Keşke bilinçli öğretmenler okulda öğrencilerine izletse, televizyon kanalları tam da bu dönemde biraz kamu yayıncılığı yapma adına prime-time’da yayınlasa: “Food Inc” adlı bir belgesel var.
Tavukların daha fazla göğüs eti vermeleri için nasıl şişirildiğini, eskiden 70 günde büyüyen tavukların bugün 40 günde iki katına çıktıklarını görüyorsunuz. Ya da doğası gereği otla beslenmesi gereken danalara nasıl mısır verildiğini, Amerika’daki ürünlerin yüzde 80’inde bulunan mısırın nasıl obeziteye katkıda bulunduğu anlatılıyor.
Yer yer ürküyorsunuz, yer yer mideniz kalkıyor. Toplu halde öldürülmeyi bekleyen domuzların çığlıklarını duyunca dehşete düşüyorsunuz.
Peki bu belgesel bizi neden ilgilendiriyor? çünkü Amerika’da gıdayla ilgili yaşanan gelişmeler, etlerini ithal etmeye hazırlanan bize örnek olabilir.
* çocuk ölümleri, gıda hastalıkları
Amerika’daki gıdayla ilintili hastalıkların pek çoğunun temelinde kırmızı et var... Pek çok çocuk hayatını sadece kıyma (hamburger) tükettikleri için kaybetti.
Bu ölümlerin arkasında “E. coli O157:H7” bakterisi yatıyordu. Salgına dönüşmesinin sorumluları ise gıda firmalarıydı...
Amerika’da bugün süpermarketlerde satılan kırmızı ette toplam dört büyük firmanın oligarşisi var. Market reyonlarında çiftlik görüntüsü ve çiftlikleri çağrıştıran resimler, illüstrasyonlarla farklı farklı alt markalarda satışa sunulan etlerin hemen hepsi dört firma tarafından üretiliyor. Burger King ve McDonald’s gibi fast-food firmaları hamburgelerinin ‘standart’ tadını yakalamak için sadece kendilerine üretim yapan fabrika benzeri kesimhanelerle anlaşılyorlar. Amerika’da dört büyük et firmasına ise toplam 13 kesimhane hizmet veriyor.
Bu gıda fabrikalarında çoğunlukla ucuz kaçak işçi çalıştırılıyor...
Her dakikada bir temizlenmesi gereken bıçakların hijyeni işçiler tarafından ihmal ediliyor, yere düşürülen etler paketleme bantlarına tekrar konuyor, kıyma üretilirken içine akla hayale gelmeyecek pek çok madde ekleniyor ve sonunda da olan tüketiciye oluyor.
* Gıda firmalarının inkârı
Upton Sinclair daha 1906’da et firmalarının iç yüzünü “The Jungle” kitabında yazmıştı. Amerikan Başkanı Roosevelt, bu kitabı okuduktan sonra olayın iç yüzünü araştırmak için bir ekip kurmuş, pek çok şoke edici bilgiye ulaşmıştı.
Et üreten büyük firmalar ta 1906’dan bugüne tek bir alışkanlığını ise hiç kaybetmedi: Başları derde girince inkâr etme becerilerini...
Geçtiğimiz yıllarda Amerika’da “E. coli” taşıdığı tespit edilen 35 milyon pound (16 milyon kilo) kıyma çekilene kadar 25 milyonu tüketilmişti...
90’lı yılların başındaki en büyük “E. coli” salgınının altında Jack in the Box adlı popüler hamburgerci vardı.
McDonald’s’ın 80’lerde gıda hastalıklarıyla boğuşmasını ise Eric Schlosser “Fast Food Nation” (Hamburger Cumhuriyeti, Metis Yay.) kitabında anlatıyor.
“Food Inc” belgeselinin de özünü oluşturan kitabında Schlosser etlerde rastlanan hastalıkların teknik terimlerle, Latince isimlerle özetlendiğini söylüyor ve bütün salgını çok basit bir cümleyle özetliyor: “Etinizin içinde bok var”.
* Yerel üreticiye dönüş
Gıda firmalarının araştırmalarla, kitaplarla, belgesellerle maskelerinin düşürülmelerinin ardından Amerika’daki
bilinçli tüketicide yiyeceklerinin kökenini araştırma eğilimi başladı... Organik ürünlere yönelim, yerel üreticilerle kurulan temas, mahalle kasabından, manavından alışverişe geri dönüş gibi...
“Kahraman bakkal” itibarını geri kazanıyor kısacası.
Gıda bilinçlenmesi hareketini başlatanlar tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmek için çok basit birkaç şey öneriyor:
Yerel üreticileri bulmak, süpermarkette alışveriş yaparken aldığımız her ürünün etiketini okumak, etikette ne olduğunu bilmediğimiz bir madde yazılıysa o ürünü tüketmemek, et ürünlerinin etiketlerine dikkat etmek gibi...
* Ucuz et tehlikeyi örtüyor
Ne garip, Türkiye’de üçüncü köprüye itiraz etmek için insanlar toplanıyor... AKM’nin yıkımını protesto edecek pek çok işi bulunuyor... Emek Sineması yıkılmasın diye kampanyalar düzenleniyor...
Oysa bütün bunlar olmadan da hayatımızı sürdürebiliriz. Emek yıkılsa, AKM yok olsa bile... Kuşkusuz, itiraz edenler haklı ama...
Gıda tüketimi ve bu gıdaların kaynağı hepimizi bire bir ilgilendiriyor, yaşamımızı sürdürmemizle doğrudan ilintili...
Ve böyle bir ortamda hiç kimseyi ekolojik dengesi bozularak yetiştirilen mısır yiyen danaların Türkiye’ye
getirilebilme ihtimali dehşete düşürmüyor. Bundan 10-20-30 sene ortaya çıkacabilecek gıda kaynaklı hastalıklar, ucuz etin bedelini ödeyecek halkın gelecekteki olası çözülemez sağlık problemleri pek kimseyi ilgilendirmiyor sanırım....
* Günümüzün AIDS’i
Besin kaynaklı hastalıklar günümüzün AIDS’idir. AIDS’ten 1950’lerde ölümler olduğu tahmin ediliyor ancak hastalık seksin ve uçak yolculuğunun artmasıyla beraber 80’lerde patladı. Gıda ilintili hastalıkların artması da fabrika düzenine geçen gıda firmaları, bilinçsiz beslenme, yanlış hayvancılık, kaynağı belirsiz etlerle ilintili... Bugün bir hamburgerde tek bir hayvanın değil, karışmış onlarca hayvanın eti bulunuyor.
Üstelik hâlâ gıda ilintili hastalıkların bir kısmı teşhis ediliyor, bir kısmının gıda ilintili olduğu biliniyor ama hâlâ tam olarak adı konmuyor, ama bütün bu hastalıkların ortak bir özelliği var: Yaşlı çocuk demeden can alıyor, kimilerinin tedavisi çok güç...
Süpermarkete her gittiğimizde, kasadan geçen her ürünle geleceğimizi, sağlığımızı da oyluyoruz: “Food Inc”te belki de en çarpıcı cümle buydu... Yaşayıp öleceğimize tükettiğimiz gıdalar karar veriyor.
Nereden geldiğini bilmediğiniz etleri tüketmeyin, et üreticilerine baskı yapın, yerli hayvan yetiştirin, yerli hayvancılığın yaşaması için baskı yapın.
Oray EĞİN aksam.com.tr 30.4.2010