• Sonuç bulunamadı

Yıldızlı semalardaki haşmet ne güzel şey Mehtâba dalıp yâr ile sohbet ne güzel şey. 6. SAYI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Yıldızlı semalardaki haşmet ne güzel şey Mehtâba dalıp yâr ile sohbet ne güzel şey. 6. SAYI"

Copied!
52
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

YI

“Yıldızlı semalardaki haşmet ne güzel şey Mehtâba dalıp yâr ile sohbet ne güzel şey.”

(2)

Kapakta kullandığımız söz Faik Ali Ozansoy’un Ne Güzel Şey şiirinden alıntıdır.

YAYININ ADI ALTI SÜTUN

YIL: 2020 SAYI: 6 AY: KASIM İMTİYAZ SAHİBİ:

Gülşah TÜFEKÇİOĞLU SORUMLU YAZI İŞL. MD.

Gülşah TÜFEKÇİOĞLU

YAYIN İDARE MERKEZİ ADRESİ Hüseyin Onat Sokak

No: 10/11 Şahinbey Apt.

Aşağı Ayrancı Çankaya/ ANKARA

YAY. İDARE MERK. TEL + 90 534 954 69 46

YAYININ TÜRÜ Yaygın Süreli

GRAFİK TASARIM Sinem ATASOY

sinematasoy94@gmail.com

© Her hakkı saklıdır.

Bu dergide yer alan yazı, makale, fotoğraf ve çizimler izin almaksızın kullanılamaz.

YAYIN EKİBİ EDİTÖR Öznur İLHAN DÜZYAZI EKİBİ Aysun AYKAYA Bilge TOSUN Derya ŞİMŞEK Hatice AYDIN Ömer TİFTİK Sezin DEVECİ Yeter PATOĞLU ŞİİR EKİBİ Ahmet TIRAŞ

Muhammet Ali OKAN Uğur TAĞMA

ROPÖRTAJ EKİBİ Melike CANLI Sude DOLUNAY Ümmü Gülsüm URAL

ESİRİ OLUNAN TEKNOLOJİ

Yıllarca kendimizi her şeyden üstün gördük. Doğanın bize verdiklerini yaktık, yıktık. Amacımızı sorarlarsa sadece kendimize daha iyi bir yaşam alanı oluşturmak istediğimizi söyleriz. Belki bu istek gerçektir, bilinmez ama somut gerçeğe baktığımızda gördüğümüz bir enkazdan ibarettir.

Teknoloji, bu enkazın hem en büyük sorumlusu hem de en büyük sonucudur. Yaşam kalitemizi artırdığı doğrudur, ama zararlarına tamamen göz kapatmak hayal dünyasında yaşamaktan ibarettir. Esiri olduğumuz teknolojiden kurtulmak mümkün olmamakla beraber kendimizi bir nebze ondan uzaklaştırabilmek en büyük bilinçtir.

Değerli okurlarımız, Teknoloji temalı 6. Sayımızla sizlerle tekrardan birlikteyiz. Bu sefer her zamankinden farklı olarak ve günümüz koşullarına ayak uydurarak, temamıza da fazlasıyla uyan bir şekilde dergimizi internet üzerinden çıkarttık. Bu sayımızda teknolojinin hayatımızdaki yerini vurgulamaya çalışırken farklı kollarına da değindik. Altı Sütun ekibi olarak emeği geçen herkese teşekkür eder, herkese iyi okumalar dileriz!

Yazıların sonundaki karekodu telefonunuzda okutarak yazıyla uyumlu fon müziği ya da yazıyla ilgili videolara ulaşabilirsiniz

(3)

İ Ç İ N D E K İ L E R

TEKNOLOJİYİ TEKNOLOJİYLE FARK ETMEK - Merve DENİZ GELECEK NASIL GELECEK? - Ayşenur EKER

ŞİİR: GÜMÜŞ BULUTLAR - Hatice AYDIN GÜNEŞİ HAPSETMEK - Hatice AYDIN ŞİİR: BAK - Kevser SERİM

ŞİİR: ÂLÎ’DEN MISRALAR - Âlî (Muhammet Ali OKAN) ASTEROİT MADENCİLİĞİ - Ömer TİFTİK

ŞİİR: MESTÛRE - Âkil DURAN TABLODAKI KIZ - Aysun AYKAYA ŞİİR: ACI SÖZ - Aykırı

ŞİİR: - Aydora FURKAN RÖPORTAJ: ERCAN KESAL

ŞİİR: YARALIYIM EY GÖNÜL - Afife Şerife ŞENER KARANLIKTA BİR MUM - Öznur İLHAN

BİLİM KURGUNUN BABASI JULES VERNE - Bilge TOSUN ŞİİR: GÖKKUŞAĞI - Beste Senem ÖZDEMİR

BİLİMKURGU DÜNYASININ EN SEVİMLİ UZAYLISI: E.T. - Derya ŞİMŞEK

EŞİTLİK SAVAŞÇISI YARGIÇ RUTH BADER GİNSBURG - Rabia ONAYLI

ŞİİR: OK OLMAK İSTEYEN YAY - Muhammet Eren DURMUŞ BİR ANDA DELİRMEZ İNSAN ÖYLE - Evrim Ayşe AYDOĞAN DİLLEŞMEK ÜZERİNE BİR DİLLEŞİM - Oktay AÇIKGÖZ ŞİİR: YAŞAMAK DETONE BIR NOTA ŞİMDİ - Musab ABAY BUYUR BİR DE BURDAN BAK - Seher GÜÇLÜ

ŞİİR: ACIBEN - Yeter PATOĞLU

“2+2=4 EDER.”İN HUKUKTAKI KARŞILIĞI NEDİR? - Ali Fuat ÇİÇEKLİ

RÖPORTAJ: TNK

ŞİİR: CİLALI AŞK DEVRİ - Uğur TAĞMA 4

6 9 10 12 13 14 16 17 18 19 20 23 24 26 29 30 32

35 36 38 40 41 44 45

48 51

10

30

41 20

48

(4)

S

özlük anlamı ‘bilginin sanayideki işlemlerde sistematik olarak uygulamaya alınması’ demek olan teknoloji, özellikle internet kullanımıyla birlik- te hayatımızın bütününe girmeye hız kesmeden de- vam ediyor. Nedeni ise basit günlük rutin işlerden daha önemli işleri, her alanda her şeyi daha pratik yapılabilir hale getirmesi. İnsanlığa bu denli fayda sağlayan herhangi bir şeyin zararlarını düşünmek- se birçoğumuzun aklına gelmiyor ya da geliyor fa- kat göz ardı ediyoruz. İşte tam bu noktada devreye yine teknoloji giriyor ve bize bazı şeyleri hatırlatıyor.

Yayın tarihine 2011’de İngiliz Channel 4 kanalında başlayan Black Mirror dizisi, dizi-film yapımcılığı ve dağıtımı sağlayan Amerikan kökenli dijital platform

Netflix’te 2015 yılında yayınlanmaya başladı.

Black Mirror, her bölümü birbirinin devamı şeklin- de belli bir olay örgüsünden ilerleyen alışılagelmiş diğer dizilerden çok farklı. Her bölümün senaryosu ve oyuncu kadrosu bambaşka olmakla birlikte her bölümü farklı bir yönetmen çekiyor bu da izleyici- ye farklı çekim açılarıyla farklı görsellikler sağlıyor.

Tüm bunların yanında bu dizinin fazlaca popülari- teye ulaşması ve Netflix’e taşınmasının sebebi ba- riz konusu. Dizi, teknolojinin getirdikleriyle birlikte modern dünya insanının yaşamını anlatıyor. İzler- ken verdiği ürpertiyle yok artık dedirten dizinin bir bölümünü incelemekte fayda var:

3. Sezon 1. Bölüm – Nosedive

Başkarakter Lacie üzerinden konunun ilerledi-

“İnternetin kullanımıyla yaygınlaşan sosyal medya kullanımı insanların sosyalleşmesine yardım etmenin yanı sıra bunu yaparken insanları tek tipleşmeye ve dünyanın geri kalanının estetik algılarına uymaya zorluyor.”

TEKNOLOJiYi TEKNOLOJiYLE FARK ETMEK

“İnsanın bilmediği bir şey için, bilmiyorum demesi de bir ilimdir.”

Abdullah bin Mesud

Merve DENİZ

(5)

ği bölümde, herkesin telefonuyla telefonun karşı- sındaki insanı değerlendirip puanlayabileceği bir dünya var. Herkes birbirinin puanını görebilmekle birlikte birden beşe kadar numaralandırılmış yıl- dızlarla, birbirlerine hem yükledikleri fotoğraflara göre hem de o anki tutum ve davranışlarına göre puan veriyorlar. Bu puanlar alelade ilerlemiyor, herkesin beş üzerinden ortalama bir puanı oluşu- yor ve her puanlamayla birlikte artıyor veya azalı- yor. İnsanların sahip oldukları bu puan hayatta da sahip oldukları her şeyi etkiliyor kaldıkları evi, al- dıkları arabayı, yaptıkları işi…

Başkarakter Lacie, iyi sayılan bir puana sahipken taşınmak istediği ev için puanını yükseltmeye ça- lışmaktadır. İnsanlar karşısındaki kişi ona yüksek puan versin diye gerçekten hissetmediği duygulara ve samimiyetsiz hareketlere bürünürken Lacie’ye de eski bir arkadaşından telefon gelir. Bu arkadaşı epey yüksek bir puana sahiptir ve düğün töreninde konuşma yapması için eski arkadaşı Lacie’yi dü- ğününe davet eder. Lacie bu teklifi seve seve kabul eder çünkü arkadaşının çevresi de arkadaşı gibi yüksek puanlıdır ve konuşmayı onlara beğendire- bilirse puanını yükseltebilecektir. İşler Lacie’nin planladığı gibi gitmez. Puanını daha fazla yükselte- bilmek için çıktığı yolda puanı gittikçe düşer ve en son yaptıklarıyla bir felakete yol açar.

Bölüm, dizinin diğer bölümleri gibi bir şeye gön- derme yapıyor ve bunun sosyal medya olduğu aşi- kar. Herkesin sanal ortamda kendini diğer insanlara beğendirme çabasının olduğu bölümde, başkarak- ter Lacie de dahil tüm insanlarda bir yapmacıklığın söz konusu olduğunu görüyoruz. Bölümün başında içtiği kahveyi ve yediği kurabiyeyi beğenmemesine rağmen fotoğraflayıp harika zaman geçiriyormuş gibi davranmasından, her içinden geldiği gibi dav- ranmaya başladığında puanının düşmesine kadar her olayda bunu hissediyoruz. Bölüm genel hatla- rıyla insanlığa uzak gelse de günümüz dünyasının

bundan çok da uzak olmadığını fark edebiliriz. İn- ternetin kullanımıyla yaygınlaşan sosyal medya kullanımı insanların sosyalleşmesine yardım et- menin yanı sıra bunu yaparken insanları tek tipleş- meye ve dünyanın geri kalanının estetik algılarına uymaya zorluyor. Bu baskı sadece fiziksellikle kal- mıyor, görsel içeriğe dayalı platformlarda insanla- rın hayatını direkt olarak aktarması hatta modern dünyada bu alanda meslek grupları oluşmasıyla gün içerisinde neler yapacağımızda, neler giyece- ğimizde, nerelere gideceğimizde, hangi ürünleri kullanacağımızda kısacası her şeyde biz farkında olmasak da sosyal medyanın, kendimizi ve hayatı- mızı beğendirme isteğimizin etkisi var. Kendimizi o kadar kaptırmışız ve sosyal medya telefonlarımızda o kadar normal hale gelmiş ki saate bakar gibi açıp sosyal medyada gezinebiliyoruz. Bu platformların hayatımıza olan etkisini fark etmek oldukça zor çünkü artık bağımlılığın yanı sıra hem birçok işi- mizi oradan halledebiliyoruz hem de kullanmayan kişileri garip karşılayabiliyoruz. Bu noktada Black Mirror’ın bu bölümü bize bu farkındalığı sağlıyor ve aslında birçoğumuzun başkarakter Lacie’den fark- sız olduğumuzu gösteriyor. Dijital kimliklerimizin dışında gerçek kimliklerimiz de var ve bu gerçek- likte gerçek biz olmak, diğer insanların beğenisine ve estetik algısına göre değil kendi samimiyetimiz- le yaşamak sanıyorum dünyanın dizideki hale gel- mesinden daha çekici tabii hala gelmediyse.

Her alanda elimizin altında bir nevi ilacımız haline gelmiş olan teknolojinin yan etkilerini görmemizi sağlayan Black Mirror’ın, izlerken tatlı bir huzur- suzluğa sevk edip teknolojiyle yüzleştiren tek bölü- mü tabii ki bu değil. Başta ‘Hang The Dj’ ve ‘White Bear’ isimli bölümler olmakla birlikte tüm bölümle- ri izlemek teknolojinin bu yönünü keşfederken hala teknolojiyle olmak bir ironi olsa da bu farkındalığı sağlayacaktır. Keyifli seyirler(!).

“Kendimizi o kadar kaptırmışız ve sosyal medya telefonlarımızda o kadar normal hale gelmiş ki saate bakar gibi açıp sosyal medyada gezinebiliyoruz.”

“Bilim, ancak hedefine eriştiğini hayal ettiği zaman tehlikelidir.”

Bernard Shaw

(6)

GELECEK NASIL GELECEK?

B undan 50 yıl önce insanlar günün birinde ellerinde tuttukları bir cihazla görüntülü konuşabileceklerini düşünebilir miydi ya da bir gözlük sayesinde bulundukları yerden farklı bir yerdeymiş gibi hissedebilecekleri akıllarından geçer miydi?

Ayşenur EKER

Tam olarak bunları tahmin ede- bilirler miydi bilemeyiz fakat 2000’li yıllardan beklentilerinin farklı olduğu kesindi.

Gelin hep birlikte bundan nere- deyse 100 yıl önce olan bir pro- jeyi inceleyelim. Bu proje 1899, 1900, 1901 ve 1910 yıllarında birkaç Fransız sanatçı tarafın- dan “2000’li yıllarda Dünya na- sıl olacak” düşüncesiyle çizilen resimlerden oluşuyor.

İlk olarak balina gücüyle çalışan bir denizaltı otobüsü

İşte bu makine ise her öğrencinin isteyeceği şey. Kitaplardaki bil- gileri beyne kodlayan bir makine.

(Eyy 21. yüzyıl mucitleri lütfen bu işe de bir el atın.)

“Bilim ahlaksız bir adamın elinde kötülük yapmak için güçlü bir silahtır.”

Denis Fonvizin

(7)

Hava taksileri

Yangına havada müdahale eden kanatlı itfaiyeciler.

Kadınlar için bakım makineleri.

Bunlar sadece birkaçı...

O yıllarda 2000’li yıllar endüst- riyel anlamda zirve görülmek- teydi. Her şey için makineleş- me olacağı düşünülmüştü. Pek haksız da sayılmazlar, gündelik hayatımızın her anında mutla- ka bir makine yer alıyor. O za- manlara göre büyük bir geliş- me yaşadığımız doğru. Bilim ve teknoloji çok gelişti. Fakat hâlâ uçan arabalar, zaman makinesi veya ışınlanma yok. Gereklili- ği tartışılır ama onlar olmadan filmlerdeki gibi bir gelecek ol- mayacak ve olsa nasıl olurdu sorusu akıllarda dolaşacak.

“Yani trenlerimizin 2000 yılında havada gideceği öngörülmüş.

Bu hava merakı

nerden gelir bilinmez ama insanların

karadan sıkıldığı belli.”

“İnsanoğlu, hala tüm bilgisayarların en alışılmadık olanıdır.”

John F. Kennedy

(8)

Kupürün sahte olma olasılığını da göz önüne almalıyız fakat bu tip gelecek tahminleri çok nadir ve sıra dışı olmadığı için, ele al- mak eğlenceli olacaktır.

Günümüz uçakları, gerçekten de akıl almaz hızlara ulaşa- bilmektedir. Sıradan bir yolcu uçağı, seyir halindeyken saatte 875-930 kilometre hızla yol alır ve gerektiğinde saatte 1000 ki- lometreyi aşabilir.

Şu anda saatte 1600 kilometre hızla uçan bir yolcu uçağı bu- lunmamaktadır; an itibariyle işletilmekte olan yolcu uçak- larından en hızlısı, bir Boeing 747-8i isimli uçaktır. Bu uçak, saatte 1050 kilometre hıza ula- şabilmektedir. Bu bakımdan Ak- şam’ın birazcık abarttığı söyle- nebilir.

Televizyon konusunda Akşam’ın son derece isabetli bir tahmin- de bulunduğunu söyleyebiliriz.

Hatta artık televizyonlarımızın cep telefonlarımızda olduğu dü- şünülürse, az bile tahmin ettik- leri söylenebilir.

Gelelim “havai şimendifer- ler”e... Şimendifer, “demir yolu”

veya “tren” demek. Yani tren- lerimizin 2000 yılında havada gideceği öngörülmüş. Bu hava merakı nereden gelir bilinmez ama insanların karadan sıkıldı- ğı belli.

Son olarak biz de Cenabıhakk’a şükredelim ki hâlâ protein, vi- tamin, vesaireyi hap hâlinde değil, pirzola, imambayıldı ve ayva kompostosu şeklinde alı- yoruz.

Bizim geçmişten gelen fikirleri derlememiz bu şekilde.

PEKİ SİZCE 100 YIL SONRA DÜNYAYI NE BEKLİYOR?

Son olarak sizinle 1934 senesine ait bir gazete haberi paylaşmak istiyoruz.

“Son olarak biz de Cenabıhakk’a şükredelim ki hâlâprotein, vitamin, vesaireyi hap

hâlinde değil, pirzola, imambayıldı ve ayva kompostosu şeklinde alıyoruz.”

“Tabiat son sözü söylemeye karar verdiğinde, teknoloji sükut eder.”

Nazan Bekiroğlu

(9)

GÜMÜŞ BULUTLAR

Ay ışığı kurumuş yolları aydınlattığında Camdan evler kırılmadan

Geçmiş, geleceği bulmadan Sönmüş alevler harlanmadan Kuşlar bavulunu toplamadan önce Gümüş bulutlardan

Altın damlalar yağdığında Anılarımızı,

Bir kitabın İki sayfası arasında

Kuruttuğumuz papatyalarda hatırladığımızda Çok uzakta

Mavi toprağın yeşil denize sarıldığı yerde Küçük ağaçların uzun dallarında

Yeniden güneş filizlenecektir.

Hatice AYDIN

“Gök yeşil, yer sarı, mercân dallar/Dalmış üstündeki kuşlar yâda;/

Bize bir zevk-i tahattur kaldı/Bu sönen, gölgelenen dünyâda!”

Ahmet HAŞİM

(10)

GÜNEŞİ HAPSETMEK

T

eknoloji kendini sürekli geliştiriyor. İnsanoğlu sahip olduğundan daha gelişmiş bir dünya için sürekli çabalıyor. Bunun içinse enerjiye ih- tiyaç duyuyor. Günümüzdeki enerji kaynaklarından fosil yakıtlar çevre- ye zarar veriyor ve küresel ısınmayı arttırıyor. Nükleer enerji ise radyo- aktif atıkların oluşmasına sebep oluyor. Kullanılabilir enerji kaynakları içinde en temiz ve maliyetsiz olanı ise güneş enerjisi. Güneş enerjisini, günümüzde güneş panelleriyle elde edebiliyoruz. Dünya şimdilik insan- lığın ihtiyaç duyduğu enerjiyi sağlayabiliyor fakat dünyadaki enerji bir gün yetersiz gelmeye başlayacak.

Hatice AYDIN

“Dyson Küresi, yıldızın ener- jisini toplamak için Güneş’in etrafını saran üç boyutlu dev bir yapıdır.”

“Artık insanlık değil, teknoloji ilerliyordu. Uygarlıklar değil, teknolojiler gelişiyordu.” Azra Kohen

(11)

Değişen ve gelişen dünyanın enerji ihtiyacını karşılayabilmek için or- taya atılmış çözümlerden biri Dy- son Küresi. Dyson Küresi, yıldızın enerjisini toplamak için Güneş’in etrafını saran üç boyutlu dev bir yapıdır. Güneş’i sarabilecek kadar devasa ve dayanıklı bir yapı inşa edebilmekse günümüz teknolojisi ile imkansız.

Güneşin etrafını saracak bir yapı oluşturmak yerine, daha küçük yapılar inşa ederek Güneş’in etra- fındaki yörüngeye yerleştirmeye yönelik bir yaklaşım da var. Dy- son Sürüsü adı verilen bu yaklaşım günümüz teknolojisi göz önünde tutulduğunda daha gerçekçi görü- nüyor. Bunun için Stuart Armst- rong tarafından sunulmuş bir plan da mevcut. Yapı malzemesi olarak Merkür’ün merkezindeki demir ve kabuğundaki oksijen düşünülmüş.

Fakat Güneş enerjisinin büyük kıs- mını kullanılabilir hale getiren bir Dyson Sürüsü oluştuğunda Mer- kür’ün büyük bir kısmı da bu yapı- lar için harcanmış olacak.

Uzaydan enerji elde etmenin tek yolu güneş değildir. Güneş dışın- da kara delikleri kullanarak enerji elde edebileceğini düşünenler de var. Kara deliklerin çekirdek kıs- mının etrafında, enerjiyi yutan ve olay ufku adı verilen alan vardır.

Dönen kara deliklerde ise bunlarla birlikte kara deliği saran Egrosfer bulunur. Egrosfer kısmında zaman olay ufkunda olduğu kadar bükül- mez ve bu kısım enerjiyi yutmaz.

Kara delikten enerji elde edebil- mek için dönen bir kara deliğin et- rafı aynalarla sarılır. Aynalara kü-

“Şu anda bunlar bilim kurgu filmlerinin bir parçasıymış gibi görünüyor fakat bundan yüz yıl önce uzayda bir ülke kurulması da bir hayaldi.”

çük pencereler açılır ve kara deliğe elektromanyetik dalgalar gönderi- lir. Kara deliğe ışık hızında çarpan bu dalgaların küçük bir kısmı olay ufkuna giderken çoğu Egrosfer’de kalır. Dalgalar, ayna ve kara delik arasında gidip gelerek katlanarak güçlenir. Aynada açılan pencere- lerden, dalgaların büyüdükleri hız- da enerji alınır. Böylece uzun yıl- lar boyunca yetecek sınırsız enerji elde edilmiş olur ya da enerji ayna ve kara delik arasında sıkışır ve çok büyük bir patlamaya neden olur.

Şu anda bunlar bilim kurgu film- lerinin bir parçasıymış gibi görü- nüyor fakat bundan yüz yıl önce uzayda bir ülke kurulması da bir hayaldi.

“Bu çağın adını “teknoloji” koymuşlar, göbek adı da “yalnızlık” olsun.”

A. Ali Ural

(12)

B A K

Elimde, sükutun nabzını dinle, Dinle de gönlümü alıver gitsin!

Saçlarımdan tutup, kor gözler- inle,

Yaşlı gözlerime dalıver gitsin!

Kirpiklerin top top avuçlarıma dökülmüş

Ardı ardına bilmeden kaç damla yüzünden süzülmüş Albümlerden hasret gidermekten

Saçlarıma aklar düşmüş Görür müsün bir gün bunları?

Boyların uzanır gelir, Haberin ellerden gelir Bir bakışın yeter anlatmaya

Sevgin göz pınarlarından süzülür gelir Her gün gördüm ben bunları

Yüzümde yılların izi artarken

Pencere pervazlarına yaslanmış, ömrüm geçerken Yollarını gözlemekten dermanımın kalmadığını Görür müsün bir gün bunları?

Kapıyı açık bırakıp gittiğimi

Gelirsin umuduyla kitlemekten sakındığımı Türküler dizip ağladığımı

Görür müsün bir gün bunları?

Gecelerdir uyku girmeyen gözlerim Beni aynada seçemezken

Görür senin gölgeni uzak illerden Sen de görür müsün bir gün bunları?

Kevser SERİM

“Apansız uyanırsan gecenin bir yerinde/Gözlerin uzun uzun karanlığa dalarsa/

Bir sıcaklık duyarsan üşüyen ellerinde/Ve saatler gecikmiş zamanları çalarsa/

Bil ki seni düşünüyorum”

Ümit Yaşar OĞUZCAN

(13)

Enhar-ı aşkın gülleri nerededir?

Merdümün çesm-i cihanı nerededir?

Diyar-ı gurbetin yolcusu kervanda Diyar-ı aşkın meftunu nerededir?

Gâh hicrana mazhar gâhi saadete Gülistanın afitabı nerededir?

Name-i aşkın sazendesi icrada Bağ-ı cevrin andelibi nerededir?

Dervişlerin neşvegâhıdır bezm-i gam Ehl-i dillerin divanı nerededir?

Zülüflerin cemalinin türâbıdır Çeşmin gamze-i celladı nerededir?

Hüsn ü endamın oldu dillere destan Endamına mestan aşık nerededir?

Dil haste olan canana figânedir Leylaya divâne Mecnun nerededir?

Odları neşretmeğe safha nakıstır Meramı nakşeden kalem nerededir?

Hakikattir makam-ı ahzende uzlet Bilmem Âlî nin hemderdi nerededir?

Âlî(Muhammet Ali OKAN)

Âlî’den Mısralar

“Elimde, sükutun nabzını dinle/Dinle de gönlümü alıver gitsin!/

Saçlarımdan tutup, kor gözlerinle/ Yaşlı gözlerime dalıver gitsin!

Necip Fazıl KISAKÜREK

(14)

ASTEROİT MADENCİLİĞİ

G

ünümüzde teknolojinin hızlı bir şe- kilde gelişmesine paralel olarak sanayi de gelişmeye ve büyümeye devam etmek- tedir. Bununla birlikte dünya nüfusu da hızla artıyor. Artan nüfusun ihtiyaçları ve sanayinin büyümesi kaynak tüketi- minde ciddi bir artışa neden oldu. Bu ar- tış zaten sınırlı olan kaynakların hızlı bir şekilde azalmasına yol açmaktadır. Geri dönüşümle kaynak tüketimi azaltılmaya çalışılsa da bu girişim yeterli olmamak- ta ve kaynaklarımız tükenme tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu durum karşısında insanoğlu ihtiyaçlarını karşı- lamak için yeni kaynaklar bulma arayışı içine girmiştir. Teknolojinin gelişmesiy- le birlikte bilim gök taşlarına daha kolay ulaşmaya ve gök taşlarını incelemeye başladı. Bu incelemeler gök taşlarında maden ve minerallerin bulunabileceği fikrini ortaya çıkardı. Uzayda kendi hâ- linde dolaşan asteroitler içerisinde bu- lunduğu varsayılan maden ve mineraller, asteroit madenciliğini, diğer bir adıyla uzay madenciliğini gündeme getirdi.

Peki, neden asteroitler? Asteroit maden- ciliğinin amacı nedir? Asteroit madenci-

liği nasıl yapılacak? Gelin bu soruların yanıtlarına beraber bakalım.

Asteroitlerin araştırılmasının birçok se- bebi olmakla birlikte biz sadece birkaçına değineceğiz. Dünyanın yörüngesine ya- kın yörüngede yüzlerce asteroidin bulun- ması hem araştırmaları kolaylaştırmakta hem de araştırma masraflarını azaltmak- tadır. Bunun yanında asteroitlerde altın, kobalt, demir, platin, tungsten gibi az bulunan ve sanayi açısından fevkalade değerli olan elementlerden bol miktarda bulunmaktadır. Sanayi elementlerinin yanında insan yaşamının vazgeçilmez bir parçası olan suyun da asteroitlerde bulunabileceği düşünülmektedir. Ayrıca kurulması planlanan uzay kolonilerinin maden ve mineral ihtiyaçlarını dünya- dan karşılamak yerine asteroitlerden di- rekt olarak koloninin bulunduğu bölgeye taşımanın daha kolay ve kârlı olacağı dü- şünülmektedir. Asteroit madenciliğinin temel amacı ise asteroitlerde bulunan madenleri ve mineralleri çıkarıp dünya- ya veya kurulması planlanan uzay kolo- nilerine ulaştırmaktır.

“U za yd a k en di h âlin de do la şa n a ster oi tler içer isin de bu lun duğu va rs ay ıla n m aden v e min era ller , a ster oi t m aden ci liğ ini , diğ er b ir adı yl a uza y m aden ci liğ ini gün dem e g et irdi .”

Ömer TİFTİK

“İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir Sen kendini bilmezsen / Ya nice okumaktır.”

Yunus Emre

(15)

“Ayrıca bu asteroidin madencilik açısından değerinin 82.7 milyar dolar olması neden bu kadar çok para harcandığını ve asteroitlerin ne kadar değerli olduğunu göstermektedir.”

Nasıl yapılacağı konusunda kesin kullanılan bir yön- tem yoktur. Bu konu üzerinde çalışmalar devam et- mektedir. Asteroitlere ulaşmanın zorluğu, madenlerin nasıl çıkarılacağı ve nasıl taşınacağı üzerinde tartı- şılan başlıca sorunlardan birkaçıdır. Japonya Uzay Araştırma Ajansı (JAXA)’nın yürüttüğü proje uzay madenciliğinin nasıl yapılabileceği hakkında bize bilgi vermektedir. 3 Aralık 2014’te JAXA 146 milyon dolar harcayarak Japonya’dan Hayabusa-2 isimli in- sansız uzay aracını Ryugu isimli bir kilometre çapın-

da küçük bir asteroidi incelemek için uzaya gönderdi.

Hayabusa-2 bir yıl boyunca dünyanın yörüngesinde dönerek doğru zamanı bekledi ve 2015 yılında hede- fine doğru yola çıktı. 2018 yılında Ryugu asteroidine ulaştı ve asteroidin haritasını çıkarmaya başladı. Ör- nek toplamak için asteroidin yüzeyine iki tane robot bıraktı. Hayabusa-2 patlayıcı kullanarak asteroidin yüzeyinde bir krater açtı. Açılan bu kraterin içinden de örnekler topladı. Yani bir bakıma madencilik yaptı.

Topladığı örneklerle birlikte 2019’un sonlarında Ryu- gu’dan ayrıldı. Bu yılın sonlarına doğru dünyaya dön- mesi bekleniyor. JAXA’nın bu projesi aslında bizlere asteroit madenciliğinin nasıl yapılacağı veya nasıl ya- pılması planlandığı hakkında önemli bilgiler veriyor.

Ayrıca bu asteroidin madencilik açısından değerinin 82.7 milyar dolar olması neden bu kadar çok para

harcandığını ve asteroitlerin ne kadar değerli olduğu- nu göstermektedir. Bununla birlikte küçük miktarda maden ve minerali dünyaya getirmenin bu kadar zor ve masraflı olması büyük miktarların nasıl getirileceği sorusunu akıllarda bıraktı.

Sonuç olarak bir bilim kurgu fikri olarak başlayan ve yukarıda belirttiğimiz nedenlerden insanoğlunun il- gisini çeken asteroit madenciliği her geçen gün yeni araştırmalar ve çalışmalarla gelişmeye devam ediyor.

Bazı devletler çıkardığı uzay madenciliği yasalarıy- la birlikte sadece devletleri değil özel şirketleri de bu alanla ilgilenmeye teşvik ediyor. Aslında Japonya’nın Hayabusa-2 projesi ile önemli bir adım atılmış oldu.

Uzay madenciliğinin bu proje ile başladığını ve geliş- melerin hızla devam edeceğini söyleyebiliriz.

“Bizi birleştirmeyi vaat eden teknoloji bile bizi birbirimizden ayırıyor. Artık her birimiz tüm dünyayla elektronik bağlantı içindeyiz, ama aslında son derece yalnızız.” Dan Brown

(16)

M E S T Û R E

Sen ki kuşluk vaktinde aradığım tılsımsın, Sen umudumun diğer adısın Mestûre.

Hicret ediyorsun ellerinde zincirlerle, Karanlıklardan aydınlıklar toprağına.

Bir yanın parçalanmış hicran aleviyle, Bir yanın aşkın adıdır, Öyle yazılmıştır alın yazısı kalbine.

Hangi cennet kapısından girilir gönlüne?

Ben yağmurlu günlerde koştum Mesture, Koştum kanatlarında açan beyaz güllerine.

Sen özgürlüğe denksin Sen hürriyete vatansın Mestûre, Fakat ben zindana sevdalanmış bir garip, Ben esirliğe tutulmuş bir köleyim, Kulaklarına varmaz benim matemim, Sen umutsun sen tebessümsün, Benimse yine hüzünle donatılmış resmim.

Miski amberin kokusu sinmiyor bedenime, Kalıyor dilimin ucunda yaşamaya sitemim.

Bir kuş geliyor zafer nâralarıyla, Aşk kazandı sedalarıyla.

Nefret diz çöktü, Mestûre galip geldi ordularıyla.

Kimdir bu haberci, Neden gelmiştir zafer rüzgarıyla?

Armonin,ritmin,ahengin...

Ah şu buseli manzaran, Sen hangi meçhul şarkısın Mestûre?

Mavi ton alıyor tenin çıkarken gökyüzüne, Umudun her harfi yapışmış ismine.

Şakayık kokar ruhunun her damlası, Yüzün bir kandildir, Aydınlatır Doğu’dan Batı’ya her tarafı.

Kavruk fezanın övünen dolunayı, Güzelliğinin delirten ihtişamı karşısında Eğmek zorunda kalır başını.

Sen ki kuşluk vaktinde aradığım tılsımsın, Sen umudumun diğer adısın Mestûre.

Sen volta atarken

Yıkanmamış gökyüzünün kirli sularında, Bir avcı vurmuş olmalı seni,

Ama hicretin,

Sensiz koyma gönül tahtımı,

Ve ben donakaldım ateşin bağrında, Şerham şerham endamın.

Alçaldı diz boyu tabiat ölümünle, Menzillerde can verildi can üstüne.

Ve ben ruhuna iştirak ettim, Tutarak ellerini gökyüzünde.

Adın umuttur senin,

Yaşasan da ölsen de bu âlemde.

Kanın,narin ellerin,

Itır kokan zafer abidesi can bedenin.

Ah şu yüzündeki anlamlı gülümseme, Sen çöllere yağmış hangi yağmursun?

Sen kalplere sinen,

Hangi huzurun başkentisin Mestûre?

Ve yeniden dirildin kasvetin toprağından, Geldin yüzyılları takarak kanatlara.

Hayran ve suskun kaldı çehreler, Yüzünün ve kalbinin çizdiği sanatlara.

Ve bir gündü beklenen,

gelecekti harıl harıl koşarak geçmişten, Ve sen nur saçacaktın kuru baharlara.

Kıyam edip aşkı getirecektin asırlara.

Ve bu asır ki Mestûre, Ben bu asra ait değilim,

Ben bu yağmurda nasıl bakarım gözlerine.

Nasıl severim atlarcasına bir uçurumdan.

Bu zaman yok mu?

Beni delirtecek,

Beni öldürecek kanlı pençeleriyle.

Gel,bu yüzyılı yıkarak gel,

Gel ki sevda görsün aşka uzak yakın çağ.

Sen ki huzur,sen ki mühür, Hadi tut ellerimden,

Beni yüzyıllar öncesine götür.

Sen ki kuşluk vaktinde aradığım tılsımsın, Sen umudumun diğer adısın Mestûre.

Âkil DURAN

“Ölüm âsûde bahâr ülkesidir bir rinde/ Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter/ Ve serin serviler altında kalan kabrinde/ Her

seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter”

Yahya Kemal BEYATLI

(17)

TABLODAKİ KIZ

U

zun süren otobüs yolculuğunun ardından sonunda oteline varmıştı. Her yeri tutulmuş, ağrıyordu. Fiziksel acı bir yana karışık olan kafası rahatlamasına izin vermiyordu.

Biraz dinlenebilseydi... Gözlerini kapatmak, kendini uy- kunun şefkatli kollarına bırakmak istedi. Huzursuz geçen gecelerini hatırladı. Artık acı çeken ruhunu özgür bırak- mak istiyordu.

Resepsiyonist sadece bir odalarının boş olduğunu söyle- di. Sevindi. Odaya girdi. Her şey çok güzeldi. Kocaman bir oda... Çift kişilik yatak, görkemli bir dolap, ahşap bir masa... Oldukça lüks görünen bu oda onu rahatlatmıştı.

Sahiden... Uzun süredir hiç böyle hissetmemişti.

Kıyafetlerini bile çıkarmadan, makyajını silmeden kendi- ni yatağa attı. Geldiğinden beri gözlerini odadan alama- masına rağmen yatağın karşısındaki tabloyu şimdi fark ediyordu. Çok dikkatini çekmişti. Tablodaki kız ona çok benziyordu. Bembeyaz teninde ateş dudakları parlıyordu.

Gözleri masmaviydi. Vahşetle bakan gözlerinden korktu.

Okyanusun dibindeymiş, son nefesini vermek üzereymiş gibi geldi mavi gözlerinde bakınca. Kaybolmuş gibiydi.

Nefesi kesildi. Öksürdü. Balkona çıktı. Temiz hava iyi geldi. Bir iki kez nefes aldı. Yatağa döndü.

Gözlerini kapattı. Yine tablodaki kızı gördü. Kızın bulun- duğu orman, ormandaki çiçekler, kuzgun... Gözünü açtı derin bir nefes aldı. Tekrar gözünü kapattı. Kız hâlâ onu rahatsız ediyordu. Tabloya dik dik bakmaya başladı. Onu kabullenmeye çalıştı. Tablo onun rahatını kaçıramayacak- tı. Uzun süredir hissetmediği kadar huzurluydu bu odada.

Aysun AYKAYA

Tablodaki kızı görmezden gelmeliydi.

Balkona çıktı. Düşündü. Bugünü, hayatını... İlkokulu- nu ,ilk aşkını, ilk arkadaşını... Anneannesini kaybedince ne kadar üzülmüştü. İşini, eşini, ailesini düşündü. Sanki hayatı ona yabancıydı. Kendini hiçbir yere ait hissetmi- yordu. Yaptığı pişmanlıklar onu hiç yalnız bırakmıyordu.

Pişmanlığın prangalarıyla ölmek istemiyordu. Ayağa kalk- tı. Silkelendi. Tabloya bir kez daha baktı. Telefonunu bile almadan odadan çıktı.

Sokakta neşesi yerine gelmişti. Sanki her şeyi unutmuş, dertsiz tasasız bir insandı. Kafeler, yürüyüş yapan çiftler, baloncu, koşuşan çocuklar, şık vitrinler... O da bu kalaba- lığa katıldı ve ilerlemeye başladı. Bu şehre kanı ısınmıştı.

İlerde büyük bir park vardı. Ormanlık bir arazi gibiydi.

Herkes yola devam etti. O sırada bir kuzgun gördü. Ona dik dik bakıyordu. Ormana doğru uçtu. Kanadı yaralıydı.

Dayanamadı. Peşinden gitti. Onu alıp iyileştirmeliydi.

Koştu, koştu, koştu. Kuzgundan iz yoktu. Geri dönmek istedi. Sanki bir hiçliğin ortasındaydı. Geldiği patika yok- tu. Arkası sanki sonsuzluktu. Titremeye başladı. Seslendi.

Bağırdı. Kimse yoktu. O sırada hemen sağında parlayan bir şey gördü. Hemen gitti. Cam bir vitrin vardı karşısın- da. İşte otelde kaldığı görkemli oda karşısındaydı. Ama odada ondan bir iz yoktu. Valizi, telefonu... Sanki hiç var olmamış gibiydi. Odaya tablonun bulunduğu açıdan bakı- yordu. Korkmuştu. Öfkeliydi. Kuzgun geldi ve tablodaki yerini aldı. Ve odalarının ilk müşterisi giriş yaptı.

“Her gün bir parçamızı daha tüketen teknoloji çağında sevgiye en son ne zaman yürekten bir merhaba demiştik, hatırlayanınız var mı?”

İskender Pala

(18)

Kapanmış göz gitmiş rengi Kararmış kalpte durmaz sevgi Üç kuruşa satar hakkı

Sözüme utanacak ar nerede?

Satılık onur kiralık fikir Paspas ile farkı nedir Gözü aç beyni fakir Hangi kapının kulusun?

Kabuk dışı pek yok özü Her konuda var bir sözü İyi bildin yaban öküzü

Sözüm anlayacak akıl nerede?

Yarı aç uyur garibin tümü Kimin umurunda ölse biri Semir arpalıkta mirasyedi Sırtındaki bit çatlayana kadar Doğru söz yoluma ışık

Yönüm bilim öncüm bilgi Her varlığa çokça saygı Göstermezsem insan mıyım?

Dilim tatlı sözüm acı Gözüm kara gönlüm aciz Azca çirkin çokça garip Ben susarsam çatlarım.

“Aykırı”

Acı Söz

“Yamansın her zaman aldattın beni/ Kâh düşürdün kâhi kaldırdın felek!/

Mecnun’sun diyerek Leylâ peşinden/ Issız vâdilere saldırdın felek!”

Neyzen Tevfik KOLAYLI

(19)

Adın neydi senin şu suyun içinde -Bir deniz oluşu umuttur adım Kayboldu aklım bir balık sevgisinde -Benim de seninle artık bir tarafım Irak desem sana şu titreyen sesimle -Sesin suda yüzer de kalbime dolar!

Bir baksan anlarsın güzel gözlerinle -Gözlerinde sevgi sesindeyse yalanlar!

Yalan sandıkların da doğrudur belki -Ben kendimi sana tek gerçek sandım!

Yalan da sensin doğru da inan ki

-Zaten sözünle değil, ben sesinle yandım!

Sen içindesin diye deniz bu kadar güzel -Bu sözler ardında kaç sahil gizler?

Hangi sahil var ikimizinkinden özel -‘’ikimiz’’ dediğin an her şey biz’den gider!

Sensiz geçen zamandır, senle dolansa ömür -Bu sahilden bensiz, hiç geçmedin mi?

Sen ile dileyeceğim geçmişimden özür -Sen geçmişini, benden çok sevmedin mi?

Senden öncesidir artık, ‘’geçmiş’’ bildiğim -Yaralarını saklar mı seven sevdiğinden?

Bugün olacak gülüşünle, bütün dünlerim -Sözlerin daha güzel, ‘’bütün’’ hislerinden Benim dilim hep kalbimin elindedir -Kalbini eline bu kaçıncı alışı?

Kalbim de artık senin dilindedir -Gözünün gözüme bu kaçıncı bakışı?

Seni görmek için göz yüktür bana -Ben de yük bilirim senin sevgini!

Yine de ‘’sevmek’’ derim adın sorana -Sevmemek mümkün mü o güzel kalbini?

Ayrılmayacağım hiç senin yanından -Kavuşmak için biri vazgeçmeli

Adım kalacak geriye, Ay doğrulmadan -Adınla başlayan, her şeyi çok sevmeli Adımdır ardımda kalan son yalanım -Sudan güzeldir yüzmeye yalanların Bırak da hayatına karışsın hayatım -Aşktır artık senin, adın soyadın.

Aydora FURKAN

“Bî-baht olanın bağına bir katresi düşmez Bârân yerine dürr ü güher yağsa semâdan.”

Ziya Paşa

(20)

RÖPORTAJ

ERCAN KESAL

“BABAM ÖĞRETMENİMİN AÇTIĞI YOLCULUKTA HEP YANIMDA DURAN VE HAYALLERİNİ BENİM DÜNYAMA KATAN BİR İNSAN OLDU.”

• Çiftçi bir ailenin en küçük çocuğusunuz.

Okumamış fakat okumaya teşvik etmiş bir aile figürü görüyoruz. Bu yolda okuma aşkınızı tetikleyen rol modeliniz kimdir? Bu model ‘Ba- bamın projesiyim’ ifadenizi göz önünde bulun- dursak aileniz diyebilir miyiz?

İlkokul öğretmenim rahmetli Mehmet Güne- ren’di. Babamın okumaya merakı ve okuyan insanlara karşı hayranlığı elbette temel bir mo-

tivasyondu ama asıl başlatıcı öğretmenimdir.

Onun öğrencisi olduğum için şanslıyım. Babam öğretmenimin açtığı yolculukta hep yanımda duran ve hayallerini benim dünyama katan bir insan oldu.

• Lise yıllarınızda başyazarlığını üstlendiğiniz

‘Sesimiz’ adlı bir okul gazetesi çıkarmışsınız.

Bu gazetenin içeriği ve çıkış öyküsü nedir? Bi- raz bahseder misiniz?

Benim dönemimde okul duvar gazeteleri hep olurdu. Teknoloji bu kadar ileri değildi kuşku- suz ve iyi bir duvar gazetesi hep merak edilen ve okunan bir iletişim aracıydı. Ortaokul ya da lise edebiyat kollarının alameti farikası ve yüz akıydı o gazeteler.

•Bir doktor, şair, yazar, senarist, yönetmen ve oyuncusunuz. Hayatınıza bakıldığında pek çok kimlik görünüyor. Özellikle gençlik ve öze- linde ergenlik döneminize bakıldığında kimlik ve benlik arayışına ne zaman ve ne şartlarda başladınız, bu süreci biraz anlatır mısınız?

Kendimi gerçekleştirmeyi ilk fark ettiğim süreç elbette ergenlik süreciydi. Ama seçimlerimi- zi belirleyen kıstaslar hemen akla gelen makul sebepler olmayabilir. Hayran olduğunuz bir öğ-

“Tüfek icat oldu mertlik bozuldu.” Köroğlu

Sude DOLUNAY Melike CANLI

(21)

“ESASINDA BEN BİR ANLATICIYIM. BU YÜZDEN BENDE EN FAZLA VE DAHA ÇOK ANI VARDIR.”

retmeniniz yüzünden öğretmen olmak isteye- bilirsiniz. Ya da size şefkatle yaklaşan sevimli bir doktor hekimlik mesleğini seçmenize sebep olabilir. Ben de çocukken önce pilot, sonra vali, sonra da hekim olmak istemiştim. Şimdilerde sinemayla uğraşıyorum ama en çok sevdiğim disiplin doktorasını yaptığım sosyal antropolo- jidir.

•Antropolojiye olan merakınız nasıl başladı?

Antropoloji tüm bilim dallarını bir araya getir- me gücüne sahip. Tıp eğitimini, edebiyata olan ilgimi ve psikoloji yüksek lisansının sağladığı bilgileri, hepsini bir araya getirerek onlara ob- jektif bir zaviyeden bakma fırsatını antropoloji vermiştir.

•Anadolu’da hekimlik yaparken İstanbul’a gel- meniz ve oyunculuğa başlama sebepleriniz nelerdir?

Sinema yapma arzusu. Bu işler ancak İstan- bul’da olur düşüncesi. İlk eşim mühendisti ve onun İstanbul’da bir iş bulması vs. birçok şey bir araya geliyor ve sonra karar veriyorsunuz.

•Ahmet Erhan ile yakın bir dostluğunuz var- mış. Ona dair bir anınız anlatmak ister misi- niz?

Çok anım var. Uzun yıllar birlikte olduğum bir dostumdur. 2000’li yıllardı. İlk evliliği bitmişti ve İstanbul’da yalnız yaşıyordu. Bir gün eve ya- nına gittiğimde yeniden evlenmeye karar ver- diğini ve evlenmek istediği kızın(ismi Hacer’di) İznik’te yaşadığını söyledi. Hacer’i istemek için dünürcü başı olmamı istedi. Giyindik kuşandık ikimiz de, çikolata ve çiçeğimizi alıp benim ara- bayla İznik’e gittik. Allah’ın emri, peygamberin kavliyle kız istedim. Hacer’le Erhan’ın nişan ko- nuşmasını yapıp yüzüklerini ben taktım. Bir ara tüm bunları ‘’Şair Evlenmesi’’ diye hikaye olarak da yazacaktım!

•Dijital platforma yönelik bakış açınız nedir?

Sektörde dijitale yönelimi nasıl buluyorsunuz?

Bu alan doğrultusunda bir teklif aldınız mı?

Sektörün ihmal etmemesi ve görmezden gele- meyeceği bir platform. İlerde daha çok yer ala- cak hayatımızda. Yakın zamanda Emin Alper’in çektiği 8 bölümlük Alef dizisinde oynadım za- ten. Sektöre olumlu bakıyorum ve mutlaka bir biçimde içinde yer alacağım.

“Olamaz! İnsanlar kendi kendilerinin aleti oldular.”

Henry David Thoreau

(22)

•Bilim kurgu ile ilgileniyor musunuz? Bu alan- da bir çalışma yapmak ister misiniz?

Bilim kurguyla pek aram yok. Ama distopik hi- kayeler okumayı severim.

•Velhasıl’da anlatmadığınız fakat ‘Keşke şunu da ekleseydim.’ dediğiniz bir anınız varsa bi- zimle paylaşır mısınız?

Esasında ben bir anlatıcıyım. Bu yüzden bende en fazla ve daha çok anı vardır. Keşke yayım- lasaydım dediğim bir hikaye yok ama umarım bir başka kitabımda benzer hikaye ve anılarımı paylaşmaya devam ederim.

•Bir zamanlar Anadolu’da filminde muhtar rolüyle sizi bir yer sofrasında akşam yemeği sahnesinde görmüştük. Böylesine samimi ve doğal bir sahne nasıl çekildi? O sahnenin çe- kilmesi sürecini bizlere anlatır mısınız?

Bir Zamanlar Anadolu’da filminin senaristlerin- denim biliyorsunuz. Senaryonun öyküsü bizati- hi 1985 yılında mecburi hizmet yaptığım sırada başımdan geçen bir olaydır. Çalıştığım kasabaya bağlı 70’den fazla köy vardı. Sık sık köy ziyaret- leri yapmak durumunda kalıyordum. Bu gidiş

“SEÇİMLERİMİZİ

BELİRLEYEN KISTASLAR HEMEN AKLA GELEN MAKUL SEBEPLER OLMAYABİLİR.”

gelişlerde muhtarlarla çok içiçe oldum. Onların hal ve tavırlarını bilirim. Diyalogları da ben yaz- dığım ve oynadığım için sahne epeyce gerçekçi oldu diye düşünüyorum.

”İnsan, ardında tek bir iz bile, bir kağıt parçasına karalanmış tek bir adsız sözcük bile bırakamadıktan sonra, geleceğe nasıl seslenebilirdi?”

George Orwel

(23)

Yaralıyım Ey Gönül

Yaralıyım Ey Gönül Bedenimde bir titreme Belimde tonlarca yük Yorgunum Ey Gönül Yüreğimde bir soğukluk, bir esinti güzün ayak seslerini duyuyor kalbim Betim sonbahar yaprağı sarıya boyanmış yüzüm Yaralıyım Ey Gönül Anlımda yazılı kader Ayağımda sıkışmış prangalar Yorgunum Ey Gönül Nefes aldırmıyor içimdeki zehir Soluğumu kesiyor boynumdaki yılan İşte şimdi tükenmişlik sarıyor her yanımı Kabullenişim yankılanıyor sol yanımda Sevinmeli miyim bilmiyorum ama Yorgun değilim artık, yolsuzum Afife Şerife ŞENER

“Gülü yetiştirir dikenli çalı/ Arı her çiçekten yapıyor balı/

Kişi sabır ile bulur kemalı/ Sabretmeyen maksudunu bulamaz.”

Aşık Veysel ŞATIROĞLU

(24)

KARANLIKTA BİR MUM

Öznur İlhan

“Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz.” Hadis-i Şerif

11 Kasım 2011.

H

er şeyin başladığı, aynı zamanda da bittiği tarih.

Bunları yazmak her ne kadar günümüz koşulları için çok zor olsa da gelecek neslin objektif bir şekilde bu günlerde olanları öğrenebilmesi ve anlayabilmesi için yazıyorum.

Günlerden perşembe. Şu an hangi tarihte olduğumuzu hatırlamıyorum, ama yıl 2014.

O meşhur olayın olduğu 2011 yılında, teknoloji diye bir kavramın gelişimine şahitlik ediyorduk. İlk önce size teknoloji ne onu açıklamam gerek galiba. Sözlük anlamını bil- miyorum, her alanda makineleşmeye gidiyorduk hatırladığım kadarıyla. İki farklı me- kandaki insanın, birbirlerini arayabilmeleri için telefon adı verilen cihazlarla iletişim kuruyorduk. O yıllarda da iyice gelişmişti telefon, dokunmatik ekranlı olanları çıkıyordu.

Bilgisayar denen temel cihazlar vardı. O kadar temel ki şu an ne olduğunu açıklamam mümkün değil. Yazı yazabiliyorduk; her türlü bilgiye bilgisayar, daha doğrusu internet aracılığı ile ulaşabiliyorduk.

İnternet. Bu size tamamen yabancı bir konsept. İnternet üzerinden bilgi bulmak o kadar kolaydı ki. Hemen hemen her konuda bir sonuca ulaşabilirdiniz. Kendiniz bir bilgi oluş- turabilir, bunu dünyanın erişimine açabilirdiniz.

O yıl, her şey iyice gelişmekteyken televizyonda haberler çıkmaya başladı. Ah, televiz- yon! Nasıl atladım. Televizyon üzerinden de kanalların yaptığı yayınları izleyebiliyorduk.

Böyle deyince pek bir şey ifade etmeyebilir size, biliyorum kusuruma bakmayın. Kafam- dakileri olabildiğince hızlı aktarmaya çalışıyorum, her an yakalanabilirim. Ne diyorduk?

Televizyon. Haber kanallarında sürekli bir meteordan söz ediliyordu. O zamanlar hukuk fakültesi öğrencisiydim, doğa olaylarındansa beşeri olaylarla ilgileniyordum, siyaset gibi.

Teknolojinin bizi kurtaracağına inananlardandım ben de, bu yönde politik kararlar alın- ması gerektiğini destekliyordum.

Ne büyük hata!

11 Kasım 2011 sabahı, ne bir gün öncekinden ne de bir yıl öncekinden farklı bir gündü. Güneş yine aynı şekilde doğdu. Hava yine soğuktu, hem de çok soğuk.

Ama dünyada büyük bir şey kaybolmuştu. Teknoloji denen konsept kalmamıştı. Dünya- nın etrafındaki uyduların hiçbiri çekmiyordu, ağlar çalışmıyordu, cihazlar bozulmuş açıl- mıyordu… İletişim kopmuştu. Elektrik gitmişti, ne olduğunu bile anlamamıştık. Kimse bilgilenemiyordu, ülkeler kendi içlerinde krizlere girmişti. En azından bizim ülkemiz kesin bir krizdeydi.

İnsanlığın yıllar boyunca uğraştığı her şey birden yok olmuştu. Ne olduğunu idrak ede-

“11 Kasım 2011 sabahı, ne bir gün, ne de

bir yıl öncekinden farklı bir gündü.”

(25)

bilmemiz çok uzun zaman aldı. Ben ilk iş fakülteye gittim, yürüme mesafesindeydi.

Otobüsler çalışıyor mu bilgim yoktu, o panikle herkes işini unuttuğu için çalışmıyormuş tabii ki. Tüm şehir durmuştu. Fakültede bir iki insan görünce konuştuk, ne olduğunu anlamaya çalıştık. Kendimizce yorumumuz vardı, olayı siyasilerin muhalif istememesine yormuştuk! Bundan dolayı interneti ve elektriği kesmişlerdi güya. Kafamızın küçüklüğü!

Yaklaşık bir iki ay düzen oturmadı. Dünya çapında iletişimsizlik vardı, insanlar birbir- lerinden kopmuştu. Suç oranı sayısal olarak ne kadar arttı bilmiyordum ama eskiden güvenle yürüdüğüm mahallede güneş olmadığı saatlerde yürüyemez olmuştum. Tüm me- deniyet çökmüş gibiydi, devletler ne yapacağını bilmiyordu.

Daha sonra devletin sert tedbirleriyle her şey düzene sokulmaya çalışıldı. Tahminimce olağanüstü hâl koşullarına geçildi, bir duyuru yapılamadı ne yazık ki. Her yerde polis vardı. Teknolojik aletler imha edildi, adlarından bahsedilmesi yasaklandı. Hangi hükme dayanarak bunlar yapıldı bilmiyorum; benim bildiğim kanunlarda, o zamanın kanunla- rı, böyle bir düzenleme yoktu. Hukuksuzluk almış yürümüştü, gerçi hukuk kuralları ne kadar uygulanabilir bir durumdaydı bilmiyorum.

Biz hukuk fakültesi öğrencilerini mezun olur olmaz hâkim/savcı olarak atadılar, hızlı karar alabilmemiz için küçük bir seminer verdiler. Fakültede öğrendiğimiz çoğu şeye aykırı davranmamız bekleniyordu, çok fazla dava vardı ve bir usule sokulamıyordu. Sis- temler çökmüştü ve yeni bir sistem oluşturana kadar her şey daha da birikecekti. Bunun önüne geçmek için hukukun önüne geçildi, insanlığın ve daha nice şeylerin de.

Başlarda bir düzen oturtulmaya çalışılıyor diye düşünmüştüm. Daha sonra fark ettim ki mevcut hükümet dünyanın aleyhine olan bu durumu kendi lehine kullanıyor. Teknolo- jiden mahrum kalmamızın nedeni doğayken, bizi kitaplardan da alıkoymaya başlamala- rının nedeni kendileriydi. Bunun nedenini de 11 Kasım ve doğa olayı olarak göstermeye çalıştılar.

Biz bu olanların siyasi değil de doğal bir olay olduğunu yurt dışından getirilen bir der- gide okumuştuk. Yoksa devletin insanları bilgilendirdiği yoktu. Tamamen bilgisiz, önü- müzü göremez bir şekilde ilerlememiz ve kararlar vermemiz bekleniyordu. Alışılmışın dışında, gerçi artık alışılmışın tanımı bile değişmişti, bir mahkeme ortamı vardı, eski dizilerde gördüğümüz, Osmanlı usulü kadı sistemi gibiydi.

“Eskiden de teknoloji yoktu, biz bunu sıfırdan inşa edemez miyiz?” diye düşünmeye başlamıştık iş arkadaşlarıyla. Duyumlar alıyorduk, mevcut düzene karşı düşünüp, söyle- mekten çekinmeyenleri yargılamaya başlamışlardı. İşten bir iki kişinin eksilmesiyle bu duyum netleşmiş oldu bizim için. Sesli konuşamıyorduk, geceleri buluşuyorduk görün- memek için.

Şu anda gece, mum ışığında yazmaya çalışıyorum bunları. Pek objektif olmadı gibi yaz- dıklarım ne dersiniz? Kendi açımdan anlattım hep. Ama başka bir açı bilmiyorum. Olan- lar bu şekilde. Belki siz okuduğunuzda her şey düzelmiş olur, bunlara gülersiniz. Umu- yorum.

Geliyorlar… Takvime baktım, 30 Ekim 2014. Çok konuşanlardan biri de ben olduğum için sesimi kesmeye geliyorlar. Tam olarak ne yapacaklarını bilmiyorum, korkuyorum ama umarım bu yazı okuyan kişilerde de bazı duyguları uyandırır. Ne yapacaklar acaba?

Ölüm gibi şeyleri düşünmek istemeyecek kadar yaşama bağlı, gerçeklere gözümü kapata- mayacak kadar da farkındayım.

Mumu söndürüyorum.

“Bunun önüne geçmek için hukukun önüne geçildi, daha nice şeylerin de.”

“Teknoloji kola takıldığı anda çalışan saatleri icat etse de, sahici hayat hâlâ kurmalı saatlerde akıyor.” Tarık Tufan

(26)

BİLİM KURGUNUN BABASI

JULES VERNE

Bilge TOSUN

“Gelecek, bilimsel araştırmalar için nasıl da gizemlerle dolu bir durum barındırıyordu!”

E serlerinde ayrıntılarıyla tasvir ettiği buluşlarla ve makinelerle, yaşadığı dönemde kurulmakta olan Avrupa sanayisine ve bilim adamlarına ilham kaynağı olan Jules Verne “Bilim Kurgu’nun Babası” olarak anılmıştır. Ay’a Seyahat, Denizler Altında Yirmi Bin Fersah adlı eserleri ile dünya edebiyatının bilim kurgu türündeki ilk önemli eserlerinin; Esrarlı Ada, Kaptan Grant’ın Çocukları, 15 Yaşında Bir Kaptan adlı romanları ile denizcilik, gemicilik ve coğrafya konulu macera romanlarının yazarı Verne’i daha yakından tanıyalım.

Jules Gabriel Verne, 8 Şubat 1828’de Fransa’nın Nantes şehrin- de doğdu. Denizcilik geleneği olan bir ailenin çocuğu olan Verne, var- lıklı bir avukat olan Pierre Verne ile eşi Sophie Henriette Allotte de la Fuye’nin beş çocuğunun en büyüğüdür. Küçük bir çocukken gemilerde tayfalık yapmak için ev- den kaçmış ama yakalanıp ailesine teslim edilmiştir. Çocukluk yılla-

rından itibaren oldukça geniş bir hayal gücüne sahip olan Jules Ver- ne‘in yazdığı bilim kurgu kitapla- rında da bu hayal gücünün yansı- malarını görmek mümkündür.

9 yaşında kardeşiyle birlikte okula yazıldı ve yazmaya olan ilgisi ço- cukluk yaşlarında başlamış oldu.

Liseyi bitirdikten sonra çalışmak için Paris’e gitti ve burada hukuk eğitimi almaya başladı. Ancak Jules Verne, okuldan çok kendini yazın hayatına verdi. 1848 yılının ortalarında Paris’te çıkan bir der- gide “Dünyanın Merkezine Seya- hat” adlı hikayesi bölüm bölüm ya- yımlanmaya başladı. Aynı dönem

“Yirminci Yüzyılda Paris” adlı yazısını da yazıyordu ancak bu ya- zısı ölümünden sonra 1994 yılına kadar basılı hale getirilemedi.

Gelecek, bilimsel araştırmalar için nasıl da gizemlerle dolu bir durum barındırıyordu!

Ay’a Yolculuk, Jules Verne Sayfa 210

“İnsanlık, yanlış nedenlerle, doğru teknolojiyi ediniyor.”

R. Buckminster Fuller

(27)

Paris’te bulunduğu dönemde ken- dini yoğun bir yazın hayatının için- de buldu. Bu durum onun eğitim hayatını sekteye uğratmıştı. Bunu öğrenen babası Jules Verne’e mad- di yardımını kesti. Bir müddet son- ra maddi sıkıntı içine düşen Verne, bir borsa tellalı ile birlikte çalışma- ya başladı. Bu vesileyle Alexand- re Dumas, Victor Hugo gibi kişi- lerle tanıştı ve onlardan edebiyat hakkında tavsiyeler aldı. 10 Ocak 1857 tarihinde Honorine de Viane Morel ile evlendi ve bu evlilikle- rinden 1861’de oğulları Michel Ju- les Verne doğdu.

Jules Verne’in maddi durumu; Vi- ctor Hugo, Georges Sand ve Er- ckmann-Chatrian gibi yazarların yayımcılığını yapan Pierre-Jules Hetzel ile tanışmasından sonra düzeldi. Verne’in yazıları diğer yayımcılar tarafından reddedili- yordu. Ancak Hetzel, ondaki de- hayı görmüştü. Hetzel, Verne’in

“Balonla Beş Hafta” adlı hikâye-

sini okumuş ve diğer yayıncıların

“fazla fantastik” buldukları bu hikayeyi çok sevmişti. Hetzel’in yardımıyla bu hikâye 1863 yılın- da yayımlandı. Daha sonra Jules Verne Dünyanın Merkezine Yol- culuk, Aya Yolculuk, Denizler Al- tında Yirmi Bin Fersah ve Seksen Günde Devri Âlem kitaplarını da Hetzel’in maddi desteği ile bastır- dı. Bu kitapların yayımlanmasıy- la birlikte büyük bir üne kavuştu.

Ardından gerçek bir macera yaşa- mak için 1967 yılında küçük bir tekne kiralayıp Avrupa etrafında dolaşmaya başladı. Jules Verne’in maddi durumu; Victor Hugo, Ge- orges Sand ve Erckmann-Chatrian gibi yazarların yayımcılığını yapan Pierre-Jules Hetzel ile tanışmasın- dan sonra düzeldi. Verne’in yazıla- rı diğer yayımcılar tarafından red- dediliyordu. Ancak Hetzel, ondaki dehayı görmüştü. Hetzel, Verne’in

“Balonla Beş Hafta” adlı hikâye- sini okumuş ve diğer yayıncıla- rın “fazla fantastik” buldukları bu hikayeyi çok sevmişti. Hetzel’in yardımıyla bu hikâye 1863 yılın- da yayımlandı. Daha sonra Jules Verne Dünyanın Merkezine Yol- culuk, Aya Yolculuk, Denizler Al- tında Yirmi Bin Fersah ve Seksen Günde Devri Âlem kitaplarını da Hetzel’in maddi desteği ile bastır- dı. Bu kitapların yayımlanmasıyla birlikte büyük bir üne kavuştu. Ar- dından gerçek bir macera yaşamak için 1967 yılında küçük bir tekne kiralayıp Avrupa etrafında dolaş- maya başladı.

9 Mart 1886 yılında evine dönen Jules Verne, eski hayatına dair bir- çok şeyin değiştiğini gördü. 25 ya- şındaki paranoid şizofreni kuzeni

‘’Tüm yaşamı boyunca hiçbir şeye karar vermeden ölen bir adam, bu dünyada mükemmeliyete yaklaşmış demektir.’’

Doktor Ox’un Deneyi, Jules Verne

-İşte alimler hep böyledir, dedi kaptan. bir şey bilmezler.

Denizler Altında Yirmi Bin Fersah, Jules Verne

“Teknoloji yaşadığımız yeryüzünü cehenneme çevirirse, bu gelişmişlik neye yarar ki?” Ahmet Ümit

(28)

tarafından sol bacağından vuruldu.

Hayati bir tehlike atlatmamasına rağmen ömrünün geri kalanında hep bu yaralanmanın tedavisi ile uğraştı. Yayımcısı ve arkadaşı Het- zel’in 1887 yılında ölümünden ve annesini kaybetmesinden sonra yazım tarzında daha karamsar bir döneme girdi. Hetzel’in oğlu baba- sının işini devralmıştı ancak Verne ile arası hiçbir zaman iyi olmadı- ğından yeni kitapların yayımlan- masında zorluklar çıkıyordu.

Kısa bir süre sonra 1888 yılında Jules Verne politikaya girmeye ka- rar verdi. Amiens milletvekili ola- rak 1905‘e kadar 15 sene çalıştı.

Şeker hastası olan Jules Verne, 24 Mart 1905‘te Amiens’de vefat etti.

İLHAM KAYNAĞI OLARAK VERNE

Jules Verne hem zengin bir hayal gücüne hem de müthiş bir öngörü- ye sahipti.

Kitaplarında sözünü ettiği maki- neler bir gün icat edildiğinde, hep onun verdiği isimler kullanılarak onurlandırıldı. Onun sınır tanımaz hayal gücünün ürünü olan Nauti- lius adlı denizaltı, daha sonra ilk gerçek nükleer denizaltıya ismini verdi. Ay’a Seyahat’ten sonra aya gidildi. Bilim ve teknoloji onun icatlar ambarından çokça yararlan- dı. “Back to the Future” filminde Dr. Brown’un zaman makinesi ve çocuklarının isimleri için ilham kaynağı oldu.

Yazdığı eserlerin başarısında, ya- zım öncesi yapmış olduğu araş- tırmaların katkısı büyük olmuş- tur. Hiç çıkmadığı hatta yaşadığı dönemde çıkmasına olanak bile olmayan yolculukları hayal edip bunları kâğıda dökmüştür. Os- manlı İmparatorluğu dönemindeki İstanbul’u anlattığı, 1883 yılında kaleme aldığı “İnatçı Keraban”

adlı romanında hiç görmediği Os- manlı İmparatorluğu’nun iki şehri- ni; İstanbul ve Trabzon’u Hollan- dalı bir tüccar ile tüccarın uşağının gözünden mükemmel bir biçimde anlatması onun hayal gücü kadar araştırma becerisinin de bir gös- tergesidir. UNESCO’nun çeviri kitap veritabanına (Index Transla- tionum) göre dünyada kitapları en çok çevrilen ikinci bireysel yazar- dır.

FİLME ALINAN ESERLERİ

Verne’in romanları, pek çok filme esin kaynağı olmuştur;

A Trip to the Moon (Aya Yolculuk), 1902, Georges Méliès

Vynález zkázy (Jules Verne’in Muhteşem Dünyası), 1958, Karel Zeman

20,000 Leagues Under the Sea (Denizler Altında 20.000 Fersah), 1954, Walt Disney Journey to the Center of the Earth (Dünyanın Merkezine Seyahat), 1959, Henry Levin Five Weeks in a Balloon (Balonda Beş Hafta), 1962, Irwin Allen

In Search of the Castaways (Kaptan Grant’ın Çocukları), 1962 Robert Stevenson

“Korkarım ki bir gün teknoloji, insan etkileşiminin önüne geçecek ve aptal bir nesil ortaya çıkacak.”

Albert Einstein

“Tüm yaşamı boyunca

hiçbir şeye karar vermeden

ölen bir adam, bu dünyada

mükemmeliyete yaklaşmış

demektir.”

(29)

İçimden bir soluk geçti, Şiir gibi bir histi,

Belki de benimle konuşan, Ufak bir serzenişti.

Zulmete bürünse de hayat, Gökkuşağı yakındır,

Ne vakit takırdasa saat, Anlarım ki yaşam, şu andır Gökkuşağının yedi rengi, Sekizincisi siyah,

Alacalı bir güz mevsimi, Elbet gelecek ilkbahar.

Ben bir seyyahım, Ömrüm devr-i alem, Görmediğim renkler var, Gezmediğim diyarlar...

Beste Senem Özdemir İçimden bir soluk geçti, Şiir gibi bir histi,

Belki de benimle konuşan, Ufak bir serzenişti.

Zulmete bürünse de hayat, Gökkuşağı yakındır,

Ne vakit takırdasa saat, Anlarım ki yaşam, şu andır Gökkuşağının yedi rengi, Sekizincisi siyah,

Alacalı bir güz mevsimi, Elbet gelecek ilkbahar.

Ben bir seyyahım, Ömrüm devr-i alem, Görmediğim renkler var, Gezmediğim diyarlar...

Beste Senem Özdemir

G ÖK K U Ş A Ğ I

“Nice sultanları tahttan indirdi/ Nicesinin gül benzini soldurdu/

Nicelerin gelmez yola gönderdi/ Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm”

Karaoğlan

(30)

BİLİMKURGU DÜNYASININ

EN SEVİMLİ UZAYLISI: E.T.

Derya ŞİMŞEK

“Evren… Uçsuz bucaksız bir okyanus… Bildiğimiz şeylerin yanında aslında birçok bilinmeyeni de içinde barındıran bir kara kutu… Görünenin ardında birçok güzelliği saklayan bir hazine… “

E

vren… Uçsuz bucaksız bir ok- yanus… Bildiğimiz şeylerin yanında aslında birçok bilinmeyeni de için- de barındıran bir kara kutu… Görü- nenin ardında birçok güzelliği sak- layan bir hazine…

Her insanın hayatı boyunca gökyü- züne bakıp bir kerecik de olsa ken- dine sorduğu bazı sorular vardır:

Bu koskoca evrende yalnız mıyız?

İnsanlar gibi bu evreni oluşturan başka toz parçacıkları da var mı?

Yalnız değilsek kim bu diğer toz parçacıkları? Nerede yaşıyorlar?

Dünya’yı biliyorlar mı? Aramızda dolaşıyorlar mı yoksa bizden çe- kiniyorlar mı? Teknolojileri bizden daha gelişmiş mi? Dış görünüşleri bizim hayal ettiğimiz gibi mi? Dün- ya’yı ele geçirmek mi istiyorlar? Bizi öldürmek/kaynaklarımızdan fayda- lanmak mı istiyorlar? Kurtuluş Günü (1996), İşaretler (2002), Dünyalar Savaşı (2005), Geliş (2016) gibi film- ler gerçek olabilir mi? İstedikleri şey gerçekten bu mu? Yıkım mı? Savaş mı? İstila mı? Hayır, hayır… Evren- deki bir toz parçacığının diğer bir toz parçacığına bunu yapması fikri çok da doğru gelmiyor bana. İlerle- yen yıllarda uzaylıların bu kadar acı- masız olması fikriyle hareket eden

“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir fendir.” Mustafa Kemal Atatürk

(31)

“Ama bu terk ediş sırasında arkalarında çok büyük bir sorun bırakırlar: Bir uzaylı arkadaşlarını unutmuşlardır.

Bilmediği bir gezegende korkmuş ve çaresiz kalan bu uzaylı artık tek başınadır.”

filmlere karşı, yönetmen Steven Spielberg ileriyi görmüş gibi 1982 yılında çekiyor E.T.’yi ve o dönemin bilim kurgu anlayışına damgasını vuruyor. Bir uzaylıyla küçük bir çocuğun nasıl arkadaş olabileceğini anlatan bu başya- pıtı hadi hep beraber inceleye- lim.

Film bir grup uzaylının dünya- ya gelmesiyle başlar. Ormanda gece yarısı keşif yaparken polis- lerin kendilerini fark etmesiyle uzaylılar acilen uzay gemilerine geri dönüp dünyayı terk etmek zorunda kalırlar. Ama bu terk ediş sırasında arkalarında çok büyük bir sorun bırakırlar: Bir uzaylı arkadaşlarını unutmuş- lardır. Bilmediği bir gezegen- de korkmuş ve çaresiz kalan bu uzaylı artık tek başınadır. Polis- lerden zar zor da olsa kaçar ve ışıkları takip ederek şehre iner.

Arka bahçesinde küçük bir ku- lübenin olduğu bir eve saklanır.

Evin küçük oğlu Elliot bahçede bir tuhaflık olduğunu hisseder ve gözünü karartıp kulübenin önünde bütün gece bekleme- ye koyulur. Uzaylı en sonun- da kulübeden çıkar ve kendini

gösterir. Elliot bir yandan korku duyarken bir yandan bu çirkin ama tatlı yaratığın ne olduğunu anlamaya çalışır. İkisi de ürkek ürkek birbirlerine bakar. Hiçbir saldırganca harekette bulun- mazlar. Merakı ve merhameti daha ağır basan Elliot o an ne pahasına olursa olsun yaratı- ğa bakmaya karar verir. Onu alır, odasına götürür, dolabına saklar ve E.T. (Extra-Terrestrial/

Dünya Dışı Varlık) adını verir.

E.T. ve Elliot zamanla birbirle- rine alışır. İçine kapanık ve yal- nız bir çocuk olan Elliot’a bu arkadaşlık çok iyi gelir. Daha mutlu ve enerjik bir çocuk ol- maya başlar. E.T. de her ne ka- dar kendi gezegenine dönmek istese de o da Elliot’la iyi vakit geçirmektedir. Yavaş yavaş ona doğaüstü güçlerini göstermeye başlar. Cisimleri hareket ettirir, konuşmaya başlar, hatta ‘’Call Home’’ diyerek eve gitmek is- tediğini söyler, gökyüzünü gös- tererek evinin orada olduğunu anlatır. Evde bulduğu elektro- nik cihazların parçalarıyla ge- zegeniyle iletişime geçebilmek için kendine bir telsiz yapmaya çalışır. Elliot’un yapacağı şey

bellidir artık: Küçük kız karde- şinin ve abisinin yardımıyla her ne kadar E.T.’den ayrılmak iste- mese de onun eviyle iletişime geçmesini sağlamak ve onu evine göndermek. Ama tam bu noktada filmi anlatmayı bırakı- yorum artık. Asıl olaylar bundan sonra başlıyor. Daha fazla ‘spoi- ler’ vermek istemiyorum sizlere.

E.T.’nin evine dönüp dönmedi- ğini ya da E.T. ve Elliot’un dolu- nay ışığında bisikletle uçtukları o meşhur sahneyi izleyip kendi- niz görün istiyorum.

Sahnelerinin naifliği ve duygu- sallığıyla, çocuk oyuncularının gösterdiği kaliteli performans- larıyla, bize bu koskoca evrende yalnız olmadığımızı hatırlatma- sıyla, uzaylıların dost olabilece- ğini ve onları sevebileceğimizi göstermesiyle, bilim kurgu film- leri içinde önemli bir dönüm noktası olmasıyla E.T.’nin; be- nim gibi bilim kurgu seven film izleyicilerinin gönlünde yeri her zaman ayrı olacaktır. Herkesin dolabında E.T. kadar tatlı ama gezegenine dönmek zorunda olmayan bir uzaylı arkadaşa sa- hip olması dileğiyle…

İyi seyirler dostlarım.

“Bilim, gerçeğe giden yolları aydınlatan ışıktır.” Hacı Bektaş Veli

Referanslar

Benzer Belgeler

Soğanlı bitkiler çoğunlukla güzel, renkli ve gösterişli çiçeklere sahip olmaları, güzel kokuları, ekolojik toleranslarının yüksek olması nedeniyle kolay

Altıncılar, Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven hakkında da tazminat davası açmışlar. Yine

İnsansız olursa sevimsiz resim gibi Dal uçlarında göveren bahar, Tarlada boy veren o altın başak.. İnsanlar,

Üçüncü adımda sihirbaz 5 ve 6 numaralı altınları ha- vuza atsın; deniz kızı da dalıp 3 numaralı altını bulup sihirbaza iade et- sin.. Böylece oyun sonsuza kadar

ELİF NACİ'YLE SANAYİ-1 NEFİSE'DE — Mahmut Cüda (solda), geçen yıl Elif Naci'yle birlikte Sanayi-i Nefise'nin şimdi Kız Meslek Lisesi olarak kullanılan binasını

Bizim çalışmamızda da bu çalışmada elde edilen sonuçlarla uyumlu olarak benzer şekilde en genç yaş grubunu oluşturan yenidoğan (0-12 ay) grubundan, en büyük yaş

Sentezlenen 5-hidroksi-3-(4-nitrofenil)-1-(p-tolil)-1H-pirazol bileşiğinin 1 H-NMR spektrumu (Şekil 4.6) DMSO-d 6 içerisinde alınmıştır ve elde edilen spektrumda

Farklı zamanlarda farklı konsantrasyonlar da uygulanan AVG uygulamalarının vazo ömrü süresince karanfil çiçeğinin çiçek yaprak rengi üzerine olan etkisine ait değerler