• Sonuç bulunamadı

“Kendimizi muhteşem aşkların da ancak güzel insanlara ait olduğuna inandırmışız gene fark

etmeden ancak bu teori gerçek olsaydı Leyla’nın dünyanın en güzel kadını olması gerekmez miydi? “

Telefonum, aman benim canım telefonum. Sen olmasan ha-berleşemem ki ben insanlarla.

Sonra bir kediyi nasıl fotoğ-raflarım? Ekranına bakmadan saçım başım düzgün mü nasıl anlarım? Öz çekimsiz bir dünya mı, imkansız. Bunları geçiyo-rum artık herkesin bireysel ala-nı. Başkalarının hayatına katıl-dığımız, bizi çok daha rahatsız edebilecek noktalara değinmek istiyorum. Sanırım biraz da gü-nah çıkarmak maksadım. Buna cevabımız ortaktır herhalde:

Sosyal medya. Bu noktada bana bir soru yönlendirdiğini-zi varsayıp cevap veriyorum:

Evet, ben de kullanıyorum. Bu sayede , kim nerede ne yapmış, giydikleri, yedikleri, evlatları vs.

hepsini hayatımıza dahil etmiş oluyoruz. Ne güzel işte karde-şim, insan tanıyoruz diyebiliriz.

Aslında bakarsanız insan falan tanıyamıyoruz. Çünkü sosyal medya bize, istediğimiz gibi şe-killendirebileceğimiz bir dünya-nın imkâdünya-nını sunuyor. Kendimi-zi , arkadaşlarımızı, ailemiKendimi-zi dış dünyaya istediğimiz gibi yansı-tacağımız bir dünya kuruyoruz sosyal medya aracılığıyla. Ne olduğumuzdan ziyade , olmak istediklerimizle ilgilendiğimiz bir dünya... Peki bu bizi mut-lu ediyor mu? Hiç sorduk mu kendimize resimleri beğenirken gerçekten beğeniyor muyuz?

Paylaştıklarımız gerçekten bizi yansıtıyor mu ? Bunların ne

önemi var ki, diyebilirsiniz. An-cak fark etmediğimiz bizi içten içe kemiren bir hastalık hâlini almış olabilir bu durum. Mutsuz ediyor olabilir.

Uğranılan haksızlığın her in-sanda öfke duygusunu tetikle-diğini biliyoruz. Sosyal medya aracılığıyla da insanlarda olan ancak bizde olmayan birçok şeyi fark edip öfkeleniyoruz, üzülüyoruz. Onlar neden bu kadar mutlu, onlar neden tatile gidebiliyorlar, bak onlar böyle yapıyorlar da biz neden yapmı-yoruz gibi birçok cümle kuruyor olabiliriz. Evet, keşke herkesin şartları eşit olsa ancak böyle değil. Belki de hiçbir zaman ta-kip ettiğimiz insanların olanak-larına sahip olamayacağız. Bu da çok normal bir durum. Ancak biz ciğercinin kedisi değiliz diye önümüzdeki sütten de tat al-maz oluyoruz. Ayrıca bu durum sadece hayat standartları ko-nusunda rahatsız etmekle kal-mıyor. Bedenimize de düşman kesiliyoruz. Kendini beğenme-yen insanlara dönüştük yavaş yavaş ve daha kötüsü fark et-meden.

Olayın bir başka boyutuna ba-kalım: Mutlu gördüğümüz in-sanlar gerçekten mutlular mı?

Görünmek olmaya eş değer midir? Kendi cevaplarımı veri-yorum: Bence mutluluğun öl-çütü dışarda geçirdiğimiz vakit olamaz. Çünkü insan zamanın büyük bir bölümünü evinde

ge-“Teknoloji hareketleri kesin ve acımasız yapıyor. Bununla birlikte insanları da.”

Theodor Adorno

“Bu arada her şeyin ölçütü sizsiniz: Sizin hayata bakış açınız. “İçinizde renk yoksa dışarıda gökyüzü aramayın.” derim.”

“Teknoloji bir fikir değil, fikri elde etme yoludur. O yüzden teknolojiye aşırı hayranlık duymamalı, ondan korkmamalısınız.” John Hegarty

çirir ki zaten dışarı çıkmak için hazırlanmak, yolculuk yapmak vs. stres gerektiren işler. Yani çekilen o fotoğrafın biraz önce-sine gittiğimizde büyük olasılık-la serzenişler duyardık. Bu da gördüğümüz oranda bir mut-luluk olmadığının göstergesi.

Yanlış ifadeye etmek istemem kendimi, maksadım onlar bah-sedildiği kadar mutlu değil diye mutlu olmak falan değil ancak hiçbir şeyin göründüğü kadar mükemmel olmadığını anlat-mak olabilir. Aynı zamanda mutluluğun da gidilen yerler-den, yapılan faaliyete ödenen paradan çok daha bağımsız olduğunu düşünüyorum. Biri-lerinin kafede kahve içerek, ya da lüks bir ortamda çok pahalı yemekler yiyerek elde edeme-yeceği bir mutluluğu siz arkada-şınızla görüntülü konuşarak da elde edebilirsiniz. Evinde eşiyle akşam yemeği yiyen daha son-ra bulaşıkları birlikte makineye dizen bir ailenin mi, dışarda bo-ğaza karşı akşam yemeği yiyen bir ailenin mi mutlu olduğunu fotoğraflarına bakarak

anlaya-mıyoruz ne yazık ki. Bir gün mutluluk ölçer adlı bir cihaz çık-madıkça da beni aksine inan-dırmanız pek mümkün değil.

Böyle düşünmek yaşadığımız hayatla barışmamızı sağlaya-caktır diye umut ediyorum.

Değinmek istediğim bir diğer nokta da fiziksel özelliklerimi-ze karşı açtığımız savaşla ilgili olacak. Güzellik, herkesin sa-hip olmak isteyeceği bir özel-lik sanırım. Zaten hepimiz gü-zel insanlar görmek istiyoruz ki ekranlarda bir tane başrol oyuncusu, cinsiyet fark etmek-sizin, çirkin değil. Bu sayede kendimizi muhteşem aşkların da ancak güzel insanlara ait ol-duğuna inandırmışız gene fark etmeden ancak bu teori gerçek olsaydı Leyla’nın dünyanın en güzel kadını olması gerekmez miydi? Gene kendimce cevaplı-yorum: Aşk da sevgi de beden-sel özelliklerin ötesinde bir şey olmalı ki bedenler öldüğünde de sürebilsin. Ancak gerçek şu ki: Beğendiğiniz bedenlere, ha-yalinizdeki ruhları koyup, bunu aşk sanıyorsunuz.

Bilmem sizde durum nasıl ama ben çok beğendiğim bir görseli duvara asıp her gün baktığım-da bir süre sonra eskisi kabaktığım-dar güzel bulmadığımı fark ediyo-rum. Hayatınıza alacağınız insan yani eşiniz olacak kişinin her gün suratını gördüğümüzü düşünürsek bize güzel bir yüz-den daha fazlası gerekecek. Bu konuda Aşık Veysel’e söz verip bu paragrafı sonlandıralım, dik-kat edin “aşık” Veysel: Güzelli-ğin on’par etmez/ Bu bendeki âşk olmasa.

Sözün sonuna gelirken diyo-rum ki asla teknolojinin nimetle-rini kullanmamazlık etmeyelim.

Bizim için faydalı olabilecek aynı zamanda başkalarına za-rar vermeyecek her şeyi kulla-nabiliriz ancak bunu yaparken hiçbir insanın mükemmel ol-madığını da unutmazsak kendi gerçeklerimizle daha barışık bir hâle gelmiş oluruz. Bu arada her şeyin ölçütü sizsiniz: Sizin hayata bakış açınız. “İçinizde renk yoksa dışarıda gökyüzü aramayın.” derim.

“Nereden sevdim o zâlim kadını/ Bana zehr etti hayâtın tadını/

Sormayın söylemem asla adını/ Bana zehr etti hayâtın tadını”

Yusuf Ziya ORTAÇ

ACIBEN

Geldi yine sonbahar

Ağaçların sararıp dökülen yaprakları gibi Dökülüyor geçmiş anılar

Zihnimden...

Yüreğimin ta derinine Hışır hışır ediyor yapraklar Her ses bir yankı benliğimde Yapraklarımın üstüne

Zevkine...

Eğlencesine basan insanlar

Çoğaltıyor sesleri zihnimde

Kırılan kalbim, umudum gibi Kırılıyor yapraklarım

Kırılıyor huzurum

Un ufak oluyorlar Dağılıyorlar

Ruhumun en dip köşesine kadar

Ve ben

Her zerremde acı çekiyorum Bu acılardır beni ben yapan Acı benim tamamlayıcımmış gibi Ayrılamıyoruz bir türlü

Yasak bize ayrılmak !!!

Yeter PATOĞLU

Ali Fuat Çiçekli

Y

ıllar önce ilkokulda okur-ken aklıma bir mesele takıl-dı. Yanılmıyorsam dersimiz fen bilgisiydi. Öğretmenimiz

‘’2+2=4 etmeyebilir.’’dedi ve bu cümlesini tahtaya yazdı. Bu nasıl olabilir diye düşünürken öğretmenimiz ‘’Bunu biraz dü-şünün. Haftaya bu konu hak-kındaki düşüncelerinizi, araş-tırmalarınızı yazın getirin.’’

dedi.

Ben ödev yapmayı seven bir öğrenci değildim ki hâlâ ödev yapmayı sevmiyorum. Bu yüz-den tahmin edebileceğiniz gibi sadece düşünmekle yetindim.

Hiçbir araştırma falan yapma-dım ama düşünürken şu ak-lıma gelmişti: 2+2=4 eder ol-gusu bile doğru değilse biz ne öğrenmeye çalışıyoruz? Böyle düşündüm ama dediğim gibi o düşünce orada kaldı. Zaten kimse ödevini yapmamış ola-cak ki bir sonraki hafta öğret-men de üzerinde durmayarak derse devam etmişti.

Tabii yıllar geçti ve ilkokul, or-taokul, lise derken ben Ankara Hukuk Fakültesini kazandım.

Artık kendimce bir şeyleri ba-şardığımı hissediyordum diye-bilirim. Birinci sınıfta derslere giriyorum. Karmaşık tabii

hiç-bir şey anlamıyorum. Hoca hiç-bir şeyler anlatıyor ama ne anlatı-yor? Yani diyebilirim ki dünya dışı bir varlık var ve onu tanım-lamaya çalışıyoruz. Hakkında hiçbir şey bilmediğin bir şeyi nasıl tanımlayabilir veya onu idrak edebilirsin ki? İnek bir öğrenci olduğum için tabii bi-rinci, ikinci, üçüncü sınıf der-ken bir de baktım ki son sınıfa

“2+2=4 EDER.”İN HUKUKTAKİ KARŞILIĞI NEDİR?

“Bir makine elli sıradan insanın yaptığı işi yapabilir. Ama hiçbir makine olağanüstü bir adamın yaptığı işi yapamaz.”

Elbert Hubbard

Benzer Belgeler