Ş DÖNEMİ A DA L E T İ: DÖNÜ ŞEN ÖZ NEL ER , YÖN T EML ER V E A R AÇL A R 26

Has, Ö. (2017) “Necropolitics in OHAL: The State of Emergency Experience of Turkey (1987-2002)”, master tezi, Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü.

HDP-USA (2018) “Welcome to HDP-USA”, HDP-USA, https://hdp-usa.com/political-prisoners

ISDP (2016, Aralık) “Turkey’s Kurdish Conflict: 2015-Present”, Institute for Security and Development Policy.

https://www.isdp.eu/publication/turkeys-kurdish-conflict-2015-present/

Karaca, E. (2011, Mart 22) “Çarkın: O Bebeği PKK Değil, Biz Öldürdük”, Bianet, http://www.bianet.org/bianet/

siyaset/128774-carkin-o-bebegi-pkk-degil-biz-oldurduk

Mandıracı, B. (2019, Ekim 22) “Assessing the Fatalities in Turkey’s PKK Conflict”, Crisis Group, https://www.

crisisgroup.org/europe-central-asia/western-europemediterranean/turkey/assessing-fatalities-turkeys-pkk- conflict

Middle East Eye (2018, Temmuz 21) “‘Our bodies are Turkish, our souls Islamic!’ The rise of Turkey’s ultra- nationalists”, Middle East Eye, http://www.middleeasteye.net/news/our-bodies-are-turkish-our-souls-islamic- rise-turkeys-ultra-nationalists

Milliyet (2012, Ocak 26) “21 yılda 1901 faili meçhul”, Milliyet, http://www.milliyet.com.tr/gundem/21-yilda-1901- faili-mechul-1493812

Özpek, B. B. (2017) The Peace Process between Turkey and the Kurds: Anatomy of a Failure, Routledge.

Saymaz, I. (2013, Şubat 11) “Taşımalı adalet”, Radikal, http://www.radikal.com.tr/turkiye/tasimali_

adalet-1158591/

Şahan, T., ve Balık, U. (2004) İtirafçı: Bir JİTEM’ci Anlattı, Aram Yayınları, İstanbul.

T.C. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (2013) İddianame (Sy 2013/59; s. 188), Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi.

T.C. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı (1999) İddianame (Sy 1999/542), T.C.

Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, s. 2709, Türkiye Cumhuriyeti (1982) https://www.anayasa.gen.tr/1982ay.htm United Nations (2004) The rule of law and transitional justice in conflict and post-conflict societies (S/2004/616).

Yalçın, S. (2003) Binbaşı Ersever’in İtirafları, Doğan Kitap, İstanbul.

(27)

Failin sözü bize ne söyler?

Türkiye’de devlet şiddetinin failleri, ifşaatları ve itirafları 1

YEŞİM YAPRAK YILDIZ

Türkiye’nin yakın tarihi, sadece siyasal şiddet olaylarıyla değil bu olayların ifşaatı ve itiraflarıyla da dolu bir tarih. Faillerinin devlet görevlileri olduğu şiddet olaylarına karşı toplumun genelindeki ilgisizlik ya da sessizliğin nedeni, sıklıkla ifade edilenin aksine, bu olaylarla ilgili yeterli bilginin mevcut olmaması değil. Mağdurların anlatıları, muhalif basın haberleri, ceza davaları, Meclis tartışmaları ve komisyon raporlarının yanı sıra failler sıklıkla ifşaat ve itiraflarda bulundular. Ancak bu ifşaat ve itiraflar, suçların ağırlığına rağmen ciddi bir toplumsal tepkiye yol açmadı. Aslında bu tür açıklamaları mümkün kılan etkenlerden birinin tam da bu toplumsal sessizlik ve ilgisizlik

olduğunu söyleyebiliriz. Jean Amery (1980: 23), Vietkong militanlarının işkenceye maruz bırakıldığı fotoğrafların İngiliz ve Amerikan basınında yer alması ile ilgili, bu fotoğrafları sergilemedeki cesaretin ve işkencenin kabulünün ancak buna karşı büyük bir toplumsal tepki olmayacağı varsayımı ile mümkün olduğunu söyler. Türkiye’deki faillerin önemli bir kısmı da bunun oldukça farkında. Geçen ay Alaattin Çakıcı, Mehmet Ağar, Engin Alan ve Korkut Eken’in beraber çektirdiği ve sosyal medyada paylaşılan fotoğraf2 Türkiye’de ülkücü mafya ve siyaset ilişkisini ve bunların arka planında yer alan işkence, zorla kayıplar ve siyasi cinayetler gibi ağır ihlalleri çok net bir şekilde gösteriyordu. Türkiye’de faillerin bu kadar göz önünde olması, ilişkilerini ve eylemlerini sıklıkla herhangi bir sorumluluk hissetmeden açıklayabilmesi ve fotoğraflaması da eylemlerinin herhangi bir hukuksal ya da toplumsal yaptırımla sonuçlanmayacağının bilincinde oldukları için mümkün. Bu tepkisizliğe giden yol, yasadışı şiddet eylemlerine karşı açık ve zımni onay ve cezasızlık kültürü ile ince ince döşendi. Ben bu yazıda Türkiye’de 1990’lı yıllarda Kürtlere yönelik devlet şiddetinin faillerinin itiraflarına, bu itiraflardaki motiflere, bunların bize Türkiye’de siyasal ve toplumsal ahlâka dair ne söylediğine ve şiddetin inkârına nasıl bir katkıda bulunduğuna değineceğim.

1 Bu yazı 2018 yılında Cambridge Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde tamamladığım doktora tezime ve tezim üzerinden yayınladığım ve Kaynakça’da listelenen iki makaleye dayanmaktadır. Bkz. Yıldız ve Baert, 2020; Yıldız, 2019.

2 Fotoğraf ile ilgili haber için bkz. “Susurluk ruhu: Ağar, Eken, Çakıcı ve Alan bir arada”, Gazete Duvar, 16 Ekim 2020 https://www.gazeteduvar.com.tr/susurluk-ruhu-agar-eken-cakici-ve-alan-bir-arada-haber-1501903

(28)

T ÜR K İ Y E’DE GEÇİ Ş DÖNEMİ A DA L E T İ: DÖNÜ ŞEN ÖZ NEL ER , YÖN T EML ER V E A R AÇL A R 28

Öncelikle itiraftan ne anladığımı kısaca belirtmeliyim. Farklı tarihsel ve kültürel bağlamlarda farklı anlamlara bürünmekle birlikte, modern itiraf kavramının kişinin belli bir toplumsal bağlamda kabul görmeyen bir eylemi, düşüncesi, ya da arzusu ile ilgili kendisini ifade etme biçimi olarak tanımlandığını söyleyebiliriz. İtirafın failin topluma yeniden dahil olması, suç ve cezaya dair toplumsal normların pekiştirilmesi ve toplumsal kontrol gibi işlevleri olmasına ve bu manada bir idare etme tekniği olarak kullanılagelmesine rağmen ona sıklıkla tarih üstü bir anlam atfedilmektedir.3 İtiraf doğal bir itki olarak görülmekte ve bastırılanın açığa çıkması ve bunun sonucu gelen arınma duygusuyla özdeşleştirilmektedir. Hatta bu ilişkinin toplumsal düzeye taşınmasıyla itiraf sıklıkla bir suçun sorumluluğunun alınması ve bu vesileyle toplumsal barışmaya katkısı olan bir eylem olarak düşünülmektedir. Hakikat, itiraf, arınma ve toplumsal barışma arasında kurulan bu doğrusal ilişki, itirafın erken Hıristiyanlık, psikanaliz ve hukuk alanındaki kullanımlarıyla pekiştirilmiştir.4 Modern toplumda özellikle popüler kullanımlarıyla birlikte içselleştirilen itiraf pratiğinin dinleyicisini cezbeden ve kitleleri etkisi altına alan bir güç kazandığını söyleyebiliriz.

Peter Brooks’un (2000) ifade ettiği gibi bir eylemin ya da olayın bütün detayları bilinse de failin suçunu kabul etmesi ya da itiraf etmesi için güçlü bir teşvik var. Türkiye’de itiraf, Batı toplumlarındaki gibi dinî anlamından farklı olarak gelişmiş olsa da itiraf pratiğinin hukuk, psikoloji, siyaset, medya ve popüler kültür üzerindeki küresel etkisinin Türkiye’de de benzer bir şekilde yaşandığını söylemek yanlış olmaz. Ben itirafa yüklenen bu anlamların aksine, itiraf, hakikat, arınma, sorumluluk ve toplumsal barışma arasındaki ilişkinin oldukça karmaşık olduğunu savunuyorum. Antik Yunan’dan bu yana itiraf, işkence ve baskı arasındaki yakın ilişkiden, itirafın gerçekliğini ya da samimiyetini sorgulatacak psikolojisinin karmaşıklığına kadar bu ilişkiye şüpheyle yaklaşmamızı gerektiren çokça örnek var.5

Devlet suçunun itirafı, bireysel eylemlerin itirafından, suçun kolektif, sistematik ve bürokratik yapısı ve sorumluluğun kolektifliği nedeniyle farklı işlemektedir. Devlet suçunun itirafına çoğunlukla mahkemeler, araştırma komisyonları, hakikat komisyonları gibi kurumsal mekanizmalarda rastlanır. Benim bu yazıda odaklanmak istediğim

itiraflar ise kamuya yönelik yapılan ve çoğunlukla medyada ya da anı, otobiyografi gibi kitap çalışmalarında yer alan itiraflar. Bu tür itiraflar, Türkiye’de medya tarafından sansasyonel yayınlarla verildi ve muhalif basın dışındaki basın çoğunlukla itiraf edilen

3 İtirafın toplumsal işlevleri ve bir idare etme tekniği olarak nasıl kullanıldığı ile ilgili bkz. Hepworth ve Turner, 1982.

4 İtiraf pratiğinin bir soykütüğü için bkz. Taylor, 2009.

5 Bkz. Taylor, 2009 ve Brooks, 2000.

(29)

konu ya da mağdurlardan ziyade itiraf eden kişiye odaklanan bir editoryal çizgi izledi.

İtiraflar, mağdurların ve hak örgütlerinin gündemine ise çoğunlukla ya verdiği doğruluk olasılığı yüksek somut bilgiler nedeniyle ya da zaten mağdurlar tarafından yıllardır gerek mahkemelerde gerek kamu önünde ifade edilen suçların bir teslimi olduğu için girdi. İtiraf kavramının, verdiği somut bilgi itibariyle betimsel bir tarafı olabilir, ancak ona sahip olduğu gücü veren, performatif ya da edimsel tarafıdır.6 İtiraf pratiğinin itiraf edilen eylemi, itiraf edeni, dinleyiciyi ve aralarındaki ilişkiyi dönüştüren etkileri var. Bu etki çoğunlukla varsayıldığı üzere hakikatlerin ortaya çıkması ve adalet ve toplumsal barışa hizmet etmesi değil bu yazıda savunacağım üzere sorumluluğun yok olmasına ve şiddetin inkârına katkısıdır.

Foucault (2014) ve Derrida (2002) da çok farklı bağlamlarda tartıştıkları itiraf pratiğinin itiraf edilen eylemi tersine çevirdiğini ya da yok ettiğini söylerler. Foucault, 1980-

84 arası Collegè de France derslerinde itirafın toplumsal kontrol aracı olarak nasıl kullanıldığını ve itiraf pratiği ile kişinin mevcut hakikat rejimine nasıl bağlandığını tartışır. Bunun yanı sıra itirafın geride tövbe ve pişmanlıktan başka bir iz bırakmayan ve itiraf edilen eylemi silen bir ifade biçimi olduğunu söyler. Derrida da, Paul de Man’ın Rousseau’nun İtiraflar kitabı üzerine yaptığı değerlendirme ile ilgili yazısında, itirafın itiraf edilen eylemi nötralize ettiğini belirtir. Rousseau’nun itiraflarına dayanarak itiraflarının onu bir yandan mahkûm ederken bir yandan masum ilan ettiğini ve

okuyucunun suçlama ve mazeret arasında gidip geldiğini söyler. Derrida’ya göre kendini suçlama, kendini mazur gösterme ve af dileme gibi performatif süreçlerden ayrılamaz.

Foucault ve Derrida’nın bu yorumlarından yola çıkarak ben itirafın sadece mazur gösterme değil, sıklıkla meşrulaştırma, inkâr, kaçınma, saptırma, sessizlik gibi failin çeşitli izahat biçimleri ile iç içe geçtiğini düşünüyorum.

Türkiye’de Devlet Şiddetinin İtirafı

Türkiye’de birçok siyasal şiddet olayı ile ilgili, ya doğrudan failleri ya da aynı suç örgütünde yer almış diğer devlet aktörleri tarafından yapılan itiraflar ya da itiraf niteliğinde açıklamalar mevcut. Bu itirafların çoğu Susurluk skandalı ve Ergenekon davası gibi tarihsel kritik dönemeçlerde ya da örgüt içi tasfiyeler, yargılama gibi doğrudan kişileri etkileyen süreçler sonucunda yapıldı. Bu itirafların öfke, gurur,

küskünlük, intikam, ihanet ve çok az oranda da olsa suçluluk gibi duygu katmanlarından oluştuğunu söyleyebiliriz. Türkiye’de itirafların büyük çoğunluğu herhangi bir suçluluk

6 Patrick Baert ile kaleme aldığımız ve itiraf pratiğini performativite teorisi üzerinden incelediğimiz makaleye online erişim mümkün: Yıldız ve Baert, 2020.

(30)

T ÜR K İ Y E’DE GEÇİ Ş DÖNEMİ A DA L E T İ: DÖNÜ ŞEN ÖZ NEL ER , YÖN T EML ER V E A R AÇL A R 3 0

ya da sorumluluk ifadesi olmadan, çoğunlukla iktidar grupları arasındaki mücadeleden bir pay almak, bir tarafa had bildirmek ya da bir kahramanlık ifadesi olarak yapılmıştır.

Farklı itiraf performansları olmakla birlikte Türkiye’de devlet şiddeti ile ilgili

kamuoyuna yapılmış itirafları iki biçimde sınıflandırmak mümkün. Birincisi ve en sık karşılaştığımız, övünme ve kahramanlık ifadesi olarak yapılan itiraflar. İkincisi ise belli bir düzeyde suçluluk ve sorumluluk ifade edilen itiraflar. Bu kısa yazıda bu itirafları detaylı olarak incelemek yerine sadece ortak motiflerine değinip toplumsal etkilerine odaklanmaya çalışacağım.

Bir kahramanlık ifadesi olarak7 ve genellikle yüksek rütbeli askerler tarafından yapılan itirafların en erken örnekleri arasında JİTEM komutanlarından Cem Ersever’in o sırada muhalif çizgisiyle bilinen Aydınlık dergisinden Soner Yalçın’a yaptığı ve daha sonra Yalçın’ın Binbaşı Cem Ersever’in İtirafları adıyla kitaplaştırdığı açıklamaları var. Kendisini tüm risklerine rağmen terörle mücadele konusundaki hakikatleri

açıklamak zorunda hisseden vatansever bir asker olarak konumlandıran Ersever’in ilk açıklamaları benzer kategorideki diğer itiraflar gibi daha çok “tevil yoluyla ikrar” olarak tanımlanabilir. Zamanla inkârdan ikrara giden açıklamalarında Ersever, bazı devlet görevlilerinin uyuşturucu ve silah kaçakçılığındaki rolünü, hukuk dışı yeni bir yapılanma ile ilgili girişimlerini ve başta “devlet cinayet işlemez” diyerek reddettiği ancak daha sonra devletin bilgisi dahilinde işlendiğini söylediği faili meçhulleri ve kayıpları anlatır.

Kendi rolünü tamamen reddederek, bu suçları devlete çalışan ülkücülere, koruculara ve itirafçılara yükler.

Ersever’in yanı sıra çeşitli dönemlerde basına verdikleri demeçlerde ya da yazdıkları kitaplarda itiraf niteliğinde açıklamalar yapan generaller ve sivil bürokratlar

bulunmaktadır. Ergenekon davası kapsamında yargılanmasının ardından JİTEM’i Ben Kurdum adlı bir kitabı yayınlanan JİTEM kurucularından emekli albay Arif Doğan’ın açıklamaları Veli Küçük’ün JİTEM kurucusu olarak anılmasının ardından geldi. Faili meçhuller ve kayıpları kendinden sonra JİTEM’e dahil olan tek tek kişilere ve özellikle itirafçılara yüklerken, mahkeme ifadeleri ve basına sızan ses kayıtlarında JİTEM’in 10 bin sivil elemanı olduğundan, Kürt işadamlarına ait tırları nasıl yaktıklarına kadar, suç teşkil eden eylemlerini, kullandığı argo ifadelerle bölünen, bilge, çok şey bilen ve kahraman bir devlet adamı performansıyla gururla anlatır. Bu tür açıklamaların diğer bilinen örnekleri arasında bölgeye gelen yeni memurlara mesaj vermek amacıyla bir iki kritik noktaya bomba attırdığını söyleyen emekli korgeneral Altay Tokat; çatışma

7 Bu ifadeyi Leigh Payne’nin Unsettling Confessions kitabında kullandığı “heroic confessions” ifadesine referansla kullanıyorum.

Referanslar

Benzer Belgeler

Ülkemizdeki tıbbi onkologların özlük haklarını savunmak, ihtiyaçlarının giderilmesini destekle- mek, birlikte çalışma kültürünü geliştirmek, onkoloji

a) PGHÖ yöntemi ile elde edilen üç bileşenli hacimsel ortalama akış yapısı eş hız yüzeyleri (5-7 m/s) b) Üç Boyutlu Arka Plan Konumlandırılmış Yoğunluk Farkı

Giriş: Daha önce bilinen herhangi bir hastalığı olmayan ve herhangi bir ilaç kullanmayan 51 yaşında kadın hasta yaklaşık 3 aydır yüzünde olan eritematöz

İşte bütün bu gelişmelerin neticesi olarak zeminin bir ihtilâl için yeterince hazır hale geldiğini gören ve zemini ihtilâl için hazır bulan Abbas b.

Bu çalışmada temel olarak, Kıbrıs Sorununda en önemli ve çözümü en zor konuların başında gelen mülkiyet meselesinin, temelinde Avrupa İnsan Hakları

Okul Müdürlüğümüzün Misyon, vizyon, temel ilke ve değerlerinin oluşturulması kapsamında öğretmenlerimiz, öğrencilerimiz, velilerimiz, çalışanlarımız ve

Kuruluşlar, özel günlerde veya kuruluşla ilgili önemli gelişmeleri duyurmak için hedef kitlelerine e-postalar yollar. Ayrıca medyaya hızlı bilgi akışı sağlamak için de

Yeni Londra Planı’nda Fırsat Alanları olarak tanımlanmış olan Wood Green ve Tottenham’da büyümeyi desteklemek ve yönetmek için belirli politikaları, ve uygun fiyatlı