Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi
Coğrafya Bölümü
Doç. Dr. Mutlu YILMAZ
COG 450
ORTA DOĞU
DOĞU AKDENİZ’DEKİ DOĞALGAZ ve PETROL KAYNAKARI VE
SORUNSALI
•
Hidrokarbon enerji kaynaklarından olan petrol ve doğalgaz enerji piyasası içinde büyük paya sahiptir. Bu iki enerji kaynağının üretim ve dağıtım süreçlerinde ülkelerin stratejik önemleri oldukça ön plana çıkmaktadır.
•
Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada yer alan Ortadoğu ve Kafkaslardaki petrol ve doğalgaz rezervlerine ilave olarak son yıllarda Doğu Akdeniz havzasında keşfedilen doğalgaz rezervleri bölgenin jeopolitik ve jeostratejik konumunu daha da artırmıştır. Söz konusu rezervler siyasi anlamda dünyanın en sorunlu bölgelerinden biri olan Doğu Akdeniz’de ülkeler arasındaki siyasi sorunları daha da derinleştirecektir.
•
Doğu Akdeniz’e deniz sınırı olan ülkelerin (Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Mısır,
Filistin, Güney Kıbrıs ve KKTC) bölgedeki petrol ve doğalgaz yatakları üzerinde
hak iddiaları ve bunun paylaşımı konusunda tam bir mutabakata varamamaları
meseleyi daha da çözümsüz hale sokmaktadır.
•
Bu konunun çözümü için deniz hukuku açısından önemli olan “kıta sahanlığı” ve
“münhasır ekonomik bölge” kavramları ön plana çıkmaktadır. Bölgede yer alan devletler arasındaki mevcut uyuşmazlıklar ve doğalgaz rezervlerinin tespiti sonrasında tek taraflı veya ikili ilan edilen münhasır ekonomik bölgeler çözümü daha da zorlaştırmaktadır.
•
Güney Kıbrıs’ın, adadaki Kıbrıs sorunu çözülmeden adanın tümü için ilan ettiği münhasır ekonomik bölge sınırları Türkiye’nin taleplerini karşılamaktan çok uzaktır. Güney Kıbrıs Mısır, Lübnan ve İsrail ile karşılıklı münhasır ekonomik bölge anlaşması imzalamış buna göre uluslararası şirketlerle doğalgaz arama ve çıkarım işlemlerine başlamıştır.
•
Bu adıma karşılık olarak Türkiye’de KKTC ile 2011 yılında “Kıta Sahanlığı
Sınırlandırma Anlaşması” imzalamış ve Doğu Akdeniz’de petrol ve doğalgaz
arama çalışmalarını hızlandırmıştır. Bu süreçte henüz hukuki statüsü tam olarak
çözülmemiş bir bölgede bu faaliyetlere başlanmış olması ilerleyen yıllarda
özellikle Güney Kıbrıs ve Türkiye arasında var olan gerilimi daha da arttıracaktır.
Kıta sahanlığı (Continental Self)
•
Jeolojik ve jeomorfolojik olarak, kıta sahanlığı ( Continental Self) olarak tanımlanan alan genellikle kıtanın açık deniz diplerine kadar uzanan su altında kalmış doğal uzanım bölümlerindendir.
Şelf kıtaların su altında kalmış bölümleri sayılır.
•
Coğrafyacılar tarafından öteden beri bilinen kıta sahanlığı kavramının devletlerarası hukukun bir parçası olması, esas itibariyle bilhassa deniz dibi kaynaklarından yararlanma imkanının belirmesinden sonra söz konusu olmuştur.
•
Günümüzde bu bölgelerden elde edilen petrol toplam dünyadaki üretimin
%20’sini oluşturmaktadır. İlerleyen
yıllarda gelişecek olan derin deniz
sondajları sayesinde bu oranın %30’u
bulması beklenmektedir.
•
Hukuki anlamda kıta sahanlığı, II. Dünya Savaşından sonra Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Truman tarafından ülkelerin karasularından sonra da deniz bölgesinin altındaki bazı kaynakları kullanma hakkı olması gerektiği görüşünü ortaya attığı 28 Eylül 1945’de yayınladığı bir tebliğ ile ortaya atılmıştır.
•
Bu tebliğde Truman "ABD’nin sahillerine bitişik denizlerdeki deniz yatağı ve toprak atında bulunan doğal zenginlikleri araştırma ve işletme yetkisine sahiptir. Kıta sahanlığı diğer devletlerin kıyılarına kadar uzanması veya komi bir devletle müşterek olması durumunda sınır, ABD ile ilgili devlet arasında hakkaniyet prensiplerine uygun olarak tespit edilecektir."
demektedir.
•
1958’de Cenevre’de toplanan Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Konferansında bu düşünce dikkate alınarak “Kıta Sahanlığı”
kavramı getirilmiştir. Bu sözleşmeye göre kıta sahanlığı; deniz
seviyesinin altında, kıyı çizgisinden 200 metre derinliğe kadar
inen deniz altı arazi parçasıdır. Deniz altındaki kıta sahanlığında
işletilecek bölge 200 metre derinlikten öteye uzanıyorsa bu
bölgede kıta sahanlığı olarak kabul edilmektedir. Yani burada o
alanlardaki doğal kaynakların işletilebilmesi olanaklı ise bu
bölgelere kıta sahası olarak kabul edilmiştir.
•
Daha sonraki dönemlerde deniz alanlarındaki doğal kaynakların paylaşılması
konusunda yaşanan problemler derinlik kriterinin kısıtlanmasını gündeme getirmiş ve yapılan çalışmalar sonucunda 1982 yılında Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi imzalanmıştır. Bu sözleşmenin 76. maddesinin 1. bölümünde kıta sahanlığının tanımı şu şekilde yapılmıştır.
•
“ Sahildar bir Devletin kıta sahanlığı, karasularının ötesinde kıta kenarının dış eşiğine kadar veya bu eşik daha az bir mesafede ise, karasularının
ölçülmeye başlandığı esas hatlardan itibaren 200 deniz mili mesafeye kadar olan kısımda, bu devletin kara ülkesinin doğal uzantısının bütünündeki denizaltı alanlarının deniz yatağı ve toprak altını içerir.”
Burada derinlik ölçütü yerine mesafe ölçütü benimsenmiştir.
•
Türkiye 23 Haziran 1978’de Karadeniz'de SSCB ile kıta sahanlığı sınırlandırması
yapmıştır. SSCB dağıldıktan sonrada Karadeniz’e kıyıdaş eski birlik devletleri
halef olmuşlardır. Bu kapsamda Bulgaristan'la 1997 yılında Deniz Alanlarının
Sınırlandırılması Anlaşması imzalanmıştır.
Münhasır ekonomik bölge (MEB) Exclusive economic zone (EEZ)
•
Münhasır ekonomik bölge (MEB) 10 Aralık 1982 tarihinde üçüncü Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesinde kabul edilen kıyı devletine kıyıdan başlayarak açık denize doğru en fazla 200 Deniz Mili kadar uzanan bölgede deniz içerisinde yada deniz yatağı altında bazı egemenlik haklarının tanınmasını içeren milletlerarası bir hukuk terimi olarak karşımıza çıkmaktadır.
•
Kıyı devletinin münhasır ekonomik bölge üzerinde uluslararası deniz hukukunun tanıdığı yetkilere sahip olabilmesi için kıyıların ötesinde münhasır ekonomik bölge ilan etmesi şarttır.
•
MEB daha çok ekonomik ve hukuksal bir kavramdır.
•
Türkiye bu konuda farklı bir uygulama içindedir.
Türkiye 1986 yılında Karadeniz'de 200 millik MEB
ilan etmiştir. Türkiye’nin Ege ve Akdeniz’de MEB’i
yoktur.
Doğu Akdeniz’in Önemi
•Tarihi dönemlerden beri Akdeniz coğrafi ve stratejik açıdan önemli bir alan olmuştur.
Geçmişten günümüze kıyılarında pek çok medeniyetin yaşadığı Akdeniz'e hakim olabilmek için ülkeler güç mücadelesi içinde olmuştur. Özellikle Süveyş Kanalı’nın açılması ve Ortadoğu petrollerinin işletilmeye başlamasıyla birlikte bu önem daha da artmıştır.
•Günümüzde ise Akdeniz içinde özellikle Doğu Akdeniz’in önemi her geçen gün artarak devam etmektedir. Dünya denizlerinin yaklaşık %0,7 yüzey alanını kaplayan Akdeniz’de dünya deniz ticaretinin % 30 yapılmaktadır. Yine yıllık yaklaşık 370 milyon ton petrol tankerlerle bu bölgede taşınmaktadır. Yıllık yaklaşık 220.000 gemi Akdeniz’de harekât hakindedir.
Enerji açısından ele alındığında bu bölge, Ortadoğu ve Hazar Bölgesi enerji merkezleri ile buralardaki boru hatlarını da kontrolünde bulundurmaktadır. 13 Temmuz 2006 tarihinde Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol boru hattının devreye girmesi ile beraber, Hazar Denizi’nin doğusundaki ülkeler için önemli bir ithalat ve ihracat kapısı durumuna gelmiştir.
•BTC ve Kerkük-Yumurtalık hattına Samsun- Ceyhan hattı da ilave edildiğinde, Doğu Akdeniz Bölgesi’ne Türkiye çıkışlı petrol miktarı 170 milyon tona başka bir ifade ile dünyanın 2010 yılında tüketmiş olduğu petrolün
% 7’sine ulaşacaktır. Bu veriler de dikkate alınırsa Doğu Akdeniz, gerek bu coğrafyaya ve gerekse bu coğrafyadan Batı’ya yönelik hem enerji hem de ticari emtianın ithalat ve ihracatının geçiş ve ulaşım güzergâhının önemli bir parçasını teşkil etmektedir.
Doğu Akdeniz Derin Deniz Enerji Kaynakları
•Enerji taşımacılığının ötesinde, Doğu Akdeniz’de bulunduğu ilan edilen doğalgaz ve petrol rezervleri enerji bağlamında ekonomik değere ayrı bir önem kazandırmaktadır. Zira günümüzde yapılan çalışmalarda Doğu Akdeniz’de yaklaşık değeri 3 trilyon dolar olan, 15 trilyon metreküp doğalgaz rezervinin olduğu tahminleridir.
• Zira 8 Nisan 2010 tarihinde ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi (USGS-US Geological Survey) tarafından yayınlanan raporda Kıbrıs, Lübnan, Suriye ve İsrail arasında kalan bölge olan Levant Havzasında 3,45 trilyon m3 doğalgaz ve 1,7 milyar varil petrol olduğu ayrıca Delta havzasında 7 trilyon m3 doğalgaz, 1,8 milyar varil petrol rezervinin olduğu söylenmiştir.
•Bu dünyanın en büyük doğalgaz yataklarından birinin Doğu Akdeniz’de bulunduğuna işaret etmektedir.
•
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin 2007’de derin deniz petrol ve doğalgaz sondaj çalışmaları için uluslararası şirketlere yaptığı çağrı beraberinde sınırların, doğal kaynakların mülkiyetinin tartışıldığı ve Levant’taki Akdeniz’e kıyıdaş hemen her devletin birbiriyle olan sorunların tekrar dillendirildiği bir ortamın doğmasına yol açmıştır. Sondaj şirketleri 2009’da Hayfa’nın 130 km açığında Tamar sahasında, 2010’da ise İsrail’in 135 km açığında Leviathan sahasında çok büyük miktarlarda doğalgaz tespit ettiklerini açıklamışlardır. Leviathan’ın, son on yılda yapılan en büyük miktarda derin deniz tespiti olduğu ifade edilmektedir.
•
Bu arada Lübnan, İsrail’i yatay sondaj yaparak kendi kaynaklarına müdahalede bulunmakla suçlamıştır.
Bu arada Türkiye’nin Kıbrıs açıklarındaki sondaj
çalışmalarına itirazları sürse de gözlemciler,
Türkiye’nin tüm Akdeniz sularını kontrol edecek
siyasi ve askeri güçte olmadığı değerlendirmesinde
bulunmaktadır.
DOĞU AKDENİZ’DE DENİZLERİN PAYLAŞIM MÜCADELESİ
•
Doğu Akdeniz’de devletlerin
tüm kıyıdaşlarla antlaşmadan
ziyade MEB’ini tek taraflı
olarak ilan etme ve ikili
antlaşmalar yapma yolunu
seçtikleri görülmektedir. Bu
kapsamda, Güney Kıbrıs Rum
Yönetimi (GKRY), Libya,
Suriye, Lübnan ve İsrail MEB
ilanında bulunmuştur.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Avrupa Birliği’nin desteğini de alarak 2 Nisan 2004’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye’nin haklarını yok sayarak “Kıbrıs Cumhuriyeti” adına 21 Mart 2003 tarihinden geçerli olmak üzere münhasır ekonomik bölge ilanında bulunmuştur. GKRY, 17 Şubat 2003 tarihinde Mısır, 17 Ocak 2007 tarihinde Lübnan ve 17 Aralık 2010 tarihinde İsrail ile MEB sınırlandırma antlaşmaları imzalamıştır.
GKRY’nin Lübnan ile imzaladığı anlaşma Türkiye’nin girişimleri neticesinde Lübnan parlementosunda henüz onaylanmamıştır.
Ayrıca, GKRY’nin Suriye ile sınırlandırma antlaşması müzakereleri yürüttüğüne, Libya ile bir sınırlandırma antlaşması yapma arayışı içindedir.
GKRY Tarafından 2004’te İlan Edilen MEB
•
Diğer yandan, GKRY 26 Ocak 2007 tarihinde Kıbrıs Adası’nın güneyinde 13 adet petrol arama ruhsat sahası ilan ederek bu sahaları ihale etmiş ve ihale edilen sahalardan 12 numaralı sahaya ait haklar ABD’nin Noble Energy Şirketi tarafından alınmıştır.
Bu süreç sonrası şirket bu bölgede
doğalgaz arama arama faaliyetlerine
başlamıştır.
Yunanistan
Yunanistan ise, deniz yetki alanlarına ilişkin
olarak, “Girit, Kaşot, Kerpe, Rodos ve Meis
hattını esas alarak ortay hatta dayalı deniz
yetki alanı sınırlandırması” yapmayı
hedeflemektedir. Bu kapsamda, Mısır ve
Libya ile görüşmeler yapmaya başlamış,
ancak bu teşebbüsler Türkiye’nin konuya
olan hassasiyetleri ve girişimlerinin de
etkisiyle henüz sonuçlanmamıştır. Diğer
yandan, Yunanistan GKRY ile bir
sınırlandırma antlaşması yapmak üzere
uygun bir zaman kollamaktadır. Ancak
herhangi bir anlaşma yapmadan da MEB
ilan etme konusu Yunan Meclisinde
tartışılmaktadır. Ayrıca İsrail’in
Yunanistan’ın iddia ettiği MEB’i tanıdığı ve
İsrail’in yayınladığı bazı haritalarda,
Yunanistan MEB’inin, GKRY MEB’inin
devamı olarak gösterildiği de Yunanistan’da
zaman zaman dile getirilmektedir.
Suriye
Bir diğer kıyıdaş ülke olan Suriye ise, 19
Kasım 2003 tarihinde “Suriye’nin
Karasularında Ulusal Egemenliğinin
Belirlenmesi ”ne ilişkin bir yasayı
onaylamıştır. Bahse konu yasa ile
yalnızca karasularını değil, aynı zamanda
iç sular, bitişik bölge, kıta sahanlığı ve
münhasır ekonomik bölgeye ilişkin
rejimlerini de düzenlemiştir. Suriye, bu
yasa ile paralel olarak, “karasularının
esas hatlardan itibaren 12 deniz mili,
bitişik bölgesinin ise 24 deniz mili ve 200
deniz milini aşmayacak şekilde münhasır
ekonomik bölgesi olduğunu” BM’ye
bildirmiştir. Münhasır ekonomik bölge
ilanını müteakiben Suriye; sahillerinde
sismik araştırma ve yeni kaynaklar için
süreli araştırma izni vermiştir.
İ srail
İsrail ise 17 Aralık 2010 tarihinde GKRY ile münhasır ekonomik bölge antlaşması imzalamış, Diğer ilgili kıyıdaşlar devletlerle herhangi bir anlaşma imzalamadan 12 Temmuz 2011 tarihinde münhasır ekonomik bölge sınırlarını gösteren koordinat listesini Birleşmiş Milletler’e bildirerek MEB ilanında bulunmuştur. Diğer yandan;
Tamar ve Leviathan bölgelerinde
hidrokarbon kaynaklarını çıkarmaya
başlamış olup, bu kaynakların GKRY ve
Yunanistan aracılığıyla Avrupa’ya
iletilmesi yönünde taraflar arasında
görüşmeler yapıldığı da bilinmektedir.
Lübnan
Doğu Akdeniz’e 107 deniz mili kıyısı olan Lübnan bu gölgedeki kaynaklardan yararlanmak konusunda girişimlerde bulunmuştur. Bu yönde ilk çalışmalar 1970’li yıllarda başlamıştır. Ancak çalışmaların maliyetli olması, yaşanan iç savaşlar ve İsrail işgali bu bölgedeki çalışmaları engellemiştir.
Daha sonra Lübnan GKRY ile birlikte 2007 yılında bir MEB anlaşması imzalamıştır.
Ancak Türkiye’nin göstermiş olduğu tepkilerden dolayı henüz anlaşma Lübnan meclisinde onaylanmamıştır.
Öte yandan son dönemde deniz yetki
alanlarının sınırlandırılmasında Lübnan ve
İsrail arasında yaşanan gerginlik de dikkat
çekicidir. İsrail Bakanlar Kurulu’nun BM’nin
değerlendirmesine sunmak üzere hazırladığı
haritada gösterilen sınırlar ile Lübnan
tarafından ilan edilen münhasır ekonomik
bölgenin yaklaşık 9 km’lik bir kesimde
çakışması bu gerginliğin temel nedenini
oluşturmaktadır.
Türkiye
2003 yılında GKRY Doğu Akdeniz’de denizlerin paylaşım mücadelesini başlatmıştır. 2003 yılından bu yana ise Türkiye, henüz Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına yönelik olarak herhangi bir kıyıdaş devlet ile bir antlaşma (21 Eylül 2011 tarihinde New York'ta Türkiye ile KKTC arasında adanın kuzeyi ile Türkiye arasında kalan bölgeye yönelik kıta sahanlığı sınırlandırma antlaşması imzalanması hariç) akdetmemiş ve münhasır ekonomik bölge ilanında da bulunmamıştır. Bununla birlikte Türkiye, yandaki haritada görülen (32˚16′18″D Boylamı Batısı ve 33˚40′K Enlemi Kuzeyi) deniz alanlarında uluslararası hukuktan kaynaklanan meşru hak ve menfaatleri olduğunu ve hatta bu alanın kendi deniz yetki alanı olduğunu çeşitli vesilelerle ifade etmiş ve etmeye de devam etmektedir.
Türkiye’nin muhtemel MEB’ine GKRY’nin 26 Ocak 2007 tarihinde Kıbrıs Adası’nın güneyinde ilan ve ihale ettiği 13 adet petrol arama ruhsat sahasından 5 adedinin çakıştığı görülmektedir.
Türkiye’nin Muhtemel MEB’i ve GKRY’nin 1, 4, 5, 6, 7 Numaralı parselleri ile çakışmaktadır.
KKTC
Uluslararası hukuk ilkelerine uluslararası mahkemelerin kararlarına uygun şekilde,
KKTC’nin müstakil ve bağımsız bir devlet olarak kendi deniz yetki alanlarına sahip olduğu ve Türkiye’nin de adanın güneyinde kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge olmak üzere deniz yetki alanları haklarına sahip bulunduğu açıktır.
Çünkü KKTC ve GKRY’nin Kıbrıs Adası’nda ülke sınırları belli iki ayrı devlet oldukları fiili duruma istinaden, KKTC’nin Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail ve Mısır ile deniz yetki alanları sınırlandırmasına esas olan karşılıklı kıyıları bulunmaktadır. Bu durumda yandaki haritada da yer aldığı üzere. GKRY’nin ilan ettiği 3 ve 13 numaraları parsellerin tümü ile 2, 8, 9 ve şu anda sondaj faaliyeti icra ettiği 12 numaralı parsellerin bir kısmında KKTC’nin doğrudan hakları bulunduğu görülebilecektir. Dolayısı ile KKTC’nin deniz yetki alanlarının GKRY tarafından uluslararası hukuka aykırı olarak gasp edilmiş olduğu ifade edilebilir.
GKRY, 26 Ocak 2007 tarihinde Kıbrıs Adası’nın güneyinde ilan ve ihale ettiği 13 adet petrol arama ruhsat sahasından ABD’nin Noble Energy Şirketi tarafından satın alınan 12 numaralı parselinde bu şirket vasıtasıyla araştırma sondajlarına başlayacağını Ağustos 2011 ayı başında uluslararası kamuoyuna duyurmuştur. GKRY’nin bu girişimine 3 Ağustos 2011 tarihinde gerek ve gerekse KKTC Cumhurbaşkanı tarafından 5 Ağustos 2011’de tepki gösterilmiştir. Bu açıklamalara rağmen GKRY tarafından 19 Eylül 2011’de sondaj faaliyetlerine başlanmıştır. Bunun üzerine 21 Eylül 2011 tarihinde Newyork’da Türkiye ile KKTC arasında adanın kuzeyi ile Türkiye arasında kalan bölgeye yönelik kıta sahanlığı sınırlandırma antlaşması imzalanmıştır.
Türkiye’nin Muhtemel MEB’haritası. Bu haritada Türkiye MEB ile GKRY’nin 1, 4, 5, 6, 7 Numaralı parselleri çakışmaktadır.
Türkiye’nin 145.000 km²’lik Muhtemel Asgari MEB’i ve GKRY-Yunanistan
İkilisinin Türkiye İçin Öngördüğü 41.000 km²’lik MEB’in Karşılaştırılması
KKTC ile karşılıklı kıyıları
bulunan Mısır, İsrail, Lübnan ve
Suriye’nin kıyı uzunlukları
nispetinde ve hakça paylaşım ilkesi
doğrultusunda GKRY yerine KKTC
ile sınırlandırma antlaşmaları
yapmaları durumunda GKRY ile
yaptıkları antlaşmadan elde ettikleri
deniz alanından çok daha fazla deniz
alanına sahip olmaları mümkündür.
Türkiye GKRY’nin izlediği
yöntemi kullansa, Mısır, Suriye
ve KKTC’nin yanı sıra Libya,
İsrail ve hatta Lübnan ile ilgili
kıyıdaş devlet olarak antlaşma
imzalaması ve böylece gerek
ilgili kıyıdaşların ve gerekse
kendisinin öngördüğünden daha
fazla deniz yetki alanına sahip
olması mümkün olabilecektir.
SONUÇ ve ÖNERİLER
XX yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan ve 1982 yılında BM deniz hukuku açısında kurallara bağlanan MEB denize kıyısı olan devletlere 200 mile kadar olan alanda deniz yüzeyi ve dibinde doğal kaynakları arama ve üretim faaliyetlerine izin vermektedir. Buna karşın MEB sahip olan devletin üçüncü devletlere karşı sorumlulukları vardır. 1982 yılındaki Deniz Hukuku Sözleşmesi paylaşım konusunda düzenleme getirmekte ve sahilleri bitişik veya karşı karşıya olan devletlerin hakkaniyet ilkelerine uygun olarak anlaşarak çözüm bulmaları gerektiğini getirmektedir. Maalesef bazı devletler tek taraflı MEB ilan ederek uygulamada bu konuda adil davranmamaktadır.
Bu Kapsamda düşünüldüğünde Doğu Akdeniz pek çok kısımda bölge devletlerinin tek başlarına MEB ilan etmelerine ve bu alanlardaki doğal kaynakları işletmelerine uygun genişlikte bir bölge değildir. Bu nedenle Doğu Akdeniz’de bölge devletlerinin tek yanlı uygulamalara gitmemeleri gerekmektedir.
GKRY, Doğu Akdeniz’deki MEB belirlenmesinde tüm Kıbrıs Adası’nın meşru hükümeti olduğunu ve buna göre sınır belirleme işlemlerini yaptığını ve Türkiye’nin haklarına müdahale etmediğini ve Türkiye’nin de kendi MEB sınırlarına müdahale hakkı olmadığını iddia etmektedir. Bu kapsamda yapmış oldukları düzenlemelerin BM’e beyan edilmesinin kendilerine hak kazandırdığı söylemektedir. 2004 yılından beri AB üyesi olan GKRY, birlik üyesi olan ülkeleride arkasına alarak Doğu Akdeniz’deki arama çalışmalarına hız vermiştir.
Türkiye ise, Doğu Akdeniz’de en uzun kıyılara sahip ülke olarak MEB ve kıta sahanlığı haklarına sahip olduğunu, yarı kapalı bir deniz olan Akdeniz’de bu tür deniz alanlarının sınırlandırılmasında sınırlandırmanın, ilgili ülkeler arasında ve tüm tarafların hak ve çıkarlarını gözeterek “hakkaniyet” ve “iyi niyet” ilkelerine uygun olarak antlaşmalarla gerçekleştirilmesi gerektiğini belitmektedir. Bu kapsamda deniz yataklarının ve deniz alanlarının paylaşımı konusunda tarafların anlaşmasına dikkate değer önem verdiğini;
GKRY’nin, uluslararası hukukun ve üçüncü tarafların haklarını ihlal ederek, 2003 yılından itibaren Doğu Akdeniz’deki ülkelerle deniz yetki alanlarını sınırlandıran ikili anlaşmaların tanımadığını belirtmektedir.
Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının belirlenmesi sorunu Türkiye’nin hayati çıkarları açısından önemli bir meseledir. Bu bağlamda Türkiye ilk olarak, bir an evvel Doğu Akdeniz’de kıta sahanlığı ve MEB bölgesini belirlemeli ve bu yetki alanlarını gösteren harita ve koordinatları içeren bir MEB bildirgesini BM Genel Sekreteri’ne iletmelidir. Zira hali hazırda GKRY ile Yunanistan arasında bir MEB anlaşması imzalanmış değildir. Bu ihtimal gerçekleşmeden Türkiye iç hukuk bakımından bir MEB yasası çıkarmalı ve BM nezdinde MEB ilanını yapmalıdır.
Bunun yanında Türkiye Doğu Akdeniz’deki kıyıdaş devletler olan KKTC yanında Mısır, Lübnan, İsrail ve Suriye ile uygun bir siyasi ortam olduğunda deniz yetki alanlarının sınırlandırma anlaşması yoluna itmelidir. Çünkü bu tür bir anlaşma diğer kıyıdaş devletler içinde oldukça kazançlı bir MEB alanı yaratmaktadır. Ancak günümüzdeki siyasi konjonktür bu durumun sağlanması için Türkiye’nin aleyhinedir. İsrail ile yaşanan sorunlar, Arap baharı sonrası Mısır ve Suriye ile yaşananlar yakın gelecekte böle bir şeyin olmasının güçleştirmektedir. Bu durumda zamanın GKRY lehine işlemesine neden olmaktadır.
GKRY’nin münhasır ekonomik bölge politikası çerçevesinde gerek bölge devletleri, gerekse Fransa ve AB gibi diğer aktörlerle siyasî, askerî ve ekonomik ilişkilerini güçlendirmesi, Türkiye’nin güney sınırlarını ve ekonomik çıkarlarını ciddi ölçüde tehdit etmektedir. Yunanistan’ın da GKRY örneğinden hareket ederek münhasır ekonomik bölge ilan etmek için fırsat kollaması ve bunu gerçekleştirmesi halinde, Türkiye’nin toplam 145.000 km2 olması gereken münhasır ekonomik alanı 33.000 km2’ye düşecek ve Türkiye Akdeniz’de de çok dar su yoluna sahip
olmasına neden olacaktır.
Türkiye’nin güney sınırlarında ciddi bir şekilde belirmeye başlayan bu tehlikeyi bertaraf etmesi için birtakım adımlar atması gerekmektedir. Bu adımlardan ilki ve en acil olanı, Türkiye’nin münhasır ekonomik bölge politikasını belirlemek olmalıdır.
Türkiye’nin atması gereken ikinci adım, Doğu Akdeniz’e kıyısı olan devletlerle ilişkilerini geliştirmek olmalıdır. Bu bağlamda Türkiye, Suriye’ye ilişkin politikalarında Esad rejiminin devam etme ihtimalini de düşünmelidir. Bunun yanı sıra Mısır politikası da gözden geçirmelidir.
Dolayısıyla Türkiye, makro düzeyde enerji güzergâhı, mikro düzeyde ise Ceyhan’ın ve İskenderun Körfezi’nin enerji üssü olma politikasını tehlikeye düşürecek politikaları engellemek zorundadır.