• Sonuç bulunamadı

Ailelerin Ceza Davalarına Müdahil Olmaları ve Kolektif Dava Takibi Neden Önemlidir?

Hukuki Mücadele, Emek Örgütlenmesinin Asli Unsurlarından Biri Hâline

EYLEM CAN BERRİN DEMİR

7. Ailelerin Ceza Davalarına Müdahil Olmaları ve Kolektif Dava Takibi Neden Önemlidir?

2008’de başlayan süreçle birlikte iş cinayetlerinde pek tanık olunmayan bir durum gündeme geldi. Ceza davaları daha önceleri genellikle kamu davası şeklinde kapalı kapılar arkasında, tabiri caizse kendi kendine yürüyordu. Sendikaların takip ettiği davalar olsa da, genellikle davalar aileye verilen “kan parası” göz önünde

bulundurularak en düşük cezalarla kapatılıyordu. Siyasi davalarda görülen, yıllar içinde mahkeme heyetlerinin de alıştığı bir pratik olan davaya yoğun katılım, kolektif takip ve kamuoyu baskısı oluşturma çabası, başlangıçta adalet saraylarında bir nebze de olsa garipsendi. Adliye kadroları iş kazalarının neden “politik bir meseleymiş” gibi ele alındığını anlamakta çoğu zaman zorlandı.

Adalet Arayan İşçi Aileleri’nin ceza davalarının yargılama süreçlerine birlikte, yoğun katılım göstermesi, salt duruşmalarda kalabalık oluşlarıyla ilintili bir durum da değildi.

Davanın her aşamasında gönüllü avukatlarından bilgi aldılar, davanın işleyişinde düşünceleriyle, eylemleriyle sürece katkı koydular. Adalet Arayana Destek Grubu, ailelerin aktif olarak takip ettikleri davalara müdahale etmelerini teşvik ederek pasif müvekkil - aktif avukat ilişkisini kırmaya çalıştı, onların davanın nesnesi konumundan çıkarak özne konumuna gelmelerini amaçladı. “Mağdurun sözü”nü özneleri üzerinden mahkeme salonlarına da taşıdılar. Aileler, avukatlarıyla yaptıkları düzenli toplantılarda davanın seyrini, hukuki terimleri, karşılaşacakları durumları öğrenerek, duruşmalara hazırlanarak katıldılar. Mahkemede cinayet mahallerini, failleri, denetim yükümlülüğünü yerine getirmeyen kamu görevlilerini işaret ettiler. Duruşmalarda da vakayı iş cinayeti olarak nitelendirdiler. Hâkimlerin, savcıların da kavrama “iş kazası” olarak değil iş cinayeti olarak bakmalarını, kararlarını bu doğrultuda vermelerini talep ettiler. Bilirkişi heyetiyle olay yeri keşfine katıldılar. Bilirkişileri, ölen işçiye kusur yükledikleri, patron ve kamu personelinin tarafını tuttukları için eleştirdiler. Onları bilimsel, adil ve meslek ahlâkına uyan raporlar yazmaya davet ettiler. Bu amaçla, genellikle raporları yazanlar İTÜ mensubu öğretim üyeleri olduğu için, İTÜ Rektörü’nü heyet olarak ziyaret edip olumsuz raporlara dair eleştirilerini doğrudan ilettiler. Tüm bu çabalara rağmen mahkemelerden çoğunlukla cezasızlık anlamına gelen kararlar çıksa da, hukuk sistemine yerleşmiş taksirden verilen cezalar, “iyi hâl indirimi”, cezaların ertelenerek paraya çevrilmesi döngüsü tartışmaya açıldı, kimi durumlarda kırıldı, kimi durumlarda yeni bir yol açmanın ilk adımları atılmış oldu.

T ÜR K İ Y E’DE GEÇİ Ş DÖNEMİ A DA L E T İ: DÖNÜ ŞEN ÖZ NEL ER , YÖN T EML ER V E A R AÇL A R 5 6

Davutpaşa Patlaması Davası’nda dönemin Zeytinburnu Belediye Başkanı, Başkan Danışmanı, Zabıta Müdürü, İmar ve Şehircilik Müdürleri ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İstanbul Çalışma Bölge Müdürü sanık sıfatıyla yargılandı. Belediye Başkanı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik İstanbul Bölge Müdürü için beraat, diğer sanıklar için taksirle ölüme sebebiyet vermekten ceza verildi. Bu karar mahkeme ile Yargıtay arasında hâlâ mekik dokuyor, sanıklar aklanıyor. Ancak aileler davaya müdahil olup ısrarla takip etmeselerdi denetim yükümlülüğü olan hiçbir kamu görevlisi yargılanmayacak, hiçbiri hürriyeti bağlayıcı ceza almayacaktı.

Benzer şekilde Eren Eroğlu Davası’nda Esenyurt Belediyesi İmar ve Şehircilikten

Sorumlu Başkan Yardımcısı hürriyeti bağlayıcı ceza aldı. Bu kararlardan sonra tesadüfen bir taziye ziyaretinde, Davutpaşa ve Eren Eroğlu kararlarından sonra imar servisinde çalışanların bu tür işlerle ilgili izin ve ruhsatlara imza atmaktan imtina ettiklerini öğrenmek, bu dönemde bu tür “iğne ile kuyu kazılan” mücadelelerin şaşalı ve doğrudan kazanımları değil, hemen belirgin olmayan baskı alanları yarattığını düşündürdü, umutlandırdı.

Çok tehlikeli iş kategorisinde olan elektrik tamirine yollanan BEDAŞ işçisi Erkan Keleş’e kişisel koruyucu ekipman, güvenlik teçhizatı verilmediği tespit edilmişti. Tıpkı diğer işçilere verilmediği gibi. Keleş tamire giderken kendisini koruyabilmek için kendi parasıyla bulaşık eldiveni satın almıştı. İş arkadaşlarından biri savcılık ifadesinde bütün çalışanlarda olması gereken ıstankayı (uzaktan hatta elektrik olup olmadığını denetlemeye yarayan bir çeşit kontrol kalemi) sadece bir kez “iş güvenliği malzemeleri”

yazan bir camekânın ardında gördüğünü söylemişti. Duruşmalar devam ederken işçiler davadan sonra, daha önce görmedikleri kadar “çok ve güzel” iş güvenliği malzemesinin kendilerine dağıtıldığını anlattı. Davanın takip edilmesi sayesinde kaç Erkan Keleş’in hayatının kurtulduğu “ölçülemese” de, zor yoldan da olsa işçilerin iş güvenliği malzemelerine kavuşması gene umut vericiydi.

7 Ocak 2013’te Türkiye Taşkömürü Kurumu’na (TTK) bağlı Kozlu Müessese Müdürlüğü faaliyet sahasındaki kömür ocağında taşeron Star İnşaat’ın galeri açma çalışmasında sekiz işçi öldü. Ailelerin avukatları TTK Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu Üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı soruşturma izni vermedi. Ankara Bölge İdare Mahkemesi’ne yapılan itirazın reddedilmesi üzerine Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvuru yapıldı. AYM Anayasa’nın 17. Maddesi’nde güvence altına alınan yaşam hakkının usûl boyutunun ihlal edildiğine karar verdi. Böylece soruşturmaya izin vermeyen Bakanlık kararı kaldırıldı. AYM’nin bu kararı, TTK’nın asıl işi olan

madenciliği taşerona devretmesine, taşeronlaşma sistemine getirdiği eleştiri ve TTK üyelerinin yargılanacak olması nedeniyle emsal olup kıymetli bir kazanımdır.

Gene Adalet Arayan İşçi Aileleri’nin gönüllü avukatlarının da takip ettiği Soma Katliamı Davası’nda Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin, Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan’ın olası kasttan yargılanması gerektiğine dair bozma kararının, Yönetim Kurulu Başkanı’nın cezalandırılması ve cezanın olası kast ile verilmesinin, karar alma yetkisiyle donatılmış Yönetim Kurulu Üyeleri ve Başkanı’nın cezai sorumluluğunun istisna olmayıp sistemli olmasının kararda teslim edilmesinin, iş cinayetlerinin önlenmesinde rolü çok olumlu olacaktır. Zira iş cinayetlerinin neredeyse tamamının önlenebilir nedenlerle, patronların işçi sağlığı ve iş güvenliğini maliyet unsuru olarak görüp bütçe ayırmadıkları için

meydana geldiği göz önünde bulundurulursa bu kararın diğer iş cinayetleri davaları için de emsal olabileceği düşünülebilir.

Son Söz ya da Yeni Bir Eylem-Söz İmkânı ve Mekânı Kurmak Mümkün mü?

İçinden geçilen pandemi günlerinde işçiler için hayatta kalmak da mücadele etmek de günden güne güçleşiyor. COVID-19 kendisini özellikle “evde kal”amayan işçi sınıfı hastalığı olarak gösteriyor. Toplumda halihazırda varolan sosyo-mekânsal fay hatlarını hem görünür kılıyor hem de derinleştiriyor. “Evde kal”an işçiler daha yoğun ve uzun mesai, ücret / yemek / yol parası kesintisi, sağlık sigortası iptali, ücretsiz izne çıkarılma, izin borçlandırma, “kendi işçi sağlığı ve güvenliğini” sağlamaya mecbur edilme gibi hak kayıplarıyla karşı karşıya kalırken, işten çıkarılma korkusu ile işe gidip gelirken ya da işyerinde hastalık kapma korkusu arasında sıkışıp sessizliğe mahkûm ediliyor.

“Evde kal”amayan işçiler ise, “henüz enfekte olmayanların enfekte olanların hızla yerini doldurduğu, “kullan-at tipi istihdam”ın normalleştiği, bir kısmı toplama kampına dönen işyerlerinde fazla mesai, ücret kesintisi, sıkış tıkış alanlarda yemek yemek, barınmak, ekstra iş yüküne ses çıkaramamak, balık istifi araçlarda işe gidip gelmek, maişet ile hastalanıp ölmek arasında ölümlerden ölüm beğenmeye mecbur ediliyor.

Bugün işyerlerindeki en akut işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemi olan COVID-19 önlemleri alınmazken, iş müfettişlerinin teftişleri askıya alınmışken, işçiler bireysel önlem almaya çağrılıyor. Sağlık çalışanları için bile COVID-19, özel SGK genelgeleri, arkaik Meslek Hastalıkları listeleri bahane edilerek meslek hastalığı olarak kabul edilmemekte, çalışırken enfekte olup ölen işçiler “iş kazası” kapsamına alınmamaktadır. Çok daha yoğun çalıştırılan “henüz enfekte olmayan” işçiler ile, işsiz kalan hizmet sektörü çalışanları ve küçük esnaf / işçi arasındaki uçurum, hem işçi hem halk hem de çevre sağlığı tehdidini toplumsal barış zemininin altını oyacak kadar büyütmüştür.

T ÜR K İ Y E’DE GEÇİ Ş DÖNEMİ A DA L E T İ: DÖNÜ ŞEN ÖZ NEL ER , YÖN T EML ER V E A R AÇL A R 5 8

Kasım 2020’de İstanbul İSİG Meclisi’nin açıkladığı rapora göre son sekiz ayda en az 368 işçi COVID-19 nedeniyle ölmüştür. İşçiler açısından her geçen günün önceki günü arattığı bugünlerde daha insani çalışma koşulları için, çalışırken sakatlanmamak, hastalanmamak, ölmemek için yeni sözler kurma, yeni eylem-söz ihtiyaçları, imkân ve mekânları üzerine kafa yormak, çalışarak hayatını kazanan hepimizin önünde bir görev olarak duruyor.

Kaynakça

Aydın, İsmail (2016) TÖB-DER Tarihi, Eğitim Sen Yayınları, Ankara.

Emek.org (2017) “Devlet ve Patronların ‘Sıfır Kaza’ Kampanyası: İki Ayda 353 İş Cinayeti”, emek.org.tr/devlet-patronlarin-sifir-kaza-kampanyasi-iki-ayda-353-is-cinayeti.html, 19.7.2017.

Odman, Aslı (2020) “Beyrut’a bakıp fetih değil felaketi görebilmek”, Birgün, www.birgun.net/haber/beyrut-a-bakip-fetih-degil-felaketi-gorebilmek-311185, 8.8.2020.

SİVİL HAKİKAT ARAYIŞI,